Gitme Vakti

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
1

Saat gecenin üçü.


2

Sessizliği, yalnızlığımla soluyorum. Göğüs kafesim gittikçe şişiyor. Burnumdan giren hava zerrecikleri, inatla beni yaşatmak için ciğerlerimle buluşuyor.

3

Bugün hiç olamadığı kadar isyan ettim. Umutlarımı tüketen her şeye yakardım. Sessim çıkmayacak gibi olduğunda, elime ne geçtiyse fırlattım dışarıya.

Sonra sakinleştim. Sen geldin aklıma. Zaten ne zaman ruhumu bitap düşse, sen ilacı oluyorsun tüm benliğimin. İşte değişilmezliği bu yüzden atfettim sana.

4

Ekim'in kaçıydı hatırlamıyorum. Yolları bozuk, ucube bir yerde bulunan otobüs terminalinde, sağanağın altında tir tir titrerken görmüştüm seni. Çaresiz gibi gözüküyordun. Elinde ufak ve hafif gibi görünen bir bavul vardı.Ufaktı ama ağırlığı belki de seni müşkülleştirecek biçimdeydi Seni görünce duraksadım. Bu duraksamamım iki nedeni vardı: İlki; neden bu otobüs terminaline geldiğim, ikincisi; neden sana dakikalarca baktığımdı. Uzun sürmedi. Yanına doğru ilerledim. Sanki ağlıyordun. Ya da bana öyle geliyordu. Bunu net anlayamazdım; çünkü yağmur duygularını örtmüş olabilirdi. Şemsiyemi sana doğru uzattım. Histerik bir durum sergiliyordun. Ya da titremekten üşüyen vücudun, tepki yeteneğini o an kaybetmişti. Uzun bir süre sessizce bana baktın. Sanki bir şeyler anlatacaktın. Ama dudaklarında sadece, alnından süzülen yağmur sularının izleri vardı. Sana sus dercesine damla damla ağzını perdeliyordular. O anki halin beni çok etkiledi. Seni tanımamama rağmen, yardım etmek istiyordum. Ben neden uzun süre sustum, bilmiyorum. Zaten ucube terminalde bulunma sebebimi henüz idrak edemeyişimin sıkıntısı, beni daha şaşkın kılmıştı.


“Titriyorsunuz,” dedim, uzunca bir aradan sonra. Tepki vermedin. Anlamsızca gözlerime bakmayı sürdürdün. Bende ısrarla seninle konuşmak ve sana yardım etmek için çabalıyordum.

“İsterseniz kapalı bölüme geçelim. Sıcak bir şeyler içeriz” dedim. Kafanı onaylar vaziyette salladın. Zoraki adımlarla kafeteryaya doğru ilerdik. Bavulunu ben taşıdım. O anda başta düşündüğüm “hafiflik” kelimesi kursağıma düğümlendi. Sanki tüm yaşamını sıkıştırıp bu ufak bavulun içine koymuştun. Geldiğin yerde sana dair hiçbir şey bırakmamışa benziyordun.


Kahveleri yudumlarken ağzından anlamsız kelimeler döküldü:


“Saat üç. Haberin var mı?” diye.


Bende şaşkın bir şekilde saatime bakıp:


“Hayır. Saat sabahın sekizi” dedim.


O an ağlamaya başladın. Bu sefer ağladığından emindim. Yağmur hislerini örtemeyecekti. Hıçkırarak ağladın, dakikalarca. Sana bir şey diyemiyordum çünkü neden bu halde olduğunu bilmiyordum. Sadece sana kâğıt bir mendil uzattım. Ağır ağır kızaran gözlerini sildin.


“Neyin var senin?” dedim.


Yüzüme yeniden tuhaf bir şekilde bakmaya başladın. Sonra:


“Götür beni buradan” dedin.


