M.Ali Karahasanoğlu
“Allah ne yüze bakar ne mal ne pula bakar.
Amellerle kalbine sahip bir kula bakar.”
(Müslim Birr 32)
Hiç şüphe yok ki kalp bütün bedenimizin ve uzuv-larımızın kendisine tabi olduğu bir merkezdir. Nitekim sahih hadis kaynaklarında geçen "İnsanda bir uzuv (or-gan) vardır ki onun düzelmesi (ve kurtuluşu) bütün vücu-dun (vücut ülkesinin) düzelmesine; bozulması da bütün vücudun (bedenin ve hayatın) fesadına bozulmasına ve fe-laketine sebep olur. Dikkat bu uzuv kalp'tir.” (Buhari-Müslim) mealindeki hadis-i şerif kalbin icra ettiği fonk-siyonu ve onun konumu hakkında bizlere oldukça ciddi bir mesaj vermektedir. Bu kadar önemli bununla birlik-te gerek maddî ve gerekse manevî bünyede(merkez) görevi yapan ve her iki bünyede de hayatî ehemmiyet arz eden kalbin bütün düşünüş ve yaşayışında her türlü davranış ve hareketlerinde onu hayra yönelten sapıtma ve yanılmalardan koruyan temel müessese ve asıl unsur da sağlam inanç yani hakîkî mânâda iman'dır.
İman bir bakıma(insanın ) şuur ve şuur altına ışık tu-tan onun bütün akışını ve oluşumunu ayarlayan ve kana-lize eden doğrunun ve asıl kurtuluşun ana istikametini gösteren İlahî ve manevî bir nur(ışık) ve gönül dünyamı-zı aydınlatan eşsiz bir güneştir. İmanın yanı sıra akıl da Allah Teâlâ tarafından biz insanlara büyük bir lütuf olarak verilen insanlık cevheri hak ve hakikatte aklın en kıymetli sermayesidir. Bu sermaye de aynı zamanda in-sanlığın en ulvî gayesidir. İnsanlık bütün değer ve üstün-lüğünü bu gayeden alır. İnsanoğlunun ilahi vahyin ışığı altında aklını hak ve hakikate teslim etmekle fıtrata zıt her türlü çirkinliklerden sakınmasına ve korunmasına takva denilmiştir.
Mutlak varlık sahibi olan Allah Teâlâ'nın “Takvadan daha üstün bir şey yaratmadığı" bildirilmiştir. Takva; esasen korunmak ve sakınmak anlamına gelir.
Bu korunma ve sakınma faaliyeti aslında kalp-gönül için son derece lüzumlu ve gereklidir. Bir başka ifade ile insanın en önemli merkezi uzvu olan kalbi'ni bütün günah ve kötülüklerden koruması ve sakındır-ması gerekir.
Bu durum maddî ve manevî bünye için önemli oldu-ğu kadar kainatın küçültülmüş şekli olan insanın sonsuz-luğa uzanan geleceği için de son derece önemlidir.
Takvanın en aşağı derecesi imanın zıttı olan küfür ve şirkten korunmak en üst derecesi ise korunmada kemâlin(olgunluğun) en üst noktasına çıkan Hz.Pey-gamber (s.a.v.)'in takvasıdır.
İşte insan benliğini (nefsini) takvaya alıştırmak onu en kaliteli kulluk seviyesine çıkarmak için bedende merkezi konuma sahip olan kalbin giriş ve çıkışlarını bilmek ve onları kontrol altına tutmakla mümkündür.
Kalbin en önemli giriş yolları şunlardır:
1- GÖZLER
2- KULAKLAR
3- DİL
4- MİDE.
İşte kalbin öncelikle korunma altına alınması ancak bu kalbe giriş menfezlerini tüm kötülüklerden koru-makla mümkündür.
Gönül dünyamızın imarı ve manevî hayatımızın ge-leceği de ancak buna bağlıdır.
Kalb-gönül kendi kendine temizlenmez. Bunun gerçekleşmesi için önce yeterli bilgi (ilim) gereklidir. Kişi ancak bu sayede bu işin önemini kavrar ve ger-çekleşmesi için teşebbüse geçer.
