Lozan Barış Antlaşması'nın TBMM Görüşmelerinde Dışişleri Bakanı İsmet İnönü'nün yaptığı konuşma şöyle:
(23 Ağustos 1923)
(KONUSMANIN DEVAMI)
Mesaili maliyenin ikinci safhasına geçiyorum : Düyunu Osmaniye meselesi : Düyunu Osmaniye için söyleyeceğim sözleri, Heyeti Celileye rica ederim, bir gayrimütehassıs ağızdan işittiklerini daima derhatır buyursunlar. Arkadaşlarımdan bir de şu noktayı rica ederim ki gayrimütehassıs adam rakamları verirken son santime kadar bütün kuyudata tabi olmasını aramaz. Bir fikri umumi vermek için kaba rakamlar söyleyeceğim. Arkadaşlar! Düyunu Osmaniye meselesinin sergüzeşti bundan yetmiş sene evvel başlamıştır. Yani 1854'de başlamış. Takriben 70 senelik bir devredir. Evvela (1854)'ten (1874)'e kadar yirmi sene müddetle birçok istikrazat yapmışlar. Ondan sonra birçok muamelatı maliye olmuş. Tenzili düyun yapılmış, bir daha tenzili düyun yapılmış, Sonra (1890)'dan (1914)'e kadar istikrazat yapılmıştır. Bu ikinci bir safhadır.Takriben Devlet kasalarına bütün bu yetmiş sene zarfında (220) milyon lira kadar bir para girmiş bu müddet zarfında kasalarımızdan çıkan para (I70) milyon lira tahmin olunabilir. Harbi Umumi bidayetinde (140) milyon lira borcumuz varmış.Benim edindiğim fikir borç alan bir defa istikraz ettikten sonra mütemadiyen verir ve elli sene sonra hesabettiği vakit takriben istikraz ettiği vakitki kadar borcu olduğunu görür. Osmanlı İmparatorluğunun gerek Mutlakıyet ve gerekse Meşrutiyet ricalinin siyaseti maliyesi budur. Şayanı teessüftür. Mucibi elimdir, bize ağır yük yükletmişlerdir, Arkadaşlar! (70) seneden beri alınan bu paralarla yapılan yalnız Şark şimendiferidir. Elimizde ne kadarı var bilirsiniz.
AVNİ BEY (Cebelibereket) - Mütehassıs beylerin nazarı dikkatine!..
İSMET PAŞA (Devamla) - Konya ve Bandırma - Soma hattıdır ve bir de Konya ovasına sarf ettikleri para takriben (800) bin lira kadardır. (210), milyon lira para içinden takriben otuz milyon lirası umuru nafıa için sarf olunmuş demektir. Mabadı ne olmuştur? Yevmi ihtiyacat için bütçe açıkları kapatılmıştır, saraylar yapılmıştır, seferler açılmıştır. Devletin varidatı kifayet etmediğinden borcun faizi verilemeyen seneler olmuş, faizi verilmek için diğer birinden yeniden borç alınmıştır. İşte kasalara giren takriben 220 milyon liraya yakın bir paranın sergüzeşti budur. Borçların miktarı bittabi kasalara giren para değildir. Bilhassa 1854'ten 1874'e kadar olan istikrazlar içinde 32 kuruş alıp 100 kuruşa senet verdiğimiz istikrazat vardır.Kahrolsun sesleri) Kırk, elli, altmış üzerine fii ihraç vardır. Binaenaleyh kabul olunabilir ki, 220 milyon istikraz için hakikatte laakal üç yüz elli milyon lira borçlu olmuşuz. Bu ağır şeraiti bize hazmettirmek için bize gösterecekleri her hangi bir mazeret ve medarı tesliyet yoktur Beş seneden beri yalnız ve yalnız kendi kudretimizle bütün cihana karşı mücadele ediyoruz. Yalnız kendi vesaitimizle mücadele ediyoruz. Düşününüz arkadaşlar; Çatalca'dan Edirne'ye kadar bir fişek atmadan yürümek için para bulamamışlar da Rejiden malumunuz olan ağır istikrazı akdetmişlerdir. Türk ricalinin arasında, bu safhai milliyeyi yaşadıktan sonra bunu kabul edecek bir izan bulunur mu? Bunu mazeret diye kabul eder miyiz?
RASİH EFENDİ (Antalya) - O ihtisası icabıdır.
İSMET PAŞA (Devamla) - Mütehassıslarımızdan bilhassa ricam şu idi ki : Bu toprakların başına musallat olan siyaseti maliye, mebdeinden nihayetine kadar hepimizin anlayacağı kaba rakamlarla, geniş hudut ile izah edilsin. Ati için medari kuvvet budur. Birçok yanlış yollardan, ancak geçenlerin suistimalatından mütenebbip olarak kurtulabiliriz.
