Etebor ve Otobur Hayvanlarda Beslenme
Etle beslenen hayvanlardan aslan, köpek, sırtlan, kurt ve kedinin, diğer hayvanlar âleminden ayrılan belirgin özellikleri vardır. Birincisi vücut boylarının aşağı yukarı 3 katı uzunluğunda olan çok kısa ve basit bir sindirim sistemine sahiptirler. Bunun nedeni etin vücutta uzun süre kalmasıyla, çabucak çürümesi ve sonuçta oluşan zehirli maddelerin kan dolaşımına geçmesi tehlikesidir. Etle beslenen hayvanların kokuşan etten oluşmuş bakterileri, vücut dışına çabucak atabilmesi, kısa sindirim sistemi sayesinde olabilmektedir. Kemik ve liflerin sindirilebilmesi için midelerinde, otoburlardan on kat daha kuvvetli hidroklorik asit bulunmaktadır. Gecenin serinliğinde avlanıp, gündüz saatlerini uyuyarak geçiren etoburların vücutlarını serin tutmak için ter bezlerine gereksinimleri yoktur. Bu nedenle derileriyle değil dilleriyle ter dökerler, bu da etoburların önemli bir özelliğidir. Diğerleriyse gündüz saatlerinde zamanlarının çoğunu yiyecek toplayarak geçirirler ve vücutlarını serin tutmak için derileri aracılığıyla ter dökerler.
Etoburlarla diğer hayvanlar arasındaki başka belirgin bir fark da diş yapılarıdır. Bütün etobur hayvanların, kaplanın, aslanın, eti koparmak için güçlü pençeleri ve ön dişleri vardır. Et yemeyen hayvanlarda bulunan ve yiyecekleri öğütmede kulandan azıdişleri et obur hayvanlarda yoktur. Tahıl ürünlerinin aksine, etin ön sindirim için çiğnenmesi fark etmez; et, mide ve kalınbağırsakta sindirilir. Örneğin kedi ön sindirim işlemini hemen hemen hiç yapmaz, azıdişleri yoktur, sadece ön sivri dişleri vardır. Ot ve yaprak yiyenlerle, bitki ve çeşitli sebzelerle beslenenlerdeyse, tükürükteki pityalin maddesiyle birlikte, sindirim ağızda başlar, iyi sindirim için gıdaların iyi çiğnenip pityalinle karıştırılması gerekir. Bu nedenle ot ve yaprak yiyen canlıların yirmi dört özel öğütücü dişi vardır. Besinleri öğütebilmek için çene yapısı etoburlardaki aşağı yukarı harekete ilaveten, sağa sola hareket edebilecek özelliğe sahiptir. Kesici dişleri olmayan ot obur canlılar suyu emerek içerken, etle beslenen canlılar dillerini kaşık gibi kullanarak su içmektedirler. Otoburlar, etoburlar gibi çürüyücü besinler almadıklarından ve otsu besinlerin sindirilmesi için nispeten daha fazla bir zaman gerektiğinden, daha uzun bir bağırsak sistemine sahiptirler. Bağırsakları beden boylarının on katıdır.
New York Malabedenes Tıp Merkezi'nden Dr. Williem Collens, etoburların kolestrol ve doymuş yağları vücutlarında tutabilecek hemen hemen sınırsız bir kapasiteye sahip olduğunu saptamıştır. Fakat gıdasına iki ay hayvansal gıda karıştırılan deney tavşanında yapılan otopside, bu canlının dolaşım sisteminde yağlanma ve damar sertliğinin oluşmaya başladığı görülmüştür. İnsan sindirim sistemi de etle beslenen diğer hayvanlar gibi eti sindirmek üzere düzenlenmediğinden, et yenmesi, birçok hastalığa, özellikle kolestrol ve buna bağlı kardiyovasküler hastalıklara yol açabilmektedir.
Üçüncü grup ise sadece meyveyle beslenen, insanlara bu yönüyle yakın olan, Anthropoidea maymunlarıdır. Bu maymunlar beslenmelerini çoğunlukla meyve ve kuruyemişler üzerine kurmuştur. Derilerinde terlemek için milyonlarca gözenek vardır ve besinlerini çiğneyip öğütmek için parçalayıcı dişlere sahiptirler. Tükürükleri alkaliktir, aynı ot ve yaprak yiyenler gibi pityalin içerirler. Bağırsakları meyve ve sebzelerin yavaş sindirilmesi için bedenin on iki katı uzunluğundadır.