Nereye, ne için gitmek istiyordun. Zaten o gün yeterince anlamsızdı benim için. Nereye gittiğini bilmeden ucube bir terminalden bir bilet alacaktım. Nereye gittiğimi bilmeden…

5

Ben geldiğim yere geri dönmüş, sen ise yeni bir yerle tanışmıştım. Üzerin sırılsıklamdı. Eğer biraz daha ıslak kıyafetlerinle otursaydın, kesin hastalanacaktın. Yeni bir şeyler giymeni söylesem de aldırış etmedin. Sessizce ve sabit bakışlarla aynanın karşındaki koltukta bilinçsizce oturuyordun.

Bavulunu açtım. Aslında tahmin ettiğim gibi kıyafet yığını yoktu. Birkaç parça kıyafetin vardı. Gerisi kitaplarınla doluydu.

Üzerini değiştirmene yardım ettim. Tepki vermiyordun. Islanan tişörtünü ve pantolonunu çıkarıp yeni bir şeyler giydirdim. Sonra uyuman için seni yatağıma taşıdım.

Bu yaşadıklarım çok ilginçti. Ömrümde kimsenin giyinmesine yardımcı olmamıştım. Kimseyi uyuması için yatağıma taşımamıştım. Yaşadıklarıma her geçen dakika hayret ediyordum.


6

Tahmin ettiğim olmuş, ateşler içinde yanıyordun. Ne yapacağımı bilmeden, ilaçları karıştırmaya başladım. Bir ateş düşürücü bulup, içirdim. Sessizce uykuya daldın.

7

Gün, yavaşça geceye devrederken, sağanak yeniden etkisini göstermeye başlamıştı. Yağmurun damlaları pencereme sert biçimde çarpıyor sonra sakince toprağa doğru hareket ediyordu. Pencerenin önünde, yağmurun perdelemiş olduğu sokağa bakarken, vedalaştığım saatleri anımsadım. “Daha bu sabah, bir daha dönememek üzere buraya veda etmemiş miydim ben?” dedim içimden. Demek söylemim samimi değilmiş diye düşündüm. Kaçmak istediğim evime hiç tanımadığım biriyle girmiştim.


8


Saat gece ondu. Odamdan sesler duydum. Yataktan yavaş yavaş doğruluyordun. Kendine gelmiş gibiydin. Bana şaşkınlıkla baktın. Yataktan indin. Yanıma doğru geldin.


“Kimsin sen? Nereye getirdin beni” dedin.


“Bugün terminalde karşılaştık. Kötü görünüyordun. Seni evime getirdim,” dedim.


Sonra üzerine baktın ve sinirli bir ses tonuyla:


“Bu kıyafetleri sen mi giydirdin bana?”


“Evet. Giydirmesem hasta olacaktın. Zaten ateşin çıktı. İlaç verdim sana.”


Sinirli halin bir anda yumuşak bir tavıra dönüştü. Yanıma geldin, gözlerime bakarak:


“Neden yardım ettin?”


“Bilmiyorum. Çok zor durumda gözüküyordun. Orada seni öyle yağmurun altında bırakamazdım,” dedim.

Yüksek ses tonuyla cevap verdin:

“Acıdığın için bana yardım ettin! Sadece acıdın ve beni buraya getirdin…”


Ne diyeceğimi bilmiyordum. Acıdım mı bilmiyorum o an. Ama bunu yapmam gerekliğini hissettiğim için yapmıştım.


“Hayır sadece yardım ettin. Çaresizdin. Aslında bu sabah bende çaresizdim. Gidiyordum buralardan… Fakat sen çıktın karşıma.”


Bir şey demeden sustun. Başın ağrıyor olmalıydı. Şakaklarına, ayalarınla bastırdın. Yeniden ağlamaya başladın. Yağmur, bu sefer göz yaşlarının sesini gölgeliyordu.

9

Artık sakindin. Sigarını yakıp salondaki koltuğa oturdun. Umarsızca sigardan derin bir nefes çekip, içinde biriktirdiğin onca nefretle dışarıya püskürtüyordun.


“Adın ne senin?”


Aslında bu soruyu ben soracaktım. Ama şaşkınlıktan adını öğrenmeye cesaret edemedim.


“Adım Rüzgâr.”


