İslam dünyası Osmanlı'ya muhtaç!
Onun kaygıları ve çıkarlarına saygı gösterilmez miydi? Bu boyutlardaki bir ülke ortaya çıkmış olsaydı İslam Konferansı Örgütü 57 ayrı devlete bölünmüş olmaz, organizasyon kendisini uluslararası arenada tek bir aktör olarak temsil ederdi.
Ne Çin ne de Hindistan, birbiriyle kavga eden 57 ayrı devlete bölünmüş olsaydı başarılı olamazdı. Birleşik Devletler 50 ayrı devletten müteşekkil olmuş olsaydı muhtemelen dünyayı dev ve azametli bir heykel gibi tek solukta geçip gidemezdi. Büyük bir bedene sahip olmak büyük bir güç olmada önemli bir etkendir.
Yermuk ve Kadisiye savaşları döneminden, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileyiş dönemine kadar Müslüman dünyası hiçbir zaman büyük bir güçten yoksun kalmamıştır. Bugün, Müslüman ümmeti kendisini zayıf, bölünmüş, hakir görülmüş ve başkalarının idaresi altında bir durumda bulmuştur. Açıkçası, İslami bir büyük güç yoktur. Peki Müslüman bir büyük gücün yokluğu, sıradan Türkler, Araplar, Pakistanlılar, Endonezyalılar, Somalililer ve İranlılara neden dert olmalı? Her şeyden önce, Müslüman olduğunu iddia eden pek çok halkın kendilerinin olarak nitelendirebilecekleri bir devletleri var. Bununla birlikte, Çeçenlerin, Filistinlilerin, Afganlıların ve Iraklıların makus talihi bugün onları koruyabilecek güçlü bir devletin yokluğunda halkların ve Müslümanların başlarına gelebileceklere dair birer örnektir. Müslüman kimliğinin pek ayırıcı bir özelliği olmadığı ve fazlaca politik bir öneminin bulunmadığı bir dönemde, Müslüman bir büyük güç düşüncesine adanmışlık gerçekte bir anlam ifade etmiyordu. Bununla birlikte, giderek artan ölçüde insanların sosyal ve politik bir farkındalığı belirtir şekilde kendilerini İslam'la ve Müslüman olmakla tanımlamaya başlamaları, Müslüman bir büyük gücün yokluğu meselesi çok daha fazla öneme haiz oldu.
Büyük gücün yokluğu egemenliği zayıflattı
Müslüman bir büyük gücün yokluğunun sebep olduğu bir konsept içinde, Müslüman kimliğin aleni deklaresi Müslümanların uluslararası sistemde marjinalleşmesine neden oldu. Dünyanın büyük güçlerinin önemli bir kısmı, kendilerini ya memleketinin kaybettiği toprakları geri isteyen (Rusya Federasyonu, Çin, Hindistan) ya da Avrupa Birliği gibi diasporik (dağınık) bir halde yaşayan huzursuz Müslüman nüfusları ile karşı karşıya buluyor. Kendilerini Müslüman olarak tanımlayan dünyadaki insanların bu önemli gruplarından birinin, mevcut dünya güç bölünmesinden hoşnut görünmediği sonucundan kaçmak hayli zor. İslami bir büyük gücün yokluğu, Müslümanların küresel düzeyde temsil edilmemiş halde kalmalarından başka neyin göstergesi olabilir ki? Şimdi, Müslüman ülkelerde yaşayan pek çok Müslüman'ın devletlerinin korumasına sahip olduğu ve tüm Müslümanlar için konuşacak spesifik bir Müslüman büyük gücünün bulunmamasının gerçekte sorun olmadığı düşüncesi dillendirilebilir. Aslında, böylesi tek bir varlığın bulunmasının İslam'ın tek bir yorumunu empoze edebileceği ve bunun da Müslümanlar arasında ardı arkası kesilmeyen çatışmalar için davetiye olduğu yorumu da seslendirilebilir. Ancak, bu tür bir gerekçelendirme, devlet politikasıyla devletin kendisinin ne olduğu gerçeğini birbirine karıştırmaktan başka bir şey değildir.
