• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Farklı Boyutlarıyla İnsan

Farklı Boyutlarıyla İnsan

Her insan farklı şeylere karşı, farklı derecelerde merak hissiyle donatılmıştır. İlmî araştırma yapmada mühim bir güç kaynağı olan ‘merak edilen şeyi anlama isteği’; ‘İnsanın mâhiyeti ve tabiatı nedir, insan modellenerek anlaşılabilir mi, insanı kaç değişik boyuttan tanımlayabiliriz, insanın varoluşunu anlamayı mümkün kılan faktörler (değişkenler) nelerdir, sağlıklı ve huzurlu bir hayat sürebilmenin asgarî şartları nelerdir?’ gibi soruların cevabını bulmada da farklı insanlarda değişik derecelerde cazibe oluşturur.

Bu sorulara hiçbir bilim dalı, bütüncül, sistemci ve doyurucu cevaplar verememektedir. Analitik araştırma usûllerini kullanan bilim dalları, insan tabiatı üzerine kısmî cevaplar üretmekte ve bunu ‘uzmanlık’ olarak tanımlamaktadır; çünkü çağın bilgi patlamasının bir neticesi olarak, bir konuyu kendi içinde derinlemesine anlamak için uzmanlaşma önemlidir. Ancak uzmanlığın bu güzel tarafına karşılık, ‘uzman körlüğü’ olarak tarif edilen menfî tarafları da ortaya çıkabilmekte; bir sahada uzman olan kişi diğer bazı alanlarda hiç bilgi sahibi olmayabilmektedir. Çağ ihtisas çağı olduğundan bütüncül, sistemci ve çok boyutlu bilgi edinme gayretlerine bugün pek sıcak bakılmadığı gibi, içtimaî teşkilâtlanmalar ve resmî eğitim de buna müsait gözükmüyor.

Her bilim dalı, insanı farklı şekillerde tarif ederken, farkında olmadan insana dâir bütün açıklama ve değerleri, başlangıçta kabul ettiği tarife dayandırıyor. Belli bir bilim dalında araştırma yapan araştırmacılar da farkında olmadan insanı o boyuta indirgeyerek çalıştığından, o boyut ve tarifle insanı özdeşleştirebiliyor. Bilimler, hakikatte Allah’ın güzel isimlerinin tecelli ettiği ayna olan insanın küçük bir kısmını kendilerine çalışma sahası olarak seçmektedir.

Biyolojik bilimler, insanı “Homo sapiens biologicus” olarak tarif eder. Bu tarife göre insan, genetik bilginin varlığında, karbon temelli biyo-moleküllerin enerji kullanılarak örgütlendiği dinamik fiziko-kimyevî sistemler olarak var olabilen bir canlıdır. İnsanın beden boyutunu en ince detaylarına kadar çözümlemede son derece başarılı olan bu tarif ve yaklaşım, insanda tecelli eden Esmâ-i İlâhî’nin sadece küçük bir kısmını gösterir, diğer boyutlarını ve onların bedenle etkileşimini âdeta görmezden gelir veya ihata sahasına almaz. Halbuki Alîm ve Kadîr isminin bir tecellisi olarak yaratılmış insan genomu, insanın bütün boyutlarına ışık tutabilecek mâhiyettedir.

İktisadî bilimler ise insanı “Homo sapiens economicus” olarak tanımlar. Bu bilimler insanın bütün tutum ve davranışlarını, üretim ve tüketim çevriminin dinamikleriyle açıklarken, zaman zaman da insanı sadece ekonomik bir varlık statüsüne indirgeyip, üretim ve tüketimle özdeşleştirir.

Psikolojik bilimler, insanı “Homo sapiens psychologicus” olarak tarif eder, ondaki duyguları, şuuraltını, egoyu ve kişilik yapılarını öne çıkarır.

Kişilik bilimi (The science of personality) de insanı ‘mizaç, karakter, kişilik ve ego’ yapılarına indirgeyip, onu bu kavram dürbünlerinin penceresinden analiz eder. Burada da aşırıya giden bazı araştırmacılar, insanın her şeyini mizaç, kişilik ve ego motifleri üzerinden açıklama saplantısına düşerken, onu âdeta bu buyutlarıyla özdeşleştirirler.

