Bir Müslümanın başkalarına zarar vermemesi, herkese iyilik yapması en önemli ahlâkî görevlerindendir. Rasûlüllah (s.a.s): "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kişidir." (Buhârî İmân, 3-4; Müslim, İman, 64-66) buyurmuştur.
Peygamberimiz: "Allah katında dostların en iyisi arkadaşına, komşuların en iyisi de komşusuna en iyi davrananıdır." (Buhârî, İman, 31; Tirmizî, Birr, 28) buyurmuştur.
Mümin, devamlı iyilik yapma fırsatlarını kollayan, böyle bir fırsat ele geçince de hiç vakit kaybetmeden iyilikte bulunan, kendisini iyilik yapma düşüncesine adamış insan demektir. Hatta ona göre iyilik sadece insana değil, hayvana veya bitkiye de yapılabilir. Bu anlamda acıkan bir hayvana yiyecek vermek, kurumaya yüz tutmuş bir ağacı sulamak da birer iyiliktir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hayvanlara yapılan iyilik ve kötülüğe şu iki örneği vermektedir: Allah (c.c.) bir köpek yüzünden, ahlâksız bir kadını affedip cennetine aldı. Köpek bir kuyunun başında, susuzluktan dili sarkmış bir vaziyette soluyup duruyordu. Tam o esnada oradan geçmekte olan bu kadın, köpeğin hâlini görünce dayanamadı. Hemen belinden kemerini çıkarıp ayakkabısına bağladı, bununla kuyudan su çıkarıp köpeğe içirdi, böylece köpek ölümden kurtuldu. İşte bu kadının bir köpeğe karşı bu davranışı onun affına vesile oldu ve Allah (c.c.), onu cennetine koydu." (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Selâm, 153-155)
Aksi kutupta ikinci örneği de Allah Rasûlü şöyle anlatıyor: "Bir kadın bir kedi yüzünden cehenneme girdi. Ne o kediye yedirdi içirdi ne de salıverdi ki dışarıda avlansın. Ve kedi açlıktan öldü. O kadın da bu yüzden cehenneme girdi." (Buhârî, Müsâkât, 9; Müslim, Selâm, 151-152)
Eşref-i mahlûkat olan insana yapılan iyilik ise, diğer varlıklara karşı yapılan iyiliklerle kıyaslanamayacak kadar kıymetli ve üstündür. Bir ayette iyilik yapılacak kişiler önem derecesine göre şöyle sıralanmaktadır: "Allah'a kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve size hizmet eden kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez." (Nisa, 4/36)
Ayete dikkatle bakıldığında, Allah'a inanmak ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayıp samimiyet ile ibadet etmek nazara verildikten sonra, toplumun tamamını kapsayacak şekilde geniş bir daireye iyilik yapmamız emrediliyor. Önce anne-babaya iyilikle muamele etmek, akrabalara ihsanda bulunmak, yetimleri ve yoksulları görüp gözetmek sıralanıyor. Sonra, evi yakın olan veya akrabadan olan yakın komşuya iyilik ve evi uzak olan veya akrabadan olmayan ya da Müslüman olmayan uzak komşuya iyilik zikrediliyor.
Merhum Elmalılı, bu ayeti tefsir ederken komşuyla ilgili bölümünde şu hadis-i şerifi hatırlatır: "Komşu üç kısma ayrılır. Birincisi, komşu akraba ve Müslüman ise üç hakkı vardır; komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve İslâmiyet hakkı. İkincisi, akraba değilse iki hakkı vardır; komşuluk hakkı ve İslâmiyet hakkı. Üçüncüsünün ise bir hakkı vardır; komşuluk hakkı ki, bu Hıristiyan, Yahudi ve müşrik komşudur." Demek ki, komşu başka dinden veya dinsiz de olsa, ona iyilik yapmak bir komşuluk hakkıdır. Dünyanın her yerinde ve her ortamda geçerliliği olan en güzel iyilik ise, müminin sahip olduğu güzellikleri hakkıyla ve kendisine yakışır şekilde temsil etmesi, bu iyilik ve güzellikleri şahsî hayatında, ailevî hayatında ve toplumsal hayatta göstermesidir. Ayette daha sonra dost ve arkadaşlara iyilik emrediliyor ki, en yakın dost ve arkadaşımız eşimizdir. Nitekim ona hayat arkadaşı denilmiştir. Eşimizden sonra diğer dostlarımız ve arkadaşlarımız gelmektedir.
