Hayvanları Koruma Günü ile ilgili Tiyatro Oyunu, Skeç, Piyes

Hayvanları Koruma Günü ile ilgili Tiyatro, Skeç, Piyes

HAYVANLAR AÇIK OTURUMU

Kişiler:

  • Aslan
  • Tilki
  • Ayı
  • Tavşan
  • Geyik
  • Kartal
  • Maymun

Dekor:
Arka planda orman manzarası vardır. Kişiler oturaklarda oturmaktadırlar.

(Aslan ortada; Geyik, Tavşan, Kartal bir yanda; Tilki, Ayı, Maymun diğer yanda oturmaktadırlar. Kişiler canlandırdıkları hayvanın maskelerini takmışlardır.)

ASLAN - Değerli arkadaşlar! Biliyorsunuz kuraklık ve yangınlar nedeniyle, ormanımızda büyük bir yiyecek sıkıntısı baş gösterdi. Açlıktan birçok arkadaşımız öldü. Gerçi ölen arkadaşlar biz etçillerin yiyeceği oldu ama, bu geçici bir durumdur. Tüm otçullar ölürse, biz etçiller de aç kalıp ölürüz. Onun için otçulların yaşaması ota, biz etçillerinki de otçulların yaşamasına bağlıdır. Kısacası açlık hepimizin ortak sorunudur, işte bu soruna çare aramak amacıyla burada toplanmış bulunuyoruz... Önce herkes kendi grubunun son durumunu dile getirsin... İzin verirseniz, önce ben kendi grubumdaki son durumu açıklayayım: Efendim, bendeniz şu an çok açım. Önceki gün yediğim geyikleyim...

GEYİK - O yediğiniz geyik benim çok yakın arkadaşımdı. Açlıktan öldü zavallıcık.

ASLAN - Kusura bakmayın Geyik kardeş, ölmüştü artık, ben yemeseydim de çürüyüp gidecekti.

GEYİK - Maalesef öyle, afiyet olsun.

ASLAN -Teşekkürler... Artık kükreyemiyoruz, konuşamıyoruz. Yine de bizim grupta şimdilik büyük bir açlık yok. Evet, sayın Tavşan, önce siz başlayın.

TAVŞAN -Teşekkürler sayın Kral. Böyle bir toplantı düzenlediğiniz için de teşekkür ederim. Efendim, her taraf kupkuru, hiçbir yeşillik yok. Dün yediğim kuru bir yapraklayım. Şu an bir havuca neler vermezdim! Bizim grup perişandır.

ASLAN - Evet, sayın Geyik, sanıyorum siz de perişansınız...

GEYİK - öyle, biz de perişanız. Yer demir gibi. Ağaçlar kupkuru. Dün çok uzaklara gittik. Su kenarında biraz ot bulduk. Biraz olsun açlığımızı yatıştırdık. Dönünce tekrar acıktık. HAlA çok açım. Bir tutam kuzu-kulağına neler vermezdim! Bizimki bize yetmiyormuş gibi, avcıların saldırısına da uğradık. Neyse ki acemiydiler, hiçbirimizi vuramadılar.

ASLAN - Anlıyorum. Sayın Ayı, sizin son durumunuz nedir?

AYI - Kötüdür... iki gün önce sıska bir armut yedim, onunlayım. Oysa eskiden armutların en iyisini yerdik. Bal da yok. Balın tadını unuttuk. Çiçek yok ki bal olsun.

ASLAN - öyle,, arılar da perişan... Sayın Maymun, bakıyorum komiklik yapmıyorsun; durum çok mu kötü?

MAYMUN - Komiklik yapacak hAl mi kaldı? Aç ayı oynamaz...

AYI - öyle, oynamayı da unuttuk.

MAYMUN - İçimiz kan ağlıyor.

ASLAN - Kan deme, dayanamıyorum! Ah, kanlı bir et olsa!.. Evet, sayın Tilki, sizin grup ne yapıyor?

TİLKİ - Kurnazlık yapıyoruz, ama yine de açlıktan kurtulamıyoruz. Ormanda yiyecek bulmak mucize oldu. Köylere gitmek istedik, tavuk falan yakalarız diye; fakat gidemedik, çok uzak, geri döndük, iki gündür bir farecikle duruyorum.

