Ey Vav Vuslatıyla Yürüyen Sevgili,
‘Kün’ kaleminin ucundaki zerrelerle yazılmıstı kâinat... Galaksilerin kavislerinden, kelebeklerin kanatlarına kadar aynı mühür vurulmustu;’Vav’ Sen, kalbinin gözbebeginden, gögün gögsüne bir elif misali çekilen servi endamlı Hak peygamberi... Süleyman Mabedi'nin güvercin bakıslı küçük hizmetkârına ‘Hu’yu okutan ak saçlı muallimi… Su üzerine ak elleri degmeden yazı yazan sevgili... Sen dururdun; kalemler senin ‘Vav’ vuslatınla yürürdü…
Ey Vav Vuslatıyla Kelimelere Yürüyen Sevgili,
Eylül’ün kırdıgı bir gül gibiyim... Eylül’ün kırdıgı bir dal kalem… Kırık bir kalbin çatlak yakaza tüpünden sızan ilhamla kokunu duyuyorum Celile sokaklarından... Tas kapın sessizce aralanıyor ve sessizce kapanıyor sonra… Süleyman Mabedi’nin merdivenlerinden inisini, ayak seslerini duyuyorum, elinde asan… Yüregindeki sıkıntıyı, Meryem’in o ürkek yorgunlugunu, Kudüs’ün karanlık gögüne akan ruhunun telaslı sancısını hissediyorum… Bizim de sancılarımız var… Bizim de kalemlerimiz var... Yazarız, çizeriz karagülleri, ak gülleri… Biliriz kıssalarından Hz. Hacer’i, Hz. Ismail’i ve Hz. Ibrahim’i… Biliriz de, Ortadogu’nun kan kokan çöllerine kalemlerimiz yürür sevgili, biz gidemeyiz!..
Oysa sen Mesih’in sesini, besikteki sözlerinden bile önce, Meryem’in gözlerindeki o ıssızlıktan dinlemistin. Sonra, Meryem’e inen sofralara, Yahya’yı müjdeleyen mihraba ve sana;
"Sadece kalemlerimiz yürür sevgili, biz gelemeyiz!.."
Ey Vav Vuslatıyla Aska Yürüyen Sevgili,
Sevgili, senin vuslatınla yürümüyor bizim kalemlerimiz. Askımız korumuyor bizi. Eksik, kaçak, korkak mı yasıyoruz bilmem ki, birbirimizden bile gizli duygularımız… Yusuf’la kuyulara atılır, gömlegini Züleyha gibi kalbimizle yırtarız! Içimizde binlerce yüz olur Yusuf! Yasadıgımız hayat bize nasıl acımasız davrandıysa, biz de kendimize ve askımıza Züleyha’nın Yusuf’a davrandıgı gibi davranırız. Yusuf gibi zindana attıklarımız bir gün gelir bizi bagıslar sanırız! Bilsen ne kadar suçluyuz bunun için, bilsen nasıl acı çekeriz. Asklar sahiplerine, onların hikâyelerine benzer. Yusuf’un düstügü derin kuyulara ve kopkoyu zindanlara;
"Sadece kalemlerimiz yürür sevgili, biz gidemeyiz…"
Ey Vav Vuslatıyla Ölüme Yürüyen Sevgili,
Meger ‘Vav’ vuslat kristaliymis kalemlerimizin… Simdi kelimelerimizin tesellisiz hüznünden anlıyoruz bunu. Ölüm vuslatsa ve hazırsak o büyük mahkemeye; üzerine acılarımızın gölgesi vuran, dava ugruna yazdıgımız kalemlerimizle Hakk’a yürümek isteriz. Bir Ashab-ı Kehf gibi… Ölüm ki ah kar tanesi… Ölüm ki ah yalnızlık… Biz sehirden ayrılırken yanımızda götürdügümüz; oturdugumuz çay bahçelerinden, yürüdügümüz sokaklardan, ıslandıgımız yagmurun damlalarından topladıgımız ilhamlardır... Vitrinlerde unuttugumuz bakıslarımız ve hiç tanımadıgımız bir sevgilinin su yesili gözlerindeki mısralarımızdır... Arkada bıraktıgımız kitaplarda Ashabı-ı Kehf gibi magaralara biz degil;
"Yalnızca kalemlerimiz yürür Sevgili"
Biz gidemeyiz... Biz gidemeyiz... Yalnızca kalemlerimiz yürür...
Yalnızca kalemlerimiz... Kalemlerimiz… Biz yürüyemeyiz… Biz çigiz.
Utanıyorum Sevgili... Aglıyorum... Utanıyorum... Utanıyorum...
Uzat ellerini...
Uzat ak ellerini Sevgili,
Koy mahzun basıma ki;
Hz. Meryem mahcubiyeti ilkem olsun
Iste sususum, susmalarım bu ugurda
Yazmak, beyazlar içinde bir yolculuk fakat
Kurtulmalıyım hayatımı ören siyah aglardan
Beyazdan da beyazları giyerek
Elimde bir beyaz gül
Gönülden duanı almak için
Celile sokaklarında Meryem gibi
Kosayım nur kucagına...
Isyansız, agıtsız masumca
Bir kaç damla gözyasım düssün
Burusuk akça ellerine
Beni beyazlar içinde terbiye et
Beyazlar içinde ugurla…
Kalemim; sabahın ilk beyazı gibi
Vav’ın vuslatına yürüsün Sevgili
Vav'ın vuslatına yürüsün...
alıntı..
