Fuzûlî'nin Beyitleri İle Aşk...

Suskun

V.I.P
V.I.P
"Aşk imiş her ne var âlemde ilm bir kıyl ü kâl imiş ancak"
Mehmed Bin Süleyman: Fuzuli



Fuzuli'nin şiirinin en önemli özelliği içtenliği, coşkunluğu ve sadeliğidir.
Şiirlerinin başlıca temaları; sevgi, ıstırap, dünyanın faniliği, ölümvs.'dir. Bunların ele alınışında lirizm dikkati çeker.



Fuzulinin aşk anlayışı aşağıdaki beyitte özetleniyor. Zira sevgilinin verdiği acı, çektirdiği cefa şair için bir mutluluktur. Sevgili naz yaptıkça aşk tazelenir, muhabbet artar. Bu nedenle de sevgilinin nazından, çektirdiği acıdan şikayet edilmez, sevgiliye gücenilmez, tam tersine mutlu olunur.


Ey Fuzuli yâr eğer cevr etse ondan incinme
Yâr cevri âşıka her dem mahabbet tazeler


Fuzuli aşk derdiyle hoştur. Bu derdi giderecek derman istemez. Şuna inanır ki: kendisi için en büyük tehlike onu aşk ızdırabından uzaklaştırmak isteyen öldürücü dermandır. Bunun en güzel misali Kabe'nin toprağına yüzünü gözünü süren Mecnunun dilinden söylediği;


"Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl aşna beni
Bir dem belayı aşkdan etme cüda beni"
duasıdır.
Şair burada Allaha şöyle yalvarıyor:
Yâ Rabbi aşk belası ile beni her zaman beraber kıl. Bir an bile aşk derdinden aşk belasından beni ayırma.


Aşk, Fuzuli için her şeye değerdir. Çünkü şairin cenneti sevgilidir. Âşıkları cennet için sevgiliden men eden, sevgiliyi yasaklayan bilmez ki aşıkların cenneti sevgilinin yüzüdür.


"Cennet için men eden aşıkları didardan
Bilmemiş kim cenneti aşıkların didar olur"

Ancak yine de sevdiğine kavuşmak yoktur. Âşık, sevdiği uğruna her şeyi yapar, karakterini, kendini değiştirir ama eğer sevgiliye kavuşursa hasta olur.

"Aşk derdinden olur âşık mizacı müstakim
Âşıkın derdine derman etseler bimar olur."


Bu beyitleri okuyanlar şöyle düşünebilirler:
Âşık olan kimse aşık olduğu kişiye kavuşmak istemez mi? İnsan neden çektiği ızdıraptan mutlu olsun ki? Acı çekmek neden şaire bu kadar zevk vermiş? Kavuşsa daha mutlu olmaz mı?

Hayır, kavuşsa daha mutlu olmaz. Çünkü şairi mutlu eden şey sevgiliye kavuşmak değil, kavuşacağı anın hayalini kurmaktır, sevgiliye duyduğu özlemdir, hasrettir. Eğer sevgiliye kavuşursa bekleyeceği, hayalini kuracağı bir şey olmayacaktır. Bu da hayatın anlamını yitirmesidir şair için. Bu nedenle şair sevgilisinden de adalet beklemiyor. Sadece aşkını kendi içinde yaşamak istiyor.


"Senden itmen dad cevrün var lütfun yoh deyüp
Mest-i zevk-i şevkinam birdür yanumda var yoh"

Günümüz Türkçesiyle:
Ey sevgili, eziyetin var da lütfun yok diye senden adalet istiyor değilim; bilakis ben senin şevkinin (özlemin, çoşku ve ışığın) zevkinin mestliğinde yaşıyorum, var ile yok yanımda eşittir.

Şair çektiği aşk acısı ile övünür şiirlerinde. En çok acı çeken, aşkı en iyi yaşayan âşığın kendisi olduğunu düşünür ve bu konuda kendisini Mecnun ile kıyaslayıp onu küçümser ve Mecnun’un yalnızca adının olduğunu, oysaki kendisinin daha iyi, daha sadık bir âşık olduğunu söyleyerek aşk konusundaki iddiasını ortaya koyar.