Bilindiği gibi akrabalar arasındaki her türlü iyilik, 'sıla-i rahim' tabiriyle ifade edilmiştir. Sıla-i rahim, tatlı sözlü, güler yüzlü olmaktan selâmlaşmaya, hâl-hatır sormaktan insanlar hakkında iyi dileklerde bulunmaya, ziyaretlerine gitmekten ihtiyaçlarını görmeye, dertlerini paylaşmaktan malî yardımda bulunmaya kadar pek çok iyilik ve ihsanı ihtiva eder. Hususiyle günümüzde bu iyilik ve ihsan yolları neredeyse unutulmuş ve akrabalık bağları bütün bütün koparılmıştır.
Maalesef, artık anne-babalar, nine ve dedeler biraz yaşlanıp elden ayaktan düşünce, kendilerini düşkünler evinde buluyorlar. Buralara 'huzur evi' adı verilmektedir. Ancak insan, çocuklarının olmadığı, torunlarının bulunmadığı, ne ihtimamla büyüttüğü yavrularını sevemediği, onlara bakıp bakıp "ben de bir anneyim, bir babayım!" diyemediği, kendine sevgi ve hürmetle bakan yakınlarını göremediği, onun için sofraya bir tabağın konmadığı ve çoğu zaman aranıp sorulmadığı bir yerde ne kadar huzurlu olur ki! Biz kendi kafamızda mevhum bir huzur tasarlamışız; orada huzur var demiş âdeta diretmişiz. Onları da bizim var olduğunu sandığımız huzuru duymaları için zorlayıp durmaktayız. "Ne güzel yiyip içip yatıyorlar, daha ne olacaktı ki?" der gibi bir hâlimiz var. Oysa insan, yiyip içen, yan gelip yatan ve bu şekilde huzuru yakalayabilen bir mahlûk değildir. İnsan, çevresine alâka duyan, tabiata açık bir fıtratı bulunan, evlât ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla bile münasebeti olan bir varlıktır. Fakat maalesef, biz bugün onu, yeme, içme ve uyumaya hapsetmiş durumdayız.
Bu kurumlar elbette içimizden bazıları için bir ihtiyaçtır, gerekliliktir. Kendilerini evinde ocağında tutacak bir bağı kalmayanlar için huzur evidir. Ama yaşlılarını evden uzaklaştıranlar bu durumun onlar için gerçekten huzur olup olmadığını tekrar düşünmelidirler.
Yukarıda verdiğimiz ayetin sonunda, iyilik yapacağımız diğer bir grup olarak yolda kalmış kişiler nazara verilmektedir. Ayetin Arapça'sında geçen 'ibn sebil' kelimesi, hem yolda kalmışları hem de evimize misafir olarak gelen kişileri kapsar. Ayet son olarak kölelere iyilik yapmayı emrediyor. Ancak Allah'a şükür ki, bu gün kölelik bulunmamaktadır.
Kısacası, ayete etraflı bir bakış açısıyla anlam verdiğimizde, dini, dili, ırkı ve kültürü ne olursa olsun, âdeta bütün insanlara iyilik yapmamız gerektiğini söylememiz mümkündür. Aslında bizler, kendisine düşmanlık edenlere bile iyilik yapma fırsatı kollayan, böylece onu yaptığı kötülüğe karşılık cezalandırmak yerine, yaptığını düşünmeye ve pişman olup iyilik yoluna dönmeye sevk eden anlayışı, bu ve benzeri ayetlerden almışız.
