Darwinistlere göre canlılığın oluşumu, tesadüfen meydana gelen hayali "ilk bakteri" sayesinde gerçekleşmiştir. Söz konusu "ilk bakterinin" henüz hiçbir canlılık belirtisi yokken, tamamen kontrolsüz bir ortamda aniden nefes almaya başladığını iddia edebilmek için ise onun "basit" olduğunu öne sürmek zorundadırlar. Bu "sözde basit canlı" çeşitli ortam ve şartlardan tesadüfen etkilenmeli, tesadüfen çeşitli değişimler yaşamalı, bazı mucizevi özellikleri –örneğin kendi besinini üretmeyi, mayoz bölünürken aniden mitoz çoğalmaya başlamayı– öğrenmeli ve şimdiki kapsamlı canlılığı oluşturmalıdır. Özetle, evrim teorisine göre canlılığın bir başlangıcının olabilmesi için canlılığı başlatacak "basit" bir hayali bakterinin de olması gerekmektedir.
Aynı batıl inanca göre bütün canlılar, daha basit formlardan evrimleşmiş ve gittikçe daha kompleks bir hale gelmişlerdir. Canlıların sınıflandırılmasında (taksonomi) bu anlayış genel olarak hakim olmuştur. Ancak günümüzde, bilim dünyasında meydana gelen büyük ilerlemeler, bu anlayışı değiştirmeye ve evrim teorisinin kendi içinde sert eleştirilere uğramasına yol açmıştır. Ünlü evrimci Stephen Jay Gould bu anlayışı eleştirirken, temelinde yatan ırkçılığı da vurgulamaktadır. Bu anlayışa göre bütün canlıların en üstünü insan, insanların en üstünü ise, belirli bir ırk olarak görülmektedir:
İnsan-merkezcilik, genel taksonomiyi, bize yakın yaratıklar arasında ince; daha uzak ve "basit" organizmalar arasında çok kaba ayırımlar yapmaya yöneltmiştir. Bulunan her yeni diş yeni bir memeli türünü tanımlarken, bütün tek hücreli yaratıkları, toptan "ilkel" canlılar olarak adlandırırız.
Evrimcilere göre yaşam, ilkel atmosfer ortamlarında "basit" bir ilk bakterinin ortaya çıkışı ile şekillenmiştir. Bakterilerin "basit" tanımlamasından çok uzak olduğunun ortaya çıkması ise, evrimcilerin bu iddialarını tümüyle geçersiz kılmıştır.
Hayatın "basit bir ilk bakteri" sayesinde başladığı iddiası kuşkusuz büyük bir aldatmacadır. Bu iddiayı öne sürenler, ilk önce canlılığın nasıl ortaya çıktığını açıklamak zorundadırlar. Ancak evrimci kaynaklar incelendiğinde hayatın nasıl ortaya çıktığı konusunda bilimsel bir bulguya rastlayamayız. Bilimsel kanıtların olmaması, çeşitli tahminlerin ve hikayelerin kabul görmesine yol açmıştır. Evrim teorisinin temelinde yer alan maddeci anlayış bu hikayelerin şekillenmesinde de önemli rol almıştır.
Fosil kayıtlarına göre, tespit edilebilen ilk canlı bundan 3,5 milyar yıl önce yaşamış bir siyanobakteri fosilidir. 3,5 milyar yıl önce yaşamış bu bakteri günümüzde de yaşamaktadır ve hiçbir değişime uğramamıştır. Ancak evrimcileri asıl hayal kırıklığına uğratan şey siyanobakterinin bilinen en kompleks bakterilerden biri olmasıdır. Fotosentez gibi son derece kompleks bir tasarıma ve işlem yeteneğine sahip bu bakteri, günümüz bilim adamları tarafından kesinlikle basit bir canlı olarak görülmemektedir. Evrimci iddia işte bu noktada da büyük bir hezimete uğramaktadır. Fosil kayıtları 3,85 milyar yıl önce bakterilerin bugünkü özellikleriyle var olduklarını göstermektedir. Yapılan çalışmalara göre ise, dünyanın canlılığa müsait bir hale gelmesi de tam bu tarihlere rastlamaktadır. (2) Yani bakterilerin, ilerki bölümlerde de bahsedilecek olan kompleks yapıları, evrim teorisinin öne sürdüğü gibi, imkansız tesadüflerle, yavaş yavaş, uzun bir deneme yanılma sürecinden sonra değil, üstün bir planın, belirli bir parçası olarak aniden ortaya çıkmışlardır.
