Gaziantep Antik Kentleri (Güneydoğu Anadolu Bölgesi)
Anthp (Ayıntap, Antep, Gaziantep) Antik Kenti
Düllük (doliche)Anthpın, ilk uygarlıkların doğup geliştiği Mezopotamya ve Akdeniz arasında bulunması, ayrıca güneyden ve Akdenizden gelip doğuya, kuzeye ve batıya giden yolların kavşağında oluşu kentin tarih öncesi çağlardan beri önemli bir yerleşim yeri olmasını sağlamıştır.
Ayrıca Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunması, Gaziantepin önemini artırmış ve canlılığının sürekli olmasını sağlamıştır. Gaziantep yöresinde bilinen ilk yerleşim merkezi, Dolike ( Doliche - Dolikhe ) kentidir.
Gaziantepin 10 km. kuzeyinde, Dülük köyü yakınlarındaki bu yerleşim yerinin adı, Bizans kaynaklarında Diba ( Daluk ) olarak geçmektedir. Dülük adının da bu sözcükten kaynaklandığı belirtilmektedir.
Gaziantep bölgesinde M.Ö. 1800de Hititler ile başlayan tarihi devirleri M.Ö.85O- 612 yılları arasında Asurlular, M.Ö. 612-333 yılları arasında Medler ve Persler, M.Ö.333- M.S.395 yılları arasında Helenler, M.S. 395-638 yılları arasında ise Bizanslılar dönemi olarak devam etmiştir. Bunları Beylikler ve Osmanlı dönemleri izlemiştir.
Gaziantepte yapılan kazı çalışmaları sonucunda bu bölgede tarih Öncesi devirlere ait kültür izlerine rastlanılmıştır. Bu kazı çalışmaları ile birlikte, bölge tarihinin Alt Paleolitik (Eski taş) dönemine kadar uzandığı ortaya çıkmıştır. Geçimlerini avcılık ve balıkçılıkla sağlayabilen dönemin insanları, araç ve gereçlerini taştan yapmışlardır. Kullanım amacına göre çeşitli biçimlerde geliştirilen bu araçların çoğu el baltalarıdır. Taşın yanı sıra bakırın da kullanılmaya başlamasıyla Kalkolitik dönemin en önemli merkezi Sakcagözüdür.
Mezopotomyanın Tel Halal ve El Obeyd boyalı çanak çömlekleri burada karşımıza çıkmaktadır.
Gaziantep yöresinde Kalkolitik döneme oranla çok daha ileri düzeydeki İlk Tunç Çağ kalıntı ve buluntuları, Gedikli, Tilmen Höyük, Sakçagözü, ve Zincirlide yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Özellikle Tilmen Höyükteki kazı çalışmaları sonucu bulunan ev ve yapı kalıntıları, Tilmen Höyükün M.Ö. 3000in sonlarında yoğun nüfuslu bir yerleşim yeri, belki de bir krallık merkezi olduğunu göstermektedir.
Nitekim Boğazköyde ( Hattuşaş ) bulunan Naram Sin tabletlerinde Amanos bölgesindeki bir kraldan söz edilmektedir. Sedir ormanlarıyla kaplı dağların kralı İskippi diye tanımlanan kişi, İslahiye bölgesinin kralı olup, Tilmen Höyüğün de bu krallığın kentlerinden biri veya başkenti olması olasıdır.
Sakçagözü, Tilmen Höyük, Zincirli, Yesemek ve Karkamışta yapılan kazı ve araştırmalar, Gaziantep Bölgesinde M.Ö.1800-1700 yılları arasında 20 küçük krallığın oluşturduğu büyük bir devletin varlığını ortaya koymuştur. Aynı zamanda Hititler döneminde Gaziantep yöresinde önemli kültür merkezleri de oluşmuştur. Bunların en önemlileri Karkamış, Zincirli ve Sakçagözüdür.
Gaziantep Kalesi Gaziantep Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği anlaşılmıştır.Bugünkü biçimini ise Bizans İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. VI. yüzyılda almıştır.
