GEYİK NEDEN BOYNUZLUDUR?
Bir zamanlar geyiklerin boynuzu yokmuş, kaplanların varmış. Şimdi size neden geyiklerde boynuz bulunduğunu açıklamak için olan bitenlerin öyküsünü anlatacağız.
Vakti zamanında kaplan, yaralarını iyileştiren tavşana bir çift güzel boynuz armağan etmiş.
Olacak bu ya, kaplanın hesabı ödeyecek parası yokmuş, tavşan da ondan ücret istememiş, ama onun yerine, gönlünden ne koparsa onu ver, demiş. Kaplan da bunun üzerine başındaki o güzelim tacı çıkarıp uzatınca, sevinerek almış tavşan.
Aka tacı takınıp da, eşine dostuna caka satmaya çıkınca, bakmışlar ki boynuz ona hiç yakışmıyor.
Tavşan bu işe çok üzülmüş. Taç hem başına çok ağır geliyor, hem tepesinde biçimsiz duruyor, hem de her taktığında düşüveriyormuş.
Güneşten yardım istemeye karar vermiş. Güneş de ona demiş ki, ben senin büyümene yardım ederim, ama önce yapman gereken işler var: Bana biraz kaplan göz yaşıyla bir sivri yılan dişi bulacaksın.
Tavşan ilk önce kaplana gidip ona acıklı acıklı büyükbabasının ölümünü anlatarak, üzüntüden ağlayan koca kedinin gözyaşlarını bir küçük şişeye toplamış.
Bu iş bitince, sıra gelmiş asıl zor olan göreve: Yılanın zehir dişleri.
Bunu nasıl becereceğini düşüne düşüne tepeye tırmanıyorken, bir yılan çıkıvermiş karşısına. İki koca taşı kıpkızıl ısıtıp pusuya yatmış. Yılan onu görünce, hemen sokmaya davranmış. O zaman tavşan elindeki taşlardan birini fırlatıvermiş yılana doğru. Öfkeden yılan ayağa dikilince hemen öbür taşı da fırlatmış. Yılan sıcak taşı ısırınca ağzı yanıp dişleri dökülmüş.
Tavşan güneşin istediklerini böylelikle toparlayıp güneşten görüşme istemiş. Buluştuklarında tavşana tek yaptığı iki kulağıyla iki ön bacağını şöylece bir çekivermek olmuş yalnızca. Bu iş bitince de demiş ki, “İşte şimdi büyük hayvan oldun, inanmazsan gölgene bak.”
Tavşan, bakınca gölgesini kocaman görüp, “işte bu benim” diye düşünerek sevinç içinde evine dönmüş. Tacını başına takarak ölçmüş, ama yine de tam oturmuyormuş.
Bunu gören tavşan ağlamaya başlamış. O sırada geyik gelip, “Hey, bu güzel taç kimin” diye sormuş. Tavşan “benimdir” diyerek, kaplanın verdiği bir armağan olduğunu söyleyince, geyik onu çok beğendiğini bildirip, tavşandan ödünç olarak istemiş. Tavşan, “Olmaz” demiş önce, “Ya sonra çok hoşuma gider de geri vermek istemezsen?”
Ama geyik öylesine yalvarmış, öylesine üstelemiş ki, sonunda kandırmış tavşanı. Tavşan da tacını ödünç vermiş geyiğe.
Sonra geyik, şöyle bir çevreyi dolaşması için izin istemiş başında taçla. Tavşan da “olmaz” dememiş.
Geyik sevinçle dağın tepesinde koşmuş oynamış. Sonra geri gelip az daha uzağa gitmek için izin istemiş, tavşan da geyiğin yaptığı oyunlardan hoşlanarak “olur” demiş. Geyik biraz uzaklarda gezinip, bir önceki gibi gene geri gelmiş. Bu kez birazcık daha uzağa gidip gidemeyeceğini sormuş. “Olur” demiş yine tavşan.
Geyiğin de istediği buymuş. Tacı başında var gücüyle koşarak uzaklaşmış, bir daha hiç geri dönmemek üzere.
Tavşan üzülerek anlayınca gerçeği başlamış umarsızca ağlamaya. Değerli armağanı çalmış götürmüş geyik göz göre göre.
