Amaç: Bu çalışmanın amacı kimlik bocalaması ile klinik tanılar ve kişilik patolojileri arasındaki ilişkinin incelenmesidir.
Yöntem: Çalışmanın ilk aşamasına üniversite hazırlık kurslarına giden ve yaşları 16 ile 25 arasında değişen (ort=18.3 SS=0.8) 950 öğrenci katıldı. Katılımcılara bir sosyo-demografik bilgi formuna ek olarak Kimlik Duygusu Değerlendirme
(KDDA) uygulandı. Uç grupları oluşturmak amacıyla KDDA standart puanları +1 ve üstü olan katılımcılar arasından 30 genç -1 ve altı olanlar arasından da 30 genç seçkisiz örnekleme yoluyla seçildi. Seçilen gençler DSM eksen I ve eksen II patolojileri açısından SCID-I ve SCID-II yapılandırılmış görüşmeleriyle değerlendirildi.
Bulgular: Birinci eksen tanısı konma oranı kimlik bocalaması yaşayan denekler arasında % 73.3 bocalama yaşamayandenekler arasındaysa % 6.6 olarak bulundu. Benzer biçimde bocalama grubunda kişilik bozukluğu ölçütlerinin karşılanma düzeyinin genel anlamda yüksek olduğu bulundu. Gruplar arasında on iki kişilik bozukluğu açısından ayrı ayrı yapılan karşılaştırmalarda iki grup arasındaki farkın çekingen bağımlı obsesif kompulsif kendini çelmeleyen sınır ve şizotipal kişilik bozukluğu ölçütleri için anlamlı düzeye ulaştığı belirlendi. Sonuç: Kimlik bocalamasının yalnızca sınır kişilik bozukluğu veya örgütlenmesi olan kişilerde ortaya çıkabilecek bir yaşantı olduğu görüşü bu çalışmanın bulgularınca desteklenmemektedir. Görünüşe göre yüksek oranda psikopatolojik örüntüler taşıyan gençlerde kimlik oluşumu süreci görece sancılı yaşanmakta ve bu durum patolojik örüntülerin klinik belirtiler vermesine yol açmaktadır.
GİRİŞ
Erikson (1968) egonun başkalarıyla giderek olgunlaşan ilişkiler içinde büyümesinin üç aşamada gerçekleştiğini öne sürmüştür: İçe-atım (introjection) özdeşim (identification) ve ego kimliği (ego identity). Puberteyle birlikte içine girilen gençlik çağı egonun nesne ilişkilerini işleyiş tarzında özdeşim basamağından ego kimliği basamağına ilerleme dönemine karşılık gelir. Kimlik gelişimi/ oluşumu/bunalımı olarak kavramlaştırılan bu ilerleme gençlerin çoğunda görece rahat güvenli dertsiz bir tırmanış biçiminde gerçekleşirken; kimi gençlerde sancılı sıkıntılı zaman zaman umarsız bir tırmanma mücadelesine dönüşebilmektedir. Erikson kimlik gelişimi yolunda gitmeyen gençlerin içinde bulunduğu durumu eğer gencin işlevselliği belirgin biçimde bozulmamışsa gizil kimlik bocalaması (latent identity confusion) olarak adlandırmıştır.
Gizil rahatsızlığın aniden patlak veren felç edici gürültülü bir psikiyatrik tablo eşliğinde su yüzüne vurmasını da akut kimlik bocalaması olarak nitelemiştir. Dahası bu gençlerde klinik tablonun bazen sınır semptomatoloji ile uyumlu olabileceğini belirtirkensınır bozukluğun ağır kimlik bocalamasının açığa vuruluş biçimi olduğunu örtük biçimde öne sürmüştür.
Eriksongizil ya da manifest görece hafif ya da ağır gençlerdeki kimlik bocalamasını tanımamıza yarayacak pek çok tanım ve vaka örneği vermesinin yanı sıra bocalamanın tanı koydurucu (patognomonik) öğelerini sıralamıştır. Bununla birlikte kimlik bocalamasının betimleyici bir tanı olmadığını da tekrar tekrar belirtmiştir. Bu yüzden sadece betimleyici düzeydeki tanılara yer verilen tek eksenli bir sınıflandırma sistemi olan ICD'de kimlik bocalamasının hiç yer bulamamış olması şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan kimlik bocalamasının DSM çok eksenli sistemi kapsamına alınırken betimleyici tanılar için ayrılmış olan 1. Eksene yerleştirilmesi ve bu eksendeki diğer tanı kategorilerine benzer biçimde kimlik bozukluğu olarak adlandırılmasıdır. DSM-III ve DSM-IIIR'nin kullanımda olduğu yıllar boyunca betimleyici tanı kategorisi olarak kimlik bozukluğunun gerek yaygınlık prognoz gibi klinik özelliklerine ilişkin çalışmalar yapılmaması gerekse betimleyici tanı ölçütlerinin yeterince açık olmaması nedeniyle DSM-IV ve DSM-IV-TR'de kimlik sorunu (identity problem) adıyla klinik ilginin odağı olabilecek diğer durumlar arasına alınmıştır. (Bleiberg 2005).