Kale daire planlı olup, çevre uzunluğu 1200 m.dir. Büyük taşlardan örülmüş duvarlar 12 kule ve burçla desteklenmiştir. Kale çevresinde eni 30 m. derinliği 10 m. olan bir hendek bulunmaktaydı ve kaleye geçişi içe doğru açılan bir köprü ile sağlamaktaydı. Kalenin kuzey burçlarından bir tanesinin Roma eseri olduğu söylenmektedir.
Batıdaki burçların ise Memlüklü döneminde yapıldıkları kitabeden anlaşılmaktadır. Yine kitabelerden anlaşıldığına göre kale köprüsünün iki yanındaki iki kule de Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılmıştır.Kalenin üzerinde hamam kalıntıları, sarnıçlar, mescit ve çeşitli yapı kalıntıları bulunmaktadır. Kalenin alt bölümlerinde ise üst yapıya destek sağlamak üzere yapılmış büyük odalar, galeriler ve dehlizler, ana kütle altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır.
Dülük, Gaziantep ilinin 10 km kuzeyinde yer almaktadır. Antik dönemde güney, kuzey,doğu ve batıdan uzanan ticaret yollarının kesiştiği kavşak noktasındaydı. Asurlular döneminde Mezopotomyadan Kilikyaya uzanan yolun; Helenistik ve Roma döneminde ise, Antakya ve Kilikyadan Zeugmaya uzanan İpek Yolunun güzergahında bulunmaktaydı.
Dülük, antik kent ve kutsal alan olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Antik kent bugün Dülük köyünün kuzey bitişiğindeki Keber Tepesi ve çevresinde toprak altındadır. Kutsal alan ise Dülük Köyünün yaklaşık 3 km. kuzeyinde, sedir ve çam ağaçlarıyla kaplı, 1.020 rakımlı Dülük Baba tepesinde yer almaktadır.
Dülükte Keber Tepesinde yapılan kazılarda Alt Paleotik çakmaktaşı aletler ve bu aletlerin yapıldığı atölyeler bulunmuştur. Bu taş aletler özgün bir karakter kazandığından litaratürde Dülükien olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde barınma için kullanılan bir mağara (Şarklı mağara) da ele geçmiştir. Bu kalıntılara dayanılarak Dülük M.Ö. 600.000 yıllarına tarihlendirilmekte ve dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olarak gösterilmektedir.
Dülük; Teşup, Zeus ve Jüpiter Dolikhenos inançlarının kült merkezidir. Burada Hitit imparatorluk döneminde (M.Ö. 2.bin) gök ve fırtına tanrısı Teşupun tapınağı mevcuttu. Teşup sol elinde şimşek demetiyle, sağ elinde çift ağızlı baltayla boğa üstünde durur halde taş üzerine kabartmaları işlenmiş, bronz heykelcikleri yapılmıştır. Helenistik ve Roma döneminde Teşupun işlevi aynı, fakat sadece adı Zeus, ve Jüpiter olarak değişmiştir. Romalı askerler tarafından Jüpiter Dolikhenos kültü sevilip büyük saygı görmüştür. Kendilerine güç versin diye, Jüpiter Dolikhenosun küçük heykelciklerini kolye olarak boyunlarına takan askerler, bu dini Romaya kadar yaymışlardır.
Dülükde Mitra inancı da yaygındır. Dünyada bilinen yer altına inşa edilen Mitras tapınaklarının (Mithraeum) en büyüğü, Dülükte Keber Tepesinin güney eteğinde bulunmuştur. İki salonludur. Yer altı Tapınağının mihrabı konumundaki merkezi nişte, Tauroktoni adı verilen boğa öldürme sahnesi kabartma halinde işlenmiştir. Tanrı Mitras, gezegenleri simgeleyen yıldızlar, takım yıldızlarını simgeleyen akrep, yılan ve köpek gibi figürlerin de eşliğinde bir boğayı öldürürken resmedilmiştir.
