Hukuk Nedir?

wien06

V.I.P
V.I.P
Hukukun tanımlanması sorunsalı günümüze kadar bütün hukukçuları rahatsız ve meşgul etmiştir. Hukuk yaşamın her alanında var olan bir olgu olduğundan tanımlama sorunu da içinden çıkılmaz bir hale gelmiş ve hatta felsefe dünyasının önde gelen ismi İmmanuel Kant tarafından alaycı bir ifade ile “ Hukukçular, kendi hukuk kavramlarına hâlâ bir tanım aramaktadırlar” sözü ile eleştirilmiştir.

Hukuk sözlük anlamı ile hak kavramının çoğuludur. Ancak hukukun bu kadar basit şekilde tanımlanması sığ ve başarısız bir çaba olacaktır. Hukuku tanımlarken bazı unsurları göz ardı etmek ortaya çıkacak sonucun/ tanımın başarısız, yetersiz olmasına sebep olacaktır. Bu unsurlar hukukun varlık sebepleri olarak formüle edilebilecek kavramlardır.

Hukukun öncelikle varlığı belirli sebeplere bağlıdır. İlkel kabilelerden günümüzdeki modern devlet anlayışına kadar hukuk insan yaşamında artarak yer bulmuş bir olgudur. Bunun belli başlı sebepleri ise;düzen fonksiyonu, adalete ulaşma isteği, toplumsal yaşamı tanımlama gayretidir.

Bu anlamda hukuku birçok eserde;”Toplumun genel menfaatini veya fertlerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak maksadıyla konulan ve kamu gücüyle desteklenen kaide, hak ve kanunların bütünüdür” şeklinde tanımlandığı görülebilir. Ancak bu tanım yukarıda da anılan devlet öncesi toplumları, diğer bir ifade ile ilkel toplumları göz ardı etmesi sebebiyle uygun olmayabilir.

Yukarıdaki tanımdan ziyade, daha yaygın bir tanımlama ile ”hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir” daha uygun ve geniş bir tanımlamadır.

Hukuk kuralları diğer toplumsal yaşamı düzenleyen kurallardan, yani ahlâk, din ve görgü/örf-âdet kurallarında çeşitli yönleriyle keskin bir biçimde ayrılır. Gerçekten insan yaşamını düzenleyen tek kurallar bütünü hukuk değildir. Örneğin din kuralları da insan yaşamını düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlanabilir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki;din kuralları, ahlak kuralları ya da görgü kuralları ile hukuk normları arasında kesin farklılıklar mevcuttur. Her ne kadar bu norm gruplarının her biri insanın yaşamını düzenleme gayreti içinde de olsa düzenleme yöntemleri ve düzen getirdikleri alanlar ayrıdır. Örneğin din kuralları yaşamı, uhrevi ve dünyevi olarak ayırmakla kurallarını bu sisteme göre getirmektedir. Ahlak her ne kadar hukuk gibi var olan yaşamı konu edinse de müeyyide sisteminde hukuktan ayrılarak ”ayıp” gibi sübjektif kavramlara dayanmakta ve müeyyideyi toplumdan manevi olarak ” soyutlanmaya bağlamaktadır.

Bu sırada üzerinde durulması gereken bir diğer konu ise hukukun fonksiyonlarıdır. Hukukun genel olarak;düzen fonksiyonu, adaleti sağlama fonksiyonu, güvenliği sağlama fonksiyonu ve barışı sağlama fonksiyonları vardır.

Adalet zaman içinde evirilmiş bir kavramdır. Gerçekten adalet ilk bakışta eşitlik kavramı ile karışmış biçimde anlaşılmış ve böyle tanımlanmıştır. Hukuk tarihi boyunca adalet;eşitlikçi, denkleştirici, dağıtıcı adalet modellerinden geçerek hakkaniyet (somut olay adaleti) kavramına ulaşmıştır. Bu sebeplerle hukukun öncelikle insanın maddi yaşamı ile ilgili olması, müeyyidenin ”devlet zoru” ile gerçekleştirilmesi ve uygulandığı alan içinde belirli olması hukuku diğer toplumsal yaşama düzenlerinden ayırmaktadır.

