İncir Yaprağı 'fantazisini' bir kenara bırakacak olursak aslında gerçek anlamda kadınlar için iç çamaşırının tarihi milattan önce 2000'lere kadar uzanıyor. Fakat bu dönemlerde yaşayan ve Jacques Laurent tarafindan da bugün görkemli fahiseler olarak tanımlanan Cretan kadınları bu çamaşırları sadece çıplak göğüslerini yukarı kaldırmak kalçalarını vurgulamak ve vücutlarını daha alımlı göstermek için giyiyorlardi.
Eski yunanda kadınlar cüppelerinin altına Zona giyerlerdi. Bu kumaş ya da deriden yapılmış ve tek amacı dişiliği vurgulamak olan korselerdi. Aynı şekilde Romalı kadınlar da üstlerine oturan dar taşlı jartiyer benzeri kemerler giyiyorlardı. Bu jartiyerler o dönemlerde henüz icat edilmemis olan çorapları tutmak için orada değillerdi elbet; onların tek amacı erkeklerin (ya da karşılarında kim varsa onun ! ) arzularını uyandırmaktı. Aynı Greklerde oldugu gibi Romalı erkekler için de jartiyerler eşarplar ve vücudun en değerli kısımlarını örten işlemeli kumaşlar erotik bir özellik taşıyordu. Yüzyıllar boyu devam edecek olan bu yaklaşım bir anlamda fetişist kültürün doğuşu olarak da düşünülebilir. Cestus kasıktan gögüslerin altına kadar olan bölgeyi kaplayan işlemeli korse bir mite göre Venüs tarafindan icat edilmiş ve kendisine şehvetli bir vücut bahşedilmiş olan tanrıça Juno'ya tavsiye edilmiş. Martial bu korseyi hiçbir erkeğin kaçamayacağı bir tuzak aşkın alevlerini tekrar tutuşturacak bir araç olarak tanımlıyor ki kendisi 'Venüs'ün ateşiyle hala sıcak olan' bir cestus'a dokunmanın düşüncesiyle tahrik olur.
Kadınların erkeklerde tutku uyandırmak için geçerli olan bir yolun da cinsiyetler arası doğal farklılıkları vurgulamak olduğunu fark etmeleri yeni bir şey değil. Kadınlar eskiden de kendi iç çamaşırlarını gerçekten farklı bir cins olduklarını sevgililerine devamlı hatırlatmak için kendileri seçiyorlardı. Orta çağlarda iç çamaşırı şimdikinden daha az popüler değildi. Kadınlar külot giymezlerdi çünkü özel bölgelerini yeterince havalandırmalarını ve şöminede ısıtmalarını engellediğini düşünürlerdi. Yine de ortaçağ iç çamasiri için altın yıllardı; bu dönemde iç çamaşırı fetişizm için bir araç haline gelmis ve jartiyer benzeri icatlar özel bir erotik aksesuar olarak kabul edilmişti.
Rönesans'ta İtalyan sanatı Leonardo da Vinci Boticelli Michelangelo ve Raphael gibi tanınmış eşcinsel sanatçıların yapıtlarıyla şekilleniyordu. Bu sanatkarlar kimi zaman fırça ve keski yardımıyla kadın göğüslerine sahip olan başsız erkek vücutları güzel erkeklerin ateşli gözlerine sahip yalın madonnalar gibi çeşitli çapraşık yaratıklar yarattılar. Vertugade ya da Fransız Farthingale'inin (bele takılan ve eteklerin kabarık durmasına yarayan tahta ve seriden yapılan iskeletler yastıklı rulolar) icadıyla iç çamaşırı hızla ilerlemeye başladı. Bu giysinin ortaçağdaki feminen anlamda popüler özelligi olan karnı ortadan kaldırmak ve kadın vücuduna daha erkeksi bir görünüm sağlamak için giyiliyordu. Başka bir deyişle bu iç çamaşırını homoseksüel estetikle aynı çizgiye getirmek için başlatılmış belirgin bir girişimdi. Seksüel eşitliğin hevesli bir savunucusu olan Maria de Medici'nin 'pantaloon' adı verilen kadınların bacaklarını erkekler gibi gösterme isteklerini ortaya koyan bir çeşit paçalı don veya "kalça-sarmalayıcı" modasının önderi olduğu söylenir. Ayrıca bu pantaloon'ların ağ bölgeleri kadınların kendilerini pratik bir şekilde soyunmadan 'erkeklere verebilmeleri' için açıktı. Pantaloonlar kadınları toza soğuğa karşı koruyordu ancak tek kötü yanları attan düşen ya da kayan kadınların bacaklarını ve bazı bölgelerini gözlerden saklıyor olmalarıydı. Homoseksüelliğin yaygın olduğu bir dönemde pantaloonlar sade olmanın tersine kadınların kalçalarını iç oğlanları gibi sergilemelerine olanak sağlıyordu.