Astrolojiye göre Yunan ve Roma döneminden önce ekinos boğada idi. M.Ö. 4000-3000 de gerçekleşen Boğa çağının sonu, boğa öldürme sahnesiyle ifade edilmiştir. Perseus takım yıldızının tam boğa üzerindeki konumu, boğayı Perseusun öldürdüğü kavramını yaratmıştır. Bu sahnede Perseusun yerine geçen Mitras boğanın gücünü yok etmekte, bahar ekinoksunu boğa burcundan çıkarıp, koç burcuna sokmaktadır. Bu sahne, Boğa çağının sona erdiğini, yeni bir çağın başladığını simgelemektedir.
M.S.1. yüzyılda Tarsusdan yayılmaya başlayan Mitras kültü, 3. yüzyılda İskoçya ve Büyük Sahraya kadar ulaşmıştır. Mitras ayinlerinde kurban edilen boğanın kanıyla hem yıkanılır hem de içilirdi. Böylece yok olan bir çağı simgeleyen boğanın temsil ettiği tanrının gücüne ve ölümsüzlüğüne kavuşulacağına inanılırdı. Dülük Mitras tapınağı 1997 ve 1998 yıllarında yapılan kazılarda bulunmuş olup, Anadoluda bulunan Mitras yer altı tapınağının ilkidir. Bizans döneminde de Dülük kenti Hititlerden beri süregelen kutsal şehir konumunu başpiskoposlukla devam ettirmiştir.
Bu dönemde Telukh adıyla bir eyalet merkezi olmuştur. Arap akınları sırasında Dülük kenti oldukça tahrip olmuş, Başpiskoposluğun 7. yüzyılda Zeugmaya taşınmasıyla birlikte dini merkez konumunu kaybetmiştir.
Bu tarihten itibaren Gaziantep kalesi çevresinde kurulan yeni bir şehir olan Ayıntap Dülük kentinin yerini almaya başlamış ve günden güne küçülen Dülük, Ayıntapa bağlı bir köy haline gelmiştir.Dülük kutsal alanı ise, evliya Dülükbaba (Ejder) nın türbesiyle kutsal alan kimliğini günümüze kadar taşımıştır.
Dülükte geçmişten günümüze gelebilen en eski yerleşim, Keber Tepesinin güneyindeki prehistorik mağaradır. Ayrıca Keber Tepesinin karşı sırtlarında nekropol alanı vardır. Burada çok sayıda kayaya oyulmuş oda mezarları bulunmaktadır. Bu kaya mezarların bazılarının ön odasına taş basamaklarla (Dramos) inilerek ulaşılmaktadır.
Mezar içerisinde lahitler bulunmaktadır. Bazısında dini mitolojik konulu kabartmalar mevcuttur. Bunların birinde ruh anlamına gelen Psikheye Hermes ölünün ruhunu yer altı dünyasına (Hades) götürmesi için yol göstermektedir.Kimi mezarlarda ise baktığını taşa çeviren Medusa başı kabartma olarak işlenmiştir.
Nekropolün doğusunda Mar-Slemun Manastırına ait olduğu tahmin edilen iki kaya kilisesi bulunmaktadır. Ayrıca Dülük Köyünün doğusunda antik taş ocakları bulunmaktadır. Mühür baskılarını içeren Dülük arşivi kaçakçılar tarafından yağmalanmıştır. Çok sayıda mühür baskısı yurt dışına kaçırılmıştır. Mühür baskıları yüzük taşı vetaban yapı taşları mühürlerin kil çamuruna basılmasıyla yapılan mühür baskıları üzerinde tanrı, tanrıça, kişiler ve hayvanlar gibi çeşitli resimler mevcuttur. Resmi ve özel mektuplarda, belgelerde, para torbaları ve balyaların mühürlenmesinde kullanılmış olup, mühürlenilen eşyanın güvenliğini sağlamıştır. Bu mühür baskılarından bir gurubu Gaziantep müzesinde teşhir edilmektedir.
Dülükbaba tepesinde, Jüpiter Dolikhenos tapınağının arşitrav parçaları ve taban döşemesine ait yassı blok taşlar az sayıda da olsa toprak üstüne yayılmıştır. Ayrıca burada Jupiter Dolikhenos tapınağındaki görevlilere ait kaya mezarları da bulunmuştur. Taş basamaklarla inilen mezar girişlerinde dairevi biçimli kapak taşları, mezar içlerinde ise girlantlı lahitler mevcuttur. Bunların 17 adedi Gaziantep müzesi tarafından temizliği yapılarak ziyarete açılmıştır.
