• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf oylamasi başladı  BURADAN  En güzel Yapay Zeka resmini seçiyoruz

Hukuk Sistemleri

wien06

V.I.P
V.I.P
Hukuk biliminde biçim, öncelikler ve ilkeler doğrultusunda bazı sistemler ortaya çıkmıştır.


1-Roma Hukuku

Roma Hukuku kamu hukuku veözel hukuk ayrımına dayanmaktadır. Beşeri bir sistem olarak İÖ 7. yüzyılda kurulan Roma İmparatorluğu'nda ve MS 396'da ikiye bölünmesinden sonra Bizans İmparatorluğu’nda hüküm sürmüştür. 5. yüzyılda Justinanus, Corpus Juris Civilis denilen külliyatı toplamıştır. Kıta Avrupa ülkeleri hukuku bu külliyat temeline dayanmaktadır. MS 6.yy.da Iustinianus Batı Roma İmparatorluğunu kaybettiği toprakları yeniden kazanmak ve Roma hukukunun bütün bu topraklarda eski saf haliyle uygulanmasını sağlamak amacıyla çalışmalar başlattı. Bu çalışmalar sonunda bir kanunlaştırma hareketi olan Corpus Iuris Civilis oluştu. Corpus Iuris Civilis 4 bölümden oluşmaktadır. Institiones, Digesta, Codex ve Novella. Institiones ve Digesta'da klasik dönem hukukçularının eserlerinin derlendiğini, Codex'te Iustinianus'a kadarki imparator emirnamelerini, külliyata daha sonradan eklenen Novella'da ise Iustinianus'un emirnamelerini görüyoruz. Glossator'ların (şerhçiler) çalışmaları çağdaş hukuka tesir etmiş, Roma Hukuku'na bağlı ülkelere "civil law" denilmiştir.

Devirleri

Roma hukuku, başlangıcı Roma tarihinin ilk devirlerine kadar uzanan ve milâdî altıncı asırda Jüstinyen'in (Justinianus) kanunlarıyla nihayet bulan uzun bir gelişmenin mahsulüdür. Yani bu inkişafın takriben bin yıldan fazla sürmüş bir tarihi vardır. Bu uzun gelişme çağlarında mezkür hukuk ani değil, tedricî inkılâp ve değişmelere uğramış, mütemadiyen şeklini değiştirmiştir. Öyle ki meselâ cumhuriyet ve prenslik devirlerinin hukuku, Jüstinyen hukukundan derin bir şekilde ayrılmaktadır. Doğrudan doğruya Roma hukukundan ve bu hukukun modern hukuklar üzerindeki tesirinden bahsedildiği zaman daha çok son safhası (Jüstinyen hukuku) kast olunmaktadır.
Umumiyetle Roma hukukunu kavrayabilmek için şu beş devreyi göz önünde bulundurmak gerekir.

1-Roma'nın başlangıcından (M.Ö. 754), milâttan önce dördüncü asra kadar süren "eski hukuk devri". Bazı müellifler bu devre "krallık devresi" demişlerdir. Bu devre hukukunda cezai hükümler çoktur. Hukukî münasebetlerin çoğu, muhtemelen menşeleri rahiplerin dinî hukuklarında bulunan cezai hükümlerin ve kanunların himayesine alınmıştır. Ancak cumhuriyet devrinden önce yazılı bir hukuk mevcut olmayıp teâmülî hukuk hâkimdir. Bu sebeple de mevkür devreye ait bilgiler kat’ı değildir.

