BİR arkadaşım anlattı.
Sevdiği kadına, onunla ne kadar rahat ve harikulade bir hayat yaşadığını şu cümleyle anlatmış:
“Hayatımda ilk defa, âşık olduğum kadının önünde karnımı içime çekme ihtiyacı duymadan dolaşabiliyorum.”
Bu cümle aklıma takılmıştı.
Her erkeğin biraz veya birazdan hallice karnı vardır.
Kadının da vardır.
Peki ama nedir bu rahatlık duygusu?
Erkeğin gövdesine ihtimam göstermemesi, kendini bırakması sevdiği kadına serenat olabilir mi?
¡ ¡ ¡
Elimden geldiğince, o günkü ruh halim ve zamanım elverdiği ölçüde spor yapıyorum.
Eh annem babam da bana bütün ömrüm boyunca harcayacağım bir genetik miras bırakmış.
Yine de biraz karnım var.
Ve zaman zaman kendimi, karnımı içeri çeker durumda yakalıyorum.
Öyle durumlarda, insanın sevdiği kadının yanında karnını içine çekme ihtiyacı duymadan dolaşabilme duygusunun ne olduğunu çok iyi anlıyorum.
Hayat bana şunu öğretti.
İstediği kadar uğraşsın, spor yapsın, şınav çeksin; erkek defoludur.
O gövdenin dikişi mutlaka bir yerinden atar.
Hele hele bizim gibi masa başı adamlarda teğel tutmaz.
Kadınınki de öyledir.
Onun da mutlaka birkaç söküğü vardır.
O aynı yıllar bana, insan gövdesindeki abartılmamış defoların, bedeni daha cazip kıldığını da öğretti.
Kalçanın üstündeki farklı bir kıvrım, karındaki hafif bırakmışlık, ne bileyim gözlerin birindeki tuhaflık, bir başka yerdeki bir başka iz.
Hatta bazen gözlerin altındaki halkalar, burundaki hafif asimetri.
Bir kadını veya bir erkeği, sadece sevdiği insanın gözünde, dünyanın en güzeli ilan etmeye yeterli olur.
O çizgilerdeki estetiği, daveti sadece siz görürsünüz ve bu güzelliği tutkulu bir abartıyla anlatır durursunuz.
Yani ben defolu insanı severim.
Defosuzluk, sadece bir iddia bile olsa, benim gözümde ulaşılmazlığın öteki adıdır.
Ulaşamayacağım insanlarla da hiç işim olmaz.
¡ ¡ ¡
Banu Tuna’nın “Hürriyet Cumartesi”deki köşesinin adı “Hayat Bilgisi”.
Dün Türk basınında okuduğum en güzel, en umut verici yazı o köşedeydi.
Glamour Dergisi eylül sayısının 194’üncü sayfasında çırılçıplak bir kadın fotoğrafı yayınlamış.
Fotoğraf 21 yaşında, Lizzi Miller adlı tanınmamış bir mankene ait.
Ya kendisi karnını bırakmış, ya karnı kendi kendini...
Kalçasıyla karnı arasında bayağı belirgin bir çizgi var.
Öyle bir durmuş ki, boynu, yaşına yakışmayacak bir ondüle yapmış.
Bir manken için böyle rahat bir duruşun ekmek parasına kastetmek anlamına geldiğini sokaktaki insan bile bilir.
Bense bu pozu çok sevdim. Yüzündeki ifadeyi ise daha da çok sevdim.
Rahat, mutlu, iplemeyen, gövdesi ile barışık bir kadın bakışıydı bu.
Gövdesini büyük bir özgüvenle sereserpe terk edişi, mükemmel bir cazibeye dönüşmüştü.
İnsana hayal kurduracak bir fotoğraftı.
Glamour’un okurları bu fotoğrafı çok sevmiş.
Derginin satışını artırmış.
Belli ki, bir mankenin 40 beden olabileceği, sevişme arasındaki sıradan bir kadın gibi oturabileceği fikri insanlara iyi gelmiş.
Glamour ekibi kasım sayısında 8 ayrı kadının çırılçıplak fotoğraflarını yayınlıyor.
Banu’nun deyişiyle her biri bildiğimiz mankenlerden üç-dört beden fazla.
Fotoğraflarına tek tek, alıcı değil ama beğenici gözüyle baktım.
Hiçbiri hazır ol vaziyetinde değil.
Gövde en tabii halinde, yeni estetik her birine “Rahat” komutunu vermiş.
Defoların hepsi azat edilmiş.
Ama hepsi güzel, hepsi cazibeli kadın.
¡ ¡ ¡
Bir kere daha anladım ki, kadın bedeni artık, küçük bedenlerin, fotoşopların esaretinden kurtuluyor.
Kadın bedeni görünen, görünmeyen, gerçek, hayali bütün korseleri fırlatıp atıyor.
Banu yazısının başlığını şöyle koymuş:
“Gerçek kadınlar galiba bu kez gerçekten geliyor”.
Kaç yıldır söylüyordum da kimseyi inandıramıyordum.
Evet gerçek kadın 40 bedenden sonra başlar.
Onun en güzel hali, yemin ediyorum, defolu halidir...
Ve o hali de kendini en güzel sevişme arasında, sonrasında teşhir eder.