Rönesans döneminde vaizler farthingale'leri ve paçalı donları şeytani icatlar olarak tanımlıyorlardı. Sağliklı bir kadınsılığa yani aslında sağlıklı bir çıplaklığa dönüş paçalı donların rafa kaldırılmasıyla son buldu. 17. yüzyılda yerlerini iç eteklere bıraktılar. Bu üste bolca oturan iç çamasırı havanın rahatça dolaşmasına izin veriyordu ve stratejik pozisyonlarına göre isimlendirilmiş üç kattan olusuyordu; 'modeste' (sade) 'fripon' (oyunbaz) ve son olarak da 'la secret' (sir). Artık iç çamaşırına verilen isimler daha dürüsttü en azından iç çamaışırının suçlu maksatlarını ortaya koyuyordu. Dekolte korseye verilen ad ise "la gourgandine" yani edepsiz civelek idi. Montaigne'in tanımına göre bu korse "karnın biraz üstünde son bulan gögüs kafesinin altından gögüslerin alt kısmına kadar olan bölgeyi" örtüyordu. Fransa'da bu korsenin daha cüretli çesitleri silahşör masum kargaşa eşekarısı hadi gel flörtler arsız edepsiz gibi daha teklifkâr ve renkli isimlerin ortaya çıkmasını sağladılar. İlk olarak bir korse yapımcısının vitrininde bir reklam sloganı yer aldı: "Güçlü olanı kontrol et zayıfı destekle ve hatalı olanı düzelt !" Jacques Laurent'in dediği gibi: "Çağlar boyunca kadınlar kalçalarıyla gögüslerini sıkmak tıkıştırmak boğazlamak istemişlerdir; Atinalı kadınların giydiği kuşaklardan bugünkü korselere kadar bu ihtiyaç çeşitli şekillerde karşılanmaya çalışılmıştır."
18. yüzyıl bir çeşit kuş kafesi denebilecek olan pannier yani 'küfe' ile taniştı. Belden asılan pannier sazdan yapılmış çemberler bantlar ve balina kemiklerinden oluşuyordu. Tahrik etmenin uç noktası olarak tanımlanan bu aksesuarlar ahlakçılar tarafindan derhal ateşe tutuldu. Bu ahlakçılardan biri olan Papaz Bridaine moda meraklısı bayanları"pannier'larının rezil ve günahkar ağırlığıyla aşağı çekilerek pişman olmaksızın yaşamak ve ölmek" istemekle suçladı. Papaz bu "tahrik edici tuzağın zavallı mutsuz erkekleri günaha davet etmek" gibi bir özelliği olduğunu söylüyordu. Pannier sadece kalçaları belirginleştirmekle kalmıyor aynı zamanda bedenle giysi arasında bir boşluk yaratarak onları daha teşhirci ve ulaşılabilir bir hale getiriyordu. İlerlemeyi durdurmak mümkün olmadığı için pannierler kısa bir süre sonra yerlerini Fransızca'da 'faux cul' yani yalancı kalça olarak bilinen 'bustle'larla değiştirdiler. Bu çamaşırın kadınlara çok daha rahat bir hareket imkanı vermesi gerekiyordu fakat asıl olarak dikkatleri kadının arkasına topluyordu.
1900lerde kadın kıyafetleri hiç olmadığı kadar sınırlayıcıydı. Elbiseler deli gömleğini andırmakla kalmıyor aynı zamanda iç çamaşırındakı bolluk da kadınları en ufak bir saldırı ihtimaline karşı korumak için kullanılıyordu. Aslında Fransa'nın Belle Epoque'unda iyi yetişmiş bir genç kızın bir kadını andıran herhangi bir yeri yoktu. Örtülü bedenleri garip bir görünüme sahipti; sado-mazohist repertuara kesinlikle dahil edilmesi gereken gerçek bir işkence aleti olan sert bir korse omuzlarından kalçalarına kadar iniyordu. Buna ek olarak uzun bir korse daha birkaç tane eteklik ve bir çift de külot giyiyorlardı. Böyle bir soğanı soymak insanı gerçekten ağlatabilirdi.
Bu kısıtlamalardan kısa bir süre sonra vazgeçildi. Kadın vücudu zırhla korunmalı mıydı ? Bu durumdan da en çok yararlanan kişi çağdaslarının libidoları üzerinden araştırmalar yapan Freud oldu. Diğerlerinden farklı olarak Freud onlarin iç çamaşırına karşı olan tavırlarını ortaya çıkardı ve bu ilk defa tabunun yoldan çıkmak için bir teşvik olarak sunulmasnı sağladı Kadınların zırhı kısa bir süre sonra kayboldu. Dans ederek yavasça soyunmayı içeren "striptiz" doğdu ve Amerikalılar bu sanatın ustaları haline geldiler.Ardından erkek dergileri çıkmaya başladı. Bunlardan biri Playboy'un atası sayılabilecek olan La Vie Parisiene'di. Bu dergi sayesinde erkekler kadın iç çamaşırlarını neredeyse istedikleri kadar yakında inceleme şansına eriştiler. Bu dönem Montmartre'de siyah çorapları köpüklü iç çamaşırlarıyla burjuva erkeklerin utangaçlıklarından kurtulmalarını sağladıkları bir müzik salonunun altın çağıydı.