Bir zamanlar geyiklerin boynuzu yokmuş, kaplanların varmış. Şimdi size neden geyiklerde boynuz bulunduğunu açıklamak için olan bitenlerin öyküsünü anlatacağız.
Vakti zamanında kaplan, yaralarını iyileştiren tavşana bir çift güzel boynuz armağan etmiş.
Olacak bu ya, kaplanın hesabı ödeyecek parası yokmuş, tavşan da ondan ücret istememiş, ama onun yerine, gönlünden ne koparsa onu ver, demiş. Kaplan da bunun üzerine başındaki o güzelim tacı çıkarıp uzatınca, sevinerek almış tavşan.
Aka tacı takınıp da, eşine dostuna caka satmaya çıkınca, bakmışlar ki boynuz ona hiç yakışmıyor.
Tavşan bu işe çok üzülmüş. Taç hem başına çok ağır geliyor, hem tepesinde biçimsiz duruyor, hem de her taktığında düşüveriyormuş.
Güneşten yardım istemeye karar vermiş. Güneş de ona demiş ki, ben senin büyümene yardım ederim, ama önce yapman gereken işler var: Bana biraz kaplan göz yaşıyla bir sivri yılan dişi bulacaksın.
Tavşan ilk önce kaplana gidip ona acıklı acıklı büyükbabasının ölümünü anlatarak, üzüntüden ağlayan koca kedinin gözyaşlarını bir küçük şişeye toplamış.
Bu iş bitince, sıra gelmiş asıl zor olan göreve: Yılanın zehir dişleri.
Bunu nasıl becereceğini düşüne düşüne tepeye tırmanıyorken, bir yılan çıkıvermiş karşısına. İki koca taşı kıpkızıl ısıtıp pusuya yatmış. Yılan onu görünce, hemen sokmaya davranmış. O zaman tavşan elindeki taşlardan birini fırlatıvermiş yılana doğru. Öfkeden yılan ayağa dikilince hemen öbür taşı da fırlatmış. Yılan sıcak taşı ısırınca ağzı yanıp dişleri dökülmüş.
Tavşan güneşin istediklerini böylelikle toparlayıp güneşten görüşme istemiş. Buluştuklarında tavşana tek yaptığı iki kulağıyla iki ön bacağını şöylece bir çekivermek olmuş yalnızca. Bu iş bitince de demiş ki, “İşte şimdi büyük hayvan oldun, inanmazsan gölgene bak.”
Tavşan, bakınca gölgesini kocaman görüp, “işte bu benim” diye düşünerek sevinç içinde evine dönmüş. Tacını başına takarak ölçmüş, ama yine de tam oturmuyormuş.
Bunu gören tavşan ağlamaya başlamış. O sırada geyik gelip, “Hey, bu güzel taç kimin” diye sormuş. Tavşan “benimdir” diyerek, kaplanın verdiği bir armağan olduğunu söyleyince, geyik onu çok beğendiğini bildirip, tavşandan ödünç olarak istemiş. Tavşan, “Olmaz” demiş önce, “Ya sonra çok hoşuma gider de geri vermek istemezsen?”
Ama geyik öylesine yalvarmış, öylesine üstelemiş ki, sonunda kandırmış tavşanı. Tavşan da tacını ödünç vermiş geyiğe.
Sonra geyik, şöyle bir çevreyi dolaşması için izin istemiş başında taçla. Tavşan da “olmaz” dememiş.
Geyik sevinçle dağın tepesinde koşmuş oynamış. Sonra geri gelip az daha uzağa gitmek için izin istemiş, tavşan da geyiğin yaptığı oyunlardan hoşlanarak “olur” demiş. Geyik biraz uzaklarda gezinip, bir önceki gibi gene geri gelmiş. Bu kez birazcık daha uzağa gidip gidemeyeceğini sormuş. “Olur” demiş yine tavşan.
Geyiğin de istediği buymuş. Tacı başında var gücüyle koşarak uzaklaşmış, bir daha hiç geri dönmemek üzere.
Tavşan üzülerek anlayınca gerçeği başlamış umarsızca ağlamaya. Değerli armağanı çalmış götürmüş geyik göz göre göre.