Din, kâinatı yaratan Allah’ın kullarına gönderdiği bir nizamdır.
14 asırlık İslam tarihi içinde Müslümanlar tatlı ve acı günler yaşamıştır. En acı günlerde, en büyük adamlarını yetiştirmiştir. Sıffin Savaşı’nı müteakip, ‘müçtehit imamlar’ devri başladığı gibi, Emevi-Abbasi çekişmesi de âlimlerin ve ariflerin yetişmesine mâni olmadı.
Moğol istilasında ilmin zirvesine tırmanan İslam âlimleri kadar, Selçukluların yıkılışında Gazali, Yunus, Mevlânâ gibi dâhiler de vardı. Nihayet Osmanlıların en karanlık günlerinde Namık Kemal, Ahmet Naim, Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi, Bediüzzaman yetişmedi mi?
Görülüyor ki en kötü devirlerde bile en büyük adamların yetişmesi mümkündür.
Günümüz Türkiye’sinin hali geçmişteki kötü günlerden daha kötü değil. Hatta Türkiye’de dinliye ve dinsize tanınmış öyle bir hürriyet var ki, belki böyle bir hal bir daha ele geçmeyecektir.
Bir millet ailede, müessesede ve devlette sarsıntı geçirse bile dindarlar, dalalet denizinde sünnet-i seniyye gemisine binerek kurtulabilir.
Unutmamak lazımdır ki, karanlıkta yıldızlar daha iyi parlar.
“Ortam kötü, dindar olamıyorum, dinimi gereği gibi yaşayamıyorum” diyenleri ben anlamıyorum. Ortamın kötülüğünden bize ne? Biz inandığımız gibi yaşarız.
Çevreden, ortamdan etkilenmemek mümkün mü?
Haramı istemeyen adam hayal edemiyorum! Peygamberler, arifler hariç.. Kahramanlık, harama bulaşmamaktadır. Haramlar çok cazip; onun için cennet gibi bir mükâfat veriyor bize Allah. Yani ortamdan etkilensek bile, yine inancımızın gereğini yapacağız.
İşçiler çırpınıyorlar ki, müdürlerinin sözüne olan bağlılıklarını göstersinler. İnsanlar da her şartta Allah’a itaat etmelidirler ki, imanlarının alâmetini göstersinler.
Helal dairede elbette ki dünyayı seveceğiz, yaşama zevkimiz olacak.
Ağaç dallarını bükmüş, yapraklarını sarkıtmış. İki teneke suyu götürüp döktü mü, yapraklar düzelir.
Koyunlar, sıcak bastırdı mı otlamazlar. Onları gölgeye çekmek lazım, canlansınlar diye… Görülüyor ki, her canlı kendi ihtiyacını bilerek veya bilmeyerek istiyor. Mü’minin de ruhu ibadet ister ki rahatlasın. Ruhla beden bir araya gelince adam oluyor. Ruhla beden ayrılınca adam ölüyor.
Bu ortamda Müslüman ruhen inkişaf etmek istiyorsa, kitap okusun. Kitap şöyle okunacak; “Acaba bu kitap bana ne söylüyor?”
İnsanları iyi seçmek lazım. Herkesle sohbet edilmez. Herkesle oturulup kalkılmaz. Âlimleri ziyaret etmek, ruhumuza olumlu tesir eder. Sisli, sıkıntılı bir havadan kurtulup, çiçekli, yemyeşil bir bahçeye girmek gibidir âlimleri ziyaret etmek.
İnsan geçici zevklere aldanmamalı. Allah’ın vaat ettiği zevklere odaklanmalı.
Şimdiki ortam insanları imtihana çekiyor. Hadi bakalım, kim samimi Müslüman?
14 asırlık İslam tarihi içinde Müslümanlar tatlı ve acı günler yaşamıştır. En acı günlerde, en büyük adamlarını yetiştirmiştir. Sıffin Savaşı’nı müteakip, ‘müçtehit imamlar’ devri başladığı gibi, Emevi-Abbasi çekişmesi de âlimlerin ve ariflerin yetişmesine mâni olmadı.
Moğol istilasında ilmin zirvesine tırmanan İslam âlimleri kadar, Selçukluların yıkılışında Gazali, Yunus, Mevlânâ gibi dâhiler de vardı. Nihayet Osmanlıların en karanlık günlerinde Namık Kemal, Ahmet Naim, Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi, Bediüzzaman yetişmedi mi?
Görülüyor ki en kötü devirlerde bile en büyük adamların yetişmesi mümkündür.
Günümüz Türkiye’sinin hali geçmişteki kötü günlerden daha kötü değil. Hatta Türkiye’de dinliye ve dinsize tanınmış öyle bir hürriyet var ki, belki böyle bir hal bir daha ele geçmeyecektir.
Bir millet ailede, müessesede ve devlette sarsıntı geçirse bile dindarlar, dalalet denizinde sünnet-i seniyye gemisine binerek kurtulabilir.
Unutmamak lazımdır ki, karanlıkta yıldızlar daha iyi parlar.
“Ortam kötü, dindar olamıyorum, dinimi gereği gibi yaşayamıyorum” diyenleri ben anlamıyorum. Ortamın kötülüğünden bize ne? Biz inandığımız gibi yaşarız.
Çevreden, ortamdan etkilenmemek mümkün mü?
Haramı istemeyen adam hayal edemiyorum! Peygamberler, arifler hariç.. Kahramanlık, harama bulaşmamaktadır. Haramlar çok cazip; onun için cennet gibi bir mükâfat veriyor bize Allah. Yani ortamdan etkilensek bile, yine inancımızın gereğini yapacağız.
İşçiler çırpınıyorlar ki, müdürlerinin sözüne olan bağlılıklarını göstersinler. İnsanlar da her şartta Allah’a itaat etmelidirler ki, imanlarının alâmetini göstersinler.
Helal dairede elbette ki dünyayı seveceğiz, yaşama zevkimiz olacak.
Ağaç dallarını bükmüş, yapraklarını sarkıtmış. İki teneke suyu götürüp döktü mü, yapraklar düzelir.
Koyunlar, sıcak bastırdı mı otlamazlar. Onları gölgeye çekmek lazım, canlansınlar diye… Görülüyor ki, her canlı kendi ihtiyacını bilerek veya bilmeyerek istiyor. Mü’minin de ruhu ibadet ister ki rahatlasın. Ruhla beden bir araya gelince adam oluyor. Ruhla beden ayrılınca adam ölüyor.
Bu ortamda Müslüman ruhen inkişaf etmek istiyorsa, kitap okusun. Kitap şöyle okunacak; “Acaba bu kitap bana ne söylüyor?”
İnsanları iyi seçmek lazım. Herkesle sohbet edilmez. Herkesle oturulup kalkılmaz. Âlimleri ziyaret etmek, ruhumuza olumlu tesir eder. Sisli, sıkıntılı bir havadan kurtulup, çiçekli, yemyeşil bir bahçeye girmek gibidir âlimleri ziyaret etmek.
İnsan geçici zevklere aldanmamalı. Allah’ın vaat ettiği zevklere odaklanmalı.
Şimdiki ortam insanları imtihana çekiyor. Hadi bakalım, kim samimi Müslüman?