Mazide olan seyyiat ne kadar ağır olursa olsun varislerin kendi mesuliyetlerini deruhde etmeleri zaruridir. Onun için Düyunu Umumiyei Osmaniyeyi Osmanlı İmparatorluğunun bütün varisleri arasında taksim etmek gayrikabili içtinap bir esası hukukidir. Biz bu inkisamdan Türkiye'nin uhdesine düşecek bari, hakiki ve fiili bir surette tayin etmeye çalıştık.
Arkadaşlar! Bu da büyük bir meseledir. Osmanlı Hükümeti öteden beri inkisam ederken daima ayrılan yerlerin borç hisselerinden kurtulmak va'dini almış, fakat bu hiçbir zaman tahakkuk etmemiştir. Taksimi düyun mevzuubahsolduğu zaman Türkiye'ye ait olan borçlarnı va'den değil, hakiki ve filli olarak taksim edilmiş olmasını bir noktai esasiye addettik. Elimizde bulunan muahedenamede bu nokta tespit edilmiştir. Tasdi etmemek için, borç teferruatına ait bütün teferruattan bahsetmek istemem. Fakat bize orada çok ızdırap vermiş olan bir noktayı arz edeyim. Borç taksim olunurken, yalnız mürettebatı seneviye üzerinden taksim olunabilir, sermaye taksim olunamaz, esası dermeyan olunmuştu. Bu esasta çok mücadele ettik. Eğer bugün bu muahedede borçları sermaye üzerinden taksim edilmiş görüyorsanız, tesadüfen konuvermiş bir cümle, kolayca elde edilivermiş bir kayıt addetmeyiniz.
Konferansın bütün büyük mesaili gibi inkıtaa kadar son gerginliği vücuda getirdikten sonra istihsal edilebilmiş bir neticedir. Borcu sermaye üzerinden taksim edelim ve öyle bir usul bulalım. Türkiye'nin ne kadar borcu vardır - ki bizim tahminimize göre takriben doksan milyon lira kadardır - bu doksan milyon borç olduğu kendisine söylensin. Bunun maddeten gayrikabil olduğunu ileri sürdüler. Bunu söyliyenler karşımızda bulunan bittabi vazifeleri kendi memleketlerinin menfaatlerini temin etmekten ibaret olan zatlar değil, benim muavenet için zebanzedolan şöhretlerinden ve ihtisaslarından istifade için yanıma çağırdığım bu memleketin evlatlarıdır. (Kahrolsun sesleri) Düşününüz! Esaslı mesaili halletmek için Heyeti Murahhasamız ne kadar ızdırap ve müşkülat içerisinde kalmıştır. Buna rağmen hissiselim ve idrak galebe etti. Ve karşımızda olan mütehassıslar da hakikaten sermaye üzerinden taksimin kabili icra olacağını kabil ve tatbik ettiler.
Muahedename ile borçlarımız mazbut bir usul ve muayyen bir tarzda tamamen taksim edilecekti. Osmanlı İmparatorluğunun hududu millimiz haricinde kalan kısmının hissesi bizden tamamen izale olunuyor. Bazı hatipler borç taksimi esnasında niçin varidat nispetinde takdim edilmediğini ve niçin 1914'ten beri olan harb borçlarının da taksime dahil edilmediğini sordular. Borç taksim edilebilmek için ya varidat nispeti veya arazi nispeti esas ittihaz edilecektir. Her ikisi için leh ve aleyhte mülahazat vardır, umumiyetle mer'i olan varidat nispeti kabul edilmiştir. Bu konferansta bir meselei siyasiye olarak değil, mali ve hukuki bir nokta olarak kabul edilmiştir.
Arkadaşlar! Yemen arazisinin hududunu ve Osmanlı İmparatorluğunun arazi dahilinde bulunan Veziretülarab'ın Rub'ulhali arazisini düşününüz, arazi mesahai sathiyesine istinadederek bunlara hisse vereceğiz. Binaenaleyh bütün borçlar rub'ulhaliye yüklenecek diyebilir miyiz? Harb düyununu taksime dahil etmemişiz. Bunda başlıca şunlar dahil olabilir : İstikrazı dahili yaptık, sonra elimizde tedavül eden Almanlardan aldığımız yüz elli milyon evrakı nakdiye vardır. Sonra birtakım düyunu mütemevvice vardır. Yalnız bunlar Osmanlı İmparatorluğunun Suriye ve Irak gibi aksamına taksim olunmamıştır Fakat Türkiye'de Harbi Umumi esnasında Almanlara yaptığı birçok harb borçlarından ibra edilmiştir. Eğer harb borçlarını Almanlara olan borçlarımızla beraber taksim etse idik hasıl olan netice takriben bugün hasıl olan netice olurdu.
Bizim Harbi Umumi esnasında Almanya'ya yaptığımız borçları Düveli müttefika kendi üzelerine aldılar. Ve Almanlarla imza altına alınmıştı ki, bunlar Düveli Müttefikaya devredilmiştir. Ve bu muahede ile Düveli Müttefika bize taahhüdediyor ki, o borçlardan Türkiye ibra edilmiştir.
