İç ve Dış mekanlarda Renk ve Doku seçimi
Doğayı doğa yapan büyük sırlardan biriside dokusudur Çoğu kez doğa, yapısı zengin bir doku örtüsü altında gizlenmiş olarak görünür İlk bakışta doğanın üstünde gerçek yapısından bambaşka bir kabuk, bambaşka yasalarla örtülmüş bir doğa dokusu var gibi gelir Fakat yasalar araştırılırsa, bu doku düzeninin tamamen devinen ve gerçek yapının anlatımından başka bir şey olmayan örgü olduğu görülür Başka bir deyişle, doku örtüsünün altında gizlenen doğanın gerçek yapısını bize çoğu kez yine ışık altında renklenerek beliren bu doku düzeni gösterir
Yerbilim yapısına göre yer yer kayalıklar, yer yer toprak olan arazide, yalnız toprak kümelerinde yetişen bitki topluluklarının oluşturduğu seyrek bir doku bize ye yapısı hakkında bir düşünü verebilmektedir Aynı biçimde volkanik bir kitleyi, kurak bir tarlayı, gevşek ve nemli bir toprağı hep dokuları aracılığı ile sezinleyebiliriz Yapılarına göre doğada türlü dokular biz fışkırma, kuraklık, monotonluk, kısırlık ve verimlilik anlatımını verirler
DOKULARIN ETKİLERİ
Doku, tüm çevresini saran, doğanın ve kişinin yapısını yüzey ve biçimlerini güçle karakterize eden bir öğe olarak karşımıza çıkar Yöremizde her duruk(statik) cismin yapısı, her devingen cismin devinimi, bir doku oluşturmakla bizi dokuları ile etkilemektedir
Doğada dokular çoğunlukla gerçek dokulardır Gözlerimizi kapatarak parmaklarımızı bir ağaç kabuğu, bir portakal yüzeyi üzerinde veya bir kuzunun sırtında gezdirdiğimizde birbirinden ayrı etkilerle uyarılırız Aynı biçimde, karanlıkta bir odada iken parmaklarımızla cam ve duvar yüzeyleri dokuları sayesinde ayırt edebiliriz Bütün yüzeyler, dokunulduğunda bize dokusal duygulanmalar oluşturur Bu sebeple, yüzeylerin kendilerine özgü farklı dokusal etkileri ve değerleri vardır Dokusal değerler nesnenin yüzey niteliğine bağlı olarak etkilenmektedir
Kaba pütürlü dokular,
Orta pütürlü dokular,
Az pütürlü-pütürsüz dokular
Parmakla algılanan gerçek dokular, kişi üzerinde kabalık, yumuşaklık, kaypaklık, soğukluk gibi duygusal etkiler vermektedir Otların, betonun, toprağın, ipeğin, kağıdın, karın ve ağaç kabuğunun dokuları, parmaklarımıza çok ayrı anlamlar verirler Örneğin, bir kumaş mağazasında, bütün alıcılar kumaşlara parmakları ile dokunarak onun yüzey niteliğini anlamak isterler Ancak parmaklarımızla sezinlediğimiz dokunsal sezi yanında gözümüze etki eden görsel sezide vardır Bunlar, renklerle, motiflerle, değerlerle oluşmuş iki boyu öğelerdir
DOKU VE İŞLEV
Doğada geçek doku, çoğu kez bir işlev anlatımıdır Nesne yapılarında da ancak böyle oldu zaman doku bir değer kazanmaktadır Bu konuda da bireyler en büyük yapıtlarını yine doğadan almaktadırlar Doğada canlı ve cansız tüm yaratıklar bir çok işlevlerini türlü dokularla çözmüşler Bunun nedenlerini kendi yasaları içinde yaşama ve sürekliliklerini sürdürmek zorunluluğundandır
Örneğin, kaplumbağanın koruyucu kabuğu, kirpinin dikenli dış yapısı, bukalemunun bulunduğu çevreye uyumu, ısırgan otlarının dokunulduğu zaman rahatsız edici olan dokuları sayesinde korunmalarıdır Bireyler, öykücülüğe ve doğadan örnekler alarak kendilerini korumak için, göze batması istenilmeyen her şeyi dokuları sayesinde uydurmaya çalışmışlardır
Doku, işlev anlatımı olduğu zaman yadırganmaz Bir zımparanın dokusu göze hoş gelebilir Kullanıldığı yere göre belki de görsel etkiler oluşturabilir Fakat dokunduğumuz zaman olumsuz duygularla karşılaşabiliriz Aynı zamanda, iri pütürlü adi sıva iç mekanda kullanıldığı zaman rahatsız edici olur