2-İkinci Pön harbinden (M.Ö. 200) Prensliğin kuruluşuna kadar devam eden devre. Bazılarına göre bu devre M.Ö. 509 yılında kralların kovulmasıyla başlar ve adına "cumhuriyet devri" denir. Bu devrede hukukî münasebetleri tanzim eden üç nevi kanun ve hukuk kaynağı ile karşılaşıyoruz: On iki levha kanunu, halk meclisleri kanunları ve pretor beyannameleri.
1-On iki levha kanunu M.Ö. 452 yılında yazılı olmayan hukuku tedvin için halk tarafından seçilen on kişi iki yıl çalışarak on iki levhaya, hukukun bütün sahalarına ait maddeleri yazmışlar ve bunlar halk meclislerince kabul edilerek kanunlaşmıştır. Bronz veya tahta yahut da fildişinden olduğu söylenen levhalar Roma'nın en büyük meydanına (Forum Romanum) asıldı ise de 60 yıl sonra Galler'in Roma'yı yağmalamaları sırasında imha edilmiştir. Tarihçi ve hukukçuların naklettiği kısımlardan anlaşıldığına göre 12 Levha Kanunları iki gaye güdüyordu:

Siyasi gayesi: Asillerle halk arasında mümkün olduğu kadar eşitlik sağlamak ve vatandaşları, idarecilerin keyfi davranışlarına karşı korumak. Ancak kanunlar bunu tam manasıyla gerçekleştirememiştir; o devirde asiller ile halk arasındaki evlenme yasağı devam etmektedir.

Hukuki gayesi: Eski teamül hukukunu toplayıp tespit etmek.

On iki Levha Kanunu ibtidâî bir hukuk seviyesini temsil etmektedir. Ayrıca umumiyetle Roma hukukuna hâkim olan "şekilcilik" karakteri burada da kendini göstermektedir. Bazı örnek hükümler: Bir kimse, kendisine borçlu olan vatandaşı hâkim (majistra) önüne götürür, borçlu borcunu ödeyemezse muayyen şekillere riayet ederek ona el kor, evine götürür ve zincire vurur. Muayyen zaman içinde yine ödeyemezse öldürebilir. Veya köle olarak satar. Alacaklı birden fazla ise borçlu, alacaklar nispetinde parçalara ayrılır.

Devlete ve ammeye karşı işlenen suçların çoğuna ölüm cezası verilir: Vatana ihanet, ana veya babayı öldürme, kundakçılık (suçlu kırbaçlanır, zincire vurulur, ateşle öldürülür), yalancı şahitlik (suçlu uçuruma atılır), hâkimin rüşvet alması, üfürükçülük bu suçlar arasındadır.

Bazı suçlar ilâhların mukaddes haklarına tecavüz şeklinde anlaşılır, suçlu cemiyet dışı ve her türlü haklardan mahrum bırakılır. Herkes tarafından öldürülebilir.

Hususî menfaatlere ve şahıslara yönelik suçlarda şahsî intikam usulü caridir. Diyeti kabul etmezse suçlu, zarar görene teslim edilir; o da göze göz, dişe diş şeklinde öcünü alır.

Hırsızlık gece olur, suçu işlerken yakalanırsa hırsız öldürülebilir. Daha hafif durumlarda hırsız yaptığı zararı iki misli ile öder.

Aile reisi babadır. Riyaseti altındakilerin hayat ve ölümlerine şamil bir baba hâkimiyeti vardır. Bazı malların mülkiyetinin devren iktisabı için malın, tarafların, beş şahidin (baliğ Roma vatandaşı) ve bir terazicinin hazır bulunması şarttır. Ve bir seri şeklî muamele cereyan eder.

2-Halk meclisleri Majistra'nın teklifi, çeşitli halk meclislerince kabul edilmekle kanun hükmünü alırdı. On iki Levha Kanunları böyle kabul edilmiş ve daha sonra da bu şekilde birçok kanun çıkarılmıştır.

3-Pretor beyannameleri Pretor bir nevi hâkimdir. M.Ö. 367 yılına kadar kazâî kuvvet, cumhuriyet devletinin en yüksek makamları olan Konsüllerin elinde idi. 367'de şehir dâhilindeki vatandaşların davaları ile meşgul olmak üzere pretorluk makamı ihdas edildi.