Sosyoloji ise insanı “Homo sapiens socializing and culture-making” olarak tarif ederek, onun bütün davranışlarını grup dinamikleri ve sosyo-kültürel yapıyla açıklamaya gayret eder, âdeta insan sadece içinde bulunduğu toplum ve kültürle şekillenen pasif varlıkmış gibi bir tavır sergiler.

Felsefî bilimler, insanı “Homo sapiens rationalicus” olarak tarif eder ve insandaki onlarca donanımdan sadece akıl, mantık ve bilgiyi öne çıkararak, algıladığı her şeyi rasyonalize etmeye çalışır. Burada da zaman zaman ifratlar yaşanır ve faziletler listesinin en başında bilginin peşinden koşmak, düşünmek ve hayatı sorgulamak ilk sıralarda yer alır. Bu sahada da insanın irrasyonel yanı olan duyguları, güdüleri, tutkuları ve şuuraltı istekleri âdeta yokmuşcasına göz ardı edilir veyahut bunların hepsi rasyonalize edilmeye çalışılır.

Tarih ve edebiyat ise, insanı “Homo sapiens historicus and estheticus” tarihî ve
estetik bir varlık olarak tarif eder. Tarih bilimi, onun tarihî boyutunun bugün ve yarınlarla nasıl münasebette olduğunu ortaya koymaya çalışır. Edebiyat ise, insandaki estetik duygusuna dikkati çekerken, insanî duyguların edebî bir uslûpla ifadesinin nasıl zengin bir kültürel miras ürettiğine vurgu yapar. Bu bilimler de zaman zaman, insanı ya geçmişe götürüp nostaljik duygularla veya aşk-sevgiyle özdeşleştirme gibi ifratkârane yaklaşımlar sergiler. Nitekim pek çok şair, denge ve ölçüyü koruyamayarak Fuzûlî gibi “Aşk imiş her ne var âlemde/İlim bir kıylü kal imiş ancak” diyebilmektedir.

Ahlâk (veya etik) bilimi de, insanı “Homo sapiens moralicus” olarak tarif ederken, insanı insan yapan değerlerin başına faziletleri, ahlâk ve vicdanı koyar. İnsanı gerçek insan yapan şeyin ahlâk, vicdan ve fazilet olduğunda ısrar eder.

İlâhiyat, insanı “Homo sapiens religious” olarak tarif ederek, insanın özde ruhâni ve aşkın bir varlık olduğuna dikkatleri çeker, onu beden merkezli bir hayattan, ruh ve vicdan merkezli bir hayat yaşamaya teşvik eder. Ayrıca ilâhiyat insanın temel problemlerini de mânevîyat eksikliği, ruhî açlık ve tatminsizlik olarak sistematize eder.

Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerifler ise, insanın bütün boyutlarını dikkate alarak, onun sağlıklı ve dengeli gelişmesine ışık tutar. İnsanın alt boyutlarının her biri, duyguları, organları bir gâyeye yönelik yaratıldığından, insandaki her donanımın yaratıldığı hedef istikametinde kullanılması gerekir. Kur’ân’a göre insanın her boyutunun ihtiyaç ve ibadetleri farklıdır. Bundan dolayı, İslâmiyet’in hedef gösterdiği orta yol ve kâmil insan modeli, insanın bütün boyutlarını dikkate alan ve her birine bir gelişme rotası çizen, sistemci bir anlayışa dayanmaktadır.