1914-18 savaşındaki her top patlamasında etek boylari iki santimetre daha kısaldı ve önce alt baldırları daha sonra da dizleri açık bıraktı. Korseler bir süre sonra yerini bele takılan ve direk tenle temas eden jartiyerlere bıraktı. 1800'lü yıllarda karısının 'çorap düşme' sorununa karşı Eyfel Kulesi'nin mimarı Gustave Eiffel'in icadı olan jartiyer ciddi anlamda mutasyon geçirmişti. Kadınlar yeni keşfettikleri özgürlüklerinin tadını çıkararak rahatladı; ata binmeye başladılar tenis oynadılar ve deniz kenarına tatile gittiler. Gereksiz ağırlıklarından kurtulan moda giderek daha hafif hale geldi. Kalın çorapların yerini ipeğe bıraktı. 1930'larda erotizm kendini en çok çorapların bittiği yerle külot arasında kalan o büyülü yerde bir kadının bacak bacak üstüne attığında ya da arabadan indiğinde gözüken o ince ten çizgisinde gösteriyordu.
Sahneye çıkan bir sonraki çamaşır Fransızların hassas "Petit Bateau" külotlarıydı. Bunlar bembeyazdı pamuktan yapılmıslardı ve eğer doğru rüzgara denk gelinirse görülebiliyorlardi. Japon erkekleri için bunlar özellikle de okula giden kizlar üniformalarının altına giydiklerinde birer kült nesneydi. Kadın iç çamaşırı artık açıkça minimuma inmişti; sütyen külot ve çorap askısı. Fakat elbiselerinin altına küçücük seyler giyen ya da hiçbir şey giymeyen kadınlar fetişistlere veya üreticilere hiç çekici gelmiyordu. Bu dönem geçici bir gerileme dönemiydi. Her zamanki gibi moda hayal gücünü yitirdiğinde tasarımcılar ilhamlarını geçmişten aldı. Bu durumda gecenin kadınları tarafindan giyilen siyah dantelli iç çamaşırları ve Fransız Kankan dansçılarının firfirlı külotlarının nostaljik hatırası ilham kaynağı oldu. Böylece Viktoryen iç çamaşırının ve "Coucher d'Yvette"in dönüşü gerçeklesmiş oldu. Çorap askıları yani jartiyerler daha nazik hale geldi ve artık çıkarılmak üzere giyilmeye başlandı. Aynı zamanda yeni bir figür erkeklerin zihnini mesgul etmeye basladi: Vamp. İki bayılma nöbeti ve üç geleneksel reddedişten sonra çözülen kadınlar kaybolurken Femme Fatale "Mavi Melek" yeni seks sembolü haline geldi.
Ne yazik ki dünya yeni bir savaşa girmek üzereydi bu yeni durumu keşfetmeleri için pek zamanları olmadı. Şehvet meraklıları için de bu yıllar karartma yıllarıydı. İç çamaşırı endüstrisi ürünleri için yeni materyaller elde edemiyordu ve paraşütler çorap askılarından çok daha önemli hale gelmişti. Şehirlerde kadınlar savaş öncesinde aldıkları iç çamaşırlarıyla idare etmeye çalışıyor ya da boyayla çoraplarının rengini değiştirmeye çalışıyordu; bacağın arkasına boydan boya kalemle çizilen yalancı bir dikiş bu değişimlerdeki son noktaydı. Askerler ise iç çamaşırı giymiş pek de sanatsal değeri olmayan iç çamaşırlı kadın resimlerini ranzlarına uçaklarının levyelerinin kenarlarına jiplerinin güneşliklerine 'iğnelediler'. Böylece 'pin-up' kızları da doğmuş oldu. Daha sonra 'pin-up' bir tarz olarak illüstrasyon sanatında yerini alacaktı.