Pretor sadece bir hâkim ve adliye memuru değildi. Konsülün halefi olduğu için kaza sahasında Roma devletinin isteğini temsil ederdi. Bu sebeple hukuku inkişaf ettirmek vazifesi de ona aitti.

Önceleri On iki Levha Kanunu'na göre davacının iddiaları jüri tarafından dinlenir, haklı görüldüğü takdirde pretora düşen kanunu tatbik etmek, davalıyı mahkûm eylemekten ibaret olurdu.

Fakat devletin ve iktisadî şartların terakkisi neticesinde eski kanunlar hukukî hayatın tanzimi için kâfi olmaktan çıkmış; hüsnüniyete dayanan şekilsiz muameleler çoğalmıştı. Bunun üzerine "formül usulü" kabul edildi. Bu usule göre taraflar, anlaşmazlık halinde hâkimin kararına tâbi olmaya kendilerini icbar eden bir anlaşma akdediyorlardı. Hâkimi bağlayan bu anlaşma kısa bir formül şeklinde yazılıyordu. Pretor da her yıl riayet edeceği prensipleri beyaz bir levhaya yazarak ilân ediyordu ki buna beyanname manasında "edictum" deniyordu. Beyannamelerde yazılı prensip ile kaideler sonra gelen pretorlar tarafından da tatbik edilebilirdi. Bu şekilde, kanunlar ve teamüllerin yanında bir de pretor hukuku inkişaf etti. Bu hukuk, amme menfaati uğrunda medenî hukuku düzeltmek, ona yardım etmek, onun yerini tutmak üzere pretorlar tarafından konmuş hukuktur.

Umumiyetle pretorlar Roma hukukunu inkişaf ettirmiş, eski dar, şekilci, bazen zalim kaideler yerine daha ileri, insanî prensipler vazetmişlerdir.

3-Prenslik devrinden milâdî üçüncü asrın ortalarına kadar devam eden "klasik hukuk devri". Bazı Roma hukukçularına göre bu devre M.Ö. 27 yılında Augustus ile başlayıp M. 284 yılında Diocletianus ile son bulan "pirenslik" devridir. Prenslik devrinde daha önceki hukuk kaynakları devam etmekle beraber bazı değişiklikler olmuş ve bu arada Senatus (ayan meclisi) kararları önemli rol oynamıştır. Sezar, Senatus ile mücadele edip onu nüfuzu altına aldığı halde evlâtlığı Augustus ona hürmet göstermiş ve muhafaza etmiştir. Senatus'un kanun koyma selâliyeti yoktu, o bir istişare mercii idi. Fakat halk meclislerinin kabul ettiği kanunlar çok defa Senatus'dan gelen teklife uygun olurdu. Augustus ictimâî emellerini gerçekleştirmek için halk meclislerinden istifade etmiş, Roma cemiyetini bozulmaktan korumak maksadıyla evlenmeyi teşvik, köle azat etmeyi meneden kanunları buradan çıkarmıştır. Bu devrede inkişaf eden bir hukuk kaynağı da imparator emirnameleridir. Devrin özelliği icabı pretorun salâhiyeti daralmış, imparatorların iktidar ve salâhiyeti artmış, emir ve beyanları kanun mahiyetini iktisap etmiştir. Yine bu devrede imparatorlar tarafından hukuk âlimlerine, hukuki sorulara cevap verme, açıklama... Salâhiyeti verilmiş, zamanla âlimlerin cevap ve açıklamaları kanun hükmünü haiz olmuş, büyük hukukçular yetişmiş ve eserler vücuda getirilmiştir.