Doku yardımıyla devinim ve sürtünme işlevini doğa türlü biçimlerde çözmüştür Bu kendi yaşama koşulları içinde tüm canlı yaratıklarda görülebilir Bireylerin erince kavuşmak, içinde rahatça yaşamlarını sürdürmek için işlevlerden doğan yapılarda, mağazalarda çağdaş makine olanakları sayesinde çok türlü nitelikte biçimler oluşturmak olağandır Önemli olan bu değerleri yerli yerinde kullanmaktır
Mimarlıkta, türlü işlevlerin zorunluluğu olarak tüm yapıtlarda doku değerleri ile karşılaşmaktayız Yapının işlevine uygun olarak çevresiyle ve yapısal değerinin belirlenmesi bir gerçektir Çünkü, tüm bu görüntülerde çoğu kez iç işlevleri yansıtan, yönlere ve çevreye uygun bir biçimde çözülmüş olmasıdır Doğada ve tüm yapıt ve teknoloji dallarında olduğu gibi, mimarlıkta da işlevleri sayılmayacak kadar çok olan doku ıraları yepyeni bir bakışla değerlendirilmesi gereklidir
DOKU VE DİRENÇ
Bu güne kadar mimarlıkta kullanılan doku kavramı, sadece gereç ile ilgili bir görsel kavram olarak olagelmiştir Oysa, gerecin dokusu mimarlıkta görsel olduğu kadar statik olarak da katılmaktadır Doku sadece göze hoş gelmekle, sadece görsel olanakların çok çeşitli anlatımlarına erişmekle kalmayıp, aynı zamanda gerecin direnci üzerinde de roller oynamaktadır
Dümdüz bir dokuya iyi iken hiçbir direnimi olmayan birçok gerecin, belirli bir biçimde pütürleşerek, buruşarak, çizgileşerek çok yüksek direnimlere ulaştıkları doğada sıkça görülür
Bu sayısız örneklerden biride deniz kabuklarıdır Tonlarca su ağarlığına direnebilmek için aslında çok ince ve direnimsiz olan kabuk, kendisine uygun bir doku oluşturmuş ve bu sayede yüksek bir direnç kazanmıştır Deniz kabuğunun ilkel çağlardan beri göz önünde duran bu yasalarını insanoğlu milyonlarca yıl sonra, teknolojide kullanacaklardır
Bugün ince gereç ile yüksek direnç elde etmek ancak gerece istenilen dokuyu vermekle mümkün olabilmektedir En yalınç oluklu çinko plaklardan, büyük açıklıkları geçen betonarme dizgelere kadar, doku ile kazanılan direnimler artık hesaplarla matematiksel olarak bulunuyor
İÇ MEKANDA RENK VE DOKU SEÇİMİ
Mimarlıkta mekan, kişiyi, madde ve yüzeyin ortaklaşa etkilediği bir hacim kavramıdır Mekan anlayışına bu iki öğeden biri olan, maddenin gerecinin renk ve doku değerleri önemli katkıda bulunur
İşlevden doğan renk ve dokuda, ışık, devinim, kesilmeler, tekrar, uygunluk-zıtlık, ton-değer gibi üçüncü boyutta yürüyen, bağlanan mekanlarda bu öğelerin aldığı türlü değerlerin yakınlık ve uzaklık bağlantılarının kurulması, kişi önünde çok önemli görsel ve algısal etkiler oluşturmaktadır
İç mekan kavramında uzaklık ve gerecin görsel bir algı olduğu düşünülürse; buradaki uzaklık kavramının, doğrudan doğruya gerecin plastik değerlerine bağlı olarak oluştuğu, mutlak bir kavram olanağından yoksun olduğu görülür Nedeni: sayısal ölçü ile durağan olan uzaklıktaki gerece türlü plastik değerler katkısıyla, görsel uzaklık kavra mı değişebilir
Yani, sayısal uzaklık kavramıyla görsel olarak duyulan uzaklık her zaman aynı değildir Çoğu kez ayrı ayrı biçimlerdedir Bu nedenle, sayısal olarak bir ara kavramı kendini sınırlayan öğeler ile türlü düzenler hep başka türlü uzaklık verirler
Açık-koyu, sıcak-soğuk renklerle elde dilen yakınlaştırıcı ve uzaklaştırıcı uygulamalar yanı sıra, yanı eş dokuları kullanarak elde etmekte olağandır Gerçekte mekanı sınırlayan gereç ile, mekanın kendisi ayrılmaz bir bütündür Mekanı oluşturan gerecin plastik değerleri o mekandan asla kopuk olamaz