ASLAN - Sayın Kartal, sizin açlık sorununuz olmasa gerek.

KARTAL - Yok. Yok ama, eskisi gibi kolay ve iyi beslenemiyoruz. Çok uzaklara uçmak zorunda kalıyoruz. Ama bu demek değildir ki, biz bu tehlikenin dışındayız.

TİLKİ - Yakınmayı bırakın Kartal kardeş, uçarak başka kıtalara bile gidebilirsiniz.

KARTAL - öyle. Ama sizlerden, doğup büyüdüğüm bu yerlerden ayrılıp gitmek kolay değil.

ASLAN - Evet, arkadaşlar, ne yapabiliriz?

GEYİK - Yapacak bir şey yok, önce biz otçullar öleceğiz.

TAVŞAN - Yiyecek bulmak için dolaşıp birine yiyecek olmak da var.

AYI - Çaresiz, yağmurların yağmasını bekleyeceğiz.

TİLKİ - ölme eşeğim ölme, yaz gelince yonca bitecek...

AYI - Ah, eşeklerin yerinde olsaydım!

ASLAN - Ben de kedilerin... Eskiden ne güzeldi; kahvaltıda tavşan, öğleyin ceylan, akşamleyin antilop yediğim günler olurdu.

KARTAL - Geçmişe mazi, yenmişe kuzu derler...

ASLAN - Ah, bir kuzu olsa şimdi ya da bir çoban!

TİLKİ - Sayın Aslan, hiç insan yediniz mi?

ASLAN - Bundan üç yıl önce bir avcı yedim.

GEYİK - Afiyet olsun, insanlar yangın çıkarmasalardı, bu kadar açlık çekmezdik!

TİLKİ - Onlar benim postumun peşindeler. Bu gidişle postu deldireceğiz.

AYI - Bizleri çizgi film yapmış, televizyonda oynatıyorlar.

TAVŞAN - Onlar şanslı yaratıklar.

KARTAL - Evet, ne yapmayı düşünüyorsunuz?

ASLAN - Yapacak bir şey yok, orman yasası işleyecek...

GEYİK- Yani?

TİLKİ - Güçlüler yaşayacak, zayıflar ölecek!

ASLAN- Daha fazla dayanamayacağım, sayın Geyik, sizi yemek zorundayım.

GEYİK - Bizi tuzağa düşürdün!

KARTAL - Sizi de ben yemek zorundayım sayın Tavşan.

TAVŞAN - Siz etçillere güvenmemeliydik.

AYI - Ben hanginizi yesem acaba? Tilki seni mi? Maymun seni mi?

TİLKİ - Ayı kardeş, benim hastalıklı olduğumu bilmiyorsun. Beni yersen sen de hastalanır, ölürsün!

MAYMUN - İnanma, yalan söylüyor!

AYI - Ya doğru söylüyorsa?

GEYİK - Ne duruyorsunuz, haydi yiyin bizi! Yiyin de bitsin bu ıstırap. Zaten açlıktan öleceğiz. Bugün bizi yiyeceksiniz, ya yarın? Yazıklar olsun size! Size güvenerek geldik buraya. Ama siz kalleş çıktınız. Haydi, saldırın, parçalayın, yiyin!

(Tilki yavaş yavaş uzaklaşır.)

TAVŞAN - Evet, ne duruyorsunuz? Hazır ayağınıza gelmişiz, yiyin bizi! Zaten hep sizin korkunuzla yaşadık. Ne yapalım, biz de böyle güçsüz yaratılmışız. Haydi ne duruyorsunuz, parçalasanıza!

GEYİK - Haydi Tavşan kardeş, biz kalkalım. Eğer akıllarına koymuşlarsa, zaten kurtulamayız. (Kalkarlar.)

ASLAN - Durun, arkadaşlar! Siz cesaret gösterdiniz. Siz gidebilirsiniz. Sizi yemekten vazgeçtik. Biz kimi yiyeceğimizi biliyoruz.