4-Klâsik hukuk edebiyatının birden sona ermesiyle başlayan ve Jüstinyen kanunlarıyla sona eren "Bizans" devri. Daha çok amme hukukunu nazar-ı itibare alanlara göre bu devre M. 284-565 yılları arasında geçer ve "aşağı imparatorluk devri" adını alır. Mutlak kırallık devrinde devletin idaresi tamamen hükümdarın eline geçtiği zaman onun herhangi bir hukukî faaliyeti, şekli ne olursa olsun kanun hükmünü alıyordu. Hukukî lisanın eski ağır ve dar şekli terk ediliyor, vaka’ların münferit olarak halli, hukukun kanunlarla tanzimine tercih ediliyordu. Bunun sebebi kanunların pek çok ve dağınık oluşu idi. Yine bu sebeple kanunların toplanması faaliyetine girişildi. Birçok toplamalar ve tedvinler arasında en önemlisi İstanbul'da İmparator Jüstinyen tarafından yapılanıdır. İmparatorun emriyle I. ve III. asırda yaşamış olan 39 hukukçunun eserlerini 16 kişilik bir komisyon derlerdi. Bu mecmua 30.12.533 tarihinde mer'iyete girdi. Bundan önce ve sonra da önemli toplama ve derlemeler yapılarak mer'iyete kondu. Jüstinyen müdevvenatı dört kısımdan mürekkep olup hepsine birden "Corpus juris Civilis" denir ki "Medenî Hukuk Külliyatı' manasını ifade etmektedir.

5-565'ten 1453 yılına kadar devam eden "Bizans İmparatorluğu" devresi. Jüstinyen'in faaliyetiyle Roma hukukunun bin senelik inkişafı sona ermiştir. İmparatorluğun yıkılmasından sonra XI. asırdan itibaren kuzey İtalya'daki hukuk mektepleri mezkür müdevvenatı ele almış, okutmuş, işlemiş ve modern hukuk üzerindeki tesirini temin etmişlerdir.

Roma Hukukunun Dünya Hukukuna Tesiri: Bugün yürürlükte bulunan hukuk sistemlerinin çoğunun kaynakları arasında Roma hukuku vardır. Almanya, Fransa, İtalya, İsviçre ve dolayısıyla Türkiye gibi memleketlerde hususi hukuk kaidelerinin mühim bir kısmının kaynağını Roma hukuku teşkil etmektedir. Bu tesirin başlangıcı XII. asırda İtalya'da Bolonya Üniversitesindeki tedrisat ile olmuştur. Avrupa'nın çeşitli yerlerinden buraya akın eden talebe, okudukları ve öğrendikleri Roma hukuku mefhumlarını memleketlerine dönüp hâkim oldukları zaman tatbik etmekten çekinmiyorlardı. Bu kapitalist hukuk yeni zamanı hazırlayan ictimâî ve iktisadî şartlara uygun geliyordu. İşte bilhassa İtalya'da tahsil etmiş hukukçular vasıtasıyla Roma hukukunun Batı memleketlerine sirayet etmesine ve onlar tarafından kabul edilmesine "Roma Hukukunun iktibası (reception)" denmektedir. Orta zamanların sonunda kendilerine "Roma İmparatoru" dedirten Alman İmparatorları XV ve XVI. asırda Roma hukukunu kül halinde kabul ettiler ve 1 Ocak 1900'de Alman Medenî Kanunu kabul edilinceye kadar mezkür hukuk yürürlükte kaldı. Roma Hukuku Yunatistan'da da 1940 yılına kadar cari olmuştur. Bugün Roma Hukuku hiçbir yerde doğrudan doğruya yürürlükte değildir. XIX. ve XX. yüzyılda Avrupa ve Avrupa harici devletler, hukukun çeşitli sahalarında millî kanunlar yapmışlardır. Ancak buralarda hususî hukukun kanun ve kaideleri -memleketlere göre az veya çok olarak- Roma hukukundan gelmektedir. Güney ve Orta Amerika ile Asya ve Afrika'nın birçok devleti kanunlarını, Fransız, Alman ve İsviçre kanunlarını model alarak yaptıkları için Roma Hukuku mefhumları bu kanunlarda -dolaylı olarak- yaşamaktadır. Bu sebeple birçok memleketin Hukuk Fakültelerinde Roma Hukuku kürsüleri vardır ve bu hukuk tedris edilmektedir.