Kalbi temizlemenin birinci safhası kalbe giren yol-ları kontrol altına almak bu menfez (giriş)lerden ya-sakların ve çirkinliklerin geçmesini önlemektir.
Şimdi sırasıyla bunları kısaca ele alalım:
1- GÖZLER
Gözler şuur ve şuur altını kapsamına alan kalbe görüntü olarak sürekli malzeme temin eden en canlı ve hassas organımızdır. Çirkinliklere ve yasaklara bak-mak önce şuuru (kalbi)kirletir. Çirkinlikleri görüntü yoluyla(gözler vasıtasıyla) algılama şuurdaki yansıması hafızadaki hatırası şuur altındaki yatağı ve hayaldeki kopyasıdır.
İşte bu hal kalbin temiz fıtratını önce kirletir lekeler ve sonra bozmaya başlar.
Her günah ve kötülük kalp aynasında kendi cürümü kadar bir leke bırakır. Bu lekelerin artması da zamanla kalbi karartır şuuru ve akl-ı selimi bozar. İyi ile kötü-nün hak ile bâtılın hayır ile şerrin ölçüleri renkleri kay-bolmaya yüz tutar.
Bu durum bir süre sonra marazi bir hal alır ki kalb hastalıkları olarak pek çok olumsuzluklar meydana ge-tirir ve bu olumsuzluklar zamanla bütün bünyeyi sarar.
Bu hal insanın iç bünyesinde cereyan ettiği ve anında fark edilemediği için nice kalbi kararmış insanların "kal-bim temizdir” diyerek kendi kendilerini aldattıkları çok görülmüştür ve görülmektedir.
Bütün bu olumsuzluklardan kurtulmak için kalbe menfez (giriş) teşkil eden gözlerin ve diğer organların her türlü yasak ve çirkinliklerden uzak tutulması gerekir.
Hayat kitabımız Kuran'ı Kerim gözleri çirkinliklere yasaklara bakmaktan men etmektedir.
Hz.İsa aleyhisselam da ;
“Lüzumsuz bakmaktan sakının. Bir bakış kalbe şeh-vet tohumunu eker. Bu hal kötülük olarak sahibine kafi-dir.” buyurur.
Evet gayri meşru bakışlar şer ve şehvetin postacısı felaket ve iffetsizliğin habercisidir.
Gözler ne derece ve ne kadar yasak ve her türlü gayri meşru şeylerden korursa kalb ve şuur da o de-rece korunmuş ve şuur altında uyuyan kötü meyillere ve hava-i isteklere o nispette fırsat verilmemiş olur. Sonuçta kalb çirkinliklerden kötü faaliyet ve alışkan-lıklardan uzaklaştırılmış olur. Bu hal kalbin büyük ölçü-de temiz ve salim kalmasını sağlar.
“Hâsılı gözlere hâkim olmak gönüle hâkim olma-nın ilk şartı sayılmış gözüne hakim olmayanın gönlüne de hakim olamayacağı bildirilmiştir.”
2. KULAKLAR
Kulaklar da kalbe açılan menfezlerdir. Dinleyen ko-nuşanın ortağıdır. İşitilen şeyler hoş şeylerse kalb bun-dan manevî bir lezzet alır. Tam aksine dinlenilen şeyler lüzumsuz ve çirkin şeyler(sözler) olursa o vakit kalbi ve zihni olumsuz yönde meşgul eder ve şuur altında yu-varlanarak kötü arzu ve gayri meşru meyiller haline gi-rer. Dinlenilen zararlı şeyler kötü telkin olarak iradeyi zaafa uğratır kötü işlere iter hayra mani olur. Aynı za-manda kötü alışkanlıklara çirkin arzulara destek verir.
Kalbe şuur ve şuur altına işitme yoluyla ulaşan ze-hirli bir söz yıllarca insanı meşgul ve rahatsız eder.
Bunun için akl-ı selim sahibi insanlar kulağına hoş olmayan şeylerin girmesine karşı daima dikkatli ve tedbirli hareket eder tehlikeli yer ve çevrelerden uzak durur. Böylece selamet (esenlik) bulur.
