"Her şey yitip gidiyor; evvela şiir, sonra uyku, sonra gün ve sonra gün içinde ve gecede daha ne varsa ..."
Ingeborg Bachmann
Ingeborg Bachmann 25 Haziran 1926´da Avusturya´nın Klagenfurt şehrinde dünyaya geldi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında (1945) Klagenfurt´tan ayrıldı. Innsbruck, Graz ve Viyana şehirlerinde Felsefe eğitimi aldı. 1950 Yılı´nda ünlü Alman düşünürü Martin Heidegger hakkında yazdığı tezle doktorasını tamamladı.
Viyana´da yaşadığı dönemlerde Paul Celan´la ilerki yıllara taşınacak bir yakınlık kurdu. Ve ünlü yazar Thomas Bernhard´ın nadir dostlarından biriydi. 50´li yılların başlarında yayımladığı "Die gestundete Zeit" (1953; Ertelenmiş Zaman ) adlı ilk lirik eseriyle büyük bir üne kavuştu. „Grup 47“ tarafından savaş sonrası Alman Edebiyati´nın en genç kadın şâiri olan Bachmann´a ilk ödülü verildi. 1953 ve 1957 yılları arasında İtalya´da serbest yazar olarak çalıştı. 1956´da Anrufung des Großen Bären (1956; Büyük Ayı’nın Çağrısı) isimli ikinci şiir kitabı yayımlandı. Bu yıllarda yalnızca şiir hakkında değil; edebiyat, felsefe ve müzik alanlarında da denemeler yazdı.
Münih, Zürih, Roma ve Berlin´de yaşadı.1959/60 yıllarında ilk misafir kadın doçent olarak Frankfurt Üniversitesi´nde „Modern Şiir“ üzerine dersler verdi. 1965 yılının sonlarına doğru tekrar Roma´ya taşındı. Bremen Edebiyat Ödülü, Georg-Büchner-Ödülü ve Avusturya Devlet Ödülü gibi büyük ödüllerin sahibi ve 20.Yüzyıl´da Alman Dili´nde yazan yazarların önde gelenlerinden biri olan Bachmann, 17 Ekim 1973 yılında Roma´da bulunan evinde çıkan meçhul bir yangın sonucu ağır yaralanarak hayata veda etti. Thomas Bernhard bu esrarengiz ölümü ve Bachmann`ın duruşunu şu çarpıcı ifadelerle dile getirir:
"Roma´daki bir hastanede, ülkemizden bu yüzyılda çıkan en akıllı ve en önemli kadın şâir, yetkililerin saptadığına göre, banyo küvetinde başına gelmiş olması muhtemel haşlanmalar ve yanıklar sonucunda öldü. Ben onunla yolculuklar yapmış ve bu yolculuklarda onun birçok felsefi görüşünü, ömrü boyunca ürktüğü dünyanın gidişatı ve tarihin akışı hakkındaki düşüncelerini paylaşmıştım.(.....) Ölüm haberi bana henüz bomboş olan evime gelen ilk konuğun o olduğunu anımsattı. Her zaman bir kaçış içindeydi ve insanların her zaman gerçek olan yanlarını gördü, inatçı, beyinsiz, dikkatsiz bir kitleydi bu, ki insan bunlarla olan ilişkisini gerçekten de kesmeliydi. O da tıpkı benim gibi cehenneme giden kapıyı erkenden bulmuş ve bu cehenneme girmişti, hem de bu cehennemde oldukça erken yok olma tehlikesini göze alarak. İnsanlar ölümünün bir kaza mı yoksa intihar mı olduğuna kafa yoruyor. Şâirin intihar ettiğine inananlar onun kendi kendini yıkıp yok ettiğini söylüyorlar, oysa gerçekte o, doğal olarak yalnızca çevresi tarafindan, özellikle de yurtdışında attığı her adımı bile izleyen ülkesinin hainliği nedeniyle yıkıldı, tıpkı birçoklarının da bu yüzden yıkılması gibi..“
"Daha iyi bir dünya bilmiyorum“ adlı şiir, Ingeborg Bachmann´ın ölümünden yaklaşık 30 yıl sonra kapağı açılmış arşiv sandığından çıkan yürek burkucu bir eserdir. Modern Avrupa´nın En Büyük Kadın Şâiri diye anılan ve Türkiye´de daha çok; Das dreißigste Jahr (1961; Otuz Yaş) isimli anlatı kitabıyla ve Malina (1971; Malina) isimli romanıyla tanınan Ingeborg Bachmann´ın yayımlanmamış şiirleri ilk defa sevgili hocam Prof.Dr.Hans Höller tarafından tek tek çözümlenerek ortaya çıkarıldı. Ortaya çıkarılan bu şiirler Bachmann´ın 1963-65 yılları arasında Berlin´de geçirdiği ve hayatının en zor dönemi diye adlandırıldığı yıllara aittir. Prof. Dr. Hans Höller tarafından 1998 yılında çözümlenen bu şiirler, sonraları Bachmann´ın kardeşleri tarafından açılan arşivden çıkan yeni şiirlerle daha da geniş bir çalışmaya dönüştü ve „Ich weiß keine bessere Welt“ („Daha iyi bir dünya bilmiyorum“) ismiyle Isolde Moser, Heinz Bachmann ve Christian Moser ´in gayretleriyle ilk defa 2000 yılında okuyucuya sunuldu*.
