GÖLGE
Çok eski yıllarda, nasıl olmuşsa, gökyüzü, masal ülkesinde yaşayanlara küsmüş ve onların üzerinden karamsar bulutları hiç eksik etmemiş.
Ülke halkı aydınlıkla karanlığı ayırt edebiliyormuşlar ama, güneş ışınlarının doğrudan üzerilerine gelip onları ısıtmadığı için güneşin ne olduğunu bile bilmiyormuşlar. Eski insanlar da artık yaşamadıkları için, güneşi tanıyan kalmamış bu ülkede. Yaşayanlar, güneşin, ayın ve yıldızların adlarını bile bilmiyormuşlar. Güneş hep bulutların arkasında yalnız gündüzle geceyi ayırt etmelerine yarayacak kadar ışık sızdırabiliyormuş. Gökyüzü, kalın bulutlara bürünüp, güneşin gücünü ülke halkından saklamış durmuş.
Bir gün gökyüzü, masal ülkesinin insanlarını bağışlamaya karar vermiş. Bu kararını gece uygularsa, "İnsanlar değişimden çok etkilenmezler" diye düşünmüş. O gece gökyüzü, tüm bulutları uzaklaştırmış. Pırıl pırıl, berrak bir gece olmuş. Gökyüzünün tüm derinliği, yıldızların bu derinliğin içinde yayılışları, Ay'ın bembeyaz parlaklığı ülkenin insanlarına güler yüzlülükle görünmüşler birden.
Gökyüzüne bakan insanlar gökte yanıp sönen, parıldayan yıldızları, Ay'ın beyazlığını görünce, şaşırıvermişler. Yıldızlar sanki onlara göz kırpıyor "Nasılsınız bakalım?" der gibi alay ediyormuşlar. Yıldızların arada bir görünmesi, sonra kaybolması, başka bir yerden çıkıp "Buradayım bak?" dercesine gökyüzünde gezinmesi, insanlarla saklambaç oynaması pek hoşlarına gitmiş.
İnsanlar, yaşamları boyu ilk kez gördükleri yıldızları seyrederken onların, gülümsediklerini bile düşünmüşler. Herkes çevresindekilere haber iletmiş. "Gökyüzünün güzelliğini görsünler" diye. Herkes gökyüzünün bulutlardan soyununca, ne kadar güzel olduğunu görüp ona aşık bile olmuşlar. Bu aşk onları mutlu etmiş. Hep beraber sokaklarda dans etmişler. Birbirlerine sarılıp, dalgın gözlerle gökyüzüne bakmışlar. Ona sevgilerini sunmuşlar içten içe.
Çok geç saatlere değin sokaklarda, kırlarda, bayırlarda gökyüzüne bakan insanlar varmış o gece. Hiç kimse gece bitsin istememiş. Kim ister ki? Herkes sabah olunca gökyüzünün yine kara bulutlar giyinip, asık bir yüzle kendilerine bakacağını düşünüp, bu rüyanın sürmesini dilemişler. İstemişler ki:
Saatler ilerlemesin, öylece dursun, bu mutlu an hiç bitmesin. İnsanlar hep böyledir. Sevgi ve aşkın güzelliğini tadınca onu kaybetmek istemezler. Hiç bitmesin isterler. Daha iyisinin olabileceğini de pek düşünmezler. Gece mutluluktan sarhoş olmuş gibi sallanarak, düşmemek için birbirlerine sarılarak sabaha değin gökyüzüne, onun güzelliğine, hayran hayran bakmış, durmuşlar.
Sabah olmaya yakın gökyüzünün rengi açılmaya başlamış. Yıldızlar artık sayıca azalmışlar. İnsanlar da,
"Yıldızların tüm gece koşuşturup yoruldukları için uykuya yattıklarını" sanmışlar. Onlara "İyi uykular" diyerek el sallamışlar... Yataklarına uğurlamışlar onları. Ay için de öyle olmuş. Gökyüzü, rengi açılıp, tüm çıplaklığı ortaya çıkarken yavaş yavaş kızarmaya da başlamış.
İnsanlar "Herhalde gökyüzü, çıplaklığını göreceğiz diye utanmış olmalı” demişler. Daha önce hep bulutlara bürünmüş olarak gördükleri için bu kızarıklığın ne olduğunu pek anlamamışlar. Nasıl anlasınlar ki? Daha önce hiç güneş görmemişler ki? Geceden beri gökyüzüne baka kalanlar ve erken uyananlar, gökyüzünün bu olağanüstü güzelliğine - kırmızıya boyanmış güzelliğine hayran - kalmışlar.