Dahası, bir varlığın cansızken, aniden canlanması, o canlı "basit" bile olsa, hiçbir şekilde mümkün değildir. Yani hiçbir doğal mekanizma, cansız maddeden canlı madde üretecek güce sahip değildir. Su, toprak ve hava, milyarlarca yıl boyunca bir arada dursalar bile, ne canlılığı ne de o canlılığın sahip olduğu üstün tasarımı, planlayacak veya ortaya çıkartacak, akla ve bilince sahip değildirler. Bu açıdan incelendiğinde, basit olduğu iddia edilen bakterilerin hiç de evrimcilerin iddia ettikleri gibi basit canlılar olmadıkları ortaya çıkar. Bu gerçeği evrimcilerin, bir bakterinin kendi kendine oluşabilmesi ile ilgili yaptıkları ihtimal hesaplarında da açıkça görmek mümkündür:
Hoyle ve Wickramsinghe canlı bir bakterinin kendiliğinden meydana gelme ihtimalinin 1040.000'de 1 olduğunu hesaplamışlardır... Shapiro daha gerçekçi şartlara dayanarak hesaplamalar yapan Morowitz'den bahsetmektedir: 'Harold Morowitz tarafından daha gerçekçi bir hesap yapılmıştır... Morowitz tarafından hesaplanan karşılık, Hoyle'un ihtimallerini tamamen anlamsız hale getirir: 10100.000.000.000'de 1 ihtimal.. (3)
Burada yapılan matematik hesabını daha yakından incelemek gerekmektedir. Önce 10 sayısının yanına yüz milyar sıfır getirmemiz ve bu inanılmaz sayı içinden tek bir ihtimali kabul etmemiz gerekir. Oysa matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimaller "sıfır ihtimal" olarak kabul edilirler. Kısacası böyle bir olasılığın gerçekleşmesi imkansızdır.
Bütün bunların yanı sıra, mikro alemin en önemli öğelerinden biri olan bakteri, yapı ve işlev olarak da basit bir canlı olmadığını açıkça göstermektedir. Evrimcilerin bakteri gibi tek hücreli canlıları basit olarak görmeleri aslında sadece bağlı oldukları ideolojiden kaynaklanan bir zorunluluktur. İlk olarak şunu söylemek gerekir ki, bu canlıların her biri basit olmak şöyle dursun, birer tasarım harikasıdırlar. Üstlendikleri hayati görevleri yerine getirmek için böyle mükemmel bir yapıya sahip olmaları gerekir. Bu canlıların belirli bir görevi yerine getirmek için uzmanlaşmış yapıları vardır. Mesela fotosentez yapan bakterileri ele alalım. Yeryüzünde hayatın devamı için gerekli olan oksijenin %70'ini bu canlılar üretir. Aynı zamanda bu canlılar, karbondioksidi kullanarak, başka türlü ortaya çıkması mümkün olmayan, besin kaynaklarını üretirler. Yani evrimcilerin basit dediği bu üstün tasarım sayesinde, hem oksijen üretilir, hem dünyadaki bütün besin zincirinin temeli ortaya çıkar, hem atmosferdeki zehirli karbondioksit oranı dengelenir, hem de bu canlıların çok hızlı ve büyük miktarda çoğalabilen sistemleri, kendilerini, birçok canlının hayatta kalmak için yediği besin haline getirir. Bütün bu özelliklerin yanı sıra, alg, plankton veya diatom gibi tek hücrelilerin, üstün teknoloji harikası olan bilgisayar "çip"lerine benzeyen yapıları, bu canlıların ilkel oldukları iddiasını gülünç hale getirmektedir.
Bakteriler sadece insanda değil, yeraltındaki bir termitten bir bitkinin kök tüylerine kadar tüm canlılıkta etkisini gösterir. Bu canlılar, yeryüzünün her yanına yayılmışlardır ve üstlendikleri görevleri milyarlarca yıldır her canlıda aynı kusursuzlukla yerine getirmektedirler. Bütün bunlar elbette tek bir gerçeğe işaret eder: Yaratılış.
Evrim teorisini savunanlar, aslında bu canlıların basit bir yapılarının olmadığını çok iyi bilirler. Bu nedenle, söz konusu mükemmel canlıların özelliklerine değinirken, sahip oldukları mekanizmaları açıklamaya çalışırken sürekli olarak bir çıkmaz ve tereddüt içindedirler. Mikroskobik bir canlının varlığını açıklamaktan aciz olan evrim gibi bir teorinin karşılaşmaktan çekindiği en büyük gerçeklerden biri işte budur. 20. yüzyılın gelişen bilim ve teknolojisi, elektron mikroskobu altında, evrim teorisi yalanını bir kez daha ortaya çıkaran yepyeni bir alemi tanıtmıştır. Darwinistlerin gittikçe uzayan soru zincirine böylelikle bir yenisi daha eklenmiştir. Evrimciler çözüm yolları araya dursunlar, bu canlılarda karşılaştığımız her özellik, Allah'ın gözle görünmeyen bir canlıda nasıl kusursuz bir sanat meydana getirdiğini keşfedebilmek ve bunu takdir edebilmek için bir yol olacaktır.