2-Ortak Hukuk

Anglo-Amerikan ülkelerinde uygulanan sistemdir. XI. yüzyılda İngiltere'de gelişmiştir.Roma hukuk sistemi gibi hukuku bölümlere ayırmaz ayrıca hukuk yaratıcısı olarak yargıçları görürler. Fakat gelişme ve teknolojinin getirdiği yenilikler yüzünden ortaya çıkan eksiklikler çıkarılan yasalarala giderilmeye çalışılmıştır. Hukuk fakültelerinde Common-law adıyla anılır.

3-İslam Hukuku ( Şeriat )

Şeriat, Arapça kökenli bir sözcük olup; "yol; mezhep; metod; âdet; insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol" anlamına gelir. İslam dinindeki terimsel anlamı ise "ilâhî emir ve yasaklar toplamı", "İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın âyetleri, İslam'ın son peygamberi olan Muhammed'in söz ve fiilleri (sünnet/hadis) ve İslâm bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları hususlara dayanan ilâhî kanun"dur. Bu açıdan anlam olarak din terimine benzeyen şeriat teriminin din teriminden farklılığı kullanım şeklindedir. Zira şeriat, "dinin insan eylemlerine (amel) ilişkin hükümlerinin bütünü", "dinin dışa yansıyan görüntüsü ve dünya ile ilgili hükümlerinin tamamı", "İslam Hukuku" gibi anlamlar için kullanılmaktadır. Kısaca dini hükümlerin bütünü ve dinin dünyevi ve maddi yönü olarak tanımlanabilir. Şeriat sözcüğü şer' (الشر ع) sözcüğü ile aynı kökten gelmektedir. Bu sözcük beyan etmek anlamında olup, şeriat koymak manasında da kullanılır. Şeriat koyana "Şâri'"denir. İslam dininine göre tek şâri' yani şeriat koyucu (yani kural/hukuk koyucu) Allah'dır. Allah'a bundan dolayı "Şâri-i Hâkim" veya "Şâri-i Mübîn" denildiği de olur. Ayrıca, İslam dininde peygamberler Allah'ın hükümlerini yani şeriatını ortaya koydukları ve insanlara haber verdikleri nedeniyle şari olarak anılabilirler. Şeriat sözcüğünün çoğulu "şerâyi"dir. Şerîat kelimesi diğer kanunlar için de kullanılabilir. "Musa'nın şerîatı", "Zerdüşt şerîatı" gibi. Kelimenin terim anlamı Mekke'de inen şu âyette görülür: "Sonra seni bu işte apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Hakkı bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma" (el-Câsiye, 45/18). İslam inancına göre son peygamber olarak kabul edilen Muhammed'den önce de birçok peygamber gelmiştir, bu peygamberlerin çoğunun Allah tarafından yeni bir şeriat yani kanun bütünü ile gönderildiğine inanılır, Muhammed'in getirdiği şeriat ta önceki şeriatların bir devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın şu ayetinde görülebilir: "Allah dini doğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemeniz hususunda Nuh'a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiyede bulunduğumuz dinle ilgili hususları size şerîat olarak koydu” (eş-Şûrâ, 42/13).

Şeriatın Üç Ana Bölümü Klasik İslam hukuku (fıkıh) alimleri, şeriatı üç ana bölümde incelemiştir: İbadetler, muâmeleler ve ceza hukuku.


1-İbadetler: İbadet İslam'da, genel olarak Allah'ın hoşnut ve razı olduğu her çeşit eylemi kapsamına alır. Özel anlamda ise, âyet ve hadislerde özel şekil ve şartları belirlenen ibadetlerin uygulanması kastedilir. Namaz, oruç, hac, zekât ve kurban İslam'daki ibadete örnek olarak verilebilir.