Tilmen Höyük, İslahiye İlçesinin l0 km doğusundadır. Bölgenin en büyük höyüklerinden olup, 24 m. yüksekliktedir.
Yapılan kazılardan buranın M.Ö.III.bin yılının son döneminde büyük bir şehir olduğu ortaya çıkmıştır. Şehir iç ve dış kaleden oluşmaktadır. Kalenin surları büyük ve düzgün kesme taşlardan yapılmıştır.
Kazılar sonucu höyükten pek çok araç-gereç, çanak çömlek, takılar ve süs eşyaları çıkarılmıştır.
Kargamış İlçesi yakınında, Fıratın batı kıyısında, Türkiye-Suriye sınır hattı üzerinde, Yakındoğu Arkeolojisinin en önemli yerleşimlerinden Kargamış Antik kenti yer almaktadır.
Kent; M.Ö. II. bin yılda, Anadoludan, Mezopotamyaya ve Mısıra uzanan yolların önemli bir kavşak noktasında yer alıyordu. Karkamış Krallarından söz eden ilk belgeler, M.Ö. 1700e doğru ortaya çıkar. M.Ö. 1650li yıllarda, Hitit Kralı Hattuşili 1, Kargamış ve çevresindeki kentleri alarak, kuzey Suriye yolunun güvenliğini sağlamış, daha sonra, Mitannilerin egemenliği altına giren kent, Şuppiluliuma I. döneminde yeniden Hititlere bağlanmıştır.
Karkamış, çoğu büyük Hitit Kralları soyundan gelen ve İmparatorluğun Suriyedeki topraklarını denetim altında tutan krallar tarafından yönetilmiş, Hitit İmparatorluğunun M.Ö. XII. yüzyıl başlarında yıkılmasından sonra kent, yeni kurulan çok sayıda Geç Hitit Krallığından birinin merkezi olmuştur. Asur Kralı Asurpanipal IInin Suriye Seferi (M.Ö. 876-866) sırasında, haraca bağlanan Karkamış, M.Ö. 717de Asur Kralı Sargon II tarafından yakılıp yıkılarak, Asur topraklarına katılmıştır.
Kalenin bulunduğu tepede, tarih öncesi kalıntıların yanı sıra, Erken ve Geç Hitit dönemlerinden iki ana yerleşim yeri saptanmıştır. Dış Kent, İç Kent ve Kale olmak üzere üç bölümden oluşan dikdörtgen planlı Karkhitit kaya figürleriamışta; yönetim ve dinsel işlevli yapılar, kentin çekirdeğini oluşturmuştur.
Yapılar; Hitit-Asur üslubunda kabartmalarla kaplı siyah bazalt ve beyaz kireç taşı ortostatlarla süslüdür. Bulunan kabartmaların çoğunluğu, Geç Hitit dönemine tarihlendirilmektedir.
Bu kabartmalar, Tanrıça Kupapa ve onun adına yapılan tören alayındaki askerlerin, rahiplerin, çeşitli hayvanları taşıyan kişilerin, uzun ve düz kılıçlarla silahlanmış prenslerin, savaş arabalarının, karışık yaratıkların, koruyucu hayvanların yer aldığı tören alayı betimlemeleriyle M.Ö. I. Bin yıl başlarındaki yaşam biçimine, giysilerine ve kültürüne ışık tutmaktadır.
Karkamış kabartmalarının, büyük çoğunluğu bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.
Zeugma, Gaziantep İli, Nizip ilçesinin 10 km. doğusunda, Birecik Baraj gölünün kıyısında, yeni Belkıs köyünün yakınında yedi tepe üzerine kurulmuştur.
Köprü Başı anlamına gelen Zeugma, Fırat nehrinin kolay geçilen bir noktasında yer aldığından, tarihin en eski çağlarından bu yana çok önemli bir geçit yeri olmuş ve tarih boyunca ticaret açısından olduğu kadar, askeri bakımından da her zaman önemini korumuştur.