(Geyikle Tavşan uzaklaşırken, Aslan, Ayı ve Kartal Tilki'ye saldırırlar.)

MAYMUN - Her koşulda mert olmak gerek, Dosta dost, düşmana sert olmak gerek! (Perde iner.)


Şerafetfin KARADAĞ
 
GÜVERCİNİM ARTIK ÖZGÜR

(Bilgehan, günlerdir “Süt Beyaz’ı” bekliyordu. O günden sonra dönmemişti. Her gün Kirli’nin, Paçalı’nın, Perçemli’nin yemini, suyunu veriyordu. Süt Beyaz gibi uçup bir daha dönmeyeceklerinden korkuyordu. Bunları düşünürken bir kanat sesi duydu ve Süt Beyaz’ı gördü. Süt Beyaz’ın ayaklarında mavi küçük bir halka takılıydı.)

Bilgehan: (Sevinçle) bunu sana kim taktı? Yaramaz seni! Nerelere gittin?

Anne: Yavrum! Bir ağabey geldi. Kuşu bizim balkona konmuş, onu istiyor.

Genç: (Kümese yönelerek) Hah! İşte teyze, bu benim kuşum.

Bilgehan: Bir dakika ağabey! Nereden senin kuşun oluyor? Bu benim kuşum. Burada bir sürü balkon varken neden buraya geldi sanıyorsun?

Genç: (Sinirli) Çattık belâya ! (Bilgehan’ın annesine yönelerek) Teyze! Söyleyin çocuğunuza da kuşumu versin!

Anne: Bak yavrum! Gerçekten kuşun balkona geldi diye içeri girmene izin verdim; ama sen bu kuşu istiyorsan sanırım, o oğlumun kuşu,

Genç: (Süt Beyaz’ı göstererek) Olur mu teyze? Bakın ayağında mavi halkalar var. Bu benim kuşum.

Bilgehan: (Annesinden cesaret alarak) Halkaları alabilirsin. Halka takmakla kuş senin olmaz tamam mı!

Genç: (Sessizce) Annen olmasaydı görürdün gününü sen. (Çaresizce) Peki, iyi akşamlar.

Anne: Hadi çocuğum sen de Süt Beyaz’ı koy da gel. İçeride Nursel öğretmenin var, beraber yemek yiyeceğiz.

Bilgehan: Tamam annecim, şimdi geliyorum. (Kümesten, eve doğru yönelir, evin misafir odasına geçer.) Hoş geldiniz öğretmenim.

Nursel öğretmen: Hoş bulduk yavrum. Annen hayvanlara karşı olan sevgini anlattı. Seni takdir ediyorum; ama kuşlar uçmaktan hoşlanan varlıklardır. Onları hapsedecek doğal ortamlarından ayırıyorsun. Bu davranışın onlara olan sevginle bağdaşmıyor.

Bilgehan: (Şaşkın bir tavırla) Şey, öğ-ret-me-nim, şeey.

Nursel öğretmen : (Israrla) Haksız mıyım? Sen bu söylediklerimi biraz düşün istersen. Sonra tekrar konuşuruz ha, ne dersin?

Bilgehan: (Düşünceli) Peki öğretmenim.

Bilgehan: (Kendi kendine) Öğretmenim haklı, yarın arkadaşlarımla beraber kuşları uçurmalıyım. Onları biraz olsun özgürlüğüne kavuşturmalıyım.

Anne: Hadi yavrum hâlâ yatmadın mı? Yarın tatil diye çok geç yatmayacaksın değil mi? İyi geceler (Bilgehan’ın üstünü örter ve yüzünü öper.)

Bilgehan: İyi geceler annecim. Yarın kuşlarım için çok güzel bir gün olacak.

Serhat: Günaydın Bilgehan, hadi gidelim.

Bilgehan: (Şaşkın) Ne çabuk geldin, daha çok erken değil mi?

Serhat: Olsun, ben sabırsızlanıyorum. Ümit ve Onur kümeste bizi bekliyorlar.

Bilgehan: Tamam geliyorum o zaman. (Hep beraber kuşları ve geçen seneki yaptığı uçurtmanın ipini alarak sokağa çıkarlar.)

