Kendisinden daha âlim bir başka insanın ilmine akıl erdiremeyen insanoğlunun Rabbinin ve Hâlık’ının sonsuz sıfatlarını anlayamaması gayet normaldir.
“Hakikat-ı mutlaka, mukayyet enzar ile ihata edilmez”(Sözler)
Önce bu harika vecizenin kelimelerine kısaca göz atalım. Mutlak; sınırsız ve kayıtsız mânâsına geliyor. Mukayyet ise kayıtlı, bir had altına alınabilen, kendisine bir hudut çizilebilen. “Enzar”, nazarın çoğulu ve burada nazar akıl mânâsına geliyor. İhata ise, bir şeyi kaplamak, içine almak, onu her yönden ve her cihetten kucaklamak.
Akıl mahlûktur. Her mahlûk ise mahduttur, sınırlıdır. Gözümüzde görmeyi, ayağımızda yürümeyi, elimizde tutmayı, midemizde hazmetmeyi yaratan kudret, aklımızda da anlamayı ve ilmi yaratmış. İnsanın beyni gibi, düşüncesi ve ilmi de sınırlıdır. Bu ilim de bir noktaya kadar varabilir, ondan ötesine geçemez.
Eli, şu uçsuz bucaksız âlemi tutup çevirmekten ne kadar âciz ise, aklı da onun yaratıcısını hakkıyla bilmekten en az o kadar uzaktır. Allah’ın sonsuz sıfatlarını, bu sınırlı akılla ihata etmek, yani tam mânâsıyla kavramak ve anlamak mümkün değil.
Henüz kendi mahiyetini bilemeyen aklın, Allah’ı anlamaya kalkışması en azından haddi tecavüzdür ve insanı doğru yoldan saptırır. Şu var ki, anlamak başka, inanmak daha başkadır. İnanmak bir kalp meselesidir.
Akıl, sonsuzu kavrayamaz ama, kalp sonsuza inanabilir ve sonsuzu sonsuz derecede sevebilir. Kalplerindeki sonsuzluk madenini işletemeyenler, akıllarına esir olurlar ve bu esaret onları önce bedenlerine, sonra da maddeye ve tabiata köle yapar.
İnsanın nazarı, mikroplar âlemini de göremez, çok uzak yıldızları da... Aynı şekilde, insan aklının da ulaşamayacağı kadar yüksek ve derinliğine inemeyeceği kadar ince hakikatler vardır. Bunlar aklın sınırlarını aşarlar. Akıl, bu hakikatlerin ancak var olduklarını bilir; nasıl ve nice olduklarını anlamaya kalkıştı mı yanılmayı peşinen kabul etmiş demektir. Böyle bir akıl, anlama âleti olmaktan çıkar, itiraz makinesi olur.
Akıllarına güvenen ve onu yegâne ölçü kabul edenler, kavrayamadıkları hakikatleri şu veya bu sebeple inkâr etmeyi daha kolay bulur ve düşünmekten olanca güçleriyle kaçarlar.
“Hakikat-ı mutlaka, mukayyet enzar ile ihata edilmez”(Sözler)
Önce bu harika vecizenin kelimelerine kısaca göz atalım. Mutlak; sınırsız ve kayıtsız mânâsına geliyor. Mukayyet ise kayıtlı, bir had altına alınabilen, kendisine bir hudut çizilebilen. “Enzar”, nazarın çoğulu ve burada nazar akıl mânâsına geliyor. İhata ise, bir şeyi kaplamak, içine almak, onu her yönden ve her cihetten kucaklamak.
Akıl mahlûktur. Her mahlûk ise mahduttur, sınırlıdır. Gözümüzde görmeyi, ayağımızda yürümeyi, elimizde tutmayı, midemizde hazmetmeyi yaratan kudret, aklımızda da anlamayı ve ilmi yaratmış. İnsanın beyni gibi, düşüncesi ve ilmi de sınırlıdır. Bu ilim de bir noktaya kadar varabilir, ondan ötesine geçemez.
Eli, şu uçsuz bucaksız âlemi tutup çevirmekten ne kadar âciz ise, aklı da onun yaratıcısını hakkıyla bilmekten en az o kadar uzaktır. Allah’ın sonsuz sıfatlarını, bu sınırlı akılla ihata etmek, yani tam mânâsıyla kavramak ve anlamak mümkün değil.
Henüz kendi mahiyetini bilemeyen aklın, Allah’ı anlamaya kalkışması en azından haddi tecavüzdür ve insanı doğru yoldan saptırır. Şu var ki, anlamak başka, inanmak daha başkadır. İnanmak bir kalp meselesidir.
Akıl, sonsuzu kavrayamaz ama, kalp sonsuza inanabilir ve sonsuzu sonsuz derecede sevebilir. Kalplerindeki sonsuzluk madenini işletemeyenler, akıllarına esir olurlar ve bu esaret onları önce bedenlerine, sonra da maddeye ve tabiata köle yapar.
İnsanın nazarı, mikroplar âlemini de göremez, çok uzak yıldızları da... Aynı şekilde, insan aklının da ulaşamayacağı kadar yüksek ve derinliğine inemeyeceği kadar ince hakikatler vardır. Bunlar aklın sınırlarını aşarlar. Akıl, bu hakikatlerin ancak var olduklarını bilir; nasıl ve nice olduklarını anlamaya kalkıştı mı yanılmayı peşinen kabul etmiş demektir. Böyle bir akıl, anlama âleti olmaktan çıkar, itiraz makinesi olur.
Akıllarına güvenen ve onu yegâne ölçü kabul edenler, kavrayamadıkları hakikatleri şu veya bu sebeple inkâr etmeyi daha kolay bulur ve düşünmekten olanca güçleriyle kaçarlar.