Zeugmadan Strabon, Plinius ve bir çok antik yazar bahsetmiştir. Büyük İskenderin generallerinden Selevkos Nikator I, M.Ö. 300de, İskenderin Fıratı geçtiği bu yerde, kendi adıyla Fıratın adını birleştirerek Selevkeia Euphrates ismiyle bir kent kurmuştur. Bu kentin karşısına da eşi Apameianın adıyla ikinci bir kent kurarak, bu ikiz kenti bir köprüyle birbirine bağlamıştır.
Kommagane kralı Mitridates I. Kallinikosun, Selevkos kralının kızı Leodike ile evlenmesiyle kent, çeyiz olarak Kommagane krallığına verilmiş. Leodikenin oğlu Antiokos I, bu kentin geliriyle Nemrut dağındaki heykelleri yaptırmıştır. Yaklaşık 40 yıl Kommagenenin dört büyük şehrinden biri olan kent, M.Ö. 64de Roma İmparatorluğunun topraklarına katılarak, ismi geçit ve köprü anlamına gelen Zeugma olarak değiştirilmiştir.
Roma döneminde kent en zengin dönemini yaşamıştır. M.S. 256 yılında Sasani kralı Şapur I, Zeugmayı ele geçirerek yakıp yıkmış, daha sonra bir depremle de yerle bir olmuştur. Bu tarihten sonra Zeugma bir daha eski konumuna ulaşamamıştır. Zeugma 5. ve 6. yüzyıllarda Bizans egemenliği altına girmiştir. 7. yüzyılda ise Arap akınları neticesinde terk edilmiştir. Daha sonraları 9-12. yüzyıllar arasında İslami yerleşimi olarak varlığını sürdürmüş. 17. yüzyılda ise yanı başına Belkıs köyü kurulmuştur.
Antakyadan Çine uzanan İpek Yolu Zeugmadan geçmekteydi. Uzak doğudan getirilen ipek, baharat ve değerli taşlar Zeugma gümrüğünden geçerek Zeugma agorasında tüccarlara pazarlanmıştır. Zeugma arşiv odasında ele geçen ve 100.000in üzerindeki mühür baskıları Zeugma kentinin haberleşme ve ticaretteki önemini kanıtlamaktadır.Zeugmada ele geçen mektuplar, noter belgeleri, para torbaları ve gümrük balyaları bu mühürlerle mühürlenmiştir. Buradan da Zeugmanın önemli bir ticaret merkezi olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca Zeugma Romanın doğu sınırındaki en son kentlerden biri olması nedeniyle, özel bir stratejik konumdaydı.Bu nedenle burada önce Anadolulu askerlerden oluşan ve Sikitia (İskit) Lejyonu adı verilen askeri birlik, sonraları ise 6 bin askerden oluşan IV. Lejyon konuşlandırılmıştır. Ticaretin yoğunluğu, askeri lejyonun ekonomiye katkısı dolayısıyla Zeugma kenti oldukça zenginleşmiştir. Bu zenginlikle birlikte Fırat manzaralı teraslara çok sayıda villa inşa edilmiştir.
Zeugmada, Fırat kıyısından küçük yükseltiler ve yamaçlarla 300m. yüksekliğe ulaşan akropol tepesinde tüccarların, komutanların villaları ve kentin koruyucusu Tykhe tapınağı bulunmaktadır. Çevresindeki ovalara hakim olan akropol ve buradaki yapılar, Zeugmanın büyüklüğünü ve görkemini yansıtmaktadır. Bu tapınak Zeugmanın kendi bastırdığı sikkeler üzerinde görülmektedir. Kentin kuzeyinde toprak altında; agora, odeon ve hamam gibi resmi binalar, batısında; tiyatro, askeri kamp, kuzey batısında; atölyeler, doğusunda ise villaların yer aldığı teraslar dikkati çekmektedir. Nekropol alanı kenti, güney ve batıdan, Fırat nehrine kadar uzanan alana yayılmıştır.