DAHA İYİ BİR DÜNYA BİLMİYORUM
Kim daha iyi bir dünya biliyorsa, bir adım öndedir.
Yalnızdır,
bu salyayı kurutmadan
onu çehresinde taşıyarak
cesaretten uzak
ecrini almış
ve taç giymeye gider gibi
şaraba, ekmeğe
ve de yoldaşlarına sığınır.
Mecalsiz bir adatavşanı
Ya da bir sıçan
hâsılı buraya düşen herkes,
bir korkuyla,
yuvaya dönüşü düşler!
Rüyada silahlanmayı
rüyada ocağa dönüşü düşler!
Yıl dönünceye kadar,
ona artık gelmiyorsun der insan.
Oysa o sadece
başka bir gecede gelir.
Kafamdaki,
sahici ve vahşi suçlanmalarla
daha da uzaklaşıp,
başkalarının kuklası alçak adamın
saygısını kazanmak zorunda olmakla
daha fazla meşgul olmadan,
savaşı reddedene karşı ne savaşıyorsa,
artık görmezden geleceğim!
Sahip olmadığında
benden sana dikilen yüreğinle
artık meşgul olmayacağım!
Ben sana bir yürek diktim,
bazen coşkulu bir ibadeti
nazik yumruklarına sürükledim.
Ben sana dostluğumu,
gülümseyişimi,
ve de ham hayâlimi ekledim.
Çoraklıkta hasat edilmiş bir sîne gibi,
vahşiler gibi sevdim,
her günümden ve de aşktan coştum.
Taptım,
kökleri yakılmış her şarlatanlığı,
bir şenliğe sundum,
her söylenen kelimeyi tekrar ettim
ve benliğimi unuttum.
Çoktandır ben bende değilim.
Ve şimdi
ateş yiyen bir hokkabazla olan,
artık güvenmeyen,
kalbi artık çarpmayan
ben, kimim !
Ne olacak sonunda?
Acılarımla sızılarımla
daha fazla kalamasaydım yaşamda
sıkıcı ve ağır,
ve de ruhsuz olurdum.
Sonunda,
her gürûhta
bitkin ve işe yaramaz,
Sonunda,
uyanıkken görülen düşten
ve hâtıradan
bir baslangıç,
ve böylece
olmaması gereken olurdum sonunda,
bu olurdu sonunda.
Ingeborg Bachmann
Ingeborg Bachmann 25 Haziran 1926´da Avusturya´nın Klagenfurt şehrinde dünyaya geldi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında (1945) Klagenfurt´tan ayrıldı. Innsbruck, Graz ve Viyana şehirlerinde Felsefe eğitimi aldı. 1950 Yılı´nda ünlü Alman düşünürü Martin Heidegger hakkında yazdığı tezle doktorasını tamamladı.
Viyana´da yaşadığı dönemlerde Paul Celan´la ilerki yıllara taşınacak bir yakınlık kurdu. Ve ünlü yazar Thomas Bernhard´ın nadir dostlarından biriydi. 50´li yılların başlarında yayımladığı "Die gestundete Zeit" (1953; Ertelenmiş Zaman ) adlı ilk lirik eseriyle büyük bir üne kavuştu. „Grup 47“ tarafından savaş sonrası Alman Edebiyati´nın en genç kadın şâiri olan Bachmann´a ilk ödülü verildi. 1953 ve 1957 yılları arasında İtalya´da serbest yazar olarak çalıştı. 1956´da Anrufung des Großen Bären (1956; Büyük Ayı’nın Çağrısı) isimli ikinci şiir kitabı yayımlandı. Bu yıllarda yalnızca şiir hakkında değil; edebiyat, felsefe ve müzik alanlarında da denemeler yazdı.