3.DİL
Dil insanın en azgın ve en tehlikeli bir uzvudur.
Fahr-i Kâinat Efendimiz(s.a.v.)'e en çok korkulan uzuvdan sorulmuş O da mübarek dilini parmaklarıyla göstererek "İşte budur." cevabını vermişlerdir.
Dilin en çok hata ve zararlarını şöyle dile getir-mek mümkündür:
a) Dilden çıkan kötü şeyler kalbdeki çirkinlikleri yaymakla kalmaz aynı zamanda şuur altında uyuyan kötülükleri şuura çıkarma kuvvetlenme yeniden hayat bulma şansını ve imkânını verir. Bu hal kişiyi şerre itici ve ruhu da bozucudur.
Malik Bin Dinar; "Kalbinde kasvet (katılık) vücu-dunda maraz ve zafiyet rızkında mahrumiyet varsa bil ki dilin zararlı şeyler sarf ediyor." der.
b) "Dilin faidesiz lüzumsuz şeylerle oyalanması nefesi ve nefsi yani; ömrü israf etmektir. Ömür ve ha-yat sermayesinden kıymetli bir şey olmadığına göre onu şerre ve boşa harcayandan daha müsrif ve müflis kimse düşünülemez.
Hadis-i şerifte: "Ya hayır söyle yahut sus." buyrul-muştur.
Hasan İbn-i Sinan yolda gördüğü bir sarayı göste-rerek: "Bu kimindir?" diye yanından geçmekte olan birine sorar. Bilahare bu sorunun yersiz ve lüzumsuz olduğunu anlar pişman olarak nefsini cezalandırmak için bir yıl oruç tutar.
c) Çok konuşan çok yanılır. Bu yanılmalar; yalan yanlış malayani gıybet ve iftira gibi asla faydalı ol-mayan şeylerden ibarettir. Bunlar zarar olarak kişiye ve etrafına yetmez mi ? Bu kimsenin artık hangi kazancı veya hayrı bu kayıpları karşılayabilir? Gıybet hayır ifla-sının en kolay ve tatlı (!) yoludur.
İbn-i Mübarek ;"Gıybet etsem ancak annemi gıybet ederdim çünkü benim sevaplarımı almaya herkesten çok o layıktır." der.
d) Diline hâkim olmayan belalara müptela olur. Ona sahip olan selamet bulur.
e) Gıybet şunu-bunu çekiştirme ruhi muvazeneyi-(dengeyi) zedeler. Düşünme ve muhakeme kabiliyetini tahrip etmeye kadar gider.
Yunus Emre şöyle der;
“Kişinin hayzıdır ağzında gıybet
Ki gıybet söyleyen bulmaya rağbet.”
4. MİDE
Mide ıslahı ve ehemmiyeti üzerinde en çok durul-ması gereken ve son derece özel bir konuma sahip olan bir uzvumuzdur. Çünkü mide hayat ve beden için ge-reken enerji ve kudretin yegâne kaynağıdır. Bu kaynak temiz olmadıkça onunla beslenen vücut ve uzuvların (organların) temiz olması ve temiz kalması asla düşü-nülemez.
Haram ve helal sınırları gözetilmeden elde edilen kazancın hayırlı iş ve başarılara temiz ve nezih bir ha-yata vesile olabileceğine kim inanabilir.
Maddî temizlik gözün manevî temizlik gönlün hu-zur ve itminanı için şart ve elzemdir. İtminan manevî tatminkârlık demek olup gönül huzuru ve sağlığı için şarttır. Aslında mana yönümüzün tamir ve tathiri (te-mizliği) öncelikle maddemizin temizliği ile çok yakından alakalıdır.
Asırların gönül mimarlarından olan Hüccet'ül-İslam İmam-ı Gazali'nin şu enteresan tesbiti ne kadar da an-lam yüklüdür.
"Gıdalar hangi cinstense onlardan meydana gelecek enerji ve eserler de o cinstendir. Haram gıda hayırlı iş ve amellere vesile olamaz. Gıdalar tohum mide ise tarla hükmündedir. Oraya ne ekilirse o biçilir.”