Gülerek:


“Çok romantik bir adın var: Rüzgâr… Delişmen Rüzgâr…”


“Senin adın ne peki?”


“Benim seninki gibi romantik bir adım yok. Adım, Dilâra”


“Güzel isim. Dilâra, neler oluyor? Anlatmak ister misin?”


Kısa bir süre sustuk. Sanki bir bahane düşünür gibiydin.


“Terk ettim. Sen yapamamışın ama ben yaptım işte.”


“Kimi, neyi terk ettin?”


“Çok soru soruyorsun. Zaten merak etme gideceğim birkaç saat içinde”


“Hayır. Yanlış anlama gitmen için sormuyorum. Halinden çok korktum.”


“Korktun demek. Benim için endişe edenler de varmış …”


Evet, senin için edişe ettim. Ummadığım duygular içinde senin için korktum! Seni görmeden önce yüksek bir yerden atlamaktan korkardım; ama senden sonra yüksekliğin rakamsal değeri kalmadı gözümde. Aşağıda sen vardın. Parçalansam da, benim yanımda olacak biri vardı. Sen vardın…


Bu kadar kısa bir sürede tanımadığım birine bağlanmam tuhaftı. “Bağlanma” aslında literatürümde olmayan bir sözcük. Çünkü hep bağlanmaktan korkmuşumdur Ama oldu işte. Yağmurun altındaki o müşküllüğün beni sana bağladı…


“Terk etmek kolay bir şey mi?” dedim.


“Hayır. Ama kararını net vermelisin. Bunu yapamadıysan, yarı yoldan dönersin.”


Aslında bu lafın banaydı. Terk etmeyi bile beceremeyişimi yüzüme çekinmeden vurmuştun.


“Peki neden bu şehir, Dilâra?”


“Çünkü çaldığım biletin üzerinde bu şehrin ismi yazıyordu.”


İşte körü körüne adım atmak buna denir. Terk ederken nereye gideceğini bilmeden; hatta paran olmadan; sadece gitmek dürtüsüyle.


“Peki nasıl geçineceksin?”


“Onun plânını yapmadım. Zaten ne zaman plân yapmaya kalksam hiçbir şey yolunda gitmez.”


Gerçeklikten o kadar uzaktaydın ki, sadece tesadüflerin seni etkilemesine izin veriyordun. Bu yaptıklarının hepsini ben yapmak istemiştim, ama yapamadım. Senin kadar cesaretli olamadım.



10

Ne oldu bilmiyorum. Ama çekim kuvveti bizi aynı yatağa taşımıştı. Hislerime hâkim olmadım. Uzun süreden beri biriyle aynı yatakta olmamıştım. Sen belki bir maceranın peşindeydin. Ama o gece sevişmemizin sonrası da, sana daha çok bağlandım. Anlık bir haz diyip geçemedim. Tenlerimiz, yağmur damlalarının pencereyi yumruklamasını umursamadan, gizemlerini paylaşıyorlardı. Hiçbir kadında görmediğin vücut zarifliğini, sevişirken bile korudun. Ulaşılmaz, dokunulmaz gibi kılınan ipeksi bedenin gecenin sessizliğine gölge düşürmüştü.


11

Hayatta tesadüflere çok fazla inanmasam da, yaşadıklarım bir ânın sonucuydu. Terminalde seni görmem, ki onun öncesinde çaldığın biletin üzerinde bu şehrin ismi yazması... Benim gitme dürtüm ve onu alt edişin. Sanki dünya benim çevremde dönemeye başlamıştı. Tanrı, tüm tesadüfleri ve mucizeleri benim ruhuma bahşetmişti.


12

Saat gecenin üçüydü. Uyandığımda yatağın kenarında seni giyinirken gördüm. Bavulunun içinden aldığın kıyafetleri giydin. Bir de not kâğıdı çıkardın. Muhtemelen benim için bir şeyler yazacaktın. Buna izin vermedim.

“Gidiyor musun?”


“Sen uyumuyor muydun?”


“Gidiyor musun?”


“Evet. Gitmem gerek.”