Hemen çevrelerindeki uyandırıp bu görüntüyü onların da görmesini istemişler. O anda gökyüzü, gecekinden de güzelmiş. İnsanlar gökyüzünün renginin kıpkırmızı oluşunu izlemişler sevgiyle. Gökyüzünün utancı hep aynı kalmamış. Doğal olarak çıplaklığa alışmış olmalı ki, kırmızılık açılmış, yerini maviliğe bırakmaya başlamış. Önce koyu sonra giderek açılan maviliğe dönmüş gökyüzü. Tüm derinliği ve güzelliği ile insanların önünde duruyormuş çırılçıplak...
Dağların arasından, kırmızılığın odaklığı yerden, kocaman bir alev topu tırmanmaya başlamış. Gülerek, kahkaha atarak tırmanıyormuş gökyüzüne doğru. Önceleri koyu kırmızı olan rengi, giderek açılmış, altın sarısı, hatta bembeyaz olmuş. Bu kocaman topun gökyüzüne yükselirken renginin açılmasıyla, çevreye neşe ve ışık saçması da artmış. Artık insanlar bu kocaman topa bakamaz olmuşlar. Top, gözleri kör edecek biçimde parlak ve insanı terletecek kadar da sıcakmış. Ama o topun yaydığı parlaklıkla yeryüzündeki herşey, çok daha canlı ve çok daha güzel görünüyormuş...
İnsanlar şaşkınlıkla çevrelerine bakarken, geceden beri gökyüzündeki alışık olmadıkları gelişmelerin etkisinde kalmışlar. Kah sevgi, kah korku ile sarılmışlar birbirlerine... Biraz sonra gök gürlemesi gibi bir ses duymuşlar. Çevrelerine korku ile bakmışlar. Hatta çığlık atıp saklanmaya çalışanlar, sokaklardan evlerine kaçışanlar bile olmuş.
- Korkmayın. Benim adım Güneş. Gökyüzü'nün küskünlüğü bitti artık. Beni yıllardır sizden saklamıştı. Bulutlarla engel olmuştu beni görmenize. Şimdi her durumda bulutları sıyırıp, sıcaklığımı ve ışığı sunacağım size. Siz, siz olun, bir kez daha gökyüzünü sinirlendirmemeye bakın... Güneşin açıklaması pekçok insanın korkusunu yenmesine neden olunca, yüzlerine eskisi gibi neşe ve mutluluk gelmiş birden. Güneşin sıcaklığından ve ışığından yararlanacaklarına da pek sevinmişler.
İnsanlar güneşin altında dolaşırken peşlerinden gelen karaltının ne olduğunu anlayamadıklarından bu kez de ondan tedirgin olmuşlar. Bu karaltı hep onları izliyormuş. Sırtlarını güneşe dönseler önlerine, güneşe doğru yürüseler peşlerine düşüyormuş, bir izleyici gibi. Nereye gitseler, ya önlerine düşüyor ya da peşlerinden geliyormuş. Bu karaltı sabahları çok uzun boylu oluyormuş. Öğleye yaklaştıkça boyu kısalıyor, sonra yine uzuyormuş. Ancak bir saçak altına kaçtıklarında, ya da duvar dibine gidip sırtlarını duvara dayadıklarında ondan kurtulabiliyormuşlar. Karaltının ne olduğunu anlayamadıkları için korkuya kapılmışlar. Korku ve telaşla Güneş'e dönüp:
- Nedir bu peşimizden gelen ya da önümüze düşen karaltı? diye sormuşlar. Güneş kahkaha ile yanıt vermiş:
- Ona gölge denir. Benim ışınlarımın geçmediği yerlerde oluşur. Sizin peşinizden gelen ya da önünüze geçen karaltı ise sizin gölgenizdir. Bu ülkedeki insanlar nereden bilsinler gölgenin ne olduğunu. Hiç güneş görmeyen, onun ışınlarının gölgeye neden olduğunu bilemez doğal olarak. Sonunda peşlerinden gelen gölgeye de alışmışlar. Onunla yaşamayı öğrenmişler. Hem de korkmadan...
