YoRuMSuZ
Biz işimize bakalım...
Zihnin huzura kavuşamaz. Zihin bir şey yapmak zorundadır, yalnız uyanıkken değil, uykudayken bile. Bir gün karını veya kocanı uyurken seyret; iki-üç saat sessiz otur ve yüzü izle. İnsanı değil maymunu göre ceksin. Uykuda bile bir sürü şey devam eder. Zihin meşguldür. Bu uyku derin olamaz, gerçekten gevşetici olamaz, çünkü çalışma devam ediyor. Gündüz devam eder, hiç ara yoktur; zihin aynı şekilde işlemeyi sürdürür. Sürekli bir iç gevezelik vardır; kendinle konuşmayı, içsel bir monologu sürdürürsün ve sıkılmana şaşırmamak lazım. Kendi kendini sıkıyorsun. Herkes sıkkın görünüyor.
Nasrettin Hoca öğrencilerine bir hikâye anlatıyormuş – bunun gibi bir gün olsa gerek. Birden yağmur başlamış ve oradan geçen biri yağmurdan korunmak için Nasrettin’in öğrencileriyle konuştuğu sundurmanın altına girmiş. Yağ murun durmasını bekliyormuş ama kulak misafiri olmadan edememiş.
Nasrettin inanılması güç hikâyeler anlatıyormuş. O kadar saçma şeyler söylüyormuş ki, adam birçok kez lafa karışma mak için kendini zor tutmuş. Fakat düşünmüş taşınmış, “Beni ilgilendirmez. Ben yağmur yüzünden bu sundurmanın altında yım ve yağmur durur durmaz gideceğim. Araya girmeme gerek yok” demiş. Fakat öyle bir an gelmiş ki dayanamamış, kendini tutamamış. “Bu kadar yeter” diye lafa karışmış. “Afedersiniz, beni ilgilendirmez ama artık fazla ileri gittiniz!”
Önce hikâyeyi anlatayım, bu adamın kendini tutamadığı bölümü…
Nasrettin, “Olay gençlik günlerimde, Afrika’nın, Karanlık Kıta’nın ormanlarında geçiyor. Bir gün hemen beş metre öte me birden bir aslan fırladı. Silahım yoktu, hiçbir korunmam yoktu ve ormanda yalnızdım. Aslan gözünü dikti ve bana doğru yürümeye başladı” diyormuş.
Öğrenciler çok heyecanlıymış. Nasrettin bir an durmuş ve yüzlerine bakmış. O zaman bir öğrenci, “Bizi bekletme, ne oldu?” demiş.
“Aslan yaklaştıkça yaklaştı, bir metre uzağıma geldi” demiş Nasrettin.
“Daha fazla bekletme. Ne olduğunu anlat” demiş başka bir öğrenci.
“O kadar basit, o kadar mantıklı ki sonucu kendiniz de çıkarabilirsiniz. Aslan atladı, beni öldürdü ve yedi!” demiş.
Bu noktada, yabancı kendini tutamamış. “Bu kadar yeter. Sen ne diyorsun? Aslan seni öldürdü ve yedi ve sen burada canlı oturuyor musun?” demiş.
Nasrettin adama bakmış, gözünü dikmiş ve “Ha, ha, buna canlı olmak mı diyorsun?” demiş.
İnsanların yüzlerine bak, onun ne demek istediğini anlaya caksın. Buna canlı olmak mı diyorsun? Sıkıntıdan patlamış bir halde, sürükleyerek…
Bir keresinde adamın biri Nasrettin’e, “Çok yoksulum. Neredeyse imkânsız, artık hayatta kalmak âdeta imkânsız görünüyor. Altı çocuğum ve karım, dul bir kız kardeşim, yaşlı annem ve babam, büyük bir ailem ve akrabalarım var. Giderek zorlaşıyor. Bir şey önerebilir misin? İntihar mı etmeliyiz?” diye sormuş.
“İki şey yapabilirsin” demiş Nasrettin, “ve ikisinin faydası olacaktır. Birincisi, ekmek pişirmeye başla, çünkü insanlar yaşamak zorunda ve yemek zorundalar, hep bir işin olur.”
“Ve öteki?” diye sormuş adam.
“Ölüler için kefen yapmaya başla” demiş Nasrettin, “çünkü hayatta olan insanlar ölecekler. Bu iş hep devam edecek. Bu iki iş iyi – ekmek ve ölüler için kefen.”