Yazının baş tarafındaki sorulara cevap aramak maksadıyla, İslâmiyet’in elmas ölçüleri göz ardı edilerek, yukarıdaki bilimler öğrenilmeye karar verilirse elde edilecek cevaplar, büyük bir ihtimalle şu vicdanî kanaat ve hükümlerin filizlenmesine zemin hazırlayacaktır: İnsan kesinlikle bir bilim dalının konusu olamayacak kadar kompleks ve çok boyutlu bir sistemdir. İnsanda biyolojik, hissî, rasyonel, sosyo-kültürel, tarihî, ahlâkî, ruhanî boyutlar bulunmaktadır. Bilimlerin insan üzerinde çalışırken bunlar arasında adalet ve uyumu tesis etmesi gereklidir. İnsanın saadeti ve iç huzuru da, benliğinde bulunan çeşitli unsurlar arasında kuracağı iletişime bağlıdır. Her bilim dalı, insanın bir yönünü inceleyebildiğinden, bilimlerin ürettiği bilgi ve cevaplar da otomatikman kısmî kalmaktadır. Bir başka deyişle, her bilim dalı, insanın bir boyutunu mükemmel şekilde açıklarken, diğer boyutlarını âdeta görmezden gelmektedir. İnsan ne tek bir boyutla, ne de iki boyutla ‘ya o veya o’ şeklindeki ikili mantıkla anlaşılabilecek kadar basit bir varlık değildir. Onun bütünlüğüne saygı duyabilmek için, sistem dinamiği biliminin yaklaşımlarıyla çalışmak gerekir. Özetle, insanı sadece tek bir boyutla özdeşleştirmemek ve diğer boyutları yok saymamak ve içindeki diğer sâkinleriyle arasındaki çapraz iletişim ve etkileşimleri de anlamak gereklidir. İnsan özü itibarıyla Allah’ın en güzel surette yarattığı ve O’nun güzel isimlerine âyine olabilecek istidata sahip, en üstün ve şerefli varlıktır. Meselâ; insanın biyolojik boyutunda Hayy, Kayyûm, Rezzâk ve Musavvir gibi isimler açık şekilde tecelli etmektedir. İnsanın, bu potansiyel konumunu bilfiil gerçekleştirebilmesi için kendisinde tecelli eden bu isimleri okuyabilmesi ve her bir tabakasını ubudiyet yolunda olgunlaştırması gerekmektedir. Bütün bu hakikatleri, aşağıdaki “Çok boyutlu insan tarifi’nde özetlemek mümkündür.

“Ben insan isimli varlık ağacının ‘ene(nefs), benlik’ olarak bilinen tohumuyum. Biyolojik gelişmemle birlikte bende ene çekirdeği de filizlenir. Benliğin (ene) üç merkezinden biri olan fizikî merkez ile yönlendirilen biyolojik bir bedene sahibim. Fizikî merkezin (nefsin) kontrolündeki bedenimin ihtiyaçları, yemek-içmek-barınmak ve üremektir. Ama ben sadece fizikî merkezden ibaret değilim. His merkezimin meyvesi olan psikolojik bir varlık olarak da yaratılmışım. Fark edilmeye, dinlenilmeye, saygı duyulmaya ve teşvik edilmeye ihtiyacım vardır. Ama ben sadece duygu merkezinden de ibaret değilim. Ben zihin merkezimin meyvesi olan akıl sahibi ve düşünen bir varlığım. Kendimi ve çevremde olup biten şeyleri adlandırmak, tarif etmek, açıklamak, onlara mânâ vermek ihtiyacındayım. Ama ben sadece zihin merkezinden de ibaret değilim. Benliğimdeki üç merkezin gelişmesiyle şekillenen bir mizaca, egoya, karaktere ve kişilik motifine sahibim. Egomu şekillendiren korku, öfke ve ihtiraslarımın sağlıklı tatmin edilmesine ve yönetilmesine ihtiyacım vardır. Ama ben sadece mizaç, ego ve kişilikten de ibaret değilim. Ben sosyo-kültürel bir varlığım. Aidiyet duygumun tatmin edilmesine, sosyo-kültürel kimliğe ve sosyalleşmeye ihtiyacım vardır. Ben sosyo-kültürel varlık olmanın ötesinde bir şeyim. Ben tarihî bir varlığım. Dünden bugüne ve bugünden yarına doğru uzanan bir mirasın üzerinde yaşıyorum. Dünümü bilmek, bugünümü anlamak ve yarınlarımı sağlıklı şekilde inşa edebilmek için geçmişe, bugüne ve yarınlara uzanan bir tarihî kimlik ve şuura ihtiyacım var. Ancak ben tarihî bir varlık olmanın da ötesinde bir şeyim. Ben ahlâkî bir varlığım. İnsiyâklarımın (güdülerimin) sınırı olmadığı için kendimin ve hemcinsimin hayatına zarar vermeyecek, onlara saygı duymamı sağlayacak ve her varlığın hayatını zenginleştirecek ahlâkî değerlere, ferdî bir anayasaya da ihtiyacım var. Ancak ben ahlâkî varlık olmanın ötesinde de daha fazla bir şeyim. Ben içimin en derinlerinde beni Yaratan’dan tecelliler ve yansımalar barındıran ‘aşkın’ yönü de olan ruhânî bir varlığım. Varlığımın özündeki bu vicdan kaynaklı sese kulak verdiğimde bana şunları söylüyor: ‘Acziyetime, fakirliğime, kusur ve noksanlıklarıma çare olacak; sebeplerin bittiği noktada bana yardım elini uzatacak Mutlak Kudret ve Zenginlik Sahibi Bir Otorite’ye dayanmak ve O’na teşekkür etmek istiyorum.’ Ancak ben ruhânî varlık olmanın ötesinde daha fazla bir şeyim. Ene çekirdeğinin meyveleri olan bütün bu varlık tabakalarının hepsine aynı anda sahip olan ve bu alt sistemlerin etkileşimiyle sonsuz denebilecek sayıda insan tipolojilerine, faaliyetlerine, bilimlere zemin hazırlayan kompleks bir sistemim.