İkinci Dünya Savaşı'nın bitişi yeni bir refah dönemini ve Christian Dior'un devrim yaratan Yeni Görünüm'ünü beraberine getirdi. 1947'de uzun süren lüks esyalardan zoraki olarak kaçınma dönemi yerini iç çamaşırı için büyüyen bir talebe bıraktı. Savaş zamanında olduğu gibi gögüsler artık gizlenmiyordu tam tersine bir güvercin gibi ipeğin içine yerleşiyordu. Howard Hughes yarım kaplı sutyeni icat etti ve bununla birlikte Jane Russell'i Hollywood dünyasına kazandırdı. Artık iç çamaşırı modası gümüş perdeden takip edilebiliyordu. Filmciler kısa zamanda ufak iç çamaşırlarının tamamen çıplak olmaktan çok daha müstehcen oldugunu fark ettiler. O zamandan sonra her film yıldızı sansüre karşı süregelen bu gizli savaşta külotları veya çorap askılarıyla göz kamaştırıcı ve sarsıcı gözükerek yerini aldi. Sahnede bir soyunma hali başlı başında bir film ve soyunma hareketi de başlı başına bir son olabilirdi. Fellini'nin striptiz sahnesi (La Dolce Vita'daki Nadia Gray) Vittorio De Sica'ninki (Dün Bugün ve Yarin'daki Sophia Lauren) kadar anılmaya değerdir.
Sansürün kısıtlamaları ve film yapımcısının becerikliliği arasındaki gerilimin somutlaşmış bir hali Femme Fatale'dir. Örneğin Joseph von Sternberg'in Mavi Melek filmindeki Lola-Lola� Emil Jannings tarafIndan oynanan bağnaz Profesör Unrath bir ölümlüdür ve Marlene Dietrich'in baştan çıkarmalarına karşı koyamaz. Dietrich seksi bir jartiyerin içinde kendi zehiriyle kaplı bacaklarıyla Vamp kadının somut bir örneğidir. Bu uyanış esnasında Bob Fosse'un Kabare'si Fassbinder'in Maria Braun Evliliği ve devam filmi Lola... Marlene Dietrich'ten daha iyisini yapmaya çalışan Lisa Mineli Barbara Sukowa Hana Shygulla May Britt ve Hildegard Kneff Dietrich'in paha biçilmez eşyaları olan jartiyerlerini ve siyah çoraplarını kullanmaya devam etmişlerdir.
Kınamalar ne kadar şiddetli olursa yapılan iş o kadar iyidir. Kardinal Spellman St. Patrik Katedralinin mezarlarını sarsan bir açıklamada bulundu; "bu filmi seyretmeye cüret eden kimse bu utanmaz kadına bakan kimse ölümcül bir günah işler. Tanrıdan korkan bu ülkede bu kadar igrenç tiksindirici ve kaba bir şey gözler önüne serilmemistir." Bu büyük kınama Mavi Melek'e değil başka bir kült filme Elia Kazan'in 1956'da yaptığı Baby Doll'üne yapılmıştı. Kazan'ın işlediği ölümcül günah Carroll Baker'i baby doll içinde başparmağını emerken göstermekti. Kardinal'in bu öfkesi filmin reklam şirketlerince yapılan bütün tanıtımlarının toplamından daha fazla ilgi görmesine neden oldu. Daha sonraları yayınlanan Kinsey Raporuna göre bu parmak emme hareketini takdir edenlerin oranı elere firlamıştı. Ve son olarak da kardinalin tepkisinin en hesaba katılmamış yanı gerçekleşti ve "babydoll" geceliklerinin satışı 25 milyona ulaştı. Kilisenin müdahalesi sayesinde film endüstrisi iç çamaşırının reklamını yapmış oldu.
Bu uygun iklimde iç çamaşırı kendine gelmeyi başardıysa da fırtına bulutları toplanmaya başlamıştı. 1960larda fetişistler için kara bir günde eski bir model olan Mary Quant mini eteği ortaya çıkardı. Açığa çıkan baldırlar jartiyerler için felaket haline geldi. Mini eteğin önüne geçilemez sonucu olarak külotlu çoraplar icat edildi. Fransızca'da Mitoufle olarak bilinen bu tek parça çoraplar külotlarla çorapları birleştiriyordu. Fakat özgürlük gerçekten çok kısa sürdü. Mini etek deli gömleğine bir dönüş gibi olmuştu. Feminist hareket bayrağını açtı: "seks nesnesi olarak kadına hayır" veya "cinsiyetsiz kadınlara çok yaşa". Reklamlar bu fikirlerle yankılandı.
Fakat iç çamaşırı eski suç ortağı olan erotizm olmadan yaşayamaz. Bu dönemde ise bir karşı saldırı gelişmekteydi. Bu yeni modanın estetik olarak bir hatası yoktu. Tam tersine Atinalilar uzun zaman önce genç kadınlara "phaenomerides" yani "baldırlarını gösterenler" diye lakap takmışlardı. Sürgüne yollanan çoraplar kendi kendilerine bacakta duracak sekilde yeniden tasarlanarak geri döndüler. Bu 'stay-up' çoraplar mini etekle giymek için de uygun hale gelmişlerdi çok yükseklere çıkabiliyorlardı. Bunun karşılığında reklamlar külotlu çorapların alakalı alakasız pratik yanlarını övmeyi bıraktı ve çamaşırların bu en zevksizine birazcık da olsa fantezi öğeleri yüklemeye çalıştı.