Efendiler! Düyunu umumiye meselesinin taksim safhasını arz ettim. Düyunu Osmaniyenin diğer bir safhası vardır ki, belki konferansın en ehemmiyetli meselelerinden biri addolunabilir. Tediye edeceğimiz senevi borç hangi para ile tediye edilecektir? Harbi Umumiden, evvel böyle bir mesele yok idi. Eğer istikraz mukavelatında, bu borç İstanbul'da bir Türk lirası, Paris'te yirmi iki veya yirmi üç frank, İngiltere'de şu kadar şilin tediye olunur denilmiş ise bu para alacak adamlara mahalli tediyeyi intihabedebilmek için bir sühulet fîkriyle konmuştur. Bunda hiç kimse şüphe edemez. Elbette bir hamil için İstanbul'da aldığı bir Türk lirası ile İngiltere'de alacağı şu kadar şilin arasında fark olsaydı böyle bir ihtiyara mana kalmazdı. Harbi Umumiden sonra bütün cihande (kur de şanj) denilen, belliye zuhur etti. Paralar müsavi değildir. Harbi Umumiden evvelki nispetler tamemen zirüzeber olmuştur.
Binaenaleyh mukavelat üzerine yazılan İstanbulda bir Türk lirası alacağıma, Fransa'da yirmiiki, yirmiüç frank alırım dediği zaman bir hamil hakikati halde İstanbul'da alacağı bir liraya mukabil Paris'te üç lira istiyor. Ve İngiltere'de sekiz lira istiyor demektir. Asıl mesele ise "Bu paralar altın olarak vaktiyle verilmiştir. Binaenaleyh bugün de altın olarak verilmek lazım geleceği iddiasıdır" Efendiler! Biz Harbi Umumiden evvel borç yaptığımız zaman altın veya evrakı nakdiye gibi bir mesele karşısında değildir, ve katiyen böyle bir mesele çıkacağını da hiç kimse düşünmemişti. Şu halde tediyeyi tayin etmek için yeni bir mesele hadis oldu. Eğer altın vereceksek doksan bir milyon lira borcumuz hakikati halde altı yüz milyon lira borç demektir. Biz meseleyi hakikî ve mali noktai nazarından kemali vuzuh ve hulus ile arz ettik. Biz bütün cihana müstevli olan bir beliyeyi asla musul olmadığımız halde Türkiye'nin hayatı mukabilinde yüklenemeyiz. Maddeten ve fiilen buna imkân yoktur. Meselenin ciheti nazariyesi her ne olursa olsun ciheti ameliyesi şudur ki, bizim yaşamımız için böyle bir beliyei maliyeyi biz yüklenemeyiz. (Alkışlar,bravo sesleri) Bu münakaşanın borcu tanımamak ve borcu reddetmek ithamiyle hiçbir münasebeti yoktur. Asla kendimizi böyle bir meselei ahlakiye karşısında kabul etmiyoruz. Borçlarımızı borç olarak tanıyoruz. Borcu, bizim için mümkün, her sahibi insafı akıl ve mantık dairesinde kabule sevk edecek olan bir esas dairesinde tediye edebiliriz. Malayutak bir teklifi bizim tatbik etmemize imkanı maddî yoktur.
Bu mesele konuşulurken tarzı tatbik itibariyle yeni bir safha hâsıl oldu. "Siz muamelatta esasen bu mukavele üzerinde nasıl yazılmış ise ve zımnen, mademki vaktiyle altın olarak alınmıştır, altın esası üzerinden tediye etmek mecburiyetini tanıyınız fakat herkes bilir ki, bu tanımak nazari ve lafzi bir şeydir. Tediye zamanı geldiği vakit hamillerin menfaati de borçlunun iflas etmemesiyle kaimdir. Borçlunun borcunu muntazaman tediye edebilecek bir vaziyeti hayatiyede bulunmasını düşünürler. Binaenaleyh tarzı tediye meselesinde anlaşılabilinir" denildi. Bu fikir ile sevk edildiğimiz nokta şu idi ki, bütçemizi, hesabatımızı, varidat ve hasılatımızı kamilen hamillerin önüne götürelim, izah edelim ve memleketin iktisadiyatı, memleketimizin menafii ancak şu tarzda tediye ile temin olunabilecektir, diyelim. "Mukavelatın mahiyetini tadil edecek bir taahhüdü siyasî olarak murahhaslar deruhde edemezler" esası müdafa olundu. Muhasımlarımız tarafından dermeyan ve telkin edilen esaslar bunlardır. Derhatur ediyorsunuz ki, bu fikirler Türkçe huruf ile memlekette neşrolunmuştur. Onlar da, demişlerdi ki, böyle hesap ve münakaşa olunur mu? Evvela hamillerin karşısına bütçemizle ve hesabatımızla gitmeliyiz. Elbette onlar da insaf ile tetkik edecek ve anlayacaklardır.