“Neden? Zaten geldiğin yeri terk etmedin mi? Burada yeni bir başlangıç yapabiliriz...”


“Sende de gitme dürtüsü var. Bu durum anlık. Birkaç gün ya da birkaç ay sonra geçicek. Yeniden gitmek isteyeceksin. Bu yüzden zorlaştırmayalım.”


“Hani plân yapmayı sevmezdin?”


“Bu plândan çok, kaçtığımız gerçeğimiz.”


“Eğer burada huzur bulduysan kal! Senin geçmişini sorgulamayacağım. Sadece bu sabahtan itibaren yaşamaya başlayalım.”


“Geçmiş, istemesekte peşimizden gelir. Unutamayız. Ama kaçabiliriz ondan. Durmadan göçebiliriz. Bazen şunu da unutmamak lâzım: Huzur bulduğun yer, şu kafanı koyduğun yatak olabilir.”


“Ama tek başına değil, Dilâra. Sen olursan, cenneti başka bir yerde aramayacağım. Huzur o zaman başımı koyduğum yerde olacak.”


“Kendimizi kandırıyoruz. İsimlerimizden başka tanıdık bir şeyimiz yok! Anlık sevişme hisleri, işin doğasında var zaten…”


“O zaman şunu söyle bana: Bu sabah neden ağlıyordun? Neden zor durumda gözüküyordun?”


“Tanımadığın bir şehre geçmişini bırakarak geliyorsun. Bir anda vazgeçme duygusu kaplıyor içini. Ama bu sabah senin sayende bunu aştım. Kendime güvendim. Bu şehirde de yalnız olmadığımı anladım.”


“Yani beni kullandın?”


“Hayır. Benzer bir dürtümüz vardı. Eğer senin dürtün kabından taşmış olsaydı orada beni görmezdin. Gözün hiçbir şeyi görmezdi. Çeker giderdin. Burada kalma bahanen ben oldum. Bende senin sayende kaçma dürtüsünü kabımdan taşırdım.”


Haklıydı belki de bu sözleri söylerken. Ben gidememiştim. Bu şehirden, bu kahrolası evden söküp atamamıştım kendimi.

“Fotoğrafını çekebilir miyim?”


Gülerek bana döndün:


“Neden? Yoksa seviştiğin kadınların fotoğraflarından sergi mi açacaksın?”


“Hayır… Sadece bugünü, bu koskocaman ânı belgelemek istiyorum”


“Çek bakalım…”

Fotoğraf makinesini çekmeceden çıkardım. Pencereye doğru yöneldin. Perdeleri açtın. Camın yüzeyi yağmur damlacıklarından beyaz bir fon oluşturmuştu, sokak ışığının eşliğinde. Kollarını birbirine kavuşturdun ve “çek dedin” yeniden.


13

Kapıdan çıkmadan, dudağıma bir buse kondurdun. Gitme demeye artık gücüm yoktu.


“Bari bir adres ya da telefon numarası bırak…”


Bir kâğıt çıkardın. Bir şeyler karaladın.


“Burası terk ettiğim evin adresi. Olurda bir gün geri dönersem beni orada bulabilirsin. Hoş çakal…”


Ağır bavulunu alarak sabahın ilk ışıklarına karıştın.


14

Saat gecenin üçü.

Aylardır haber alamadım senden. Bıraktığın adrese onlarca kere gittim. Sensizliği soludum yalnız evde.

İsyan ediyorum yine; aklıma geldikçe o gün, neden devamı olmadı diye. Adın anlamı gibi, gönlümü okşadın, gönlümü dinlendirdin. Hiç olmadığım kadar hafiftim. Ama şimdi…


Ağır ve ufak bavulumla yola çıkıyorum. Yolun beni götürdüğü yere. Artık gitmekten korkmuyorum. Tek korktuğum şey yeniden bağlanmak.


Birlikte geçirdiğimiz yatağa son kez baktım. Kapıyı çekip çıktım. Bir daha dönmemek üzere…



15

Yapamadım…
Sensizliği solumaya devam ediyorum…
 
Geri
Top