Muaz er-Râzi: "Faideli iş ve ameller Allah'ın kurtuluş hazinelerinden biridir dua bu hazinenin kilidi helal lokma da anahtarıdır.”der.
Midenin edebini de gözetmek ayrıca sıhhi ve dini bir vecibedir. Meşru malımızı bir sınır ve hesap gözetme-den midemize doldurmamız da aynı şekilde gayri meş-rudur.
Dolu mide şuûr faaliyetlerini zaafa uğratır aklı ve id-raki azaltır basireti giderir. Şehveti marazî hale sokar iş ve hareketlerde itidal ölçülerini bozar beden ve organ-ların sükûnet ve huzurunu ihlâl eder taşkınlıklarına se-bep olur. Haddi ve hukuku tecavüze zorlar. İhtiyacı aş-mayan miktarda yenilirse o âza ve beden sakindir. Bu sebeple Üstad Ebû Cafer:
" Mide öyle bir uzuvdur ki o aç olursa diğer aza da tok o tok olursa diğer aza aç yani azgın olur.” der.
Oburluk ayrıca hantallık tembellik başarısızlık se-bebi mariz (hasta/hastalıklı) bir hayatın da müsebbibi-dir. Nitekim bir Hadis-i şerifte:
"Dertlerin kapısı mide çok yemek devaların yolu him-ye perhiz az yemektir.” buyrulmuştur.
Çok yemek lüzumsuz ve faidesiz meşguliyetlere ve bağlılıklara da yol açar. Zevk ve sefaya düşkünlük mey-dana getirir.
Genellikle”Oburun ölümünün dahi sıkıntılı olduğu” bildirilmektedir. Bu hususlar göz önüne alınınca mi-denin başta kalb olmak üzere bütün ruh ve maddi ha-yatın gidişi üzerinde ne kadar mühim tesirleri olduğu anlaşılmaktadır.
Kalbin salahı zihni hayatın sıhhati ve şahsiyetin sela-meti için mide üzerinde durmak ona giren malzeme-nin maddî ve manevî temizliğine ve haddi asla aşma-masına azamî dikkat ve riayet hayatî bir zorunluluk halini almış olur.
“Allah ne yüze bakar ne mal ne pula bakar.
Amellerle kalbine sahip bir kula bakar.”
(Müslim Birr 32)
Hiç şüphe yok ki kalp bütün bedenimizin ve uzuv-larımızın kendisine tabi olduğu bir merkezdir. Nitekim sahih hadis kaynaklarında geçen "İnsanda bir uzuv (or-gan) vardır ki onun düzelmesi (ve kurtuluşu) bütün vücu-dun (vücut ülkesinin) düzelmesine; bozulması da bütün vücudun (bedenin ve hayatın) fesadına bozulmasına ve fe-laketine sebep olur. Dikkat bu uzuv kalp'tir.” (Buhari-Müslim) mealindeki hadis-i şerif kalbin icra ettiği fonk-siyonu ve onun konumu hakkında bizlere oldukça ciddi bir mesaj vermektedir. Bu kadar önemli bununla birlik-te gerek maddî ve gerekse manevî bünyede(merkez) görevi yapan ve her iki bünyede de hayatî ehemmiyet arz eden kalbin bütün düşünüş ve yaşayışında her türlü davranış ve hareketlerinde onu hayra yönelten sapıtma ve yanılmalardan koruyan temel müessese ve asıl unsur da sağlam inanç yani hakîkî mânâda iman'dır.
İman bir bakıma(insanın ) şuur ve şuur altına ışık tu-tan onun bütün akışını ve oluşumunu ayarlayan ve kana-lize eden doğrunun ve asıl kurtuluşun ana istikametini gösteren İlahî ve manevî bir nur(ışık) ve gönül dünyamı-zı aydınlatan eşsiz bir güneştir. İmanın yanı sıra akıl da Allah Teâlâ tarafından biz insanlara büyük bir lütuf olarak verilen insanlık cevheri hak ve hakikatte aklın en kıymetli sermayesidir. Bu sermaye de aynı zamanda in-sanlığın en ulvî gayesidir. İnsanlık bütün değer ve üstün-lüğünü bu gayeden alır. İnsanoğlunun ilahi vahyin ışığı altında aklını hak ve hakikate teslim etmekle fıtrata zıt her türlü çirkinliklerden sakınmasına ve korunmasına takva denilmiştir.