Gereci yansıtan bir dokunun uygulandığı durumlarda, mekan içinde yaşayan bireyde fiziki aldanmanın vereceği fiziksel tedirginlik belirir ki, bu da gereç ile mekanın birliğini koparan, ayıran, hemen hemen ilişkilerini kesen, öğe noksanlığını yaratan bir etken olur
Bu nedenle, mekanın sınırlamasında bir fiziki uzaklık vardır ki, bu gerecin fiziksel özelliklerine, değerlerine bağlı olduğu gibi, mekan sınırlamasındaki fiziksel sağlamlığın görsel olarak da belirtilmesi demektir Gerecin, bu gerçek anlatımına kavuşmasına en büyük yardımcısı dokusudur
Başka birçok durum içinde bu böyledir Örneğin, konutlarımızın en dural köşelerinde bile mekan anlayışı açık bir aşama gösterir Artan açıklıklar, yaşama mekanlarının içi ve dışı çözüm bekler Bütün bunlar yapı tasarımı biçimine ve renk kullanışına yankılamaktadır Böylelikle de pencere büyütülmüş ve renkler açılmıştır Böylece mekan, duygusu artan bir hacim kavramını geliştirdi Çağımızda mekan, geçmiş zamanlara nazaran faklı sezinlendiği için mekan içindeki dokuların temel ilkelerinin aynı olma zorunluluğu vardır
Bu nedenle bir mekan dokusunu oluştururken iki ana öpe üzerinde durmamızda yarar vardır
Mekanı oluşturan yüzeylerin biçimlendiği hacimler,
Bu hacimlerde işleve ve gereksinmeye bağlı olarak yer alan gereçler
Bu mekan kavramlarını, çok iyi yaşamak ve gerecin mekan içindeki yerini, o gerecin dokusu ve rengine göre yapacağı ruhsal etkiyi de düşünerek çok iyi bir biçimde tasarlamak zorundayız Böylece mekan ruhla dolmuş ve beslenmiş olur
Mekan kavramı mimarlığın gerçek ilkelerinden biridir Bir anlamda, mimarlık, mekan içinde mekan sanatıdır Bu mekanda, kişi yaşar, devinir, kısacası tüm yaşamını geçirir Sonunda o kişinin kendi çevresinde yaratmak ve içinde yaşamak zorunda olduğu gerçek sanat atmosferinin kendisidir Bu atmosfer, dünyanın her bölgesinde, orada yaşayan topluluklara göre ayrı bir anlatım taşır Bölgenin doğal ve sosyal yapısı bu nedenle önemli bir etmendir
İÇ MEKANDA RENKSEL VE DOKUSAL DENGE
Çok iyi kullanılmış renk ve doku düzenleri bize her zaman aynı hacimsel değerleri vermez Bu nedenle, iç mekanlar arasında bir denge kurmak zorunluluğu vardır Bu da, renk ve doku olaya girmeden yapının ırasına girmeden uygun bir hacimsel denge kurmakla oluşur
İki boyutlu yüzey (düzlem), üçüncü boyuta (biçime) geçerken hacimsel dokuyu oluşturduğunu görürüz Ancak hacimsel dokuyu saptamadan önce, onu oluşturan yüzeyleri şeklini ve bu şekillerin birbirlerine olan akışını çok iyi olarak kurmamız gerekir Örneğin, bir yapıda gerekli yüzeylerden çıkan alanları ve bu alanların kullanılacağı işlevlere göre bir tasarım düşünülür Bu tasarımda, hacimlerin birbirine akışını sağlayan düşey boşluklarla hacimleri dışa bağlayan boşlukların iyi biçimde saptanması gereklidir
Çok güzel dengelenmiş bir hacimde bilinçsiz kullanılan gereç ve renk o hacmi bozabilir Bazen bu hacimsel deneyi yükseklik ayırımları ile veremediğimizde, bu denge renk ve doku düzenlemesi ile ayarlanabilir Örneğin, yüksek bir tavanı koyu renge boyayarak alçak yada alçak bir tavanı açık bir renge boyayarak yüksek gösterebiliriz
Hacimlerin oluşumunda ikinci etkende, bu hacimlerin düzenlenmesinde kullanılan gereçlerin biçimleridir Çünkü istediğim ölçüde düzenli hacimler düzenleyelim, biçimde ve yerinde kullanmazsak hacim kavramı ortadan kalkar Bu nedenle, oylukların düzenlenmesinde, mekanın ırasına ve işlevine bağlı olarak tüm durağan ve devinimli uyuşum içinde olması gerekmektedir Bu mekanların görsel ve fiziksel olarak iyi bir etki yaratabilmesi bu nedenlere bağlıdır