İnsan, karakter olarak meyveyle beslenenlere çok benzemekte, otla beslenenleri andırmakta, etle beslenenlereyse hiç uymamaktadır. İnsanın sindirim sistemi, diş ve tırnak yapıları ve beden fonksiyonları etle beslenen canlılardan tamamen farklıdır.
insanın sindirim sistemi Anthropoidea maymunlarda olduğu gibi beden boyunun on iki katıdır. Suyu öteki vejetaryen canlılar gibi emerek içerler. Diş ve tırnak yapıları da vejetaryen hayvanlarınki gibidir ve tohumların ön sindirimleri için de, tükürük yapısı, pityalin içerir.
İnsanlar fizyolojik bakımdan kesinlikle etle beslenmeye uygun yapıda değildir, insanın anatomik yapısı ve sindirim sistemi, milyonlarca yıl boyunca meyveler, kuruyemişler, tohumlar ve sebzelerle beslenerek evrimleştiğini göstermektedir. Ayrıca insan, genel eğilimleri, iç güdüleri ve davranışlarında etobur özelliği taşımaz, insanların, kendileri için hayvan öldürecek başka insanlara ihtiyaçları vardır. Eğer herkes ihtiyaç duyduğu eti karşılamak için öldürme eylemini kendisi yapmak zorunda kalsaydı, birçok kişi bundan çok rahatsız olurdu, aç kalırdı. İnsanlar, diğer et yiyen hayvanlarda olduğu gibi eti çiğ olarak da yiyemezler. Bunun yerine haşlayarak, fırınlayarak, kızartarak veya kan kokusunu çeşitli sos ve baharatlarla giderip, onu çiğ durumdan uzaklaştırarak ve orijinal halini saklayarak yiyebilirler. Buna örnek olarak bir bilim adamı şöyle bir açıklama getirmiştir:
"Aç bir kedi, bir parça çiğ et kokusu aldığında büyük bir arzu duyarken, meyve kokusuna karşı hiç bir tepki vermez. Eğer insanlar bir kuşun üstüne atlayıp, hala canlı olan organlarını parçalayıp, ılık kanını emebilirse, doğanın kendilerini et yeme içgüdüsüyle donattığını söylemek mümkündür." Öte yandan bir salkım üzüm, bir şeftali insanların ağzını sulandıracaktır. Büyük evrim teorisyeni Charles Darwin dahil birçok bilim adamı, ilk insanların meyve ve sebzeyle beslendiğini ve tarih boyunca da anatomilerinin fazla değişmediğini tespit ederek, insanların, bedensel ve fizyolojik yapılarına uygunluk bakımından doğal besinlerinin meyve, sebze ve tohumlar olduğunu kabul etmişlerdir.
Etle beslenen hayvanlardan aslan, köpek, sırtlan, kurt ve kedinin, diğer hayvanlar âleminden ayrılan belirgin özellikleri vardır. Birincisi vücut boylarının aşağı yukarı 3 katı uzunluğunda olan çok kısa ve basit bir sindirim sistemine sahiptirler. Bunun nedeni etin vücutta uzun süre kalmasıyla, çabucak çürümesi ve sonuçta oluşan zehirli maddelerin kan dolaşımına geçmesi tehlikesidir. Etle beslenen hayvanların kokuşan etten oluşmuş bakterileri, vücut dışına çabucak atabilmesi, kısa sindirim sistemi sayesinde olabilmektedir. Kemik ve liflerin sindirilebilmesi için midelerinde, otoburlardan on kat daha kuvvetli hidroklorik asit bulunmaktadır. Gecenin serinliğinde avlanıp, gündüz saatlerini uyuyarak geçiren etoburların vücutlarını serin tutmak için ter bezlerine gereksinimleri yoktur. Bu nedenle derileriyle değil dilleriyle ter dökerler, bu da etoburların önemli bir özelliğidir. Diğerleriyse gündüz saatlerinde zamanlarının çoğunu yiyecek toplayarak geçirirler ve vücutlarını serin tutmak için derileri aracılığıyla ter dökerler.
Etoburlarla diğer hayvanlar arasındaki başka belirgin bir fark da diş yapılarıdır. Bütün etobur hayvanların, kaplanın, aslanın, eti koparmak için güçlü pençeleri ve ön dişleri vardır. Et yemeyen hayvanlarda bulunan ve yiyecekleri öğütmede kulandan azıdişleri et obur hayvanlarda yoktur. Tahıl ürünlerinin aksine, etin ön sindirim için çiğnenmesi fark etmez; et, mide ve kalınbağırsakta sindirilir. Örneğin kedi ön sindirim işlemini hemen hemen hiç yapmaz, azıdişleri yoktur, sadece ön sivri dişleri vardır. Ot ve yaprak yiyenlerle, bitki ve çeşitli sebzelerle beslenenlerdeyse, tükürükteki pityalin maddesiyle birlikte, sindirim ağızda başlar, iyi sindirim için gıdaların iyi çiğnenip pityalinle karıştırılması gerekir. Bu nedenle ot ve yaprak yiyen canlıların yirmi dört özel öğütücü dişi vardır. Besinleri öğütebilmek için çene yapısı etoburlardaki aşağı yukarı harekete ilaveten, sağa sola hareket edebilecek özelliğe sahiptir. Kesici dişleri olmayan ot obur canlılar suyu emerek içerken, etle beslenen canlılar dillerini kaşık gibi kullanarak su içmektedirler. Otoburlar, etoburlar gibi çürüyücü besinler almadıklarından ve otsu besinlerin sindirilmesi için nispeten daha fazla bir zaman gerektiğinden, daha uzun bir bağırsak sistemine sahiptirler. Bağırsakları beden boylarının on katıdır.