Mutlak varlık sahibi olan Allah Teâlâ'nın “Takvadan daha üstün bir şey yaratmadığı" bildirilmiştir. Takva; esasen korunmak ve sakınmak anlamına gelir.
Bu korunma ve sakınma faaliyeti aslında kalp-gönül için son derece lüzumlu ve gereklidir. Bir başka ifade ile insanın en önemli merkezi uzvu olan kalbi'ni bütün günah ve kötülüklerden koruması ve sakındır-ması gerekir.
Bu durum maddî ve manevî bünye için önemli oldu-ğu kadar kainatın küçültülmüş şekli olan insanın sonsuz-luğa uzanan geleceği için de son derece önemlidir.
Takvanın en aşağı derecesi imanın zıttı olan küfür ve şirkten korunmak en üst derecesi ise korunmada kemâlin(olgunluğun) en üst noktasına çıkan Hz.Pey-gamber (s.a.v.)'in takvasıdır.
İşte insan benliğini (nefsini) takvaya alıştırmak onu en kaliteli kulluk seviyesine çıkarmak için bedende merkezi konuma sahip olan kalbin giriş ve çıkışlarını bilmek ve onları kontrol altına tutmakla mümkündür.
Kalbin en önemli giriş yolları şunlardır:
1- GÖZLER
2- KULAKLAR
3- DİL
4- MİDE.
İşte kalbin öncelikle korunma altına alınması ancak bu kalbe giriş menfezlerini tüm kötülüklerden koru-makla mümkündür.
Gönül dünyamızın imarı ve manevî hayatımızın ge-leceği de ancak buna bağlıdır.
Kalb-gönül kendi kendine temizlenmez. Bunun gerçekleşmesi için önce yeterli bilgi (ilim) gereklidir. Kişi ancak bu sayede bu işin önemini kavrar ve ger-çekleşmesi için teşebbüse geçer.
Kalbi temizlemenin birinci safhası kalbe giren yol-ları kontrol altına almak bu menfez (giriş)lerden ya-sakların ve çirkinliklerin geçmesini önlemektir.
Şimdi sırasıyla bunları kısaca ele alalım:
1- GÖZLER
Gözler şuur ve şuur altını kapsamına alan kalbe görüntü olarak sürekli malzeme temin eden en canlı ve hassas organımızdır. Çirkinliklere ve yasaklara bak-mak önce şuuru (kalbi)kirletir. Çirkinlikleri görüntü yoluyla(gözler vasıtasıyla) algılama şuurdaki yansıması hafızadaki hatırası şuur altındaki yatağı ve hayaldeki kopyasıdır.
İşte bu hal kalbin temiz fıtratını önce kirletir lekeler ve sonra bozmaya başlar.
Her günah ve kötülük kalp aynasında kendi cürümü kadar bir leke bırakır. Bu lekelerin artması da zamanla kalbi karartır şuuru ve akl-ı selimi bozar. İyi ile kötü-nün hak ile bâtılın hayır ile şerrin ölçüleri renkleri kay-bolmaya yüz tutar.
Bu durum bir süre sonra marazi bir hal alır ki kalb hastalıkları olarak pek çok olumsuzluklar meydana ge-tirir ve bu olumsuzluklar zamanla bütün bünyeyi sarar.
Bu hal insanın iç bünyesinde cereyan ettiği ve anında fark edilemediği için nice kalbi kararmış insanların "kal-bim temizdir” diyerek kendi kendilerini aldattıkları çok görülmüştür ve görülmektedir.
Bütün bu olumsuzluklardan kurtulmak için kalbe menfez (giriş) teşkil eden gözlerin ve diğer organların her türlü yasak ve çirkinliklerden uzak tutulması gerekir.
Hayat kitabımız Kuran'ı Kerim gözleri çirkinliklere yasaklara bakmaktan men etmektedir.
Hz.İsa aleyhisselam da ;
“Lüzumsuz bakmaktan sakının. Bir bakış kalbe şeh-vet tohumunu eker. Bu hal kötülük olarak sahibine kafi-dir.” buyurur.