Heyeti Murahhasa yalnız muhasımlariyle değil, muhasımların telkinatını memleketimizin dahilinde neşir ve işaa edenlerle de mücadele etmiştir.
Muahedenamede altın tediye etmek fikri birkaç vesika ile izhar olunuyordu. Birisi borç, cetvellerinde para gösterilen her yere altın kelimesi yazılmıştı. Ondan sonra mukavelat üzerinde hamile verilen hakkı ihtiyar, yani ister Türk lirası, ister Frank, ister sterlin alabilmek hakkı ayrıca bir izahname ile teyidedilmiş, ondan sonra Muharrem Kararnamesiyle bilcümle istikraz mukavelatının muahedename derununda teyidedilmesi talebolunmuştu. Başlıca üç çeşit vesika vardı. Cetvelde paranın altın olarak yazılmış olması veyahut bir izahnamede hamilin istediği parayı alabilmesinin tasrihi yekden görülüp anlaşılacak bir meseledir. Fakat Muharrem Mukavelenamesinin veyahut diğer mukaletanı teyidi hakkında karşısında bulunduğumuz talep tediye akçesinin cinsini sarahaten ifade etmiyordu.
Evvela muahedede madde şeklinde vukubulan, sonra bir beyaname şekline irca olunan bu talep hakikati halde tediye olunacak akçe meselesine de zımnen taalluk ediyordu. Bunu görür görmez tahmin etmek benim gibi bir gayrimütehassıs için talebolunur bir kudret addolunamaz. Bu, mesaili maliye gibi büyük bir meselei hayatiyede erbabı ihtisasın bütün kabiliyetinden istifade etmek için Heyeti Murahhasamız haricindeki mütehassısları da Düyunu Umumiye ile münasebetleri ve tecrübeleri sebebiyle kemali safvetle etrafımda topladım. Böyle bir beyanname vermek tediye olunacak akçenin cinsi hakkında Türkiye'yi taahhüt altına alır diyebilecek vaziyette bulunanlar bunu bana dememişlerdir. İhtisasları mı yoktu? İhtisasları varsa vaziyetleri kabili izah değildi. (Çok doğru sesleri)
Hulasa arkadaşlar, borcun cinsi hakkında vehmile takibettiğimiz noktai esasiye o kadar hayati idi ki, şu veya bu tedbiri hiçbir zaman kafi görmediğimiz için talebolunan beyanname veyahut tediyat, tediye edeceğimiz akçenin cinsi hakkında bizi bir taahhüde vazeder mi? Bunu kemali vuzuhla konferansta alenen arz ettim, bir şey istiyorsunuz ve diyorsunuz ki, "Bunun içinde tediye edeceğimiz akçenin cinsi kasdedilmemiştir" bu, böyle midir? Öyle ise beyannamede; bu maksadı, bu ifadeyi sarahaten zikredelim, diyellm ki, "Mukavelat...... İlahirihi ama, onun içerisinde altın tediye etmek veya İsterlin tediye etmek kasdedilmemiştir." Türkiye'nin bütün atisine ve esbabı hayatiyesine taalluk eden bir meselei esasiye üzerinde bulunuyoruz. Nihayet tarzı tediye meselesi bütün alemde mevzuubahsolan kuponlar meselesi şekline girdi. Bizim vaziyetimiz bidayette arz ettiğim gibi dürüst ve vazıhtır. Biz yükleneceğimiz borçların altın veya sterlin olarak tediyesi hususunda hiçbir taahhüt alamayız. Maddeten böyle bir tediyeye girişmek imkanına malik değiliz. Muktedir değiliz. Bir (kur de şanj) beliyesi hasıl olmuş ise bunun mesuliyeti maddiyesini Türkiye deruhde edemez. Bizim daima ısrarla takibettiğimiz noktai esasiye budur. Nihayet konferansın atisi hakkında cidden endişe verecek birçok buhranlar hâsıl olduktan sonra vaziyet şudur ki, muahedede yapılan cetvellerden altın kelimesi çıkarılmış, hamile Türk lirası, Frank veya İngiliz lirası almak ihtiyarının ahden teyidini gösteren izahname çıkarılmıştır. Mukavelatın ve Muharrem kararnamesinin teyidi hakkındaki talep ki biz onun zımnında paranın ne cins ile tediye olunacağı tehlikesini de görmüş idik. Bu talepde geri alınmıştır. Murahhaslardan aldığımız zaman tarafeynden noktai nazarlar vazıhan ifade olundu. Biz de beyan ve ilan ettik ki, hamillerle müzakeratımızda bu müzakeratın noktai azimeti altın veyahut isterlin tediye etmemek esasıdır. Bu noktai azimetten sonrasını müzakere edeceğiz
Muahedenamenin bundan sonra ahkamı iktisadiyesi gelir. Ahkamı iktisadiyede başlıca istihdaf olunan nokta Harbi Umumiyle inkıta eden münasebatı iktisadiyeyi tasfiyeden ibarettir. Münasebet inkıta ettikten sonra tarafeyn tebaaları memleketten ayrılmışlar veyahut memlekette kalmışlar. Birtakım tedabire maruz olmuşlardır. Elbette bunların malları iade olunacaktır. Kendisine bunlara ait zarar ve ziyan tazmin edilecek değildir. Çünkü bu nevi matalip tamirat meselesiyle halledilip bitirilmiştir. Mukavelat, müruruzamanlar vesaire gibi münhasıran hukuki ve iktisadi olan birtakım mesail vardı ki, yeniden münasebet tesis edilirken bu münasebatın tasfiyesi zaruri idi. Bu zeminde vazedilmiş olan Muhtelif Mahkeme, muhterem hatiplerin ifade ettiği gibi memleketin hakkı kazası ile vesairesiyle ve her hangi bir suretle münasebettar olan bir teşkilat değildir. Bu muhtelif devletler tebaasının yeniden tesisi münasebat ettikten sonra mallarını iade etmek eski mukavelenamelerin meriyeti ve şeraiti meriyetinde ihtirafatı süratle hal için tayin edilmiş hakemlerdir, öteden beri bu kabil hakemlerdir, her memlekette kabul olunagelmiştir. Beynelmilel mesailin gittikçe hakemler vasıtasiyle hallolunmasına temayül görüldüğü malumunuzdur.