O hâlde benim sağlığım, dengeli gelişmem, büyümem, olgunlaşmam, yaşama sevincini yakalayabilmem, huzurlu bir hayat sürmem, kendime, aileme, milletime ve insanlığa katkıda bulunabilmem bana yukarıda zikrettiğim yedi boyutta hizmet, rehberlik ve eğitim sunulabilmesine bağlıdır. Bunun imkânsız zor ve hayâl mahsulü olabileceği de iddia edilebilir. Neticede bana yedi boyutlu eğitim ve rehberlik hizmetleri sunulamayabilir.

O zaman, ne olur, beni yukarıdaki varlık tabakalarımın birine veya ikisine indirgeyerek sadece onlarla özdeşleştirmeyiniz. Ben bu varlık tabakalarından daha fazla bir şeyim Benim çok boyutluluğuma ve küçük bir kâinatı içimde barındırdığıma saygı gösteriniz.”

Günümüzde uzmanlık alanlarına göre parçalanmış bilimlerin, Kur’ân-ı Kerîm ve onu hayatına hayat yapan Peygamberimiz’in (sas) yol gösterici ve sistemci rehberliğinden istifade etmeye yanaşmadıkça, insanın bütününe ait gerçeğe en yakın fotoğrafını çekebilmeleri çok zordur. Çünkü son vahyin temsilcisi olan Peygamberimiz’in (sas) sünnet-i seniyesi, insanın bütün bu varlık tabakalarını hesaba katan, onları yaratılışları istikametinde kullanan ve orta yolun en güzel örneğini oluşturan bir misaldir. Kur’ân ve hadîslerin rehberliğinde, insanın bu çok boyutlu yapısını dikkate alarak herkesin, kendisine verilen donanım ve kabiliyetlerin diliyle, kendi ölçüsünde yazının başındaki soruların cevaplarını bulması gerekmektedir. Herkes âdeta bir bal arısı gibi, her bilim dalının bu sorulara verdikleri cevapları okuyarak, anlayarak ve onlardaki kısmî doğruları, Kur’ân ve sünnetin yol gösterici ölçüleri ışığında birleştirerek, insanın sistemci bir analizini ve modelini ortaya koymalıdır. En azından bütüncül cevabını bulamadığını hissettiğinde, “Benim mesleğim veya bakış açım doğrudur veya daha güzeldir demeli ama, yalnız benim bakış açım ve mesleğim doğrudur ifadesini asla söylememelidir.” şeklindeki insaf ve adâlet düstûrunu kendine rehber etmesi gerekmektedir. Bu anlayış ve olgunluğa ulaşılabilinirse, hem bilim insanları arasındaki ihtilaf ve çatışmalar bir zenginliğe dönüşebilecek, hem de geniş halk kitlelerinin düşünce dünyaları bir o yana, bir bu yana savrulmayacak ve araştırmacılar insanın ne olduğuna dâir daha gerçekçi bir fotoğrafı çekme imkânına kavuşacaklardır.

Dr. Selim AYDIN
 
Geri
Top