Anne: Bilgehan, geç kalmayın, dikkat edin yavrum.

Bilgehan: (Sevinçle) Tamam annecim. (Sokağa geldiklerinde, Bilgehan ipi dörde bölerek, kuşların ayaklarına bağlar.)

Onur: (Heyecanla) Bence bir iki üç deyip hep birlikte uçuralım. Kimin kuşu daha hızlı uçacak.

Bilgehan: (Sorumluluk sahibi insan edasıyla) Hayır! Olmaz, sırayla. İpler karışır. Kuşların kafaları birbirine çarpar.

Ümit: (Kaygıyla) Ama hiç rüzgâr yok ki!

Serhat: (Alaycı) Koçum bu uçurtma mı? Rüzgârâ ne gerek var.

Bilgehan: (Öfkeli) Sen konuşmazsan olmaz sanki. (Perçemli’yi havaya attı, ipin ucunu sıkıca tuttu.)


Çocuklar: (Hep beraber, sevinçle) Perçemli, ne güzel uçuyor. (Bu sırada kuş tepe taklak oldu ve toprağa çakıldı.)

Bilgehan: (Kalbini dinleyerek) Oh, bir şey olmamış. İpi daha izin tutmak gerekirdi. Bu kadar yeter, tekrar denemeyelim.

Onur : Oyun bozanlık etmesene.

Bilgehan : (Sinirlenerek onun üzerine yürür.) Ben, oyunu kuralına göre oynarım. (Yumruğunu Onur’un karnına getirirken, arkadaşları araya girerler, güvercini alıp eve gelirler.)

Bilgehan : (Huzursuz, sıkılmış, öfkeli bir şekilde evde dolanır.) Ah, Onur seni iyice bir pataklasaydım. Perçemli nasıl acaba? (Bu sırada “Hakka giden, hak uğruna, hak için” diyen bir ses işitir. Güleç, yüzlü dostu Hacı Bektaş-ı Veli, Bilgehan’ın karşısındadır.)

Hacı Bektaş-ı Veli: Ne oldu küçüğüm? Neden böyle üzgünsün?

Bilgehan: (başı önünde eğilerek, fısıldar gibi) Perçemli...

Hacı Bektaş-ı Veli: Perçemli de kim?

Bilgehan: Benim güvercinim. Onları kümeste besliyorum.

Hacı Bektaş-ı Veli: (Gülümseyerek) Sen, hayvanları ne kadar çok seviyorsun küçüğüm. Ne oldu Perçemli’ye.

Bilgehan: (Utanarak) Şeyy! Ayağı biraz aksıyor.

Hacı Bektaş-ı Veli: Vah, vah! Kuşcağıza taş mı attılar acaba? (Her şeyi anlamış tarzda, Bilgehan’ın ellerini tutarak, tatlı dille anlatır.) Sulucakarayörük’te halkımla huzur içinde yaşarken, ismimi duyan uzak illerdeki kişiler benimle tanışmak için yola çıktıklarında yolda çakallarla karşılaşmışlar. Eğlenmek için de yavru çakalı yakalayıp, boynuna çan takmışlar. Diğer hayvanlar ürküp, kaçmışlar. Yavruda boynundaki çanıyla onlara yetişmek için arkalarından koşuyormuş. Bizimkiler de buna görüp gülüyorlarmış.

Bilgehan : (Anlatılanları canlandırarak) Ya! Çok eğlenmişlerdir herhalde.

Hacı Bektaş-ı Veli: (Gülümseyerek) Bunlar yanıma geldiklerinde, dostlarımla bir ağacın altında oturmuş sohbet ediyordum. Yanıma geldiler, ilim irfanımı duydukları için benimle tanışmak istemişler. Hediyelerin verdiler. Ben de onlara “Gönül isterdi ki böyle hediyeli değil de hiçbir canlıya eziyet etmeden gelseydiniz. Beni de yormazdınız” diyerek elimdeki çanı gösterdim. O hayvancıklar size ne yaptı? Neden o yavruya bu çanı taktınız? Çanın sesini işiterek kaçan biçareler nerdeyse ölecekti. Hakka giden hak uğruna hak için hiçbir yerde alnımız terlememişti; ancak onun ardından koşup çanı çıkarana kadar dedim.