Hülasa hakkı kaza noktai nazarından Muhtelit Hakem mahkemelerinden endişe etmeye hiçbir sebep yoktur. Eski miraslardan Beynelmilel Sıhhiye İdaresinin lağvolunması da elimizdeki Muahadenamenin hututu barizesinden ve esaslı muvaffakıyetlerinden biridir. Ondan sonra arkadaşlar, üseranın iadesine ve mezarlıklara ait birtakım ahkam vardır ki, üseranın iadesine aidolan ahkam her muharebeden sonra yapılan mutat bir muameledir. Mezarlıklara ait vaz'edilen ahkâm ise hâkimiyet ve mevcudiyet noktai nazarından mucibi endişe olmayan bir mahiyettedir. Bunu muhtelif memleketler birbirinin arazisinde yapmışlardır. Ve bizim tarihimizde ve ananatımızda vardır. Bilirsiniz İstanbul'da İngiliz mezarlığı vardır. Herhangi bir suretle bu mezarlıkların bizim mevcudiyetimiz için bir tehlike teşkil edeceğini zannetmek makul değildir ve hiçbir sebep yoktur. Muharebe meydanlarında ve Osmanlı İmparatorluğunun aksamı üzerinde bıraktığını yerlerde bizim de aynı suretle mezarlık tesis ederek eslafimiza hürmetimizi ve şükranımızı sureti daimede ifa etmek hakkımız vardır.
Sulh Muahedenamesinin hututu umumiyesi hakkındaki maruzatımı şu tarzda yeniden hülasa etmeme müsaade buyurunuz. Bizim elimizde bulunan Muahedename Harbi Umumiden sonra gördüğümüz muahedenamelere yakından veya uzaktan bir müşabehet iraeetmez.
Arkadaşlar! Harbi Umumiden sonraki muahedatta birtakım yeni esaslar vardır ki, asıl bu esaslar arazi tebeddülatı ve arazi felaketlerinden kat kat ağır netayiç tevlidetmiştir. Bunlardan birisi tamirat esasıdır. Harbi Umumiden sonraki muahedelerde tamirat esası görürsünüz. Bu, miktarı gayrimalum ve sureti tediyesi gayrimuayyen damii bir mükellefiyeti maliyedir, Bundan Harbi Umumiden mağlub olarak çıkan milletler müteessir ve muz tariptirler. Galibolan milletler de bir şey almış ve sulhun nimetinden isti fade etmiş vaziyette değildirler. Meselenin diğer milletlere ait ciheti bize taalluk etmez. Kendi muahedemiz noktai nazarından derim ki, böyle bir tehlikeli esas muahedenamemizde yoktur.
Arkadaşlar! Harbi Umumi muahedatının esaslı bir barı da hakkı müdafaadan mahrumiyettir. Her müsademeden sonra veyi mağluplara diye ifade olunan ıstırabat bugün ağza alınmıyacak kadar ehemmiyetsiz ve mensi kalmıştır. Bugün mağlubiyeti hissettiren, elemi hissettiren bar, veyl silahsızlara diye ifade olunuyor.