Ama yalnız güneşe doğru yürüyen bir adam, pek korkmuş peşinden gelen karaltıyı görünce. O duruyor, karaltı duruyor, o gidiyor, karaltı da onu izliyormuş. Duvar dibinde yürürken, karaltı ayağa kalkıyor, hemen omuz başında sessizce kendisini izliyormuş. Yönü değiştirip, gerisine yürüdüğünde ya da koştuğunda önüne geçiyormuş karaltı. Taşlık, kayalık yerlerde gezinirken, karaltı da kayaların arasına gizlenip kendisini izlemeyi sürdürüyormuş.
Öyle yapmış, böyle yapmış bir türlü kurtulamamış karaltıdan. Adam karaltı ile uğraşırken diğer insanların Güneş'e sorduğu soruyu, doğal olarak da Güneş'in yanıtını duyamamış. O kendi başına boğuşmuş durmuş kimi zaman peşine, kimi zaman önüne, kimi zaman sağına ya da soluna takılan karaltı ile. Onun kendi gölgesi olduğunu bilmeden...
"Bu karaltı benim niye izliyor böyle? Ben kimseye zarar vermedim ki?" diye sorular sormuş kendisine. Düşünceleri takılmış kalmış peşindeki karaltıya. Kurtaramamış kendisini onun etkisinden. Yürürken çok sık bakar olmuş arkasına. "Acaba karaltı peşimde mi?" diye. Onu görünce korkup hızlanırmış. Doğal olarak karaltı da koşarcasına bir hızla, izlermiş onu. Karaltıyı çevresinde göremediği zaman korkusu daha da artarmış.
"Bir yerlere gitti. Benimle ilgili söylentiler yayıyordur herhalde" diye kurar, dururmuş. Karanlıkta, çatı altında yürürken peşindeki karaltıyı göremeyince tedirgin olduğu kadar sevinirmiş de. "Kurtuldum ondan" dermiş kendine. Ama yine Güneş altına çıkınca, karaltıyı yere upuzun uzanmış görünce sinirlenir, "Kurtulamayacağım bundan" diye söylenir dururmuş... Artık insan içine çıkmaya korkar olmuş. Sokaklarda hızla yürüyor, çevresinde kimse yoksa zıplıyor, silkelenmeye çalışıyor, karaltıdan kurtulmaya uğraşıyor ama bir türlü başaramıyormuş...
Sonunda kimseyle konuşmaz olmuş. Kendi kendine bile söylenmiyormuş. "Olur a, beni izleyen bu karaltı söylediklerimi duyar, peşimde olmadığı zaman tutar da duyduklarını başkalarına anlatırsa, ben ne yaparım" diyerek ürkmüş karaltıdan.
"Ya suçsuz yere suçlanırsam, ya insanlara derdimi anlatamadan cezalandırılır, hapislere düşersem" diye kurmaya başlamış. Artık kendi kurgularından da korktuğu için evden dışarıya bile çıkmaz olmuş. Zorunlu olmadıkça evinden çıkmıyormuş. Çıksa bile, biran önce işini bitirip koşarak evine dönüyormuş. Kısacası peşindeki karaltı onun yaşamına bir karabasan gibi yerleşmiş. Artık ondan kurtulması olanaksızmış...
Bir gece, çok bunaldığı bir an, kendisini sokağa atmış. Biraz hava alıp rahatlamak istemiş. Bir ara peşine bakmış "Karaltı var mı?" diye. Bakmış karaltı yok. Çok sevinmiş. Tüm gece boyunca, geriye dönmüş, sağına soluna bakmış karaltıyı görememiş. O zaman kendince bir yorum yapmış:
"Karanlıkta dolaşınca karaltı beni izleyemiyor" demiş. Buna çok sevinmiş. Peşindeki karaltıdan kurtuldu ya, varsın çevresi karanlık olsun. "Ne olacak ki?" diye düşünüp, özgürlüğünü kutlamış, ağaçlar arasında dans ederek. Eve gidince tüm pencerelerini sıkıca kapatmış. İçeriye hiç ışık girmemesini sağlayıp, gündüzleri de karanlıkta yaşamaya başlamış.