İyiliğin ruhu: Allah rızası
Allah, her insanın içine iyilik yapma hissini yerleştirmiştir. Bu itibarla da her ferdin içinde iyilik yapma hissi potansiyel olarak vardır. Bu insan fıtratının bir gereğidir. Ancak Allah'ın herkesin içine yerleştirdiği iyilik yapma hissinden kaynaklanan bir iyilik ile Cenâb-ı Hakk'ı tefekkür etme mülâhazasıyla yapılan bir iyilik arasında fazilet açısından önemli bir fark vardır. Nasıl, severken veya kızarken Allah için yapmak gerekiyor; öyle de iyiliği Allah için yapmak mümine daha fazla sevap kazandıracak ve aynı zamanda bu niyet ile iyilik yapmak, amellere ayrı bir derinlik de katacaktır.
Meseleyi bir misal ile müşahhaslaştıralım: Mümin, zor durumda kalmış bir karıncayı, özünde potansiyel olarak mevcut olan iyilik yapmak düşüncesiyle, içinde bulunduğu o zor durumdan kurtarabilir. Bunun sevap olmadığını söylemek mümkün değildir. Ancak bu işi, "benim içimde böyle bir iyilik yapma düşüncesi var. Ama Allah'ım, bunu sırf Senin rızanı kazanmak için yapıyorum." duygu ve düşüncesi ile yapmak, iyilik yapmaya ayrı bir derinlik kazandırır. Öyle ise yapılacak iyilikte taşıdığımız niyet, o iyiliğin ruhudur; nitekim diğer bütün ibadetlerimiz için de bu böyledir. Bu duruma ihlâs adı da verilmiştir.
Sözlerimizi, Allah'ın geniş rahmetini ve iyi niyeti dile getiren bir hadisle bitirelim:
"Şüphesiz ki, Allah iyilikleri ve kötülükleri yazmış sonra onları beyan etmiştir. İmdi kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Allah onu kendi katında tam bir hasene olarak yazar. O hayırlı işi yapmaya niyet eder de yaparsa, Allah (c.c.) onu on kattan yedi yüz kata ve daha pek çok katlayarak hasenat yazar. Şayet bir kötülük yapmak ister de yapmazsa, Allah onu nezd-i ulûhiyetinde tam bir hasene olarak yazar. O kötülüğü yapmak ister de yaparsa, Allah onu bir tek seyyie olarak yazar." (Buhârî, Rikak, 31; Müslim, İman, 207)
(Doç. Dr. Mustafa Ünver - Diyanet Dergisi)
Sorularla İslamiyet
Peygamberimiz: "Allah katında dostların en iyisi arkadaşına, komşuların en iyisi de komşusuna en iyi davrananıdır." (Buhârî, İman, 31; Tirmizî, Birr, 28) buyurmuştur.
Mümin, devamlı iyilik yapma fırsatlarını kollayan, böyle bir fırsat ele geçince de hiç vakit kaybetmeden iyilikte bulunan, kendisini iyilik yapma düşüncesine adamış insan demektir. Hatta ona göre iyilik sadece insana değil, hayvana veya bitkiye de yapılabilir. Bu anlamda acıkan bir hayvana yiyecek vermek, kurumaya yüz tutmuş bir ağacı sulamak da birer iyiliktir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hayvanlara yapılan iyilik ve kötülüğe şu iki örneği vermektedir: Allah (c.c.) bir köpek yüzünden, ahlâksız bir kadını affedip cennetine aldı. Köpek bir kuyunun başında, susuzluktan dili sarkmış bir vaziyette soluyup duruyordu. Tam o esnada oradan geçmekte olan bu kadın, köpeğin hâlini görünce dayanamadı. Hemen belinden kemerini çıkarıp ayakkabısına bağladı, bununla kuyudan su çıkarıp köpeğe içirdi, böylece köpek ölümden kurtuldu. İşte bu kadının bir köpeğe karşı bu davranışı onun affına vesile oldu ve Allah (c.c.), onu cennetine koydu." (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Selâm, 153-155)
Aksi kutupta ikinci örneği de Allah Rasûlü şöyle anlatıyor: "Bir kadın bir kedi yüzünden cehenneme girdi. Ne o kediye yedirdi içirdi ne de salıverdi ki dışarıda avlansın. Ve kedi açlıktan öldü. O kadın da bu yüzden cehenneme girdi." (Buhârî, Müsâkât, 9; Müslim, Selâm, 151-152)
Eşref-i mahlûkat olan insana yapılan iyilik ise, diğer varlıklara karşı yapılan iyiliklerle kıyaslanamayacak kadar kıymetli ve üstündür. Bir ayette iyilik yapılacak kişiler önem derecesine göre şöyle sıralanmaktadır: "Allah'a kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve size hizmet eden kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez." (Nisa, 4/36)
Ayete dikkatle bakıldığında, Allah'a inanmak ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayıp samimiyet ile ibadet etmek nazara verildikten sonra, toplumun tamamını kapsayacak şekilde geniş bir daireye iyilik yapmamız emrediliyor. Önce anne-babaya iyilikle muamele etmek, akrabalara ihsanda bulunmak, yetimleri ve yoksulları görüp gözetmek sıralanıyor. Sonra, evi yakın olan veya akrabadan olan yakın komşuya iyilik ve evi uzak olan veya akrabadan olmayan ya da Müslüman olmayan uzak komşuya iyilik zikrediliyor.