Aynı batıl inanca göre bütün canlılar, daha basit formlardan evrimleşmiş ve gittikçe daha kompleks bir hale gelmişlerdir. Canlıların sınıflandırılmasında (taksonomi) bu anlayış genel olarak hakim olmuştur. Ancak günümüzde, bilim dünyasında meydana gelen büyük ilerlemeler, bu anlayışı değiştirmeye ve evrim teorisinin kendi içinde sert eleştirilere uğramasına yol açmıştır. Ünlü evrimci Stephen Jay Gould bu anlayışı eleştirirken, temelinde yatan ırkçılığı da vurgulamaktadır. Bu anlayışa göre bütün canlıların en üstünü insan, insanların en üstünü ise, belirli bir ırk olarak görülmektedir:
İnsan-merkezcilik, genel taksonomiyi, bize yakın yaratıklar arasında ince; daha uzak ve "basit" organizmalar arasında çok kaba ayırımlar yapmaya yöneltmiştir. Bulunan her yeni diş yeni bir memeli türünü tanımlarken, bütün tek hücreli yaratıkları, toptan "ilkel" canlılar olarak adlandırırız.
Evrimcilere göre yaşam, ilkel atmosfer ortamlarında "basit" bir ilk bakterinin ortaya çıkışı ile şekillenmiştir. Bakterilerin "basit" tanımlamasından çok uzak olduğunun ortaya çıkması ise, evrimcilerin bu iddialarını tümüyle geçersiz kılmıştır.
Hayatın "basit bir ilk bakteri" sayesinde başladığı iddiası kuşkusuz büyük bir aldatmacadır. Bu iddiayı öne sürenler, ilk önce canlılığın nasıl ortaya çıktığını açıklamak zorundadırlar. Ancak evrimci kaynaklar incelendiğinde hayatın nasıl ortaya çıktığı konusunda bilimsel bir bulguya rastlayamayız. Bilimsel kanıtların olmaması, çeşitli tahminlerin ve hikayelerin kabul görmesine yol açmıştır. Evrim teorisinin temelinde yer alan maddeci anlayış bu hikayelerin şekillenmesinde de önemli rol almıştır.
Fosil kayıtlarına göre, tespit edilebilen ilk canlı bundan 3,5 milyar yıl önce yaşamış bir siyanobakteri fosilidir. 3,5 milyar yıl önce yaşamış bu bakteri günümüzde de yaşamaktadır ve hiçbir değişime uğramamıştır. Ancak evrimcileri asıl hayal kırıklığına uğratan şey siyanobakterinin bilinen en kompleks bakterilerden biri olmasıdır. Fotosentez gibi son derece kompleks bir tasarıma ve işlem yeteneğine sahip bu bakteri, günümüz bilim adamları tarafından kesinlikle basit bir canlı olarak görülmemektedir. Evrimci iddia işte bu noktada da büyük bir hezimete uğramaktadır. Fosil kayıtları 3,85 milyar yıl önce bakterilerin bugünkü özellikleriyle var olduklarını göstermektedir. Yapılan çalışmalara göre ise, dünyanın canlılığa müsait bir hale gelmesi de tam bu tarihlere rastlamaktadır. (2) Yani bakterilerin, ilerki bölümlerde de bahsedilecek olan kompleks yapıları, evrim teorisinin öne sürdüğü gibi, imkansız tesadüflerle, yavaş yavaş, uzun bir deneme yanılma sürecinden sonra değil, üstün bir planın, belirli bir parçası olarak aniden ortaya çıkmışlardır.