Bir ay sonra adam geri gelmiş. Daha da umutsuz, çok üzgün görünüyormuş ve “Hiçbir şeyin faydası yokmuş gibi geliyor. Sahip olduğum her şeyi işe koydum, önerdiğin gibi, ama her şey aleyhimde görünüyor” demiş.
“Bu nasıl olabilir?” demiş Nasrettin, “insanlar hayattayken ekmek yemek zorunda ve öldüklerinde de akrabalarının kefen satın alması gerekir.”
“Fakat anlamıyorsun” demiş adam. “Bu köyde kimse hayat ta değil ve kimse hiç ölmüyor. Tek yaptıkları sürüklemek.”
Herkes sadece kendini sürüklüyor, kimse canlı değil ve kim se hiç ölmüyor, çünkü ölmek için insanın önce canlı olması gerekir. İnsanlar sadece sürüklüyor. Yüzlerine bak -başkala rının yüzüne bakmaya gerek yok, aynaya bak, sürüklemenin ne anlama geldiğini göreceksin- ne canlı ne de ölü. Hayat çok güzel, ölüm de güzel – sürüklemek çirkin.
İyi de neden bu kadar yüklenmiş duruyorsun? Çünkü zih nin sürekli gevezelik etmesi enerjiyi yok eder. Zihnin sürekli gevezeliği varlığında sürekli bir sızıntıdır. Enerji dağılır. Ken dini canlı, genç, diri hissetmeni sağlayacak enerjiye asla sahip değilsin ve eğer genç ve diri ve hayat dolu değilsen, ölümün de çok sıkıcı bir iş olacak.
Yoğun şekilde yaşayan, yoğun şekilde ölür ve ölüm yoğun olduğunda, kendine has bir güzelliği vardır. Tam manasıyla yaşayan, tam manasıyla ölür ve bütünlüğün olduğu yerde güzellik vardır. Ölüm, ölüm yüzünden değil, sen hiç doğru yaşamadığın için çirkindir. Eğer hiç canlı olmadıysan, güzel bir ölümü hak etmemişsindir. Hak edilmesi gerekir. İnsanın öyle bir şekilde, o kadar tam ve bütün yaşaması gerekir ki, parçalar halinde değil bütünüyle ölebilsin. Bir parça ölür, sonra başka bir parça, sonra başka bir parça ve ölümün yıllar sürer. Bütün olay çirkinleşir. İnsanlar canlı olsaydı, ölüm güzel olurdu. Bu içsel maymun canlı olmana izin vermez ve bu içsel maymun güzel ölmene de izin vermeyecektir. Bu sürekli gevezeliğin durdurulması gerekir.
Nasrettin Hoca öğrencilerine bir hikâye anlatıyormuş – bunun gibi bir gün olsa gerek. Birden yağmur başlamış ve oradan geçen biri yağmurdan korunmak için Nasrettin’in öğrencileriyle konuştuğu sundurmanın altına girmiş. Yağ murun durmasını bekliyormuş ama kulak misafiri olmadan edememiş.
Nasrettin inanılması güç hikâyeler anlatıyormuş. O kadar saçma şeyler söylüyormuş ki, adam birçok kez lafa karışma mak için kendini zor tutmuş. Fakat düşünmüş taşınmış, “Beni ilgilendirmez. Ben yağmur yüzünden bu sundurmanın altında yım ve yağmur durur durmaz gideceğim. Araya girmeme gerek yok” demiş. Fakat öyle bir an gelmiş ki dayanamamış, kendini tutamamış. “Bu kadar yeter” diye lafa karışmış. “Afedersiniz, beni ilgilendirmez ama artık fazla ileri gittiniz!”
Önce hikâyeyi anlatayım, bu adamın kendini tutamadığı bölümü…
Nasrettin, “Olay gençlik günlerimde, Afrika’nın, Karanlık Kıta’nın ormanlarında geçiyor. Bir gün hemen beş metre öte me birden bir aslan fırladı. Silahım yoktu, hiçbir korunmam yoktu ve ormanda yalnızdım. Aslan gözünü dikti ve bana doğru yürümeye başladı” diyormuş.
Öğrenciler çok heyecanlıymış. Nasrettin bir an durmuş ve yüzlerine bakmış. O zaman bir öğrenci, “Bizi bekletme, ne oldu?” demiş.
“Aslan yaklaştıkça yaklaştı, bir metre uzağıma geldi” demiş Nasrettin.