Artık peşinden gelen, kendisini izleyen o karaltı hiç görünmüyormuş. Pek sevinmiş buna. Ne kadar akıllı olduğunu düşünmüş evinde karanlıkta otururken. Arada pencereden dışarıya sokakta yürüyenlere gizlice bakıyor, peşlerinden gelen ve onları izleyen karaltıyı görüp, kıs kıs gülüyormuş. "Ne kadar bilgisiz bu insanlar. Peşlerinden gelen karaltıdan kurtulamamışlar. Kim bilir ne kadar korkuyorlardır. Halbuki bana sorsalar, onlara çözümü söylerim. Onlar da benim gibi mutlu olurdular" diye mırıldanmış.
Sonra sinsice bir gülüşle, "Ama onlar sormadan, kendi buluşumu onlara anlatmayacağım. Biraz korku ile yaşasınlar bakalım" demiş... Geceleri açık havaya çıktığında hep karanlık, loş köşelere gidiyor, böylece peşinden gelen karaltıdan kurtulabiliyormuş. Ama sokaklarda duramıyormuş. Gece lambaları altında dolaşınca, peşinden gelen karaltı kendini izlemeye başlıyormuş hemen. Hem de bir tane değil, birkaç tanesi birlikte izliyormuş kendisini. Bu nedenle ağaçların arasında, ormanda dolaşır olmuş. Kendi başına. Kent'ten ve diğer insanlardan uzakta...
Diğer insanlar onu hiç göremez olmuşlar. Geceleri de görmüyormuşlar. Nasıl görsünler ki? "Peşinde karaltı olacak" diye tümüyle karanlık yerlere gittiğinden, diğer insanların onu görmesi olanaksızmış. Bir gün bir başka adam, karanlıkta ağaçlar arasında yürürken, dehşetle çevreye bakan iki iri göz görmüş. Gözler telaş içinde çevreyi tarayıp duruyormuş.
"Gözler belki bir hayvanın gözleridir ve vahşi bir hayvan olabilir" diye korkmuş. Belli etmemeye çalışarak seslenmiş: - Kim var orada? - Korkma benim. Ben, hep karanlıkta gezerim.
- Özür dilerim seni göremedim. Yalnız gözlerin gözüküyor.
- Ne yapayım arkadaş. Şu peşimde dolaşan karaltıya alışamadım bir türlü. Peşimde dolaşmasından, beni izlenmesinden hoşlanmıyorum. Karanlıkta peşime takılmıyor. Böylece ondan kurtuluyorum. Adam karşısındakinin kendi gölgesinden korktuğunu anlayınca gülmüş:
-Karanlıkta dolaşınca peşinde karaltı olmuyor mu?
- Evet olmuyor.
- Sen o karaltının adını biliyor musun?
- Hayır.
- Pekiyi sen ondan korkuyor musun?
- Şey, sanırım evet.
- O karaltıya "gölge" denir arkadaş. O senin gölgen. Sen kendi gölgenden korkuyorsun.
Seni kimse görebiliyor mu? Biliyor musun?
- Hayır, bilmiyorum, ama ben herkesi görebiliyorum.
- Sen çevreni görebilirsin belki ama ben seni göremedim. Yalnız gözlerin kalmış.
- Görünmüyor olsam ne fark eder ki?
Beni izleyen karaltı, yani gölge artık peşimde değil ve ben de rahatım artık. Korkum kalmadı baksana.
Adam bir kahkaha koparmış, şöyle yürekten. Sonra: - Korkmazsın doğal olarak. Neden korkacaksın ki? Sen gölge olmuşsun. Gölgen seni yutmuş... demiş ve başını sağa sola sallayarak, kendi kendine söylenerek oradan uzaklaşmış.
Zavallı gölge adam, söylenerek uzaklaşan adamın peşinden baka kalmış...
* Karanlıkta yürürken birden karşınıza çevreyi araştıran, korkuyla fıldır fıldır bakınan iki çift iri göz görürseniz, hemen ürkmeyin. Büyük bir olasılıkla onlar, gölgesinden korkan adamın gözleridir. Korkusu onu yutmuştur. Selam verip, geçin gidin yanından...
* İnsanlar bir incir çekirdeğini bile doldurmayacak kuruntularla beyinlerini yorup, birçok sorular üreterek, kendi yarattıkları düşlerin tutsağı oluverirler. Ben bu masalı kurarken, dilim döndüğünce, insanın bilmeden kendi gölgesinden korkup, onun tutsağı olabileceğini yansıtmaya çalıştım...