Dahası, bir varlığın cansızken, aniden canlanması, o canlı "basit" bile olsa, hiçbir şekilde mümkün değildir. Yani hiçbir doğal mekanizma, cansız maddeden canlı madde üretecek güce sahip değildir. Su, toprak ve hava, milyarlarca yıl boyunca bir arada dursalar bile, ne canlılığı ne de o canlılığın sahip olduğu üstün tasarımı, planlayacak veya ortaya çıkartacak, akla ve bilince sahip değildirler. Bu açıdan incelendiğinde, basit olduğu iddia edilen bakterilerin hiç de evrimcilerin iddia ettikleri gibi basit canlılar olmadıkları ortaya çıkar. Bu gerçeği evrimcilerin, bir bakterinin kendi kendine oluşabilmesi ile ilgili yaptıkları ihtimal hesaplarında da açıkça görmek mümkündür:
Hoyle ve Wickramsinghe canlı bir bakterinin kendiliğinden meydana gelme ihtimalinin 1040.000'de 1 olduğunu hesaplamışlardır... Shapiro daha gerçekçi şartlara dayanarak hesaplamalar yapan Morowitz'den bahsetmektedir: 'Harold Morowitz tarafından daha gerçekçi bir hesap yapılmıştır... Morowitz tarafından hesaplanan karşılık, Hoyle'un ihtimallerini tamamen anlamsız hale getirir: 10100.000.000.000'de 1 ihtimal.. (3)
Burada yapılan matematik hesabını daha yakından incelemek gerekmektedir. Önce 10 sayısının yanına yüz milyar sıfır getirmemiz ve bu inanılmaz sayı içinden tek bir ihtimali kabul etmemiz gerekir. Oysa matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimaller "sıfır ihtimal" olarak kabul edilirler. Kısacası böyle bir olasılığın gerçekleşmesi imkansızdır.
Bütün bunların yanı sıra, mikro alemin en önemli öğelerinden biri olan bakteri, yapı ve işlev olarak da basit bir canlı olmadığını açıkça göstermektedir. Evrimcilerin bakteri gibi tek hücreli canlıları basit olarak görmeleri aslında sadece bağlı oldukları ideolojiden kaynaklanan bir zorunluluktur. İlk olarak şunu söylemek gerekir ki, bu canlıların her biri basit olmak şöyle dursun, birer tasarım harikasıdırlar. Üstlendikleri hayati görevleri yerine getirmek için böyle mükemmel bir yapıya sahip olmaları gerekir. Bu canlıların belirli bir görevi yerine getirmek için uzmanlaşmış yapıları vardır. Mesela fotosentez yapan bakterileri ele alalım. Yeryüzünde hayatın devamı için gerekli olan oksijenin %70'ini bu canlılar üretir. Aynı zamanda bu canlılar, karbondioksidi kullanarak, başka türlü ortaya çıkması mümkün olmayan, besin kaynaklarını üretirler. Yani evrimcilerin basit dediği bu üstün tasarım sayesinde, hem oksijen üretilir, hem dünyadaki bütün besin zincirinin temeli ortaya çıkar, hem atmosferdeki zehirli karbondioksit oranı dengelenir, hem de bu canlıların çok hızlı ve büyük miktarda çoğalabilen sistemleri, kendilerini, birçok canlının hayatta kalmak için yediği besin haline getirir. Bütün bu özelliklerin yanı sıra, alg, plankton veya diatom gibi tek hücrelilerin, üstün teknoloji harikası olan bilgisayar "çip"lerine benzeyen yapıları, bu canlıların ilkel oldukları iddiasını gülünç hale getirmektedir.
Bakteriler sadece insanda değil, yeraltındaki bir termitten bir bitkinin kök tüylerine kadar tüm canlılıkta etkisini gösterir. Bu canlılar, yeryüzünün her yanına yayılmışlardır ve üstlendikleri görevleri milyarlarca yıldır her canlıda aynı kusursuzlukla yerine getirmektedirler. Bütün bunlar elbette tek bir gerçeğe işaret eder: Yaratılış.
Evrim teorisini savunanlar, aslında bu canlıların basit bir yapılarının olmadığını çok iyi bilirler. Bu nedenle, söz konusu mükemmel canlıların özelliklerine değinirken, sahip oldukları mekanizmaları açıklamaya çalışırken sürekli olarak bir çıkmaz ve tereddüt içindedirler. Mikroskobik bir canlının varlığını açıklamaktan aciz olan evrim gibi bir teorinin karşılaşmaktan çekindiği en büyük gerçeklerden biri işte budur. 20. yüzyılın gelişen bilim ve teknolojisi, elektron mikroskobu altında, evrim teorisi yalanını bir kez daha ortaya çıkaran yepyeni bir alemi tanıtmıştır. Darwinistlerin gittikçe uzayan soru zincirine böylelikle bir yenisi daha eklenmiştir. Evrimciler çözüm yolları araya dursunlar, bu canlılarda karşılaştığımız her özellik, Allah'ın gözle görünmeyen bir canlıda nasıl kusursuz bir sanat meydana getirdiğini keşfedebilmek ve bunu takdir edebilmek için bir yol olacaktır.