Büyük bir güç egemendir, bağımsız bir politikanın peşinden gidebilme kapasitesine sahiptir. Pek çok Müslüman ülkenin kendi başkentlerinde değil yabancı başkentlerde belirlenen politikaları izleyen hükümetler tarafından yönetildiği söylenebilir. Hükümetlerinin kendi halklarının değil de Washington'ın desteğine bağlı olduğuna inanan ve öyle hisseden çok sayıda devlet bulunmakta. Egemen devletlerin demokratik olmaları çok daha kolaydır; çünkü bir halk için hükümetleri, yabancıların değil de kendi desteğine bağlı ise hükümetleri üzerinde nüfuz sahibi olabilir.
Müslüman büyük bir gücün yokluğu, Müslümanların kendi tarihlerini yapma ve kendi otonomilerini uygulama kapasitelerinin ciddi anlamda sınırlandırılması anlamına gelmektedir. Bu sadece soyut bir sınırlandırılma değildir; aynı zamanda tarihî düzlemden biyografik düzleme kadar pek çok alanı etkiler. Sıradan Müslümanlar daimi bir şekilde, sadece fazlalık olarak zikredildikleri, kendilerine yabancı bir tarihe göre biyografilerini uydurmak gibi zor bir görevle de karşı karşıya kalmakta. Müslümanların karşılaştığı en büyük problem, çoğunun yöneticiler ile yönetilen arasında devasa uçurumların bulunduğu rejimler altında yaşamalarıdır. Müslümanların yönetilen ile yöneten arasında buldukları bu uçurum, güçlü bir Müslüman politik yapının yokluğu sebebiyle oluşmuştur. Egemenlik olmaksızın refahın olması da imkânsızdır. Müslümanların yaşadıkları sorunlar kültürel yetersizliklerinden ya da bireysel patolojilerinden değil politik zayıflıktan kaynaklanmaktadır; bu zayıflık da Müslüman bir büyük gücün yokluğundan neşet etmektedir.
(*) Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Prof. S. Sayyid, Leeds Üniversitesi öğretim üyesidir. Entelektüel dünyanın yakından tanıdığı isimlerden biri olan Prof. Sayyid, özellikle İngiltere'de İslamcılık üzerine yaptığı çalışmalarla öne çıkıyor. Türkçeye çok sayıda eseri tercüme edilen Prof. Sayyid, siyaset, sosyoloji, etnisite ve ırkçılık alanlarında söz sahibi aydınlardan biridir.
PROF. DR. S. SAYYİD
ZAMAN
Onun kaygıları ve çıkarlarına saygı gösterilmez miydi? Bu boyutlardaki bir ülke ortaya çıkmış olsaydı İslam Konferansı Örgütü 57 ayrı devlete bölünmüş olmaz, organizasyon kendisini uluslararası arenada tek bir aktör olarak temsil ederdi.
Ne Çin ne de Hindistan, birbiriyle kavga eden 57 ayrı devlete bölünmüş olsaydı başarılı olamazdı. Birleşik Devletler 50 ayrı devletten müteşekkil olmuş olsaydı muhtemelen dünyayı dev ve azametli bir heykel gibi tek solukta geçip gidemezdi. Büyük bir bedene sahip olmak büyük bir güç olmada önemli bir etkendir.
Yermuk ve Kadisiye savaşları döneminden, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileyiş dönemine kadar Müslüman dünyası hiçbir zaman büyük bir güçten yoksun kalmamıştır. Bugün, Müslüman ümmeti kendisini zayıf, bölünmüş, hakir görülmüş ve başkalarının idaresi altında bir durumda bulmuştur. Açıkçası, İslami bir büyük güç yoktur. Peki Müslüman bir büyük gücün yokluğu, sıradan Türkler, Araplar, Pakistanlılar, Endonezyalılar, Somalililer ve İranlılara neden dert olmalı? Her şeyden önce, Müslüman olduğunu iddia eden pek çok halkın kendilerinin olarak nitelendirebilecekleri bir devletleri var. Bununla birlikte, Çeçenlerin, Filistinlilerin, Afganlıların ve Iraklıların makus talihi bugün onları koruyabilecek güçlü bir devletin yokluğunda halkların ve Müslümanların başlarına gelebileceklere dair birer örnektir. Müslüman kimliğinin pek ayırıcı bir özelliği olmadığı ve fazlaca politik bir öneminin bulunmadığı bir dönemde, Müslüman bir büyük güç düşüncesine adanmışlık gerçekte bir anlam ifade etmiyordu. Bununla birlikte, giderek artan ölçüde insanların sosyal ve politik bir farkındalığı belirtir şekilde kendilerini İslam'la ve Müslüman olmakla tanımlamaya başlamaları, Müslüman bir büyük gücün yokluğu meselesi çok daha fazla öneme haiz oldu.
