Günümüzün yeni statü sembolü: stresli olmak

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Stresli olmak, ne zaman bir statü sembolü halini aldı ben de
bilmiyorum. Ama bildiğim, ’stress envy’(stresli olmaya
özenmek) denen durumun, ülkemizde ve dünyada, ruh
hallerini ve sohbetleri, bir salgın gibi sardığı
Stresli olmak, ne zaman bir statü sembolü halini aldı ben de
bilmiyorum. Ama bildiğim, ’stress envy’(stresli olmaya
özenmek) denen durumun, ülkemizde ve dünyada, ruh
hallerini ve sohbetleri, bir salgın gibi sardığı.
Günlük sohbetlerinize, uzun zamandır görmediğiniz kişilerle
aranızda geçen konuşmalara bir bakın. Fark edeceksiniz ki,
birinin sıkıntısını anlatması bitmeden, diğerinin dertli
cümleleri sohbetin içine giriveriyor. Eskiden böyle miydi? Bir
insan stresliyse, öteki ona melisa çayı yapar, veya bir içki
koyar, rahatlatmaya çalışır, ‘aman sen de çok çalışıyorsun ne
gerek var bu kadar kendini yormaya’, ya da ‘boşveer ölümlü
dünya!’ ve benzeri cümleler sarf ederdi. Şimdi ise adeta bir
‘kimin hayatı daha stresli’ yarışı var.
Amerika’da, bildiğim kadarı ile 2000 senesinde ortaya çıkan
‘stress envy’ (stresli olmaya özenmek) kavramı;
koşuşturmanın, çok meşgul olmanın, az uyku uyumanın,
stresten gelen baş ağrılarının, hastalıkların yeni statü
sembolü olması ile ilgiliydi. Telefonu çok çalanın, aynı anda
birçok yeri idare etmeye çalışanın, koşuşturmalar içinde
arkadaşlarına vakit ayıramayanın, kafasında dolaşan bin bir
konudan dolayı sürekli başı ağrıyanın daha akıllı, cool ve
başarılı algılandığı bir dünya bizi bekliyordu.
Ben günümüze ve ülkemize baktığımda, zaten ‘dertlenmeye’
müsait toplumsal yapımızın, bu küresel ‘stress envy’ salgını
ile bir güzel harmanlandığını fark ediyorum. Sanki o meşhur
şarkının ‘dertleri zevk edindim bende neşe ne arar’ sözleri,
bunalımlı kişilerin zihinlerinden buram buram tüterek çıktı,
‘özenilen’ bir ruh hali olarak çoğunluğun yaşamlarında yerini
aldı.
Artık çoğu insan, kendini iyi hissetse bile, dert anlatanları iki
cümleyle teselli edip, mutlaka kendine ait bir sıkıntı yaratıp
anlatıyor.
Çok meşgul olmayan da ya sinemada telefonunu kapatmayı
reddedip sessize alıyor ya da tatile gidesi varsa da ‘işsiz ve
stressiz’ gözükür korkusu ile hafta sonları ile yetiniyor. Şu
cümle artık ‘nasılsın?’ demek kadar yaygın bir hal aldı: ‘Yok
ben öyle bir hafta tatile gidemem sıkılırım. Çalışmadan
duramam. Bana Perşembe-Pazar gitmek bile çok!’ İtiraf
etmeliyim ki, bu cümleyi zaman zaman ben de sarf
ediyorum. Ve sonra acaba ben de mi bu salgınına yakalandım
diye düşünüyorum.
Statü sembolleri, ayakkabılardan, çantalardan, evlerden,
arabalardan, yatlardan çok uzakta, soyut oluşumlarda da
kendini göstermeye devam ediyor. Kim derdi ki bir gün ‘çok
stresli’ ya da ‘çok dertli’ olmak çok havalı bir şey olacak! Bu
gidişle rahatlamak, kafa dinlemek, hatta mutlu olmak
utanılacak bir durum halini alacak gibi gözüküyor. Spa’lar,
dinlenme yerleri, ‘dünyayı soyutlayan’ oteller dikkat! Odada
televizyon, telefon, internet bağlantısı olmaması 2000
yılından önce belki bir artıydı, ama şimdi çoğunluk, masajını
olup rahatlarken, bir yandan çok meşgul hissetmeye ve
gözükmeye devam etmek istiyor. ‘Derdin yoksa çözmen
gereken meselen de yok, bu yüzden eksik bir insansın’, ya da
‘halletmen gereken yüzlerce iş, olman gereken onlarca yerin
yoksa, önemsiz birisin’ algısının yarattığı baskı, insanların
yaşam kalitesini düşürüyor. Sanıyorum insanların kendilerini
daha da stresli hissedip gösterebilecekleri hizmetler,
projeler, iş dünyasında önümüzdeki yılların parlayan yıldızları
olacak. Ne kadar üzücü bir durum!

Yazar: Güneş Mutlu Mavituncalılar
 
Geri
Top