"Mende Mecnun’dan füzun aşıklık istidadı var
Aşık-ı sadık menem Mecnun’un yalnız adı var"

Nitekim ilimden başka her türlü hayat, cemiyet ve marifet mevzularında büyük tevazu gösteren şair, yalnız aşk mevzuunda kendisini geçebilecek bir gönül görmeye razı değildir.

"Verseydi âh-ı Mecnun feryadımın sadasın
Kuş mu karar ederdi başındaki yuvada"

Bilindiği gibi Mecnun, sahralarda çöllerde gezerken vahşi hayvanlar ve kuşlar ile öyle dost olmuş, aşk iklimi aslan ile ceylanı, güvercin ile şahini aynı dostluk meclisinde öylesine yakın eyleyip buluşturmuştu ki, zaman zaman güvercin, bülbül ve kumruların Mecnun’un dağınık saçlarını yuva ittihaz edip başına konduğu olurdu. Fuzuli bu beyitinde demek ister ki:

“Eğer Mecnun’un Leyla’ya hasretle çektiği ahlar, benim ettiğim ahların yanık sesini verseydi, başındaki yuvada asla kuş duramaz, yanar kül olurdu.”

Aşk ve ızdırap şairi olarak tanınan Fuzuli’nin aşk telakkisi tamamıyla platoniktir. Visalin (kavuşmanın) aşkı öldürdüğüne inanan ve bundan kaçınan şair için aşk derdi şifadır, ondan kurtulmak helak olmak demektir.


"Yine ol mah benim aldı kararım bu gece
Çıkacaktır feleğe nale-i zarım bu gece

Var idi subh visaline Fuzuli ümmid
Çıkmasa hasret ile can-ı figanım bu gece"

O ay yüzlü sevgili şairin aklını başından almıştır ve şairin ağlamaları, aşk derdi ile inleyişleri bu gece gökyüzüne kadar çıkacaktır:

Ey Fuzuli, sabah kavuşma için ümidim var idi eğer bu gece yaralı incinmiş canım hasret ile çıkmasaydı.

Yukarıdaki iki beyit şairin ne kadar acı çektiğini, çektiği bu acı ile inlediğini ve bu iniltilerin gökyüzüne vardığını, hatta bu acının canına mal olduğunu onu adeta öldürdüğünü anlatıyor. Ancak yine de şair sevgiliye kavuşmak istemiyor. Çünkü ona göre sevgiliye kavuşmaktansa aşk derdinden, hasret çekerek ölmek daha soylu bir şeydir.

Ancak her ne kadar şair sevgiliye kavuşmak istemese de sevgilinin başka aşıklara kalbini açması, sevgiliyi başkalarıyla paylaşma fikri şairi uykusuz bırakır.


"Hab görmez çeşmimiz endişe-i ağyardan
Pasbanız genc-i esrar-ı mahabbet bekleriz"

Şair burada “Başka aşıkları sevgiliye ulaşır korkusu ile geceler boyunca gözümüze uyku girmiyor”, derken sevgilisine başka ortak edinmemenin; “Sevgi sırrını içeren hazinenin kapısının bekçisiyiz” derken de sevgilinin başka âşıklar edinmesinin önünün almanın gayreti içindedir. Sevgiliyi bir hazine gibi görmek ve onu paylaşma fikrine tahammülsüzlüktür ki zaten aşkı kemal noktasına ulaştırır.

Fuzuli’ye göre sevgiliye duyduğu aşktan dolayı halkın onu ayıplaması ve ayıplamaya katlanmak gene aşıklığın doğal bir sonucu sayılmalıdır.

Fuzuli çoğu zaman çektiği aşk acısından dolayı herkese rezil olduğunu, halkın onu dışladığını ayıpladığını düşünür.