Memleketin hayatını ve atisini temin edecek olan asıl vasıta hakkı müdafaanın bilakaydüşart mahfuziyetidir. Bu Muahedename bu noktai nazardan bizi bütün büyük ve galip milletler vaziyetinde bırakıyor. Bu, büyük bir noktadır. Hiçblr vesikai düveliye, bir milletin atisinin, teminini deruhde edemez. Millet atisini ancak kendi kudreti hayatiyesi ve azmi ile temin edebilir ve muahedatı mümzayayı kemali hulus ve dürüsti ile takibedebilmesi yeni vaziyetlere; yeni tehlikelere karşı tedbir alabilmesi iktidarı ile mümkündür. Bu da hakkı müdafaa ile olur. Hakkı müdafaa bizim Muahedenamemizde Türkiye için mutlak olarak tanınmıştır.
Diğer muahedatın ağır bir noktası da Murakabe komisyonlarıdır. Mütareke zamanlarında şu veya bu mahalde velev ufak olsun her hangi bir ecnebi heyetin memleketin umuru hayatiyesini nasıl durduğunu hepiniz derhatır edersiniz. Bizim muahedemanemizde her hangi bir suretle bir murakabe derpiş edilemezdi ve Türkiye zaten bu esaslar için kıyam etmişti. Binaenaleyh bu esası da muahedename ile tespit ve teyidetmiş oluyoruz.
Diğer muahedenamelerin ağır olan bir noktası da ati için iktisadi veya ticari tahdidattır. Arkadaşlar! Bilirsiniz ki senelerden beri mücadelat içinde tamamen serbest olduğumuz halde hariçte birçok milletlerle tesisi münasebet edemedik. Ahden bağlıdırlar. Biz kendi muahedenamemizle Harbi Umumide galibolan müsavi milletler gibi taahhüdattan azadeyiz, bunu tevlideden bu muahedenamedir. Arz etmek istediğim getirdiğimiz muahedenamenin Harbi Umumiden sonra yapılmış olan muahedata yakından ve uzaktan bir müşabehet irae etmediğini göstermektir.
Bu muahedename milletlerin görüşerek yapabilecekleri bir sulh muahedenamesi addolunabilir. Bizim istediğimiz zaten bu idi. Her hangi bir cebir ve kuvvetle bize kabul ettirilmiş bir muahededen içtinabediyorduk. Müzakere ile, mücadele ile bu tarzda bir muahedenameye vasıl olabileceğimizi takdir ediyorduk. Netice bizim istediğimiz şekilde istihsal olunmuştur.
Lozan'da imza ettiğimiz vesaikten birisi boğazlar usulüne dair mukavelenamedir. Boğazların vaziyeti coğrafyası itibariyle ehemmiyeti mahsusası hiçbir zaman nazarlardan dur olmamıştır. Boğazlar için Harbi Umumiden sonra boğazların serbestisi tarzında yeni nazariyeler peyda oldu.
Bu nazariyenin sebebi vaz'ı iddia olunduğu gibi ( 1914)'e kadar açık bulundururken (1914)'te ahde muhalif hareket ederek boğazları kapamaklığımız değildir. Hakikatte (1914)'te memleketimizi müdafa etmek boğazları kapamak, açmak, müdafaa etmek suretindeki hakkı tasarrufumuz ahden emin ve müeyyed idi. Ahde muhalif hareket etmedik. Bunu tavzih etmekle beraber boğazların serbestisi bir emrivaki olarak tahaddüs etmiş bir mesele idi. Meselenin Karadeniz ve Akdeniz devletleri için haiz olduğu ehemmiyet o kadar tebarüz etmiştir ki biz dahi Misakı Millimizde İstanbul'un ve Marmara'nın emniyeti mahfuz kalmak şartiyle boğazların ticarete ve Münakalatı Umumiyeye küşadını esas olarak kabul ettik. Misakı Millide kabul ettiğimiz bu esas hakikatı halde şeraiti cedidenin zaruriyatından idi. Düşünülemiyerek yapılmış bir fedakarlık tarzında ifade olunamaz.
Boğazların usulünü tayin etmek için olan müzakeratta birçok siyasetler tavazzuh ve tesadüm etmiştir. Türkiye bu siyasetler içinde Misakı Milli ile ilan olunan esasata sadakatini ve asıl kendi vazifesi olan Türkiye'nin mevcudiyet ve emniyetini vikaye etmek esasını takibettik. Serbestii mürur hazara ve sefere; ticaret ve harb sefinelerine aidolmak üzere muhtelif fasıllarda izah olunmuştur. Hakikatı halde serbestii mürur ile başlıca harb gemilerinin ve harb tayyarelerinin hazarda ve seferde müruru tanzim edilmiştir. Boğazlar meselesini başlıca bu noktalardan tetkik etmelidir. Çünkü ticaret için, boğazlar tahkim edilmiş ve kapalı addedildiği zamanda dahi bir memnuniyet yoktu. Boğazların açıklığı için imza ettiğim mukavelede; harb sefineleri için, havai sefineler için hazarda ve seferde şeraiti mürur tayin edilmiş bulunuyor. Biz Boğazlar Mukavelenamesinin halli esnasında muhtelif siyasetler arasında gerek dostluklarımızı muhafaza etmek ve kendi menafiimizi olduğu kadar dostlarımızın da menafiini muhafaza edecek bir şekli hal bulmak için yedikudretimizde bulunan mesaiyi sarf ettik. Hiçbir kimse veya heyet bize dürüst bir vaziyet takibetmemek ithammını serd edemez. Biz ihtiyacatı umumiyeyi temin etmek ve sulha varmak için bir noktai sabite üzerinde duramazdık. Bu meseleyi her halde halletmek icabederdi. Alakadar olan bütün milletlerin bugün vaz'ı imza etmiş olduğu bir mukavelename meseleyi beynelmilel nazardan tanzim etmiştir.