Evet gayri meşru bakışlar şer ve şehvetin postacısı felaket ve iffetsizliğin habercisidir.
Gözler ne derece ve ne kadar yasak ve her türlü gayri meşru şeylerden korursa kalb ve şuur da o de-rece korunmuş ve şuur altında uyuyan kötü meyillere ve hava-i isteklere o nispette fırsat verilmemiş olur. Sonuçta kalb çirkinliklerden kötü faaliyet ve alışkan-lıklardan uzaklaştırılmış olur. Bu hal kalbin büyük ölçü-de temiz ve salim kalmasını sağlar.
“Hâsılı gözlere hâkim olmak gönüle hâkim olma-nın ilk şartı sayılmış gözüne hakim olmayanın gönlüne de hakim olamayacağı bildirilmiştir.”
2. KULAKLAR
Kulaklar da kalbe açılan menfezlerdir. Dinleyen ko-nuşanın ortağıdır. İşitilen şeyler hoş şeylerse kalb bun-dan manevî bir lezzet alır. Tam aksine dinlenilen şeyler lüzumsuz ve çirkin şeyler(sözler) olursa o vakit kalbi ve zihni olumsuz yönde meşgul eder ve şuur altında yu-varlanarak kötü arzu ve gayri meşru meyiller haline gi-rer. Dinlenilen zararlı şeyler kötü telkin olarak iradeyi zaafa uğratır kötü işlere iter hayra mani olur. Aynı za-manda kötü alışkanlıklara çirkin arzulara destek verir.
Kalbe şuur ve şuur altına işitme yoluyla ulaşan ze-hirli bir söz yıllarca insanı meşgul ve rahatsız eder.
Bunun için akl-ı selim sahibi insanlar kulağına hoş olmayan şeylerin girmesine karşı daima dikkatli ve tedbirli hareket eder tehlikeli yer ve çevrelerden uzak durur. Böylece selamet (esenlik) bulur.
3.DİL
Dil insanın en azgın ve en tehlikeli bir uzvudur.
Fahr-i Kâinat Efendimiz(s.a.v.)'e en çok korkulan uzuvdan sorulmuş O da mübarek dilini parmaklarıyla göstererek "İşte budur." cevabını vermişlerdir.
Dilin en çok hata ve zararlarını şöyle dile getir-mek mümkündür:
a) Dilden çıkan kötü şeyler kalbdeki çirkinlikleri yaymakla kalmaz aynı zamanda şuur altında uyuyan kötülükleri şuura çıkarma kuvvetlenme yeniden hayat bulma şansını ve imkânını verir. Bu hal kişiyi şerre itici ve ruhu da bozucudur.
Malik Bin Dinar; "Kalbinde kasvet (katılık) vücu-dunda maraz ve zafiyet rızkında mahrumiyet varsa bil ki dilin zararlı şeyler sarf ediyor." der.
b) "Dilin faidesiz lüzumsuz şeylerle oyalanması nefesi ve nefsi yani; ömrü israf etmektir. Ömür ve ha-yat sermayesinden kıymetli bir şey olmadığına göre onu şerre ve boşa harcayandan daha müsrif ve müflis kimse düşünülemez.
Hadis-i şerifte: "Ya hayır söyle yahut sus." buyrul-muştur.
Hasan İbn-i Sinan yolda gördüğü bir sarayı göste-rerek: "Bu kimindir?" diye yanından geçmekte olan birine sorar. Bilahare bu sorunun yersiz ve lüzumsuz olduğunu anlar pişman olarak nefsini cezalandırmak için bir yıl oruç tutar.
c) Çok konuşan çok yanılır. Bu yanılmalar; yalan yanlış malayani gıybet ve iftira gibi asla faydalı ol-mayan şeylerden ibarettir. Bunlar zarar olarak kişiye ve etrafına yetmez mi ? Bu kimsenin artık hangi kazancı veya hayrı bu kayıpları karşılayabilir? Gıybet hayır ifla-sının en kolay ve tatlı (!) yoludur.