"Cümle-i halk bana yar için ağyar oldu
Kalmadı kimse bana yar Hüda’dan gayrı"

Günümüz Türkçesiyle:
Halkın hepsi bana sevgiliye duyduğum aşktan dolayı yabancı oldu. Bana Allah’tan başka yakın hiç kimse kalmadı.


"Fuzuli rind-i şeydadır, hemişe halka rüsvadır
Sorun kim bu ne sevdadır bu sevdadan usanmaz mı"

Fuzuli çılgın bir aşıktır, bunun için halka her zaman rezil olmuştur. Sorun ki bu nasıl bir sevdadır, Fuzuli bu sevdadan usanmaz mı?

Şair, halka rezil olmanın, dışlanmanın, ayıplanmanın dışında bir sürü eziyete katlanmakta ve ciğeri parça parça olana dek acı çekmektedir. Çektiği aşk acısı onu perişan etmektedir. Zira sevgilinin gözleri, kirpikleri, boyu posu, endamı onun ahının yürekleri parçalamasına sebep olmaktadır. Şair çektiği bu acı ile herkesin dilindedir. Zira şair sitemin taşı ile başı yarılmış bedeni kırılmış bir kişidir ve onu bir arayan olsa izini bu özelliklerden bulur.


"Sitemin taşıyla başı yarık bedeni şikeste Fuzuli’yim
Bu işaret ile bulur beni soran olsa nam-ı nişanımı"

Fuzuli sevdiğinin fiziksel özelliklerini en mükemmel şekilde anlatmakla beraber, sevgilinin insafı bu iltifatlardan nasibini her zaman alamaz. Çünkü sevgili her zaman naz etmektedir, şaire acı çektirmekten zevk almaktadır. Bu nedenle şair sevgiliyi insafsız, taş kalpli olmakla suçlar.
"Şerbet-i lal’in ki derler çeşme-i hayvan ona
Ol verir can dem bedem uşşaka vü ben can ona

Ey Fuzuli ol sanem efganına rahm eylemez
Taşa benzer gönlü te’sir eylemez efgan ona"

Gazelin matlasında (ilk beyitinde) şair sevdiğinin dudaklarını şerbete benzetiyor ve bu dudakların bir canlılık dirilik çeşmesi olduğunu söylüyor. Öyle ki bu çeşme aşıklara canlılık hayat veriyor, o başkalarına hayat verirken şair de canını hayatını ona veriyor. Ancak gazelin makta beyitinde (son beyitinde) sevgilinin buna karşılık vermediğini, bu nedenle de şairin onu taş kalplilikle suçladığını görüyoruz. O put kadar güzel (aynı zamanda tepkisizliği yönüyle de puta benzetmiş olabilir) sevgili feryadlarına acımaz, figanları onu etkilemez, çünkü sevgilinin gönlü taşa benzer.


Şair Farsça divan mukaddimesinde şunları söyler:

“Bir gün bir mekteb sahasından geçiyordum, yolum oraya düşmüştü. Peri yüzlü bir Fars (İranlı) gördüm. Öyle uzun boylu bir selviydi ki güzel yürüyüşü, o yürüyüşe dalıp şaşıran elif’i hareketten alıkoymuş, mushaf yüzünü mütalaa şevki, sad’ın görmez gözünü görüşün ta kendisi etmişti.”


O güzel, şairin şiirlerinden birkaç beyit okumasını ister, şair, Arapça ve Türkçe şiirlerinden birkaç beyit okur. Güzel; “Ben bunları anlamam. Bu dil benim değil ki. Bana Farsça ve ciğerler yakan gazeller gerek” der. Bunun üzerine Fuzuli, birkaç gece içinde Farsça gazellerden bir divan meydana getirir. (Gölpınarlı,Abdülbaki1985:15)

Tabii bunlar şairin hayal gücünün eseri. Zira bunu şair de kabul ediyor ve ekliyor;


“Ve ennehum yekulüne ma la yef’alün.”

Hiç şüphe yok ki şairler, yapmadıkları şeyleri söylerler.
 
Geri
Top