Merhum Elmalılı, bu ayeti tefsir ederken komşuyla ilgili bölümünde şu hadis-i şerifi hatırlatır: "Komşu üç kısma ayrılır. Birincisi, komşu akraba ve Müslüman ise üç hakkı vardır; komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve İslâmiyet hakkı. İkincisi, akraba değilse iki hakkı vardır; komşuluk hakkı ve İslâmiyet hakkı. Üçüncüsünün ise bir hakkı vardır; komşuluk hakkı ki, bu Hıristiyan, Yahudi ve müşrik komşudur." Demek ki, komşu başka dinden veya dinsiz de olsa, ona iyilik yapmak bir komşuluk hakkıdır. Dünyanın her yerinde ve her ortamda geçerliliği olan en güzel iyilik ise, müminin sahip olduğu güzellikleri hakkıyla ve kendisine yakışır şekilde temsil etmesi, bu iyilik ve güzellikleri şahsî hayatında, ailevî hayatında ve toplumsal hayatta göstermesidir. Ayette daha sonra dost ve arkadaşlara iyilik emrediliyor ki, en yakın dost ve arkadaşımız eşimizdir. Nitekim ona hayat arkadaşı denilmiştir. Eşimizden sonra diğer dostlarımız ve arkadaşlarımız gelmektedir.
Bilindiği gibi akrabalar arasındaki her türlü iyilik, 'sıla-i rahim' tabiriyle ifade edilmiştir. Sıla-i rahim, tatlı sözlü, güler yüzlü olmaktan selâmlaşmaya, hâl-hatır sormaktan insanlar hakkında iyi dileklerde bulunmaya, ziyaretlerine gitmekten ihtiyaçlarını görmeye, dertlerini paylaşmaktan malî yardımda bulunmaya kadar pek çok iyilik ve ihsanı ihtiva eder. Hususiyle günümüzde bu iyilik ve ihsan yolları neredeyse unutulmuş ve akrabalık bağları bütün bütün koparılmıştır.
Maalesef, artık anne-babalar, nine ve dedeler biraz yaşlanıp elden ayaktan düşünce, kendilerini düşkünler evinde buluyorlar. Buralara 'huzur evi' adı verilmektedir. Ancak insan, çocuklarının olmadığı, torunlarının bulunmadığı, ne ihtimamla büyüttüğü yavrularını sevemediği, onlara bakıp bakıp "ben de bir anneyim, bir babayım!" diyemediği, kendine sevgi ve hürmetle bakan yakınlarını göremediği, onun için sofraya bir tabağın konmadığı ve çoğu zaman aranıp sorulmadığı bir yerde ne kadar huzurlu olur ki! Biz kendi kafamızda mevhum bir huzur tasarlamışız; orada huzur var demiş âdeta diretmişiz. Onları da bizim var olduğunu sandığımız huzuru duymaları için zorlayıp durmaktayız. "Ne güzel yiyip içip yatıyorlar, daha ne olacaktı ki?" der gibi bir hâlimiz var. Oysa insan, yiyip içen, yan gelip yatan ve bu şekilde huzuru yakalayabilen bir mahlûk değildir. İnsan, çevresine alâka duyan, tabiata açık bir fıtratı bulunan, evlât ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla bile münasebeti olan bir varlıktır. Fakat maalesef, biz bugün onu, yeme, içme ve uyumaya hapsetmiş durumdayız.