İbn-i Mübarek ;"Gıybet etsem ancak annemi gıybet ederdim çünkü benim sevaplarımı almaya herkesten çok o layıktır." der.
d) Diline hâkim olmayan belalara müptela olur. Ona sahip olan selamet bulur.
e) Gıybet şunu-bunu çekiştirme ruhi muvazeneyi-(dengeyi) zedeler. Düşünme ve muhakeme kabiliyetini tahrip etmeye kadar gider.
Yunus Emre şöyle der;
“Kişinin hayzıdır ağzında gıybet
Ki gıybet söyleyen bulmaya rağbet.”
4. MİDE
Mide ıslahı ve ehemmiyeti üzerinde en çok durul-ması gereken ve son derece özel bir konuma sahip olan bir uzvumuzdur. Çünkü mide hayat ve beden için ge-reken enerji ve kudretin yegâne kaynağıdır. Bu kaynak temiz olmadıkça onunla beslenen vücut ve uzuvların (organların) temiz olması ve temiz kalması asla düşü-nülemez.
Haram ve helal sınırları gözetilmeden elde edilen kazancın hayırlı iş ve başarılara temiz ve nezih bir ha-yata vesile olabileceğine kim inanabilir.
Maddî temizlik gözün manevî temizlik gönlün hu-zur ve itminanı için şart ve elzemdir. İtminan manevî tatminkârlık demek olup gönül huzuru ve sağlığı için şarttır. Aslında mana yönümüzün tamir ve tathiri (te-mizliği) öncelikle maddemizin temizliği ile çok yakından alakalıdır.
Asırların gönül mimarlarından olan Hüccet'ül-İslam İmam-ı Gazali'nin şu enteresan tesbiti ne kadar da an-lam yüklüdür.
"Gıdalar hangi cinstense onlardan meydana gelecek enerji ve eserler de o cinstendir. Haram gıda hayırlı iş ve amellere vesile olamaz. Gıdalar tohum mide ise tarla hükmündedir. Oraya ne ekilirse o biçilir.”
Muaz er-Râzi: "Faideli iş ve ameller Allah'ın kurtuluş hazinelerinden biridir dua bu hazinenin kilidi helal lokma da anahtarıdır.”der.
Midenin edebini de gözetmek ayrıca sıhhi ve dini bir vecibedir. Meşru malımızı bir sınır ve hesap gözetme-den midemize doldurmamız da aynı şekilde gayri meş-rudur.
Dolu mide şuûr faaliyetlerini zaafa uğratır aklı ve id-raki azaltır basireti giderir. Şehveti marazî hale sokar iş ve hareketlerde itidal ölçülerini bozar beden ve organ-ların sükûnet ve huzurunu ihlâl eder taşkınlıklarına se-bep olur. Haddi ve hukuku tecavüze zorlar. İhtiyacı aş-mayan miktarda yenilirse o âza ve beden sakindir. Bu sebeple Üstad Ebû Cafer:
" Mide öyle bir uzuvdur ki o aç olursa diğer aza da tok o tok olursa diğer aza aç yani azgın olur.” der.
Oburluk ayrıca hantallık tembellik başarısızlık se-bebi mariz (hasta/hastalıklı) bir hayatın da müsebbibi-dir. Nitekim bir Hadis-i şerifte:
"Dertlerin kapısı mide çok yemek devaların yolu him-ye perhiz az yemektir.” buyrulmuştur.
Çok yemek lüzumsuz ve faidesiz meşguliyetlere ve bağlılıklara da yol açar. Zevk ve sefaya düşkünlük mey-dana getirir.
Genellikle”Oburun ölümünün dahi sıkıntılı olduğu” bildirilmektedir. Bu hususlar göz önüne alınınca mi-denin başta kalb olmak üzere bütün ruh ve maddi ha-yatın gidişi üzerinde ne kadar mühim tesirleri olduğu anlaşılmaktadır.
Kalbin salahı zihni hayatın sıhhati ve şahsiyetin sela-meti için mide üzerinde durmak ona giren malzeme-nin maddî ve manevî temizliğine ve haddi asla aşma-masına azamî dikkat ve riayet hayatî bir zorunluluk halini almış olur.