John Williams’ın Waterstones ödüllü romanı Stoner, bir öğretim üyesinin hayatını mercek altına alıyor. Romanın genelinde satırlara sinmiş bir hüzün yer alırken okuyucuda da, harcanan bir hayata şahitlik etme hissinin verdiği tuhaf bir duygu oluşuyor.
Stoner, kırsal kesimde büyüyen, büyük hedefleri olmayan bir gençtir. Ziraatle ilgili bir bölümle başladığı üniversitede edebiyatın tadını alınca her şeye bakış açısı değişir; bundan böyle tahsilini edebiyat üstüne devam ettirecektir.Eğitim hayatı, ilk andan itibaren hayal kırıklığı olan evliliği, mesleki hayatı, üniversitede öğretim üyesi olmanın zorlukları, yasak aşkı, kızı ile ilişkisi ve hayatının dramatik sonu çok gerçekçi bir üslupla anlatılıyor.
Bu gerçekçi ve çarpıcı anlatımın yanında romanı okurken zihinde dönen baskın yorum şu oluyor: Hiçbir duygu tam değil. Gerek Stoner, gerek anne-babası, gerekse eşi Edith adeta ruhtan yoksun birer robot gibiler. Ne neşeyi ne kederi tam anlamıyla yaşıyorlar. Hisleri, sinirleri alınmış bedenler sanki. Öyle ki, Edith’in evlenirkenki ya da çocuk istediğini söylerkenki hali bile herhangi bir duygudan uzak. Aynı şekilde evlilik haberine Stoner’ın ailesinin verdiği tepki de sevinçten uzak; fakat tam bir üzüntü de değil bu. Ne var ki bu durum, sanılanın aksine romanı çekici kılıyor.
İyi edebi eserlerin değerinin döneminden geç fark edilmesine artık alıştık; öyle ki Waterstones 2013 En İyi Roman ödülünü, ilk baskısını 48 sene önce yapan bir romanın şu an hayatta olmayan yazarı John Williams’a verdi. Tüm dünyada yankı uyandıran ve kısa süre önce Türkçeye de çevrilen bu kitabı atlamamak gerek.
alıntıdır
Stoner, kırsal kesimde büyüyen, büyük hedefleri olmayan bir gençtir. Ziraatle ilgili bir bölümle başladığı üniversitede edebiyatın tadını alınca her şeye bakış açısı değişir; bundan böyle tahsilini edebiyat üstüne devam ettirecektir.Eğitim hayatı, ilk andan itibaren hayal kırıklığı olan evliliği, mesleki hayatı, üniversitede öğretim üyesi olmanın zorlukları, yasak aşkı, kızı ile ilişkisi ve hayatının dramatik sonu çok gerçekçi bir üslupla anlatılıyor.
Bu gerçekçi ve çarpıcı anlatımın yanında romanı okurken zihinde dönen baskın yorum şu oluyor: Hiçbir duygu tam değil. Gerek Stoner, gerek anne-babası, gerekse eşi Edith adeta ruhtan yoksun birer robot gibiler. Ne neşeyi ne kederi tam anlamıyla yaşıyorlar. Hisleri, sinirleri alınmış bedenler sanki. Öyle ki, Edith’in evlenirkenki ya da çocuk istediğini söylerkenki hali bile herhangi bir duygudan uzak. Aynı şekilde evlilik haberine Stoner’ın ailesinin verdiği tepki de sevinçten uzak; fakat tam bir üzüntü de değil bu. Ne var ki bu durum, sanılanın aksine romanı çekici kılıyor.
İyi edebi eserlerin değerinin döneminden geç fark edilmesine artık alıştık; öyle ki Waterstones 2013 En İyi Roman ödülünü, ilk baskısını 48 sene önce yapan bir romanın şu an hayatta olmayan yazarı John Williams’a verdi. Tüm dünyada yankı uyandıran ve kısa süre önce Türkçeye de çevrilen bu kitabı atlamamak gerek.
alıntıdır