Şimdi Türkiye'ye taalluk eden nıkatı nazardan mülahazat dermeyan edeyim. Bizim boğazlar mukavelenamesinde deruhde ettiğimiz mecburiyet; gayriaskeri bir mıntıka ihdasıdır. Bihakkin denilebilir ki Türkiye, İstanbul ve boğazları, bu kadar mühim olan yerleri tahkimden feragat etmekle mühim bir şeyden feragat etmiştir.
Arkadaşlar! Boğazlar üzerinde dökülen kanlar, munhasıran Türkiye'nin uğradığı bir tecavüzü defetmek için dökülmemiştir. Harbi Umumiyede eğer boğazları müdafaaya ve birçok kan dökmeye mecbur oldu isek Türkiye'nin dahil olduğu bir zümrenin müşterek menafiini müdafaa için mecbur olduk. Vakaa tecavüz doğrudan doğruya evvelâ Türkiye'ye müteveccih idi ve Türkiye vazifesini her zaman için şayanı iftihar olacak bir surette ifa eyledi. Âtiyen boğazlar üzerinde yeniden bir tecavüz vakı olursa Türkiye hakkı müdafaasını mutlak olarak muhafaza edecektir. Bitaraf kaldığımız muharebeler için geçmek ve gitmek bize taalluk etmez. Fakat Türkiye'nin dahil olduğu bir muharebede hakkı müdafaamızı istimal etmek bilakaydüşart temin edilmiştir. Buna derakap bir itiraz varidolabilir. "Fakat vakti hazarda müdafaa esbabı temin edilmemiş ise bu taarruza karşı ittihaz edeceğimiz tedabir de elbette noksan olur." Bunun cevabı; bugün içinde bulunduğumuz vaziyettir.
Bugün İstanbul'u boğazları ta Meriç'e kadar alıyoruz. Bunu bize aldıran ve bu yerleri düşman elinden kurtaran İstanbul'da, Boğazlar'da ve Trakya'da tahkimat ve kuvvetimizin mevcudiyeti midir? Bugünkü vaziyet gerek İstanbul'un ve gerek Trakya'nın en iyi müdafaasının nasıl olacağını bize bedaheten göstermektedir. Anadolu'ya hâkim ve sahibolandır ki, boğazlar ve İstanbul onun malı olacaktır. Eğer başka türlü bir tertibe imkân olsaydı bugün imza ile o netice tespit olunmazdı. Bu, vaziyeti coğrafiyenin ve vaziyeti siyasiyenin ilcayı zarurisidir.
Osmanlı İmparatorluğu bütün menabi ve vesaitini boğazlar etrafında teksif ederek ve memleketin diğer yerlerini faaliyetten mahrum bırakarak İstanbul'u ve boğazları müdafaa etmeye çalıştı fakat kaybetti.
Yeni Türkiye, bütün kuvvet ve menabiinin mahalli sarfını tayin ve tanzim ettiği için İstanbul ve boğazların muhafazasını ilelebed temin etmiş oluyor. (Sürekli alkışlar)
Efendiler! Boğazların ve İstanbul'un ecnebi bir ele geçmesi nasıl tedabir ile kabili icradır? Elde bunu ifade eden tarihi bir vesika da vardır. Onun adını bilirsiniz. Boğazların ve İstanbul'un ecnebi bir elde bulunması için orada kudretten mahrum, lafzi bir Hükümet lazımdır. Bundan maada Anadolu'da ledelicap faaliyete geçebilecek bir ordu lazımdır. Bundan maada geri kalan Türkiye'de çakıya kadar silah bulunmamak lazımdır. Boğazları ecnebi eline geçirecek İstanbul'u ağyar elinde bırakacak fenni tedabirin heyeti mecmuası budur, bugün Anadolu'da Türkiye aleyhine kullanılacak ordu veya Devlet mi vardır? Türkiye hakkı müdafaasını sureti mutlakada muhafaza etmemiş midir? İşte bunların neticesi olaraktır ki, kendiliğinden İstanbul ve boğazlar sahibi aslisi olan Türkiye'ye iltihak etmiştir. Bugün vaziyet böyle iken Türkiye bütün cihan ile münferiden ve serbestçe tesisi sulh ve münasebat ettikten sonra tehlike nerede vardır? Tehlike oradadır ki, vatan, kendi dahilinde kudretten mahrum olmasın. Bugün haiz olduğumuz kuvvet muhafaza, tarsin ve ilaedilirse Garp hudutlarımız için İstanbul ve boğazlar için tehlike tasavvur etmiyorum. (Alkışlar)
İşte arkadaşlar! Boğazlar Mukavelenamesinin Türkiye'nin emniyeti noktai nazarından mahiyeti budur. En iyi bir sureti hal bulmak üzere son gayretleri sarf ettikten sonra meseleyi bu neticeye isal ettik.