Eski yunanda kadınlar cüppelerinin altına Zona giyerlerdi. Bu kumaş ya da deriden yapılmış ve tek amacı dişiliği vurgulamak olan korselerdi. Aynı şekilde Romalı kadınlar da üstlerine oturan dar taşlı jartiyer benzeri kemerler giyiyorlardı. Bu jartiyerler o dönemlerde henüz icat edilmemis olan çorapları tutmak için orada değillerdi elbet; onların tek amacı erkeklerin (ya da karşılarında kim varsa onun ! ) arzularını uyandırmaktı. Aynı Greklerde oldugu gibi Romalı erkekler için de jartiyerler eşarplar ve vücudun en değerli kısımlarını örten işlemeli kumaşlar erotik bir özellik taşıyordu. Yüzyıllar boyu devam edecek olan bu yaklaşım bir anlamda fetişist kültürün doğuşu olarak da düşünülebilir. Cestus kasıktan gögüslerin altına kadar olan bölgeyi kaplayan işlemeli korse bir mite göre Venüs tarafindan icat edilmiş ve kendisine şehvetli bir vücut bahşedilmiş olan tanrıça Juno'ya tavsiye edilmiş. Martial bu korseyi hiçbir erkeğin kaçamayacağı bir tuzak aşkın alevlerini tekrar tutuşturacak bir araç olarak tanımlıyor ki kendisi 'Venüs'ün ateşiyle hala sıcak olan' bir cestus'a dokunmanın düşüncesiyle tahrik olur.
Kadınların erkeklerde tutku uyandırmak için geçerli olan bir yolun da cinsiyetler arası doğal farklılıkları vurgulamak olduğunu fark etmeleri yeni bir şey değil. Kadınlar eskiden de kendi iç çamaşırlarını gerçekten farklı bir cins olduklarını sevgililerine devamlı hatırlatmak için kendileri seçiyorlardı. Orta çağlarda iç çamaşırı şimdikinden daha az popüler değildi. Kadınlar külot giymezlerdi çünkü özel bölgelerini yeterince havalandırmalarını ve şöminede ısıtmalarını engellediğini düşünürlerdi. Yine de ortaçağ iç çamasiri için altın yıllardı; bu dönemde iç çamaşırı fetişizm için bir araç haline gelmis ve jartiyer benzeri icatlar özel bir erotik aksesuar olarak kabul edilmişti.
Rönesans'ta İtalyan sanatı Leonardo da Vinci Boticelli Michelangelo ve Raphael gibi tanınmış eşcinsel sanatçıların yapıtlarıyla şekilleniyordu. Bu sanatkarlar kimi zaman fırça ve keski yardımıyla kadın göğüslerine sahip olan başsız erkek vücutları güzel erkeklerin ateşli gözlerine sahip yalın madonnalar gibi çeşitli çapraşık yaratıklar yarattılar. Vertugade ya da Fransız Farthingale'inin (bele takılan ve eteklerin kabarık durmasına yarayan tahta ve seriden yapılan iskeletler yastıklı rulolar) icadıyla iç çamaşırı hızla ilerlemeye başladı. Bu giysinin ortaçağdaki feminen anlamda popüler özelligi olan karnı ortadan kaldırmak ve kadın vücuduna daha erkeksi bir görünüm sağlamak için giyiliyordu. Başka bir deyişle bu iç çamaşırını homoseksüel estetikle aynı çizgiye getirmek için başlatılmış belirgin bir girişimdi. Seksüel eşitliğin hevesli bir savunucusu olan Maria de Medici'nin 'pantaloon' adı verilen kadınların bacaklarını erkekler gibi gösterme isteklerini ortaya koyan bir çeşit paçalı don veya "kalça-sarmalayıcı" modasının önderi olduğu söylenir. Ayrıca bu pantaloon'ların ağ bölgeleri kadınların kendilerini pratik bir şekilde soyunmadan 'erkeklere verebilmeleri' için açıktı. Pantaloonlar kadınları toza soğuğa karşı koruyordu ancak tek kötü yanları attan düşen ya da kayan kadınların bacaklarını ve bazı bölgelerini gözlerden saklıyor olmalarıydı. Homoseksüelliğin yaygın olduğu bir dönemde pantaloonlar sade olmanın tersine kadınların kalçalarını iç oğlanları gibi sergilemelerine olanak sağlıyordu.