Bu kurumlar elbette içimizden bazıları için bir ihtiyaçtır, gerekliliktir. Kendilerini evinde ocağında tutacak bir bağı kalmayanlar için huzur evidir. Ama yaşlılarını evden uzaklaştıranlar bu durumun onlar için gerçekten huzur olup olmadığını tekrar düşünmelidirler.
Yukarıda verdiğimiz ayetin sonunda, iyilik yapacağımız diğer bir grup olarak yolda kalmış kişiler nazara verilmektedir. Ayetin Arapça'sında geçen 'ibn sebil' kelimesi, hem yolda kalmışları hem de evimize misafir olarak gelen kişileri kapsar. Ayet son olarak kölelere iyilik yapmayı emrediyor. Ancak Allah'a şükür ki, bu gün kölelik bulunmamaktadır.
Kısacası, ayete etraflı bir bakış açısıyla anlam verdiğimizde, dini, dili, ırkı ve kültürü ne olursa olsun, âdeta bütün insanlara iyilik yapmamız gerektiğini söylememiz mümkündür. Aslında bizler, kendisine düşmanlık edenlere bile iyilik yapma fırsatı kollayan, böylece onu yaptığı kötülüğe karşılık cezalandırmak yerine, yaptığını düşünmeye ve pişman olup iyilik yoluna dönmeye sevk eden anlayışı, bu ve benzeri ayetlerden almışız.
İyiliğin ruhu: Allah rızası
Allah, her insanın içine iyilik yapma hissini yerleştirmiştir. Bu itibarla da her ferdin içinde iyilik yapma hissi potansiyel olarak vardır. Bu insan fıtratının bir gereğidir. Ancak Allah'ın herkesin içine yerleştirdiği iyilik yapma hissinden kaynaklanan bir iyilik ile Cenâb-ı Hakk'ı tefekkür etme mülâhazasıyla yapılan bir iyilik arasında fazilet açısından önemli bir fark vardır. Nasıl, severken veya kızarken Allah için yapmak gerekiyor; öyle de iyiliği Allah için yapmak mümine daha fazla sevap kazandıracak ve aynı zamanda bu niyet ile iyilik yapmak, amellere ayrı bir derinlik de katacaktır.
Meseleyi bir misal ile müşahhaslaştıralım: Mümin, zor durumda kalmış bir karıncayı, özünde potansiyel olarak mevcut olan iyilik yapmak düşüncesiyle, içinde bulunduğu o zor durumdan kurtarabilir. Bunun sevap olmadığını söylemek mümkün değildir. Ancak bu işi, "benim içimde böyle bir iyilik yapma düşüncesi var. Ama Allah'ım, bunu sırf Senin rızanı kazanmak için yapıyorum." duygu ve düşüncesi ile yapmak, iyilik yapmaya ayrı bir derinlik kazandırır. Öyle ise yapılacak iyilikte taşıdığımız niyet, o iyiliğin ruhudur; nitekim diğer bütün ibadetlerimiz için de bu böyledir. Bu duruma ihlâs adı da verilmiştir.
Sözlerimizi, Allah'ın geniş rahmetini ve iyi niyeti dile getiren bir hadisle bitirelim:
"Şüphesiz ki, Allah iyilikleri ve kötülükleri yazmış sonra onları beyan etmiştir. İmdi kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Allah onu kendi katında tam bir hasene olarak yazar. O hayırlı işi yapmaya niyet eder de yaparsa, Allah (c.c.) onu on kattan yedi yüz kata ve daha pek çok katlayarak hasenat yazar. Şayet bir kötülük yapmak ister de yapmazsa, Allah onu nezd-i ulûhiyetinde tam bir hasene olarak yazar. O kötülüğü yapmak ister de yaparsa, Allah onu bir tek seyyie olarak yazar." (Buhârî, Rikak, 31; Müslim, İman, 207)
(Doç. Dr. Mustafa Ünver - Diyanet Dergisi)
Sorularla İslamiyet