Zeugmanın suyu, kentin 10 km. batısındaki dağlardan 1.30m. yüksekliğinde 0.50m. genişliğinde su kanallarıyla getirilmiş, künkler ve benzeri su yollarıyla kente dağılımı yapılmıştır. Kazılar sonucunda evlerin içerisinde ikişer sarnıç olduğu da görülmüştür. Ayrıca su tahliye kanalları galeri biçimindeki atık su kanallarına bağlanmıştır.
Zeugmada ortaya çıkarılan evlerin ortasındaki sütunlu avluların etrafında odalar sıralanmıştır.Bu odaların aydınlatılması demir korkuluklu ve camlı geniş pencereler yardımıyla avludan sağlanmıştır. Evlerin tabanı mozaik, duvarlar fresklerle bezenmiş olup, odalar mobilya, heykel ve heykelciklerle donatılmıştır.
Zeugmalı mozaik ustaları Fırat nehrinden topladıkları nehir taşlarını 8-10 mm. ebadında kübik biçiminde keserek (tessera) bu mozaikleri yapmışlardır. Açık mavi, açık ve koyu yeşil, turuncu gibi renkte taşları doğa da bulamazlar ise bu renkleri cam tesseralarla elde etmişlerdir. Zeugmaya Samsat gibi diğer şehirlerden de mozaik ustası gelerek çalıştığı saptanmıştır.
Nitekim Samsatlı Zosimos ustanın Venüsün doğuşu ve Ziyafet sofrası adlı iki mozaiği bunu kanıtlamaktadır. Buradaki mozaiklerde mitolojik ve günlük yaşamdan seçilen konular işlenmiştir. Bu mozaikler Roma İmparatorluğunun en zengin olduğu, mozaik sanatının doruğu ulaştığı 2. ve 3. yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Duvar resimlerinde ise tanrıça, insan, hayvan ve geometrik resimler kullanılmıştır.
Bunun yanı sıra yontu sanatı da oldukça gelişmiştir. Böylece Zeugmanın kendine özgü bir heykeltıraşlık ekolünü oluşturduğu anlaşılmaktadır. Burada bronz, kireç taşı ve mermerden heykeller; sert kalkerden de lahitler yapılmıştır. Erkekler için kartal, kadınlar için ise yün sepeti kabartmalı mezar stelleri yontulmuştur.
Yüzük taşı oymacılığında da (gem, kameo) Zeugmalı ustaların, çok başarılı oldukları günümüze gelen örneklerden anlaşılmaktadır. Antik dönemde varlıklı her kişinin bir yüzük mühürü bulunmaktaydı. Mühüründe sevdiği tanrının, tanrıçanın, hayvanın veya kişinin resmi bulunurdu. Bu figürler yaklaşık 3-7 mm. Ebadındadır.
Zeugmada ilk kazı, güney nekropolünde Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından 1987 yılında gerçekleştirilmiştir. Burada oda biçimli aile kaya mezarının ön terasına dizilmiş halde mezar sahiplerine ait heykeller bulunmuştur.
Diğer kazı 1992 yılında yapılmış ve şarap tanrısı Dionysos ve eşi Ariadnenin düğününün resimlendiği bir taban mozaiği ve villa, gün ışığına çıkarılmıştır. Bu alan seyir yeri yapılarak küçük bir müze olarak düzenlenmiştir. 1998 yılında, bu mozaiğin büyük kısmı çalınmıştır.
1999 ve 2000 yıllarında Poseidon ve Euphrates villaları gün ışığına çıkarılmıştır. Mozaikler bu villaların havuz, çeşme ve odalarının döşemelerinde yer almıştır. Bu mozaiklerde Akhileus, Venusun doğuşu, Dionysos-Telete, Müsalar, Fırat tanrıları, Galatya, Dionysos-Ariadne, Satyros Antiope gibi mitolojik konulara ve geometrik desenlere yer verilmiştir.
Fresk ve stüko tekniğinde yapılmış figürlü, bitkisel, geometrik duvar resimleri gün ışığına çıkarılmıştır. Çok sayıda sikkenin yanı sıra bronz ve pişmiş toprak heykelcik, kandil ve çömlekler bulunmuştur.