Büyük gücün yokluğu egemenliği zayıflattı
Müslüman bir büyük gücün yokluğunun sebep olduğu bir konsept içinde, Müslüman kimliğin aleni deklaresi Müslümanların uluslararası sistemde marjinalleşmesine neden oldu. Dünyanın büyük güçlerinin önemli bir kısmı, kendilerini ya memleketinin kaybettiği toprakları geri isteyen (Rusya Federasyonu, Çin, Hindistan) ya da Avrupa Birliği gibi diasporik (dağınık) bir halde yaşayan huzursuz Müslüman nüfusları ile karşı karşıya buluyor. Kendilerini Müslüman olarak tanımlayan dünyadaki insanların bu önemli gruplarından birinin, mevcut dünya güç bölünmesinden hoşnut görünmediği sonucundan kaçmak hayli zor. İslami bir büyük gücün yokluğu, Müslümanların küresel düzeyde temsil edilmemiş halde kalmalarından başka neyin göstergesi olabilir ki? Şimdi, Müslüman ülkelerde yaşayan pek çok Müslüman'ın devletlerinin korumasına sahip olduğu ve tüm Müslümanlar için konuşacak spesifik bir Müslüman büyük gücünün bulunmamasının gerçekte sorun olmadığı düşüncesi dillendirilebilir. Aslında, böylesi tek bir varlığın bulunmasının İslam'ın tek bir yorumunu empoze edebileceği ve bunun da Müslümanlar arasında ardı arkası kesilmeyen çatışmalar için davetiye olduğu yorumu da seslendirilebilir. Ancak, bu tür bir gerekçelendirme, devlet politikasıyla devletin kendisinin ne olduğu gerçeğini birbirine karıştırmaktan başka bir şey değildir.
Büyük bir güç egemendir, bağımsız bir politikanın peşinden gidebilme kapasitesine sahiptir. Pek çok Müslüman ülkenin kendi başkentlerinde değil yabancı başkentlerde belirlenen politikaları izleyen hükümetler tarafından yönetildiği söylenebilir. Hükümetlerinin kendi halklarının değil de Washington'ın desteğine bağlı olduğuna inanan ve öyle hisseden çok sayıda devlet bulunmakta. Egemen devletlerin demokratik olmaları çok daha kolaydır; çünkü bir halk için hükümetleri, yabancıların değil de kendi desteğine bağlı ise hükümetleri üzerinde nüfuz sahibi olabilir.
Müslüman büyük bir gücün yokluğu, Müslümanların kendi tarihlerini yapma ve kendi otonomilerini uygulama kapasitelerinin ciddi anlamda sınırlandırılması anlamına gelmektedir. Bu sadece soyut bir sınırlandırılma değildir; aynı zamanda tarihî düzlemden biyografik düzleme kadar pek çok alanı etkiler. Sıradan Müslümanlar daimi bir şekilde, sadece fazlalık olarak zikredildikleri, kendilerine yabancı bir tarihe göre biyografilerini uydurmak gibi zor bir görevle de karşı karşıya kalmakta. Müslümanların karşılaştığı en büyük problem, çoğunun yöneticiler ile yönetilen arasında devasa uçurumların bulunduğu rejimler altında yaşamalarıdır. Müslümanların yönetilen ile yöneten arasında buldukları bu uçurum, güçlü bir Müslüman politik yapının yokluğu sebebiyle oluşmuştur. Egemenlik olmaksızın refahın olması da imkânsızdır. Müslümanların yaşadıkları sorunlar kültürel yetersizliklerinden ya da bireysel patolojilerinden değil politik zayıflıktan kaynaklanmaktadır; bu zayıflık da Müslüman bir büyük gücün yokluğundan neşet etmektedir.
(*) Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Prof. S. Sayyid, Leeds Üniversitesi öğretim üyesidir. Entelektüel dünyanın yakından tanıdığı isimlerden biri olan Prof. Sayyid, özellikle İngiltere'de İslamcılık üzerine yaptığı çalışmalarla öne çıkıyor. Türkçeye çok sayıda eseri tercüme edilen Prof. Sayyid, siyaset, sosyoloji, etnisite ve ırkçılık alanlarında söz sahibi aydınlardan biridir.
PROF. DR. S. SAYYİD
ZAMAN