Ertuğrul ÖZKÖK
Sevdiği kadına, onunla ne kadar rahat ve harikulade bir hayat yaşadığını şu cümleyle anlatmış:
“Hayatımda ilk defa, âşık olduğum kadının önünde karnımı içime çekme ihtiyacı duymadan dolaşabiliyorum.”
Bu cümle aklıma takılmıştı.
Her erkeğin biraz veya birazdan hallice karnı vardır.
Kadının da vardır.
Peki ama nedir bu rahatlık duygusu?
Erkeğin gövdesine ihtimam göstermemesi, kendini bırakması sevdiği kadına serenat olabilir mi?
¡ ¡ ¡
Elimden geldiğince, o günkü ruh halim ve zamanım elverdiği ölçüde spor yapıyorum.
Eh annem babam da bana bütün ömrüm boyunca harcayacağım bir genetik miras bırakmış.
Yine de biraz karnım var.
Ve zaman zaman kendimi, karnımı içeri çeker durumda yakalıyorum.
Öyle durumlarda, insanın sevdiği kadının yanında karnını içine çekme ihtiyacı duymadan dolaşabilme duygusunun ne olduğunu çok iyi anlıyorum.
Hayat bana şunu öğretti.
İstediği kadar uğraşsın, spor yapsın, şınav çeksin; erkek defoludur.
O gövdenin dikişi mutlaka bir yerinden atar.
Hele hele bizim gibi masa başı adamlarda teğel tutmaz.
Kadınınki de öyledir.
Onun da mutlaka birkaç söküğü vardır.
O aynı yıllar bana, insan gövdesindeki abartılmamış defoların, bedeni daha cazip kıldığını da öğretti.
Kalçanın üstündeki farklı bir kıvrım, karındaki hafif bırakmışlık, ne bileyim gözlerin birindeki tuhaflık, bir başka yerdeki bir başka iz.
Hatta bazen gözlerin altındaki halkalar, burundaki hafif asimetri.
Bir kadını veya bir erkeği, sadece sevdiği insanın gözünde, dünyanın en güzeli ilan etmeye yeterli olur.
O çizgilerdeki estetiği, daveti sadece siz görürsünüz ve bu güzelliği tutkulu bir abartıyla anlatır durursunuz.
Yani ben defolu insanı severim.
Defosuzluk, sadece bir iddia bile olsa, benim gözümde ulaşılmazlığın öteki adıdır.
Ulaşamayacağım insanlarla da hiç işim olmaz.
¡ ¡ ¡
Banu Tuna’nın “Hürriyet Cumartesi”deki köşesinin adı “Hayat Bilgisi”.
Dün Türk basınında okuduğum en güzel, en umut verici yazı o köşedeydi.
Glamour Dergisi eylül sayısının 194’üncü sayfasında çırılçıplak bir kadın fotoğrafı yayınlamış.
Fotoğraf 21 yaşında, Lizzi Miller adlı tanınmamış bir mankene ait.
Ya kendisi karnını bırakmış, ya karnı kendi kendini...
Kalçasıyla karnı arasında bayağı belirgin bir çizgi var.
Öyle bir durmuş ki, boynu, yaşına yakışmayacak bir ondüle yapmış.
Bir manken için böyle rahat bir duruşun ekmek parasına kastetmek anlamına geldiğini sokaktaki insan bile bilir.
Bense bu pozu çok sevdim. Yüzündeki ifadeyi ise daha da çok sevdim.
Rahat, mutlu, iplemeyen, gövdesi ile barışık bir kadın bakışıydı bu.
Gövdesini büyük bir özgüvenle sereserpe terk edişi, mükemmel bir cazibeye dönüşmüştü.
İnsana hayal kurduracak bir fotoğraftı.
Glamour’un okurları bu fotoğrafı çok sevmiş.
Derginin satışını artırmış.
Belli ki, bir mankenin 40 beden olabileceği, sevişme arasındaki sıradan bir kadın gibi oturabileceği fikri insanlara iyi gelmiş.
Glamour ekibi kasım sayısında 8 ayrı kadının çırılçıplak fotoğraflarını yayınlıyor.
Banu’nun deyişiyle her biri bildiğimiz mankenlerden üç-dört beden fazla.
Fotoğraflarına tek tek, alıcı değil ama beğenici gözüyle baktım.
Hiçbiri hazır ol vaziyetinde değil.
Gövde en tabii halinde, yeni estetik her birine “Rahat” komutunu vermiş.
Defoların hepsi azat edilmiş.
Ama hepsi güzel, hepsi cazibeli kadın.
¡ ¡ ¡
Bir kere daha anladım ki, kadın bedeni artık, küçük bedenlerin, fotoşopların esaretinden kurtuluyor.
Kadın bedeni görünen, görünmeyen, gerçek, hayali bütün korseleri fırlatıp atıyor.
Banu yazısının başlığını şöyle koymuş:
“Gerçek kadınlar galiba bu kez gerçekten geliyor”.
Kaç yıldır söylüyordum da kimseyi inandıramıyordum.
Evet gerçek kadın 40 bedenden sonra başlar.
Onun en güzel hali, yemin ediyorum, defolu halidir...
Ve o hali de kendini en güzel sevişme arasında, sonrasında teşhir eder.
Ertuğrul ÖZKÖK