Rönesans döneminde vaizler farthingale'leri ve paçalı donları şeytani icatlar olarak tanımlıyorlardı. Sağliklı bir kadınsılığa yani aslında sağlıklı bir çıplaklığa dönüş paçalı donların rafa kaldırılmasıyla son buldu. 17. yüzyılda yerlerini iç eteklere bıraktılar. Bu üste bolca oturan iç çamasırı havanın rahatça dolaşmasına izin veriyordu ve stratejik pozisyonlarına göre isimlendirilmiş üç kattan olusuyordu; 'modeste' (sade) 'fripon' (oyunbaz) ve son olarak da 'la secret' (sir). Artık iç çamaşırına verilen isimler daha dürüsttü en azından iç çamaışırının suçlu maksatlarını ortaya koyuyordu. Dekolte korseye verilen ad ise "la gourgandine" yani edepsiz civelek idi. Montaigne'in tanımına göre bu korse "karnın biraz üstünde son bulan gögüs kafesinin altından gögüslerin alt kısmına kadar olan bölgeyi" örtüyordu. Fransa'da bu korsenin daha cüretli çesitleri silahşör masum kargaşa eşekarısı hadi gel flörtler arsız edepsiz gibi daha teklifkâr ve renkli isimlerin ortaya çıkmasını sağladılar. İlk olarak bir korse yapımcısının vitrininde bir reklam sloganı yer aldı: "Güçlü olanı kontrol et zayıfı destekle ve hatalı olanı düzelt !" Jacques Laurent'in dediği gibi: "Çağlar boyunca kadınlar kalçalarıyla gögüslerini sıkmak tıkıştırmak boğazlamak istemişlerdir; Atinalı kadınların giydiği kuşaklardan bugünkü korselere kadar bu ihtiyaç çeşitli şekillerde karşılanmaya çalışılmıştır."
18. yüzyıl bir çeşit kuş kafesi denebilecek olan pannier yani 'küfe' ile taniştı. Belden asılan pannier sazdan yapılmış çemberler bantlar ve balina kemiklerinden oluşuyordu. Tahrik etmenin uç noktası olarak tanımlanan bu aksesuarlar ahlakçılar tarafindan derhal ateşe tutuldu. Bu ahlakçılardan biri olan Papaz Bridaine moda meraklısı bayanları"pannier'larının rezil ve günahkar ağırlığıyla aşağı çekilerek pişman olmaksızın yaşamak ve ölmek" istemekle suçladı. Papaz bu "tahrik edici tuzağın zavallı mutsuz erkekleri günaha davet etmek" gibi bir özelliği olduğunu söylüyordu. Pannier sadece kalçaları belirginleştirmekle kalmıyor aynı zamanda bedenle giysi arasında bir boşluk yaratarak onları daha teşhirci ve ulaşılabilir bir hale getiriyordu. İlerlemeyi durdurmak mümkün olmadığı için pannierler kısa bir süre sonra yerlerini Fransızca'da 'faux cul' yani yalancı kalça olarak bilinen 'bustle'larla değiştirdiler. Bu çamaşırın kadınlara çok daha rahat bir hareket imkanı vermesi gerekiyordu fakat asıl olarak dikkatleri kadının arkasına topluyordu.
1900lerde kadın kıyafetleri hiç olmadığı kadar sınırlayıcıydı. Elbiseler deli gömleğini andırmakla kalmıyor aynı zamanda iç çamaşırındakı bolluk da kadınları en ufak bir saldırı ihtimaline karşı korumak için kullanılıyordu. Aslında Fransa'nın Belle Epoque'unda iyi yetişmiş bir genç kızın bir kadını andıran herhangi bir yeri yoktu. Örtülü bedenleri garip bir görünüme sahipti; sado-mazohist repertuara kesinlikle dahil edilmesi gereken gerçek bir işkence aleti olan sert bir korse omuzlarından kalçalarına kadar iniyordu. Buna ek olarak uzun bir korse daha birkaç tane eteklik ve bir çift de külot giyiyorlardı. Böyle bir soğanı soymak insanı gerçekten ağlatabilirdi.
Bu kısıtlamalardan kısa bir süre sonra vazgeçildi. Kadın vücudu zırhla korunmalı mıydı ? Bu durumdan da en çok yararlanan kişi çağdaslarının libidoları üzerinden araştırmalar yapan Freud oldu. Diğerlerinden farklı olarak Freud onlarin iç çamaşırına karşı olan tavırlarını ortaya çıkardı ve bu ilk defa tabunun yoldan çıkmak için bir teşvik olarak sunulmasnı sağladı Kadınların zırhı kısa bir süre sonra kayboldu. Dans ederek yavasça soyunmayı içeren "striptiz" doğdu ve Amerikalılar bu sanatın ustaları haline geldiler.Ardından erkek dergileri çıkmaya başladı. Bunlardan biri Playboy'un atası sayılabilecek olan La Vie Parisiene'di. Bu dergi sayesinde erkekler kadın iç çamaşırlarını neredeyse istedikleri kadar yakında inceleme şansına eriştiler. Bu dönem Montmartre'de siyah çorapları köpüklü iç çamaşırlarıyla burjuva erkeklerin utangaçlıklarından kurtulmalarını sağladıkları bir müzik salonunun altın çağıydı.