2-Muameleler: İnsanlar arasında medenî, ticarî, ekonomik ve sosyal bütün ilişkileri, insanların devletle ve devletlerin de birbirleriyle münasebetleri bu bölümde yer alır. İslam dini doğumdan ölüme kadar evlenme, boşanma, nafaka, velâyet, vekâlet, vesâyet, miras, alış-veriş gibi toplum hayatının gereği olan tüm medenî muâmelelere ve hatta devletler hukukuna ait hükümler getirmiştir.

3-Ceza hukuku: İslam şeriatının kullanımda olduğu bir İslam ülkesinde, İslam dininin emir ve yasaklarına uymayan ve/veya toplumsal düzeni bozmaya çalışan kimselere karşı verilecek bedeni, mali veya caydırıcı bazı cezai hükümleri kapsar.

İslam Hukukunun ( Şeriatının ) Kaynakları İslam şeriatı klasik olarak temelde dört delile dayanır. Bunlar Şer'i deliller olarak da anılan: Kitap Kur'an, Sünnet, İcmâ' ve Kıyas'tır.

1-Kur'an, içerdiği hükümler

2-Sünnet, (İslam'ın son peygamberi Muhammed'in söz ve fiilleri)

3-İcmâ' (İslam bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları konular)

4-Kıyas, (birbirine benzeyen meselelerin hükümlerinde de benzerlik bulunması)

Fakat azınlıktaki bazı İslam hukuku bilginleri bu dört temel delilden İcmâ' ve Kıyas'ı kabul etmemişlerdir; Zahiri mezhebi gibi. Bir hükmün İslami nitelik taşıması bu kaynaklardan birisine dayanmasına bağlıdır. Şerîat hükümleri Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyastan başka fer'î deliller adı verilen maslahat (toplum yararı), örf ve adet, İslam'dan önceki şeriatlar (Şer'ü men kablena), Sahabe görüşleri (Sahabi kavli) gibi delillere dayanılarak müctehitlerce bir sistem halinde açıklanmıştır. İslam dininin en önemli İslam hukuku bilginlerinden olan; Ebû Hanîfe (ö. 767), Şâfiî (ö. 819), Mâlik b. Enes (ö.795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 855)'in temsil ettiği İslam hukuku (fıkıh) ekolleri şer'î hükümleri bir bütünlük içinde sistemleştirmişlerdir.

4-Sosyalist Hukuk

Rusya komünist devriminden sonra sosyalist ülkelerde uygulanan sistemdir.Daha çok ekonomik koşullara dayanır ve en önemli dayanağı mülkiyet hakkının kişilere değil topluma ait olmasıdır.Bireyler arasındaki özel hukuktan çok toplum çıkarları gözetilmiştir.Ayrıca Marksist ve Leninist düşünceye göre sosyalist hukuk geçici bir durumdur ve toplumu düzenlemek içindir ve toplum komünist düzene geçtiği zaman yaptırıma dayanan bir hukuk sistemine gerek kalmayacaktır.Komünizmin Avrupa'da çökmesinden sonra sosyalist hukuk sistemide olumsuz yönde etkilenmiştir.

5-Devletler Hukuku

Devletlerin birbirleri arasındaki ilişkiyi düzenleyen hukuk dalıdır.Kaynağı temel hukuk ilkeleri, uluslararası andlaşmalar ve uluslararası yargı makamlarının verdikleri kararlardır.Realist anlayışa göre uluslararası hukukun aktörleri devletlerdir.Ancak özellikleAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile devletler, vatandaşlarının da uluslararası mahkemelere başvurmasına izin vermişler ve bu mahkemelerin kararlarına uyacaklarını ilan etmişlerdir. Özellikle ikinci dünya savaşından sonra kurulan birçok uluslararası örgüt kendi hukuklarını evrensel ilkeler doğrultusunda oluşturmakta ve uygulamaktadır.Bunun en somut örnekleri Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği'dir.
 
Top Bottom