Modern devlet anlayışının yaşandığı günümüzde hukukun kaynakları da diğer toplumsal yaşama düzenlerinden farklılık arz etmektedir. Gerçekten hukuk ”kanun”, ”sözleşme”, ”yönetmelik” gibi çeşitli normlar kullanarak düzeni ve adaleti sağlamaya çalışır. Bu kurallar kendi içlerinde çeşitli tasniflere tabi tutulabilir.

Bir hukuk kuralı ya ”emredici” ya ”yedek” ya da ”tanımlayıcı” bir kuraldır. ”yedek” normlar kendi içlerinde ”tamamlayıcı” ve ”yorumlayıcı” normlar olarak yeni bir tasnife tabi tutulabilir. Bu tasnifler hukuk kuralının öncelikle emredici, yani;kuralın her ne şartla olursa olsun uygulanmaktan vazgeçilmesinin mümkün olmaması konusunda yapılır. Bir hukuk kuralı tarafların anlaşması halinde dahi aksi uygulanamaz ise bu kural ”emredici” bir norm olarak sınıflandırılır. Buna örnek olarak; Medeni Kanundaki ”bir kişinin ancak bir kişiyle evlenebileceği” kuralı verilebilir. Yani taraflar anlaşmış olsalar bile ikinci evlilik geçersiz olacaktır. Bazı kurallar ise sadece taraflarca belirlenmemiş hususların nasıl olacağına ilişkindir. Bunlar genelde sözleşmelerin ikincil konularda tarafların sessiz kalması halinde sözleşmenin hükümsüz olmasını engellemeye yöneliktir. Buna örnek olarak yine Medeni Kanundaki mal rejimlerinin seçilme serbestîsi verilebilir. Bu konuda kanun taraflara bir mal rejimini seçme konusunda hak tanımıştır. Ancak tarafların bu hakkı kullanmaması durumunda, yani;tarafların bu hususta sessiz kalması halinde, kanun ne olacağını düzenlemiş ve bu halde tarafların yasal mal rejimini (edinilmiş mallara mallara katılma) seçmiş olacaklarını düzenlemiştir.

Bir ülkenin hukuk düzeni yasama organınca oluşturulan yazlı hukuk kurallarını, yargı kararlarını ve devletin iradesi dışında oluşan genel hukuk ilkeleriyle örf ve adet kurallarını kapsar. Hukuk kurallarının bir diğer tasnifi ise bunları yaratan merciye bağlanarak yapılabilir. Gerçekten her hukuk normu tek bir merciice yaratılmamaktadır. Örneğin yasama erki, kanun yapma yetkisine sahipken, yürütme, yönetmelikler, tebliğler, özelge ve genelgelerle hukuk normları yaratmaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında hukuk normları arasında bir hiyerarşinin bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Gerçekten; Anayasa, kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, yönetmeliklerden daha üstün bir güce sahiptir. Kanunlar Anayasa’ya uygun yapılmak mecburiyetindedir.(A.Y. m. 148)

Yukarıda da belirtildiği gibi, yazılı olsun olmasın, hukuk kurallarını öteki toplumsal kurallardan ayıran en önemli özellik devletin yaptırım gücüyle desteklenmiş olmasıdır. Bununla birlikte iç hukuk düzeninin de uyulması kişilerin isteğine bırakılmış tamamlayıcı hukuk kuralları gibi, uluslar arası ilişkileri düzenleyen kuralları da devletin devletlerin yaptırım gücünden yoksundur. Hukuk, toplumsal ilişkilere bağlı olarak sürekli değişen bir kurumdur.

Devletin giderek artan bir biçimde toplumsal yaşama müdahale etmesi ve bunu hukuk kuralları koyarak gerçekleştirmesi, kişilerin hukuka bağımlılığını artırmanın yanı sıra yazılı hukuk kurallarının karmaşıklaşması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle hukuk ve hukukçuluk aynı zamanda bir uzmanlık alanı ve meslek niteliğini de kazanmıştır. Evrensel nitelikleri nedeniyle uygar toplumların hepsinde geçerli olan ortak hukuk kurallarının dışında her toplumun yaşam biçimi, dünya görüşü, gelenek ve göreneklerine bağlı olarak farklılık gösteren hukuk kuralları da vardır.