Çok eski yıllarda, nasıl olmuşsa, gökyüzü, masal ülkesinde yaşayanlara küsmüş ve onların üzerinden karamsar bulutları hiç eksik etmemiş.
Ülke halkı aydınlıkla karanlığı ayırt edebiliyormuşlar ama, güneş ışınlarının doğrudan üzerilerine gelip onları ısıtmadığı için güneşin ne olduğunu bile bilmiyormuşlar. Eski insanlar da artık yaşamadıkları için, güneşi tanıyan kalmamış bu ülkede. Yaşayanlar, güneşin, ayın ve yıldızların adlarını bile bilmiyormuşlar. Güneş hep bulutların arkasında yalnız gündüzle geceyi ayırt etmelerine yarayacak kadar ışık sızdırabiliyormuş. Gökyüzü, kalın bulutlara bürünüp, güneşin gücünü ülke halkından saklamış durmuş.
Bir gün gökyüzü, masal ülkesinin insanlarını bağışlamaya karar vermiş. Bu kararını gece uygularsa, "İnsanlar değişimden çok etkilenmezler" diye düşünmüş. O gece gökyüzü, tüm bulutları uzaklaştırmış. Pırıl pırıl, berrak bir gece olmuş. Gökyüzünün tüm derinliği, yıldızların bu derinliğin içinde yayılışları, Ay'ın bembeyaz parlaklığı ülkenin insanlarına güler yüzlülükle görünmüşler birden.
Gökyüzüne bakan insanlar gökte yanıp sönen, parıldayan yıldızları, Ay'ın beyazlığını görünce, şaşırıvermişler. Yıldızlar sanki onlara göz kırpıyor "Nasılsınız bakalım?" der gibi alay ediyormuşlar. Yıldızların arada bir görünmesi, sonra kaybolması, başka bir yerden çıkıp "Buradayım bak?" dercesine gökyüzünde gezinmesi, insanlarla saklambaç oynaması pek hoşlarına gitmiş.
İnsanlar, yaşamları boyu ilk kez gördükleri yıldızları seyrederken onların, gülümsediklerini bile düşünmüşler. Herkes çevresindekilere haber iletmiş. "Gökyüzünün güzelliğini görsünler" diye. Herkes gökyüzünün bulutlardan soyununca, ne kadar güzel olduğunu görüp ona aşık bile olmuşlar. Bu aşk onları mutlu etmiş. Hep beraber sokaklarda dans etmişler. Birbirlerine sarılıp, dalgın gözlerle gökyüzüne bakmışlar. Ona sevgilerini sunmuşlar içten içe.
Çok geç saatlere değin sokaklarda, kırlarda, bayırlarda gökyüzüne bakan insanlar varmış o gece. Hiç kimse gece bitsin istememiş. Kim ister ki? Herkes sabah olunca gökyüzünün yine kara bulutlar giyinip, asık bir yüzle kendilerine bakacağını düşünüp, bu rüyanın sürmesini dilemişler. İstemişler ki:
Saatler ilerlemesin, öylece dursun, bu mutlu an hiç bitmesin. İnsanlar hep böyledir. Sevgi ve aşkın güzelliğini tadınca onu kaybetmek istemezler. Hiç bitmesin isterler. Daha iyisinin olabileceğini de pek düşünmezler. Gece mutluluktan sarhoş olmuş gibi sallanarak, düşmemek için birbirlerine sarılarak sabaha değin gökyüzüne, onun güzelliğine, hayran hayran bakmış, durmuşlar.
Sabah olmaya yakın gökyüzünün rengi açılmaya başlamış. Yıldızlar artık sayıca azalmışlar. İnsanlar da,
"Yıldızların tüm gece koşuşturup yoruldukları için uykuya yattıklarını" sanmışlar. Onlara "İyi uykular" diyerek el sallamışlar... Yataklarına uğurlamışlar onları. Ay için de öyle olmuş. Gökyüzü, rengi açılıp, tüm çıplaklığı ortaya çıkarken yavaş yavaş kızarmaya da başlamış.
İnsanlar "Herhalde gökyüzü, çıplaklığını göreceğiz diye utanmış olmalı” demişler. Daha önce hep bulutlara bürünmüş olarak gördükleri için bu kızarıklığın ne olduğunu pek anlamamışlar. Nasıl anlasınlar ki? Daha önce hiç güneş görmemişler ki? Geceden beri gökyüzüne baka kalanlar ve erken uyananlar, gökyüzünün bu olağanüstü güzelliğine - kırmızıya boyanmış güzelliğine hayran - kalmışlar.