Ünlü bronz Mars heykeli de bu buluntulardan bir tanesidir. Yapılan bu kurtarma kazılarında ele geçen mozaikler, freskler, mimari parçalar ve tüm buluntuların çizimleri yapılıp belgelendikten sonra Gaziantep Müzesine taşınmıştır.Kurtarma kazıları sonucunda ele geçen kalıntı ve buluntular Zeugmanın önemli bir sanat ve kültür merkezi olduğunu ortaya koymuştur.
Zeugmanın su altında kalmayan büyük bölümünde de villalar, tiyatro, sütunlu caddeler, hamam, agora ve tapınak 3-4 m. toprağın altında olduğu sanılmaktadır.
Nurdağı ilçesi, Sakçagözü Bucağı' nın 3 km. kuzeyindedir. İlk olarak 1883 yılında yeri saptanmıştır. Klasik dönem kalıntılarının altında İ.Ö. I.bin yıllarına tarihlenen bir kent kalıntısı bulunmuştur.
Kentin Geç Hitit döneminde kurulduğu sanılmaktadır. Kenti çevreleyen surlar, saray kalıntısı ve yapıları süsleyen kabartmalı ortostatlar kazılar sırasında ortaya çıkarılmıştır. Prof. J.Garstangın çalışmaları sonucu Kalkeolitik Dönemden Bizans Dönemine kadar uzanan bir yerleşim yeri olduğu belirlenmiştir. Buluntular arasında Tel Halaf ve El Obeyd türü çanak çömlekler yer almaktadır. Büyük saray kalıntısı, tepeyi bütünüyle kaplamaktadır. Yapı, bir surla çevrilidir. Ön avlu, neo-Hitit üslubunda heykellerle süslüdür. Yapıların temelini süsleyen kabartmalı ortostatlar Arami-Hitit üslubundadır.
Sakçagözü, Gedikli-Karahöyük ve büyük bir olasılıkla da Tilmen Höyükteki İ.Ö. II. bin yıldaki yaşam hakkında, Asur ve Hitit yazılı kaynakları bilgi vermektedir. Özellikle, İ.Ö. 1525 yılına tarihlenen Telepinu metni, Hitit Kralı I.Hattusilin Toros geçitleri ve Kilikya üzerinden gelerek Alalakh/Tel Açanayı yakıp yıktığını ve Karkamışa kadar olan bölgeyi Hitit egemenliği altına soktuğunu, Kral Mursilin de Halpa/Halepi aldığını göstermektedir.
Yine Halep ve yakın çevresi Büyük Hitit İmparatorluğu döneminde II.Tudhaliya (İ.Ö.1490), II.Hattusil (İ.Ö.1420) ve I.Suppiluliuma (İ.Ö.1370) tarafından Hitit-Mitanni çekişmeleri sırasında Hitit İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. Bölge, Asur Kralı I.Tiglatplaserin İ.Ö.1100 yılında Karkamışı almasıyla Asur Krallığının egemenliği altına girmiştir. Bu kral döneminde tarihlenen ve Kuyucuk-Ninivede ele geçirilen Asur çivi yazılı bir mektupta Ki-li-zi kenti...dan (Asur) krala hitaben bir mesaj yer almaktadır. Ki-li-zi kentinin bu günkü Kilis olduğu düşünülmektedir. Kuzey Suriye İ.Ö. I.bin yılda Karkamış başta olmak üzere Asur krallığının eline geçmiştir.
Yine aynı dönemde Güneydoğu Anadolu-Kuzey Suriye kent devletlerinin etkisi Gaziantep Müzesinde sergilenen bazalt kabartmalarda görülmektedir.
özelliklerini yansıtmakta olup, yaklaşık 800 metrekarelik bir alanı kaplar.
Gaziantep İli, Yavuzeli İlçesi, Kasaba köyünün yakınında bulunmaktadır. Yavuzelinden 25km. uzaklıktadır. Rumkaleye Kasaba köyünden ve Halfetiden teknelerle ulaşılmaktadır.