1914-18 savaşındaki her top patlamasında etek boylari iki santimetre daha kısaldı ve önce alt baldırları daha sonra da dizleri açık bıraktı. Korseler bir süre sonra yerini bele takılan ve direk tenle temas eden jartiyerlere bıraktı. 1800'lü yıllarda karısının 'çorap düşme' sorununa karşı Eyfel Kulesi'nin mimarı Gustave Eiffel'in icadı olan jartiyer ciddi anlamda mutasyon geçirmişti. Kadınlar yeni keşfettikleri özgürlüklerinin tadını çıkararak rahatladı; ata binmeye başladılar tenis oynadılar ve deniz kenarına tatile gittiler. Gereksiz ağırlıklarından kurtulan moda giderek daha hafif hale geldi. Kalın çorapların yerini ipeğe bıraktı. 1930'larda erotizm kendini en çok çorapların bittiği yerle külot arasında kalan o büyülü yerde bir kadının bacak bacak üstüne attığında ya da arabadan indiğinde gözüken o ince ten çizgisinde gösteriyordu.
Sahneye çıkan bir sonraki çamaşır Fransızların hassas "Petit Bateau" külotlarıydı. Bunlar bembeyazdı pamuktan yapılmıslardı ve eğer doğru rüzgara denk gelinirse görülebiliyorlardi. Japon erkekleri için bunlar özellikle de okula giden kizlar üniformalarının altına giydiklerinde birer kült nesneydi. Kadın iç çamaşırı artık açıkça minimuma inmişti; sütyen külot ve çorap askısı. Fakat elbiselerinin altına küçücük seyler giyen ya da hiçbir şey giymeyen kadınlar fetişistlere veya üreticilere hiç çekici gelmiyordu. Bu dönem geçici bir gerileme dönemiydi. Her zamanki gibi moda hayal gücünü yitirdiğinde tasarımcılar ilhamlarını geçmişten aldı. Bu durumda gecenin kadınları tarafindan giyilen siyah dantelli iç çamaşırları ve Fransız Kankan dansçılarının firfirlı külotlarının nostaljik hatırası ilham kaynağı oldu. Böylece Viktoryen iç çamaşırının ve "Coucher d'Yvette"in dönüşü gerçeklesmiş oldu. Çorap askıları yani jartiyerler daha nazik hale geldi ve artık çıkarılmak üzere giyilmeye başlandı. Aynı zamanda yeni bir figür erkeklerin zihnini mesgul etmeye basladi: Vamp. İki bayılma nöbeti ve üç geleneksel reddedişten sonra çözülen kadınlar kaybolurken Femme Fatale "Mavi Melek" yeni seks sembolü haline geldi.
Ne yazik ki dünya yeni bir savaşa girmek üzereydi bu yeni durumu keşfetmeleri için pek zamanları olmadı. Şehvet meraklıları için de bu yıllar karartma yıllarıydı. İç çamaşırı endüstrisi ürünleri için yeni materyaller elde edemiyordu ve paraşütler çorap askılarından çok daha önemli hale gelmişti. Şehirlerde kadınlar savaş öncesinde aldıkları iç çamaşırlarıyla idare etmeye çalışıyor ya da boyayla çoraplarının rengini değiştirmeye çalışıyordu; bacağın arkasına boydan boya kalemle çizilen yalancı bir dikiş bu değişimlerdeki son noktaydı. Askerler ise iç çamaşırı giymiş pek de sanatsal değeri olmayan iç çamaşırlı kadın resimlerini ranzlarına uçaklarının levyelerinin kenarlarına jiplerinin güneşliklerine 'iğnelediler'. Böylece 'pin-up' kızları da doğmuş oldu. Daha sonra 'pin-up' bir tarz olarak illüstrasyon sanatında yerini alacaktı.