Hemen çevrelerindeki uyandırıp bu görüntüyü onların da görmesini istemişler. O anda gökyüzü, gecekinden de güzelmiş. İnsanlar gökyüzünün renginin kıpkırmızı oluşunu izlemişler sevgiyle. Gökyüzünün utancı hep aynı kalmamış. Doğal olarak çıplaklığa alışmış olmalı ki, kırmızılık açılmış, yerini maviliğe bırakmaya başlamış. Önce koyu sonra giderek açılan maviliğe dönmüş gökyüzü. Tüm derinliği ve güzelliği ile insanların önünde duruyormuş çırılçıplak...
Dağların arasından, kırmızılığın odaklığı yerden, kocaman bir alev topu tırmanmaya başlamış. Gülerek, kahkaha atarak tırmanıyormuş gökyüzüne doğru. Önceleri koyu kırmızı olan rengi, giderek açılmış, altın sarısı, hatta bembeyaz olmuş. Bu kocaman topun gökyüzüne yükselirken renginin açılmasıyla, çevreye neşe ve ışık saçması da artmış. Artık insanlar bu kocaman topa bakamaz olmuşlar. Top, gözleri kör edecek biçimde parlak ve insanı terletecek kadar da sıcakmış. Ama o topun yaydığı parlaklıkla yeryüzündeki herşey, çok daha canlı ve çok daha güzel görünüyormuş...
İnsanlar şaşkınlıkla çevrelerine bakarken, geceden beri gökyüzündeki alışık olmadıkları gelişmelerin etkisinde kalmışlar. Kah sevgi, kah korku ile sarılmışlar birbirlerine... Biraz sonra gök gürlemesi gibi bir ses duymuşlar. Çevrelerine korku ile bakmışlar. Hatta çığlık atıp saklanmaya çalışanlar, sokaklardan evlerine kaçışanlar bile olmuş.
- Korkmayın. Benim adım Güneş. Gökyüzü'nün küskünlüğü bitti artık. Beni yıllardır sizden saklamıştı. Bulutlarla engel olmuştu beni görmenize. Şimdi her durumda bulutları sıyırıp, sıcaklığımı ve ışığı sunacağım size. Siz, siz olun, bir kez daha gökyüzünü sinirlendirmemeye bakın... Güneşin açıklaması pekçok insanın korkusunu yenmesine neden olunca, yüzlerine eskisi gibi neşe ve mutluluk gelmiş birden. Güneşin sıcaklığından ve ışığından yararlanacaklarına da pek sevinmişler.
İnsanlar güneşin altında dolaşırken peşlerinden gelen karaltının ne olduğunu anlayamadıklarından bu kez de ondan tedirgin olmuşlar. Bu karaltı hep onları izliyormuş. Sırtlarını güneşe dönseler önlerine, güneşe doğru yürüseler peşlerine düşüyormuş, bir izleyici gibi. Nereye gitseler, ya önlerine düşüyor ya da peşlerinden geliyormuş. Bu karaltı sabahları çok uzun boylu oluyormuş. Öğleye yaklaştıkça boyu kısalıyor, sonra yine uzuyormuş. Ancak bir saçak altına kaçtıklarında, ya da duvar dibine gidip sırtlarını duvara dayadıklarında ondan kurtulabiliyormuşlar. Karaltının ne olduğunu anlayamadıkları için korkuya kapılmışlar. Korku ve telaşla Güneş'e dönüp:
- Nedir bu peşimizden gelen ya da önümüze düşen karaltı? diye sormuşlar. Güneş kahkaha ile yanıt vermiş:
- Ona gölge denir. Benim ışınlarımın geçmediği yerlerde oluşur. Sizin peşinizden gelen ya da önünüze geçen karaltı ise sizin gölgenizdir. Bu ülkedeki insanlar nereden bilsinler gölgenin ne olduğunu. Hiç güneş görmeyen, onun ışınlarının gölgeye neden olduğunu bilemez doğal olarak. Sonunda peşlerinden gelen gölgeye de alışmışlar. Onunla yaşamayı öğrenmişler. Hem de korkmadan...