Münih, Zürih, Roma ve Berlin´de yaşadı.1959/60 yıllarında ilk misafir kadın doçent olarak Frankfurt Üniversitesi´nde „Modern Şiir“ üzerine dersler verdi. 1965 yılının sonlarına doğru tekrar Roma´ya taşındı. Bremen Edebiyat Ödülü, Georg-Büchner-Ödülü ve Avusturya Devlet Ödülü gibi büyük ödüllerin sahibi ve 20.Yüzyıl´da Alman Dili´nde yazan yazarların önde gelenlerinden biri olan Bachmann, 17 Ekim 1973 yılında Roma´da bulunan evinde çıkan meçhul bir yangın sonucu ağır yaralanarak hayata veda etti. Thomas Bernhard bu esrarengiz ölümü ve Bachmann`ın duruşunu şu çarpıcı ifadelerle dile getirir:
"Roma´daki bir hastanede, ülkemizden bu yüzyılda çıkan en akıllı ve en önemli kadın şâir, yetkililerin saptadığına göre, banyo küvetinde başına gelmiş olması muhtemel haşlanmalar ve yanıklar sonucunda öldü. Ben onunla yolculuklar yapmış ve bu yolculuklarda onun birçok felsefi görüşünü, ömrü boyunca ürktüğü dünyanın gidişatı ve tarihin akışı hakkındaki düşüncelerini paylaşmıştım.(.....) Ölüm haberi bana henüz bomboş olan evime gelen ilk konuğun o olduğunu anımsattı. Her zaman bir kaçış içindeydi ve insanların her zaman gerçek olan yanlarını gördü, inatçı, beyinsiz, dikkatsiz bir kitleydi bu, ki insan bunlarla olan ilişkisini gerçekten de kesmeliydi. O da tıpkı benim gibi cehenneme giden kapıyı erkenden bulmuş ve bu cehenneme girmişti, hem de bu cehennemde oldukça erken yok olma tehlikesini göze alarak. İnsanlar ölümünün bir kaza mı yoksa intihar mı olduğuna kafa yoruyor. Şâirin intihar ettiğine inananlar onun kendi kendini yıkıp yok ettiğini söylüyorlar, oysa gerçekte o, doğal olarak yalnızca çevresi tarafindan, özellikle de yurtdışında attığı her adımı bile izleyen ülkesinin hainliği nedeniyle yıkıldı, tıpkı birçoklarının da bu yüzden yıkılması gibi..“
"Daha iyi bir dünya bilmiyorum“ adlı şiir, Ingeborg Bachmann´ın ölümünden yaklaşık 30 yıl sonra kapağı açılmış arşiv sandığından çıkan yürek burkucu bir eserdir. Modern Avrupa´nın En Büyük Kadın Şâiri diye anılan ve Türkiye´de daha çok; Das dreißigste Jahr (1961; Otuz Yaş) isimli anlatı kitabıyla ve Malina (1971; Malina) isimli romanıyla tanınan Ingeborg Bachmann´ın yayımlanmamış şiirleri ilk defa sevgili hocam Prof.Dr.Hans Höller tarafından tek tek çözümlenerek ortaya çıkarıldı. Ortaya çıkarılan bu şiirler Bachmann´ın 1963-65 yılları arasında Berlin´de geçirdiği ve hayatının en zor dönemi diye adlandırıldığı yıllara aittir. Prof. Dr. Hans Höller tarafından 1998 yılında çözümlenen bu şiirler, sonraları Bachmann´ın kardeşleri tarafından açılan arşivden çıkan yeni şiirlerle daha da geniş bir çalışmaya dönüştü ve „Ich weiß keine bessere Welt“ („Daha iyi bir dünya bilmiyorum“) ismiyle Isolde Moser, Heinz Bachmann ve Christian Moser ´in gayretleriyle ilk defa 2000 yılında okuyucuya sunuldu*.
DAHA İYİ BİR DÜNYA BİLMİYORUM
Kim daha iyi bir dünya biliyorsa, bir adım öndedir.
Yalnızdır,
bu salyayı kurutmadan
onu çehresinde taşıyarak
cesaretten uzak
ecrini almış
ve taç giymeye gider gibi
şaraba, ekmeğe
ve de yoldaşlarına sığınır.
Mecalsiz bir adatavşanı
Ya da bir sıçan
hâsılı buraya düşen herkes,
bir korkuyla,
yuvaya dönüşü düşler!
Rüyada silahlanmayı
rüyada ocağa dönüşü düşler!
Yıl dönünceye kadar,
ona artık gelmiyorsun der insan.
Oysa o sadece
başka bir gecede gelir.
Kafamdaki,
sahici ve vahşi suçlanmalarla
daha da uzaklaşıp,
başkalarının kuklası alçak adamın
saygısını kazanmak zorunda olmakla
daha fazla meşgul olmadan,
savaşı reddedene karşı ne savaşıyorsa,
artık görmezden geleceğim!
Sahip olmadığında
benden sana dikilen yüreğinle
artık meşgul olmayacağım!
Ben sana bir yürek diktim,
bazen coşkulu bir ibadeti
nazik yumruklarına sürükledim.
Ben sana dostluğumu,
gülümseyişimi,
ve de ham hayâlimi ekledim.
Çoraklıkta hasat edilmiş bir sîne gibi,
vahşiler gibi sevdim,
her günümden ve de aşktan coştum.
Taptım,
kökleri yakılmış her şarlatanlığı,
bir şenliğe sundum,
her söylenen kelimeyi tekrar ettim
ve benliğimi unuttum.
Çoktandır ben bende değilim.
Ve şimdi
ateş yiyen bir hokkabazla olan,
artık güvenmeyen,
kalbi artık çarpmayan
ben, kimim !
Ne olacak sonunda?
Acılarımla sızılarımla
daha fazla kalamasaydım yaşamda
sıkıcı ve ağır,
ve de ruhsuz olurdum.
Sonunda,
her gürûhta
bitkin ve işe yaramaz,
Sonunda,
uyanıkken görülen düşten
ve hâtıradan
bir baslangıç,
ve böylece
olmaması gereken olurdum sonunda,
bu olurdu sonunda.