Hukuk özü bakımından bir üst yapı kurumu olduğundan, toplumların temel ve yapısal özelliklerine göre biçimlenmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda ekonomik yapının, hukuk düzeni üzerindeki etkisi büyük önem taşır. Bu nedenle kâr amacına yönelik özel girişimciliğe dayalı kapitalist sistemlerde geçerli hukuk kurallarıyla, ekonomik etkinlikleri büyük ölçüde devletleştirmiş olan kolektivist sistemlerde geçerli hukuk kuralları arasında önemli farklar bulunur. Bununla birlikte bazı kapitalist sistemlerde, devletleştirme ve planlı kalkınma gibi kolektivist ekonomi düzenine özgü öğeler yer alabilir;kolektivist sistemlerde de özel mülkiyet ve rekabet gibi kapitalist ekonomi düzenine özgü öğelere sınırlı olarak yer verilebilir. Devletin toplumsal yaşama müdahalesi bakımından özde büyük farklılıklar taşıyan bu iki sistemdeki özgürlük anlayışına bağlı olarak kişilerin irade serbestliğine ilişkin hukuk kuralları da büyük farklılıklar gösterir. Ayrıca azgelişmiş ülkelerin hukuk düzenleriyle gelişmiş ülkelerin hukuk düzenleri arasında da önemli farklar vardır.

Hukuku oluşturan kuralların bir diğer tasnifi ise kuralın olay çözümüne mi, yoksa usulüne mi ilişkin olduğu ile ilgilidir. Bu sınıflandırma ile “maddi hukuk” ve “şekli hukuk” kavramlarına ulaşılır.

Maddi hukuk somut olayı çözmeye yönelmiş, belirli bir konuya ilişkin yargı içeren önermelerdir. Şekli hukuk ise belirli bir olayın çözümünde izlenecek yolları gösteren kurallardır.

Mevcut hukuk kurallarının tümünün ilgilendiği konuyla ilgili olarak tasnifi ile “kamu hukuku” ve “özel hukuk” kavramlarına ulaşılır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bu ayrım uzun zaman önce terk edilmiştir. Bunun sebebi devlet ve bireyler arasındaki ilişkilerin çok çeşitlenmiş ve hukuk normlarının da buna uyum sağlayarak hem “kamu” alanını hem de “özel” alanı aynı anda düzenlemesidir.

Kamu hukuku, devletin organlarının oluşumunu, yetki ve görevlerini, kişilerin bu organlar karşısındaki hak ve yükümlülüklerini düzenleyen kurallardan oluşur. Özel hukuk ise kişiler arasındaki hak ve yükümlülük ilişkilerini düzenleyen kurallardan oluşur. Öğretide kamu hukuku ile özel hukuku birbirinden ayıran özelliklerin bu hukuk alanlarında egemen olduğu kabul edilmektedir. Kamu hukukunda kamu yararı ile özel kişilerin çıkarlarını, birincisinin üstünlüğüne zarar gelmeksizin uzlaştırmaya çalışır. Özel hukuk ise kişilerin birbiri karşısındaki çıkarlarını eşitlik kuralını zedelemeden uzlaştırmaya çalışır. Bu nedenle kamu hukuku öznelerinin özel hukuk özneleri (gerçek ve özel tüzel kişiler) karşısında üstün yetkilerle donatılmış olmasına karşın, özel hukuk özneleri arasında eşitlik kuralı geçerlidir.

Hukukun bir diğer tasnifi ise yine ilgilenilen konuya dairdir. Ancak burada daha sınırlı şekilde bir tasnif yapılmıştır. Bu ayrım ile hukuk disiplinleri oluşmuştur. Medeni hukuk, borçlar hukuku, ceza hukuku, idare hukuku, ticaret hukuku, usul hukuku, taşıma hukuku, banka hukuku, rekabet hukuku, sigorta hukuku bu ayrım içinde sayılabilecek olanların yalnızca bir kısmıdır.
 
Top