“Daha fazla bekletme. Ne olduğunu anlat” demiş başka bir öğrenci.
“O kadar basit, o kadar mantıklı ki sonucu kendiniz de çıkarabilirsiniz. Aslan atladı, beni öldürdü ve yedi!” demiş.
Bu noktada, yabancı kendini tutamamış. “Bu kadar yeter. Sen ne diyorsun? Aslan seni öldürdü ve yedi ve sen burada canlı oturuyor musun?” demiş.
Nasrettin adama bakmış, gözünü dikmiş ve “Ha, ha, buna canlı olmak mı diyorsun?” demiş.
İnsanların yüzlerine bak, onun ne demek istediğini anlaya caksın. Buna canlı olmak mı diyorsun? Sıkıntıdan patlamış bir halde, sürükleyerek…
Bir keresinde adamın biri Nasrettin’e, “Çok yoksulum. Neredeyse imkânsız, artık hayatta kalmak âdeta imkânsız görünüyor. Altı çocuğum ve karım, dul bir kız kardeşim, yaşlı annem ve babam, büyük bir ailem ve akrabalarım var. Giderek zorlaşıyor. Bir şey önerebilir misin? İntihar mı etmeliyiz?” diye sormuş.
“İki şey yapabilirsin” demiş Nasrettin, “ve ikisinin faydası olacaktır. Birincisi, ekmek pişirmeye başla, çünkü insanlar yaşamak zorunda ve yemek zorundalar, hep bir işin olur.”
“Ve öteki?” diye sormuş adam.
“Ölüler için kefen yapmaya başla” demiş Nasrettin, “çünkü hayatta olan insanlar ölecekler. Bu iş hep devam edecek. Bu iki iş iyi – ekmek ve ölüler için kefen.”
Bir ay sonra adam geri gelmiş. Daha da umutsuz, çok üzgün görünüyormuş ve “Hiçbir şeyin faydası yokmuş gibi geliyor. Sahip olduğum her şeyi işe koydum, önerdiğin gibi, ama her şey aleyhimde görünüyor” demiş.
“Bu nasıl olabilir?” demiş Nasrettin, “insanlar hayattayken ekmek yemek zorunda ve öldüklerinde de akrabalarının kefen satın alması gerekir.”
“Fakat anlamıyorsun” demiş adam. “Bu köyde kimse hayat ta değil ve kimse hiç ölmüyor. Tek yaptıkları sürüklemek.”
Herkes sadece kendini sürüklüyor, kimse canlı değil ve kim se hiç ölmüyor, çünkü ölmek için insanın önce canlı olması gerekir. İnsanlar sadece sürüklüyor. Yüzlerine bak -başkala rının yüzüne bakmaya gerek yok, aynaya bak, sürüklemenin ne anlama geldiğini göreceksin- ne canlı ne de ölü. Hayat çok güzel, ölüm de güzel – sürüklemek çirkin.
İyi de neden bu kadar yüklenmiş duruyorsun? Çünkü zih nin sürekli gevezelik etmesi enerjiyi yok eder. Zihnin sürekli gevezeliği varlığında sürekli bir sızıntıdır. Enerji dağılır. Ken dini canlı, genç, diri hissetmeni sağlayacak enerjiye asla sahip değilsin ve eğer genç ve diri ve hayat dolu değilsen, ölümün de çok sıkıcı bir iş olacak.
Yoğun şekilde yaşayan, yoğun şekilde ölür ve ölüm yoğun olduğunda, kendine has bir güzelliği vardır. Tam manasıyla yaşayan, tam manasıyla ölür ve bütünlüğün olduğu yerde güzellik vardır. Ölüm, ölüm yüzünden değil, sen hiç doğru yaşamadığın için çirkindir. Eğer hiç canlı olmadıysan, güzel bir ölümü hak etmemişsindir. Hak edilmesi gerekir. İnsanın öyle bir şekilde, o kadar tam ve bütün yaşaması gerekir ki, parçalar halinde değil bütünüyle ölebilsin. Bir parça ölür, sonra başka bir parça, sonra başka bir parça ve ölümün yıllar sürer. Bütün olay çirkinleşir. İnsanlar canlı olsaydı, ölüm güzel olurdu. Bu içsel maymun canlı olmana izin vermez ve bu içsel maymun güzel ölmene de izin vermeyecektir. Bu sürekli gevezeliğin durdurulması gerekir.
Osho – “Boş Kayık”