New York Malabedenes Tıp Merkezi'nden Dr. Williem Collens, etoburların kolestrol ve doymuş yağları vücutlarında tutabilecek hemen hemen sınırsız bir kapasiteye sahip olduğunu saptamıştır. Fakat gıdasına iki ay hayvansal gıda karıştırılan deney tavşanında yapılan otopside, bu canlının dolaşım sisteminde yağlanma ve damar sertliğinin oluşmaya başladığı görülmüştür. İnsan sindirim sistemi de etle beslenen diğer hayvanlar gibi eti sindirmek üzere düzenlenmediğinden, et yenmesi, birçok hastalığa, özellikle kolestrol ve buna bağlı kardiyovasküler hastalıklara yol açabilmektedir.
Üçüncü grup ise sadece meyveyle beslenen, insanlara bu yönüyle yakın olan, Anthropoidea maymunlarıdır. Bu maymunlar beslenmelerini çoğunlukla meyve ve kuruyemişler üzerine kurmuştur. Derilerinde terlemek için milyonlarca gözenek vardır ve besinlerini çiğneyip öğütmek için parçalayıcı dişlere sahiptirler. Tükürükleri alkaliktir, aynı ot ve yaprak yiyenler gibi pityalin içerirler. Bağırsakları meyve ve sebzelerin yavaş sindirilmesi için bedenin on iki katı uzunluğundadır.
İnsan, karakter olarak meyveyle beslenenlere çok benzemekte, otla beslenenleri andırmakta, etle beslenenlereyse hiç uymamaktadır. İnsanın sindirim sistemi, diş ve tırnak yapıları ve beden fonksiyonları etle beslenen canlılardan tamamen farklıdır.
insanın sindirim sistemi Anthropoidea maymunlarda olduğu gibi beden boyunun on iki katıdır. Suyu öteki vejetaryen canlılar gibi emerek içerler. Diş ve tırnak yapıları da vejetaryen hayvanlarınki gibidir ve tohumların ön sindirimleri için de, tükürük yapısı, pityalin içerir.
İnsanlar fizyolojik bakımdan kesinlikle etle beslenmeye uygun yapıda değildir, insanın anatomik yapısı ve sindirim sistemi, milyonlarca yıl boyunca meyveler, kuruyemişler, tohumlar ve sebzelerle beslenerek evrimleştiğini göstermektedir. Ayrıca insan, genel eğilimleri, iç güdüleri ve davranışlarında etobur özelliği taşımaz, insanların, kendileri için hayvan öldürecek başka insanlara ihtiyaçları vardır. Eğer herkes ihtiyaç duyduğu eti karşılamak için öldürme eylemini kendisi yapmak zorunda kalsaydı, birçok kişi bundan çok rahatsız olurdu, aç kalırdı. İnsanlar, diğer et yiyen hayvanlarda olduğu gibi eti çiğ olarak da yiyemezler. Bunun yerine haşlayarak, fırınlayarak, kızartarak veya kan kokusunu çeşitli sos ve baharatlarla giderip, onu çiğ durumdan uzaklaştırarak ve orijinal halini saklayarak yiyebilirler. Buna örnek olarak bir bilim adamı şöyle bir açıklama getirmiştir:
"Aç bir kedi, bir parça çiğ et kokusu aldığında büyük bir arzu duyarken, meyve kokusuna karşı hiç bir tepki vermez. Eğer insanlar bir kuşun üstüne atlayıp, hala canlı olan organlarını parçalayıp, ılık kanını emebilirse, doğanın kendilerini et yeme içgüdüsüyle donattığını söylemek mümkündür." Öte yandan bir salkım üzüm, bir şeftali insanların ağzını sulandıracaktır. Büyük evrim teorisyeni Charles Darwin dahil birçok bilim adamı, ilk insanların meyve ve sebzeyle beslendiğini ve tarih boyunca da anatomilerinin fazla değişmediğini tespit ederek, insanların, bedensel ve fizyolojik yapılarına uygunluk bakımından doğal besinlerinin meyve, sebze ve tohumlar olduğunu kabul etmişlerdir.