‘Kün’ kaleminin ucundaki zerrelerle yazılmıstı kâinat... Galaksilerin kavislerinden, kelebeklerin kanatlarına kadar aynı mühür vurulmustu;’Vav’ Sen, kalbinin gözbebeginden, gögün gögsüne bir elif misali çekilen servi endamlı Hak peygamberi... Süleyman Mabedi'nin güvercin bakıslı küçük hizmetkârına ‘Hu’yu okutan ak saçlı muallimi… Su üzerine ak elleri degmeden yazı yazan sevgili... Sen dururdun; kalemler senin ‘Vav’ vuslatınla yürürdü…
Ey Vav Vuslatıyla Kelimelere Yürüyen Sevgili,
Eylül’ün kırdıgı bir gül gibiyim... Eylül’ün kırdıgı bir dal kalem… Kırık bir kalbin çatlak yakaza tüpünden sızan ilhamla kokunu duyuyorum Celile sokaklarından... Tas kapın sessizce aralanıyor ve sessizce kapanıyor sonra… Süleyman Mabedi’nin merdivenlerinden inisini, ayak seslerini duyuyorum, elinde asan… Yüregindeki sıkıntıyı, Meryem’in o ürkek yorgunlugunu, Kudüs’ün karanlık gögüne akan ruhunun telaslı sancısını hissediyorum… Bizim de sancılarımız var… Bizim de kalemlerimiz var... Yazarız, çizeriz karagülleri, ak gülleri… Biliriz kıssalarından Hz. Hacer’i, Hz. Ismail’i ve Hz. Ibrahim’i… Biliriz de, Ortadogu’nun kan kokan çöllerine kalemlerimiz yürür sevgili, biz gidemeyiz!..
Oysa sen Mesih’in sesini, besikteki sözlerinden bile önce, Meryem’in gözlerindeki o ıssızlıktan dinlemistin. Sonra, Meryem’e inen sofralara, Yahya’yı müjdeleyen mihraba ve sana;
"Sadece kalemlerimiz yürür sevgili, biz gelemeyiz!.."
Ey Vav Vuslatıyla Aska Yürüyen Sevgili,
Sevgili, senin vuslatınla yürümüyor bizim kalemlerimiz. Askımız korumuyor bizi. Eksik, kaçak, korkak mı yasıyoruz bilmem ki, birbirimizden bile gizli duygularımız… Yusuf’la kuyulara atılır, gömlegini Züleyha gibi kalbimizle yırtarız! Içimizde binlerce yüz olur Yusuf! Yasadıgımız hayat bize nasıl acımasız davrandıysa, biz de kendimize ve askımıza Züleyha’nın Yusuf’a davrandıgı gibi davranırız. Yusuf gibi zindana attıklarımız bir gün gelir bizi bagıslar sanırız! Bilsen ne kadar suçluyuz bunun için, bilsen nasıl acı çekeriz. Asklar sahiplerine, onların hikâyelerine benzer. Yusuf’un düstügü derin kuyulara ve kopkoyu zindanlara;
"Sadece kalemlerimiz yürür sevgili, biz gidemeyiz…"
Ey Vav Vuslatıyla Ölüme Yürüyen Sevgili,
Meger ‘Vav’ vuslat kristaliymis kalemlerimizin… Simdi kelimelerimizin tesellisiz hüznünden anlıyoruz bunu. Ölüm vuslatsa ve hazırsak o büyük mahkemeye; üzerine acılarımızın gölgesi vuran, dava ugruna yazdıgımız kalemlerimizle Hakk’a yürümek isteriz. Bir Ashab-ı Kehf gibi… Ölüm ki ah kar tanesi… Ölüm ki ah yalnızlık… Biz sehirden ayrılırken yanımızda götürdügümüz; oturdugumuz çay bahçelerinden, yürüdügümüz sokaklardan, ıslandıgımız yagmurun damlalarından topladıgımız ilhamlardır... Vitrinlerde unuttugumuz bakıslarımız ve hiç tanımadıgımız bir sevgilinin su yesili gözlerindeki mısralarımızdır... Arkada bıraktıgımız kitaplarda Ashabı-ı Kehf gibi magaralara biz degil;
"Yalnızca kalemlerimiz yürür Sevgili"
Biz gidemeyiz... Biz gidemeyiz... Yalnızca kalemlerimiz yürür...
Yalnızca kalemlerimiz... Kalemlerimiz… Biz yürüyemeyiz… Biz çigiz.
Utanıyorum Sevgili... Aglıyorum... Utanıyorum... Utanıyorum...
Uzat ellerini...
Uzat ak ellerini Sevgili,
Koy mahzun basıma ki;
Hz. Meryem mahcubiyeti ilkem olsun
Iste sususum, susmalarım bu ugurda
Yazmak, beyazlar içinde bir yolculuk fakat
Kurtulmalıyım hayatımı ören siyah aglardan
Beyazdan da beyazları giyerek
Elimde bir beyaz gül
Gönülden duanı almak için
Celile sokaklarında Meryem gibi
Kosayım nur kucagına...
Isyansız, agıtsız masumca
Bir kaç damla gözyasım düssün
Burusuk akça ellerine
Beni beyazlar içinde terbiye et
Beyazlar içinde ugurla…
Kalemim; sabahın ilk beyazı gibi
Vav’ın vuslatına yürüsün Sevgili
Vav'ın vuslatına yürüsün...
alıntı..