Bilgehan : (Şaşkın, büyülenmiş gibi) Peki onları cezalandırdınız mı?

Hacı Bektaş-ı Veli: Yoo, Hayır. Biz kötülüğü bütün gücümüzle önlemeye çalışınız. Güzelliklerin dostuyuz. İnsanlar kusurlu da olsa onları incitmez, hoş görürüz. Onlara yaptıklarının doğru olmadığını anlattım ve eğitimimize aldım.

Bilgehan : (Keyiflenerek) Ne güzel! Kendime kırılmayan, küsmeyen bir dost, kızmayan, zayıf vermeyen bir öğretmen buldum. Hayvanları çok mu seversiniz?

Hacı Bektaş-ı Veli : Yalnız onları değil yavrum. Canı taşıyan tüm yaratılmışları sever, onları kucaklarız, bağrımıza basarız. Dinle bak sana bir şey daha anlatayım. Anadolu’ya yapılan göçlerde Anadolu da değişik din ve inançta olan insanlar yaşardı. Bir gün Kayseri’den Ürgüp’e gidiyordum. Yolumun üzerinde, Hristiyanların yaşadığı Sineson adlı bir köy vardı. Oraya uğramadın edemedim. Hristiyanlar çavdar ekmeği pişiriyorlardı. İçlerinden bir kadın, bir parça ekmek ikram etti. “kusurumuza bakmayın buralarda buğday bitmez, ondan ekmeği çavdardan yaparız.” dedi. Ekmeği yedikten sonra “Bereketli olsun. Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin.” Diye onlara dua ettim.

Bilgehan : (Etkilenerek, utanarak, fısıldar gibi) Ne kadar farklı bir insan. Ben, güvercinlerime eziyet ediyorum. O ise sevimsiz çakallara bile kıyamıyor. Ben, daha bugün birlikte gülüp oynadığım arkadaşıma yumruk atıyorum. O, dili, dini bizden farklı insanları bile sevgiyle kucaklıyor.(Utanarak) Çok iyisiniz.

Hacı Bektaş-ı Veli:

“Malım, mülküm, servetim hepsi evde kaldı,
Eşim, dostum, akrabam geçtiğim yolda kaldı,
Dostlarımdan birisi benden hiç ayrılmadı,
İnanarak yaptığım iyilikler bende kaldı.”​

(diyerek gözden kaybolur.)

Bilgehan : (Bir süre odanın içinde dolandıktan sonra kümese gider) Hadi artık gidin! Dilediğinizce uçun. (Eve tekrar girerek, ağabeyinin odasına girer, yavaşça yanına yaklaşır.) Ağabey! Top oynayalım mı?

Ağabey : Topluca yenen yemeklerde söylenen dua da geçer.

Bilgehan : Vay canına! Demek Anadolu insanı onu unutmamış,

Ağabey: Kimi (çorap topunu eline alır.)

Bilgehan : Hacı Bektaş-ı Veli’yi

Ağabey: Ha, sahi, sen Hacı Bektaş ile ilgili ödev hazırlıyordun değil mi? Bitirdin mi bâri?

Bilgehan : Çoktan hazırladım ben onu ağabey.

Ağabey: Ödevini verdiysen, hâlâ kütüphaneye götürmemişsin! Ya ceza alırsan.

Bilgehan : O benim için ne kadar önemli. Nasıl verebilirim; ama bunu kimseye anlatamam ki. Tamam ya veririz.

Ağabey : Yabancıların tarihi kitaplarında ne yazıyor, biliyor musun?

Hrıstiyanlar Hacı Bektaş-ı Veli’ye büyük yakınlık duyar ve kendisinin “Aziz Charalambas” diye saygıyla anarlarmış.

Bilgehan : (Topu ayağının uçuna yerleştirerek, topa hızla vurur.) Ve goool! (Yumruklarını havaya kaldırmış, farkında olmadan konuşuyordu) Hakka giden, hak uğruna, hak için. Ben Anadolu’nun velisini kimseye kaptırmam.
 
Geri
Top