Gümüşhane Efsaneleri
Tomara Şelalesi'nin efsanesi
Dikmetaş Efsanesi
Bir zamanlar bu dikme taşın yerinde bir ot yığını durmaktadır.O yıl zorlu bir kış geçiren yöre halkı çok zor durumda kalır.Hayvanları bir bir ölmektedir.Besicilerden biri ,ot sahibine gider ve ot ister.Adamın gözü besicinin kızındadır. "Kızını verirsen olur" der.Besici eve döner durumu kızına anlatır.Kız,babasının çok güç durumda olmasa böyle bir şey istemeyeceğini bildiğinden çaresiz razı olur ama içinden de
Estir kaba yel estir
Bu gün dağlara destur
Gavurun yığının
Sabahınan taş kestir.
diye beddua eder.
O gece bir güney yeli karları eritir ve çevreyi otlar bürür.Ot sahibinin yığınıda taşlara döner.
Taşa yakından bakanlar onu ot yığınına benzetmesi bu olayın delili olarak gösterilir.
GÜMÜŞ KIZ EFSANESİ
"Bir zamanlar bu bölge'nin bir Bey'i, Bey'in GÜMÜŞ adında güzel bir kızı varmış. Kızın güzelliği dillere destan. Şöyle salına salına bir çıktı mı, herkesin gözleri kamaşır, yüreği hoplarmış. Kızı, Komşu Beylerden isteyen çokmuş, ama, onun gönlü, ne Bey'de, ne Paşa'daymış. O fakirliğine fakir, fakat yakışıklı, yiğit bir delikanlıya aşıkmış.
Gel gör ki, Babası : "İlle de Beyler'den biriyle evleneceksin" diye tutturmuş. Gönül bu, ferman dinler mi ? Kız: "Ölürüm de varmam" demiş. Bey, bakmış olacak gibi değil, biricik kızına da kıyamamış, Gümüşhane'nin bulunduğu yerde, gümüşten bir köşk yaptırarak, kızını bu gümüş köşke kapatmış. Kızcağız ömrünün çilesini bu köşkte doldurmuş, aşkının karşılığını böylelikle ödemiş. Altın sarısı sırma saçları gümüş gümüş tel oluncaya kadar...
Sonra bir şehir kurulmuş burada, adına da "Gümüşhane" demişler.
BÎR EFSANEDE ŞÖYLE
Tarih Öğretmeni Şeydi Köktürk'ün 12 Ağustos 1943 tarihli Gümüşeli, Gazetesi'nde "Gümüşhane Üzerine" başlıklı yazısından :Şeydi Köktürk, Annesi, Değirmenbahçesi'nden Hayriye Ekinci'den ve Canca Mahallesi'nden Hanımoğlu Battal Ağa'dan dinlendiğine göre:
Canca Kal'ası Komutanı, Gümüş Dağ'da, gümüş bir sarayda otururmuş. Bu Komutan'ın bir tek kızı varmış. Bu kız bir dünya güzeliymiş. Güldükçe güller açılır, ağladıkça gümüşler saçılırmış. Adı da zaten "Gümüş Kız" mış.
Bu kız, her gün gümüş nalınlar giyer, gümüş testisini eline alır, gümüş dağdan iner, gümüş tasla, gümüş testisine su doldurur, dönermiş. Bu gidiş gelişlerde, ter bıyık bir çobana âşık olmuş. Oysa ki babası onu, kendi Komutanları'ndan birine verecekmiş. Öyle ya ! Develer bile yolda giderken zilleri, "Dengi dengine ! dengi dengine !" der de vurur. Koca Komutan, bir çoban parçasına, dünya güzeli kızını nasıl versin ? Eller ne der sonra! vermemiş.
Kız deli-divâne dağlara vurmuş. Babası ne dediyse, ne ettiyse yola gelmemiş, O'na "He! " dedirtmemiş. Ne yapayım, ne edeyim, derken tutmuş bir yerde kızına gümüşten bir saray yaptırmış, yüreğine taş bağlayarak da, dünya güzeli kızını bu saraya hapsetmiş. Derler ki bugünkü Musalla deresi, bu gümüş kızın göz yaşları imiş. Gümüşhane, adı da ordan kalmış.