İkinci Dünya Savaşı'nın bitişi yeni bir refah dönemini ve Christian Dior'un devrim yaratan Yeni Görünüm'ünü beraberine getirdi. 1947'de uzun süren lüks esyalardan zoraki olarak kaçınma dönemi yerini iç çamaşırı için büyüyen bir talebe bıraktı. Savaş zamanında olduğu gibi gögüsler artık gizlenmiyordu tam tersine bir güvercin gibi ipeğin içine yerleşiyordu. Howard Hughes yarım kaplı sutyeni icat etti ve bununla birlikte Jane Russell'i Hollywood dünyasına kazandırdı. Artık iç çamaşırı modası gümüş perdeden takip edilebiliyordu. Filmciler kısa zamanda ufak iç çamaşırlarının tamamen çıplak olmaktan çok daha müstehcen oldugunu fark ettiler. O zamandan sonra her film yıldızı sansüre karşı süregelen bu gizli savaşta külotları veya çorap askılarıyla göz kamaştırıcı ve sarsıcı gözükerek yerini aldi. Sahnede bir soyunma hali başlı başında bir film ve soyunma hareketi de başlı başına bir son olabilirdi. Fellini'nin striptiz sahnesi (La Dolce Vita'daki Nadia Gray) Vittorio De Sica'ninki (Dün Bugün ve Yarin'daki Sophia Lauren) kadar anılmaya değerdir.
Sansürün kısıtlamaları ve film yapımcısının becerikliliği arasındaki gerilimin somutlaşmış bir hali Femme Fatale'dir. Örneğin Joseph von Sternberg'in Mavi Melek filmindeki Lola-Lola� Emil Jannings tarafIndan oynanan bağnaz Profesör Unrath bir ölümlüdür ve Marlene Dietrich'in baştan çıkarmalarına karşı koyamaz. Dietrich seksi bir jartiyerin içinde kendi zehiriyle kaplı bacaklarıyla Vamp kadının somut bir örneğidir. Bu uyanış esnasında Bob Fosse'un Kabare'si Fassbinder'in Maria Braun Evliliği ve devam filmi Lola... Marlene Dietrich'ten daha iyisini yapmaya çalışan Lisa Mineli Barbara Sukowa Hana Shygulla May Britt ve Hildegard Kneff Dietrich'in paha biçilmez eşyaları olan jartiyerlerini ve siyah çoraplarını kullanmaya devam etmişlerdir.
Kınamalar ne kadar şiddetli olursa yapılan iş o kadar iyidir. Kardinal Spellman St. Patrik Katedralinin mezarlarını sarsan bir açıklamada bulundu; "bu filmi seyretmeye cüret eden kimse bu utanmaz kadına bakan kimse ölümcül bir günah işler. Tanrıdan korkan bu ülkede bu kadar igrenç tiksindirici ve kaba bir şey gözler önüne serilmemistir." Bu büyük kınama Mavi Melek'e değil başka bir kült filme Elia Kazan'in 1956'da yaptığı Baby Doll'üne yapılmıştı. Kazan'ın işlediği ölümcül günah Carroll Baker'i baby doll içinde başparmağını emerken göstermekti. Kardinal'in bu öfkesi filmin reklam şirketlerince yapılan bütün tanıtımlarının toplamından daha fazla ilgi görmesine neden oldu. Daha sonraları yayınlanan Kinsey Raporuna göre bu parmak emme hareketini takdir edenlerin oranı elere firlamıştı. Ve son olarak da kardinalin tepkisinin en hesaba katılmamış yanı gerçekleşti ve "babydoll" geceliklerinin satışı 25 milyona ulaştı. Kilisenin müdahalesi sayesinde film endüstrisi iç çamaşırının reklamını yapmış oldu.
Bu uygun iklimde iç çamaşırı kendine gelmeyi başardıysa da fırtına bulutları toplanmaya başlamıştı. 1960larda fetişistler için kara bir günde eski bir model olan Mary Quant mini eteği ortaya çıkardı. Açığa çıkan baldırlar jartiyerler için felaket haline geldi. Mini eteğin önüne geçilemez sonucu olarak külotlu çoraplar icat edildi. Fransızca'da Mitoufle olarak bilinen bu tek parça çoraplar külotlarla çorapları birleştiriyordu. Fakat özgürlük gerçekten çok kısa sürdü. Mini etek deli gömleğine bir dönüş gibi olmuştu. Feminist hareket bayrağını açtı: "seks nesnesi olarak kadına hayır" veya "cinsiyetsiz kadınlara çok yaşa". Reklamlar bu fikirlerle yankılandı.
Fakat iç çamaşırı eski suç ortağı olan erotizm olmadan yaşayamaz. Bu dönemde ise bir karşı saldırı gelişmekteydi. Bu yeni modanın estetik olarak bir hatası yoktu. Tam tersine Atinalilar uzun zaman önce genç kadınlara "phaenomerides" yani "baldırlarını gösterenler" diye lakap takmışlardı. Sürgüne yollanan çoraplar kendi kendilerine bacakta duracak sekilde yeniden tasarlanarak geri döndüler. Bu 'stay-up' çoraplar mini etekle giymek için de uygun hale gelmişlerdi çok yükseklere çıkabiliyorlardı. Bunun karşılığında reklamlar külotlu çorapların alakalı alakasız pratik yanlarını övmeyi bıraktı ve çamaşırların bu en zevksizine birazcık da olsa fantezi öğeleri yüklemeye çalıştı.