Hacimlerin arasındaki bu denge, yapı ırasına bağlı olduğu kadar bölge ırasına da bağlıdır Böylece, tüm bu koşullar o bölgenin getirdiklerine uygun hacimler oluşturur, ve yerleşme dokusunu doğurur Birbirlerine bağlı bu hacimler ne kadar bilinçli yapılırsa, bireyler huzur içinde yaşar ve çevreyi yadırgamazlar
DIŞ YÜZLERDE RENK VE DOKU SEÇİMİ
İç mekan ve yüzeylerin gereksinme ve işlevine bağlı olarak, renk ve doku seçiminden sonra, bu öğelerin dışa vuruşunda oluşturduğu yüzeylerin renk ve doku sorunun ortaya çıktığı görülür
Her çağın, her yörenin tüm yaşamlarını yansıtan geleneksel halk sanatları ve mimarisidir Öyle ki, bu geleneksel sanatlar iç ve dış mekanlarda, kişiyle, doğasıyla içli dışlıdır Çağımızın zorunlu gerçeği olarak değişimine uğrayınca, kendi içinde bu içli dışlı denge sarsılmaya başlamıştır Özellikle değişen yapı dizgelerinin hızla gelişmesi, iç mekanda ve düzeyde geleneksel yaşamdan kopma süreci içine itmiştir
Bu düşünüden giderek, olanakların elverdiği biçimde, geleneksel yapım dizgelerine bağlı kalmak, bu dizgeleri çağdaş koşullara göre, yeni yapım dizgelerine uydurmak zorundayız
Mimar olarak bu görüşü tüm yapım sanatımızda sezmek, yaşatmak ve iç mekanda olduğu gibi yüzeylerin oluşumunda da aynı seziyi duymak ve yaşamak görevimizdir Bu nedenle, yüzeyleri oluşturan renk ve doku kavramı, tek başına yeterli değildir Çünkü, mekanıyla, gereciyle, biçimiyle birlikte yaşayan bireyler bir bütün sağladığı zaman renk ve doku bir anlam kazanır Aksi durumda, yapı, boşlukta süreklilik sağlamayan bir öğeden öteye gidemez ve ruhsuz bir anlam taşır
Bir yüzeyin renk ve dokusu, gereksinme ve işlevlerden meydana gelen bir takım doluluk ve boşluklardan oluşur Bunlar, mekanları sınırlayan dolu yüzeyler, ve mekanları bağlayan boşluklardır Bu öğelerin yerleri ve ölçüleri hem iç hem de dış mekanda titizlikle saptanmalıdır
Bu saptamada en önemli etmen, yapım dizgesi ve bu dizgeye göre uygulanan gereçlerdir Örneğin, yığma yapılarda doluluğu veren yüzeyler hem taşıyıcı hem de bölücüdür Bunların oluşturduğu yüzey dokusu daha çok doluluk sezisi verir Oysa, yeni yapım dizgelerinden olan karkas yapılarda taşıyıcı olarak ince yapılı kolonlar kullanılmaktadır Bu nedenle, yüzeylerin oluşumunda değişik oyunlar ve yapısal değişiklikler sağlanır Böylece, doğal gereçlerin yanında yapay gereçlerde doku olarak yüzeylerde kullanılmaya başlanmıştır
Bu koşullar altında sanatçı yapacağı yapım dizgesini ve dizgeye bağlı olarak yüzey dokusunu oluşturur Bu yüzey oluşumunda bazı mimarlar, matematiksel dizgelere göre, bazı mimarlar ise iki boyutlu resim düzlemin göre düzenleme yaparlar
Birinci biçimde dizge rasyonel bir çözümdür Ölçüler üstünde verilecek bir karar matematiksel sağduyuya göre saptanır İkinci kural ise en çok kullanılan yöntemdir Burada sanatçı, iç anlatımları veren çeşitli görünüşlere göre yüzeyleri oluşturur Burada verilen kararlar sanatçının yaratıcılığına bağlıdır
Konunun derinliğin inilince, mimar olarak sezdiğimiz sonuç; Her ülkenin tüm olanak ve koşullarına, halk yaşamlarını yansıtan ilkel, geleneksel ve çağdaş yapılarının ayrılığıdır Bu nedenle yapıların oluşumu çağlara göre sürekli ilerleme göstermektedir Burada önemli olan geleneksel toplum yaşamını bozmadan yapıcı kaynaklar aramaktır.