Ama yalnız güneşe doğru yürüyen bir adam, pek korkmuş peşinden gelen karaltıyı görünce. O duruyor, karaltı duruyor, o gidiyor, karaltı da onu izliyormuş. Duvar dibinde yürürken, karaltı ayağa kalkıyor, hemen omuz başında sessizce kendisini izliyormuş. Yönü değiştirip, gerisine yürüdüğünde ya da koştuğunda önüne geçiyormuş karaltı. Taşlık, kayalık yerlerde gezinirken, karaltı da kayaların arasına gizlenip kendisini izlemeyi sürdürüyormuş.
Öyle yapmış, böyle yapmış bir türlü kurtulamamış karaltıdan. Adam karaltı ile uğraşırken diğer insanların Güneş'e sorduğu soruyu, doğal olarak da Güneş'in yanıtını duyamamış. O kendi başına boğuşmuş durmuş kimi zaman peşine, kimi zaman önüne, kimi zaman sağına ya da soluna takılan karaltı ile. Onun kendi gölgesi olduğunu bilmeden...
"Bu karaltı benim niye izliyor böyle? Ben kimseye zarar vermedim ki?" diye sorular sormuş kendisine. Düşünceleri takılmış kalmış peşindeki karaltıya. Kurtaramamış kendisini onun etkisinden. Yürürken çok sık bakar olmuş arkasına. "Acaba karaltı peşimde mi?" diye. Onu görünce korkup hızlanırmış. Doğal olarak karaltı da koşarcasına bir hızla, izlermiş onu. Karaltıyı çevresinde göremediği zaman korkusu daha da artarmış.
"Bir yerlere gitti. Benimle ilgili söylentiler yayıyordur herhalde" diye kurar, dururmuş. Karanlıkta, çatı altında yürürken peşindeki karaltıyı göremeyince tedirgin olduğu kadar sevinirmiş de. "Kurtuldum ondan" dermiş kendine. Ama yine Güneş altına çıkınca, karaltıyı yere upuzun uzanmış görünce sinirlenir, "Kurtulamayacağım bundan" diye söylenir dururmuş... Artık insan içine çıkmaya korkar olmuş. Sokaklarda hızla yürüyor, çevresinde kimse yoksa zıplıyor, silkelenmeye çalışıyor, karaltıdan kurtulmaya uğraşıyor ama bir türlü başaramıyormuş...
Sonunda kimseyle konuşmaz olmuş. Kendi kendine bile söylenmiyormuş. "Olur a, beni izleyen bu karaltı söylediklerimi duyar, peşimde olmadığı zaman tutar da duyduklarını başkalarına anlatırsa, ben ne yaparım" diyerek ürkmüş karaltıdan.
"Ya suçsuz yere suçlanırsam, ya insanlara derdimi anlatamadan cezalandırılır, hapislere düşersem" diye kurmaya başlamış. Artık kendi kurgularından da korktuğu için evden dışarıya bile çıkmaz olmuş. Zorunlu olmadıkça evinden çıkmıyormuş. Çıksa bile, biran önce işini bitirip koşarak evine dönüyormuş. Kısacası peşindeki karaltı onun yaşamına bir karabasan gibi yerleşmiş. Artık ondan kurtulması olanaksızmış...
Bir gece, çok bunaldığı bir an, kendisini sokağa atmış. Biraz hava alıp rahatlamak istemiş. Bir ara peşine bakmış "Karaltı var mı?" diye. Bakmış karaltı yok. Çok sevinmiş. Tüm gece boyunca, geriye dönmüş, sağına soluna bakmış karaltıyı görememiş. O zaman kendince bir yorum yapmış:
"Karanlıkta dolaşınca karaltı beni izleyemiyor" demiş. Buna çok sevinmiş. Peşindeki karaltıdan kurtuldu ya, varsın çevresi karanlık olsun. "Ne olacak ki?" diye düşünüp, özgürlüğünü kutlamış, ağaçlar arasında dans ederek. Eve gidince tüm pencerelerini sıkıca kapatmış. İçeriye hiç ışık girmemesini sağlayıp, gündüzleri de karanlıkta yaşamaya başlamış.