Antik dönemden günümüze kadar Şitamrat, Kal-a Rhomayta, Hromklay, Ranculat, Kal-at el Rum, Kal-at el Müslimin, Kale-i Zerrin (Altın Kale) ve Rumkale gibi bir çok isimle adlandırılmıştır.
Rumkale Fırat ve Merzimen kıyılarından itibaren sarp kayalıklarla çevrili yüksek bir tepe üstüne kurulmuştur. 1838de Rumkaleyi ziyaret eden Moltkeye kayalığın nerede bittiğini, insan eserinin nerede başladığını söyleyebilmek çok zor dedirtecek kadar doğayla uyumlu mimari özelliğe sahiptir.
Kale iki beden halindedir. Birinci beden; kalenin doğu, kuzey ve batıda doğal kayalığın dik olarak yontulmasıyla, doğal sur meydana getirilerek oluşturulmuştur. İkinci beden ise bu doğal surun üstüne sert kalker kesme taşlarla sur duvarı olarak yapılmıştır. Kuzey ve doğu surlarında dikdörtgen planlı 7 burç ile kuzeyde çok sayıda mazgal pencere yer almaktadır. Kalenin güney yöndeki kayalık uzantısı 12. yüzyılda 30m. derinliğinde ve 20m. genişliğinde oyularak uçurum (hendek) haline getirilmiştir. Böylece, savunmaya yönelik olarak karayla kalenin direkt ilişkisi kesilmiştir. Kale 120m. genişliğinde ve 200m. uzunluğunda bir alanı kaplamaktadır.
Rumkale, Halfeti (Şanlıurfa) ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat ırmağı kıyısında yer almaktaydı. Merzimen çayının suyu Rumkale dibinde, derin ve sarp vadi içinde akan Fırat nehrine karışırdı.Günümüzde üç yanı Baraj gölüyle çevrilmiş olup, yarım ada görünümündedir.
Rumkalenin doğu ve batıdan olmak üzere iki ana giriş kapısı mevcuttur. Doğu girişi Fırat nehriyle, batı girişi ise Merzimen çayı üzerine kurulmuştur. Bugün sadece ayaklarının kalıntısı günümüze kadar gelebilen köprü, kara ile irtibatı sağlamaktaydı. Buradan patika yolla kalenin giriş kapısına çıkılmaktadır.
Batı cephesinde yol üzerine 20m. aralıklarla 4 tane kule şeklinde kapı yapılarak savunma açısından büyük kolaylık sağlanmıştır. Batı surları da kuzeyden itibaren birinci kapı dikdörtgen planlıdır. Nöldeke birinci kapının olduğu yerde bir türbe ve bir iskele olduğundan bahsetmiştir. İkinci kapı kareye yakın dikdörtgen planlı yarım daire şeklindedir. Üçüncü kapı çok tahrip olarak günümüze gelebilmiştir. Dördüncü kapı kare planlı haç tonozludur. Beşinci kapı kalenin Fırata bakan doğu cephesindedir. Dikdörtgen biçimli bu kapı, içte biri yuvarlak, diğeri sivri kemerli iki niş içine alınmıştır.
Kalede beden duvarları ve burçlardan başka, bugün görülebilen kalıntılar arasında Şair Aziz Nerses kilisesi, Barşavma manastırı, su sarnıçları ve su kuyusu sayılabilir. Kuyu basamaklarla Fırat nehrinin seviyesine kadar inen 8m. genişliğinde ve yaklaşık 75m. derinliğindedir. Fırat nehrinden su temin etmek için yapılmış olan bu kuyunun gizli bir geçit olduğu da söylenmektedir. Kuyunun silindirik iç yüzünde kayanın oyulmasıyla helozonik bir merdiven meydana getirilmiştir.
Bunlardan başka kale içinde işlevi tespit edilemeyen çok sayıda yapı kalıntısı bulunmaktadır. Kaledeki yapıların bir çok bölümü ana kayanın oyulması ve düzleştirilmesiyle yapılmıştır.
Surlarda ve burçlarda örgü malzemesi moloz taş, kaplama malzemesi olarak büyük boyutlu düzgün kesme taşlar, kemerlerde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taşlar kullanılmıştır.