Yöntem: Çalışmanın ilk aşamasına üniversite hazırlık kurslarına giden ve yaşları 16 ile 25 arasında değişen (ort=18.3 SS=0.8) 950 öğrenci katıldı. Katılımcılara bir sosyo-demografik bilgi formuna ek olarak Kimlik Duygusu Değerlendirme
(KDDA) uygulandı. Uç grupları oluşturmak amacıyla KDDA standart puanları +1 ve üstü olan katılımcılar arasından 30 genç -1 ve altı olanlar arasından da 30 genç seçkisiz örnekleme yoluyla seçildi. Seçilen gençler DSM eksen I ve eksen II patolojileri açısından SCID-I ve SCID-II yapılandırılmış görüşmeleriyle değerlendirildi.
Bulgular: Birinci eksen tanısı konma oranı kimlik bocalaması yaşayan denekler arasında % 73.3 bocalama yaşamayandenekler arasındaysa % 6.6 olarak bulundu. Benzer biçimde bocalama grubunda kişilik bozukluğu ölçütlerinin karşılanma düzeyinin genel anlamda yüksek olduğu bulundu. Gruplar arasında on iki kişilik bozukluğu açısından ayrı ayrı yapılan karşılaştırmalarda iki grup arasındaki farkın çekingen bağımlı obsesif kompulsif kendini çelmeleyen sınır ve şizotipal kişilik bozukluğu ölçütleri için anlamlı düzeye ulaştığı belirlendi. Sonuç: Kimlik bocalamasının yalnızca sınır kişilik bozukluğu veya örgütlenmesi olan kişilerde ortaya çıkabilecek bir yaşantı olduğu görüşü bu çalışmanın bulgularınca desteklenmemektedir. Görünüşe göre yüksek oranda psikopatolojik örüntüler taşıyan gençlerde kimlik oluşumu süreci görece sancılı yaşanmakta ve bu durum patolojik örüntülerin klinik belirtiler vermesine yol açmaktadır.
GİRİŞ
Erikson (1968) egonun başkalarıyla giderek olgunlaşan ilişkiler içinde büyümesinin üç aşamada gerçekleştiğini öne sürmüştür: İçe-atım (introjection) özdeşim (identification) ve ego kimliği (ego identity). Puberteyle birlikte içine girilen gençlik çağı egonun nesne ilişkilerini işleyiş tarzında özdeşim basamağından ego kimliği basamağına ilerleme dönemine karşılık gelir. Kimlik gelişimi/ oluşumu/bunalımı olarak kavramlaştırılan bu ilerleme gençlerin çoğunda görece rahat güvenli dertsiz bir tırmanış biçiminde gerçekleşirken; kimi gençlerde sancılı sıkıntılı zaman zaman umarsız bir tırmanma mücadelesine dönüşebilmektedir. Erikson kimlik gelişimi yolunda gitmeyen gençlerin içinde bulunduğu durumu eğer gencin işlevselliği belirgin biçimde bozulmamışsa gizil kimlik bocalaması (latent identity confusion) olarak adlandırmıştır.
Gizil rahatsızlığın aniden patlak veren felç edici gürültülü bir psikiyatrik tablo eşliğinde su yüzüne vurmasını da akut kimlik bocalaması olarak nitelemiştir. Dahası bu gençlerde klinik tablonun bazen sınır semptomatoloji ile uyumlu olabileceğini belirtirkensınır bozukluğun ağır kimlik bocalamasının açığa vuruluş biçimi olduğunu örtük biçimde öne sürmüştür.
Eriksongizil ya da manifest görece hafif ya da ağır gençlerdeki kimlik bocalamasını tanımamıza yarayacak pek çok tanım ve vaka örneği vermesinin yanı sıra bocalamanın tanı koydurucu (patognomonik) öğelerini sıralamıştır. Bununla birlikte kimlik bocalamasının betimleyici bir tanı olmadığını da tekrar tekrar belirtmiştir. Bu yüzden sadece betimleyici düzeydeki tanılara yer verilen tek eksenli bir sınıflandırma sistemi olan ICD'de kimlik bocalamasının hiç yer bulamamış olması şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan kimlik bocalamasının DSM çok eksenli sistemi kapsamına alınırken betimleyici tanılar için ayrılmış olan 1. Eksene yerleştirilmesi ve bu eksendeki diğer tanı kategorilerine benzer biçimde kimlik bozukluğu olarak adlandırılmasıdır. DSM-III ve DSM-IIIR'nin kullanımda olduğu yıllar boyunca betimleyici tanı kategorisi olarak kimlik bozukluğunun gerek yaygınlık prognoz gibi klinik özelliklerine ilişkin çalışmalar yapılmaması gerekse betimleyici tanı ölçütlerinin yeterince açık olmaması nedeniyle DSM-IV ve DSM-IV-TR'de kimlik sorunu (identity problem) adıyla klinik ilginin odağı olabilecek diğer durumlar arasına alınmıştır. (Bleiberg 2005).