Boğazlar Mukavelenamesinde başlıca muhassalai mesaimiz olan bir noktayı ayrıca ifade etmek isterim. Boğazlar Komisyonu teşkil ediliyor. Bu komisyon şekli aslisinde gerek ticaret ve gerek harb sefaininin müruru için ve gerek gayriaskeri mıntıkaya matuf tedabirin takibolunup olunmadığını murakabe için teşkil olunmuştu. Uzun ve çetin münakaşadan sonra bu Boğazlar Komisyonunun vazifesi sular üzerinde sefaini harbiye ve askeri tayyarelere hasrolunmuştur. Karada her hangi bir şekil altında murakabe hakkını bir ecnebi murakebe heyetine terk etseydik vaziyet hakimiyetimizle gayrikabili telif olurdu. Bu noktayı esaslı bir mesele olarak mevzuubahis ve müdafaa ettik. Netice şudur ki, boğazları mürur noktai nazarından açıyoruz. Geçecek sefaini harbiye birtakım hesabat ile tayin olunacak, komisyonun vazifesi Karadeniz ve Akdeniz devletlerinin kuvayı harbiyei bahriyesine mütaallik müşterek bir meseleyi takibetmektir. Maba'dı vazife tamamen İstanbul'un ve boğazların sureti mutlakada tahtı hakimiyetinde bulunduğu devlete aittir. Takibettiğimiz bu nazariye muahedede istihsal ve ifade olunmuştur. Bunda Türkiye için bir mahzur görmedik. Boğazlardan geçecek donanma en kuvvetli Karadeniz Devleti donanmasından fazla olmayacak. En kuvvetli Karadeniz Devletinin donanması senenin muayyen bir zamanında tayin olunacaktır. Komisyon geçen donanmanın hakikaten bu donanmadan aşağı ve yukarı olduğunu takdir ederek yol verecek. Niçin böyle bütün devletlere ait olan bir meseleyi Türkiye kendi mesuliyet altında olarak bütün devletlere muhatabolmak vaziyetinde kalsın? Türkiye beyhude münakaşat ve müşkülata neden katlansın?
Arkadaşlar! Trakya hududuna dair olan Mukavelenamenin ruhu Trakya'daki hudutlarımızın tarafeyninden otuz kilometre mıntakanın gayriaskeri bulunmasıdır. Tahkimat olmayacak garnizon bulunmayacak ve ila ahirihi bu tedbirin kabulü nedir? Hudutlar üzerinde baştanbaşa asker dizmek ve tahkimat yapmak kimsenin hatırından geçmez. Bu tedbirin esasını açık söylemek lazımdır. Bu Edirne üzerinde tahkimat bulunmamasını ve muhtemelen hem hudut memleketler tarafından Meriç vadisinde tahkimat yapılmamasını istihdaf eder. Biz Edirne üzerinde tahkimat yapmayı zaten düşünmüyoruz. Edirne'nin müdafaası bugün nasıl temin edilmiştir. Bütün dünya varken ve biz uzakta kalmış iken Edirne bizim elimizdedir.
Vaziyeti askeriye sarahaten gösterir ki, bu vaziyette bir kale yapmak ve tahkimatta bulunmak beyhude masraf ve külfettir. Bununla beraber devletler böyle bir tedbirin taahhüdettirilmesinde musir idiler. Noktai nazar şu idi : Biz Avrupa'ya ne maksatla geçiyoruz! Malumdur ki, bizim maksadımız hudutlarımız dahilinde komşularımız için ve bütün dünya için amili sulh ve huzur olmaktır. Eğer biz Avrupa'ya eskiden olduğu gibi bir fikri istila için geçiyorsak devletler ve Balkanlar için başka bir çare lazımdır zannolunuyordu. Bu noktayı vazıhan ifade etmekte bizim zararımız mı vardır, faidemiz mi vardır? Bizim faidemiz olduğuna kaniiz. Siyasetimizin gizli ve kapaklı bir noktası yoktur. Biz menabii kafi olan arazimiz içinde mevcudiyetimizi, terakkiyatımızı temin etmekten başka bir şey düşünmüyoruz ve atiyen Balkanlar'da Türkiye daima bir unsuru muvazenet ve amili sulh ve sükunet olarak ihtiram görecektir. Hulasa Trakya Mukavelenamesi ile maddi menafiimizden hiçbir şey kaybetmiş olmuyoruz.