Artık peşinden gelen, kendisini izleyen o karaltı hiç görünmüyormuş. Pek sevinmiş buna. Ne kadar akıllı olduğunu düşünmüş evinde karanlıkta otururken. Arada pencereden dışarıya sokakta yürüyenlere gizlice bakıyor, peşlerinden gelen ve onları izleyen karaltıyı görüp, kıs kıs gülüyormuş. "Ne kadar bilgisiz bu insanlar. Peşlerinden gelen karaltıdan kurtulamamışlar. Kim bilir ne kadar korkuyorlardır. Halbuki bana sorsalar, onlara çözümü söylerim. Onlar da benim gibi mutlu olurdular" diye mırıldanmış.
Sonra sinsice bir gülüşle, "Ama onlar sormadan, kendi buluşumu onlara anlatmayacağım. Biraz korku ile yaşasınlar bakalım" demiş... Geceleri açık havaya çıktığında hep karanlık, loş köşelere gidiyor, böylece peşinden gelen karaltıdan kurtulabiliyormuş. Ama sokaklarda duramıyormuş. Gece lambaları altında dolaşınca, peşinden gelen karaltı kendini izlemeye başlıyormuş hemen. Hem de bir tane değil, birkaç tanesi birlikte izliyormuş kendisini. Bu nedenle ağaçların arasında, ormanda dolaşır olmuş. Kendi başına. Kent'ten ve diğer insanlardan uzakta...
Diğer insanlar onu hiç göremez olmuşlar. Geceleri de görmüyormuşlar. Nasıl görsünler ki? "Peşinde karaltı olacak" diye tümüyle karanlık yerlere gittiğinden, diğer insanların onu görmesi olanaksızmış. Bir gün bir başka adam, karanlıkta ağaçlar arasında yürürken, dehşetle çevreye bakan iki iri göz görmüş. Gözler telaş içinde çevreyi tarayıp duruyormuş.
"Gözler belki bir hayvanın gözleridir ve vahşi bir hayvan olabilir" diye korkmuş. Belli etmemeye çalışarak seslenmiş: - Kim var orada? - Korkma benim. Ben, hep karanlıkta gezerim.
- Özür dilerim seni göremedim. Yalnız gözlerin gözüküyor.
- Ne yapayım arkadaş. Şu peşimde dolaşan karaltıya alışamadım bir türlü. Peşimde dolaşmasından, beni izlenmesinden hoşlanmıyorum. Karanlıkta peşime takılmıyor. Böylece ondan kurtuluyorum. Adam karşısındakinin kendi gölgesinden korktuğunu anlayınca gülmüş:
-Karanlıkta dolaşınca peşinde karaltı olmuyor mu?
- Evet olmuyor.
- Sen o karaltının adını biliyor musun?
- Hayır.
- Pekiyi sen ondan korkuyor musun?
- Şey, sanırım evet.
- O karaltıya "gölge" denir arkadaş. O senin gölgen. Sen kendi gölgenden korkuyorsun.
Seni kimse görebiliyor mu? Biliyor musun?
- Hayır, bilmiyorum, ama ben herkesi görebiliyorum.
- Sen çevreni görebilirsin belki ama ben seni göremedim. Yalnız gözlerin kalmış.
- Görünmüyor olsam ne fark eder ki?
Beni izleyen karaltı, yani gölge artık peşimde değil ve ben de rahatım artık. Korkum kalmadı baksana.
Adam bir kahkaha koparmış, şöyle yürekten. Sonra: - Korkmazsın doğal olarak. Neden korkacaksın ki? Sen gölge olmuşsun. Gölgen seni yutmuş... demiş ve başını sağa sola sallayarak, kendi kendine söylenerek oradan uzaklaşmış.
Zavallı gölge adam, söylenerek uzaklaşan adamın peşinden baka kalmış...
* Karanlıkta yürürken birden karşınıza çevreyi araştıran, korkuyla fıldır fıldır bakınan iki çift iri göz görürseniz, hemen ürkmeyin. Büyük bir olasılıkla onlar, gölgesinden korkan adamın gözleridir. Korkusu onu yutmuştur. Selam verip, geçin gidin yanından...
* İnsanlar bir incir çekirdeğini bile doldurmayacak kuruntularla beyinlerini yorup, birçok sorular üreterek, kendi yarattıkları düşlerin tutsağı oluverirler. Ben bu masalı kurarken, dilim döndüğünce, insanın bilmeden kendi gölgesinden korkup, onun tutsağı olabileceğini yansıtmaya çalıştım...