• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

İslam Öncesi Türklerde Toprak Mülkiyeti

e-PaCk

Forum Gururu
İslam öncesi Türklerde ülkenin ve halkın, kağan ve ailesinin malı veya ortak mülkü olduğu şeklinde pek çok iddialar ortaya atılmıştı[1]. Fakat Hun imparatorluğu hakkındaki çince vesikalar, Uygurlar hakkında bilgi veren Uygurca vesikalar ve başka kaynaklar, bunun aksini ispatlamıştır. Asya Hun imparatoru Mo-tun, m.ö. 209'da tahta çıktığında komşu Tung-hu'lar ile toprak meselesi yüzünden harp etmişti. Mesele, şöyle ortaya çıkıyordu: Tung-hu'lar, Mo-tun'dan ilk önce 1000 mil koşabilen atını istemişler, bunu aldıktan sonra hatunlarından birisini istemişler ve onu da aldıktan sonra bu defa sınırdaki çorak bir araziyi istemişlerdi. Daha önceki istekler üzerine yapılan meclis toplantılarında istenilen şeylerin kendine ait olduğunu ve devletin selameti için bunları feda edeceğini söyleyen Mo-tun, bu defaki mecliste şöyle söylüyordu: "Toprak, devletin temeli ve köküdür. Biz burasını onlara nasıl verebiliriz."[2].

Devletin selameti için kendi atını ve karısını feda eden Mo-tun'un aynı sebeple bir miktar araziyi de Tung-hu'lara vermemesinin sebebi ne olabilirdi? Burada fazlaca düşünmeye gerek yoktur zira tek sebep vardır ve o da arazinin kendi malı olmayışı'dır. Mo-tun, toprağı veremezdi çünkü o, devletin temeli idi ve Kağan, sadece Tanrının ona devleti koruma ve idare etme vazifesini verdiği bir kişi idi. Ülke arazisinin tespit edilmiş sınırları vardı ve bu arazi, hükümdar ailesinin değil bütün milletin malı idi[3].

Eski Türklerde taşınır ve taşınmaz mallar da özel mülkiyet hakkının dâhilinde idi. Asya Hunları’nda ailelere ait araziler vardı[4]. Sahip oldukları araziler üzerinde herkes kendi mülkünün efendisi durumunda idi. Zaten insanların hür olduğu Türk cemiyetinde başka bir durum düşünülemezdi. Mülkiyet, insan hak ve hürriyetinin sembolüdür. Nitekim feodal Avrupa’da köylüler, önceleri özel arazilere sahip iken köle ve serf durumunda değildiler. Ne zaman ki topraklarının mülkiyetini kaybettiler, o andan itibaren hürriyetlerini de yavaş yavaş kaybetmeye başladılar. Eski Türk cemiyetinde, ferdi mülkiyetin yanında boylara ait ortak mülkiyet de görülür. Boy'da yalnızca otlak ve yaylaklar ortak mülkiyette idi. Kışlaklar ve tarlalar, ferdi mülkiyet konusu olup ortak mülkiyete dâhil olan yerlerden faydalanan at, koyun ve sığır sürülerinde karşılık boydan belirli ölçüde vergi tahsil edilirdi[5]. Kişilerin mal ve mülkleri ve idaresiyle vazifeli olduğu boy'un arazisi üzerinde Bey'in şahsi tasarruf hakkı yoktu. Boy beyleri, tarlaları ailelere bir vergi bedeli ile dağıtıyorlardı. Fakat toprakların mülkiyeti, yine boy'un tüzel kişiliğinde kalıyordu[6].

Uygurlarda arazi alım satımını, kiraya verilmesini ve rehin edilmesini gösteren birçok vesika bulunmuştur. Bu vesikalardan birinde, Tülek Temür adlı bir şahsın çeşitli yerlerdeki toprak parçalarını para karşılığında sattığını ve satış muamelesinin şahitler huzurunda yapıldığını görüyoruz[7]. Bu anlayış ve davranış, sadece kısa bir süre için geçerli değildir. İslami devre gelindiğinde bile Batı Türkistan'da aynı hükümler geçerliliğini korumakta idi. Batı Türkistan'da 1191'de bulunan bir vesikada tarla satış muamelesi şöyle görülmektedir: "Bu bir senettir. Şahitlik ettiler. Şahitlerin adı bu senedin en sonunda yazılmıştır. Ben, Beg Tözün Sübaşı oğlu Seli sübaşının kardeşi Siluman. Aklı başında hastalıksız ve sıhhatte iken Rabul'da Sökmen beg butikı'nda bir parça yer sattım. Hüseyin oğlu Ishak Çalap'a dört hududu ile birlikte bir ağaçlığı (Yaş bükig) sattım. Bu ağaçlığın (bük) fiyatı yüz elli yarmak'tır. Karşılığını tamamen buldum.... Yıl dört yüz seksen üç’te bu senet yazıldı. Kutlu Recep ayında (30 Ağustos-28 Eylül 1090)"[8]. Bu şekildeki alışverişlerden devletin "alışbiriş" (alışveriş) vergisi adı altında bir vergi aldığını[9] da düşündüğümüzde, ferdi mülkiyet'in devlet tarafından istenildiği ve korunduğu anlaşılmaktadır.

İslam öncesi Türk toprak sisteminde bir başka önemli nokta da "İkta" (Yurtluk) meselesidir. Çünkü ikta sistemi, İslami devirde de feodalite açısından ehemmiyetini muhafaza etmiş ve pek çok tartışmalar ortaya çıkarmıştır. İslam öncesi devir için ikta değil de Yurtluk tabirinin kullanılması kabul edilmişti. B. Ögel'in Türklerde feodalizm'i doğuran bir sebep olarak kabul ettiği bu sistem[10], gerçekten feodal toprak sistemine uygun mu idi?

İslam öncesi Türk Devlet sisteminde, devlet kurulup düzen verilince, çeşitli bölgelere Yabgu, Şad, Tarkan, Tutuk gibi valiler gönderilirdi. Bu valiler, harp zamanında bulundukları bölgenin askeri kumandanı idiler. Kutluk Kağan, II. Göktürk Kağanlığını kurduğunda kardeşi kapgan'ı Şad, diğer kardeşi To-si-fu'yu yabgu tayin etmişti. Kapgan, Kutlug'un ölümünden sonra 692'de hakan olmuştu[11]. Kapgan'ın oğlu İnel'den sonra Hakan olan Bilge de 19 yıl şad'lık yapmıştı[12]. Bu, bize Selçuklu Devleti'ndeki ve Osmanlı Devleti'ndeki şehzadelerin valiliklerini hatırlatmaktadır. Harplerde yararlılık gösteren halktan kahraman askerler de yüksek mevkilere sahip olur ve kendilerine bir bölge verilirdi. Bunlar, o bölgede orduya asker yetiştirirlerdi[13]. Bunların unvan ve mevkileri, her zaman babadan oğula geçmezdi[14].

Devlet memuru olan bu valilerin ya da komutanların vazifeli olarak gönderildikleri bölgelerin sahibi olduklarına dair bir kaynak yoktur. Kaldı ki daha önceden de belirttiğimiz gibi bütün boy beyleri, askeri ve sivil memurlar, merkezi idareye bağlı idiler ve bunu toylara (meclis) katılmakla göstermeğe mecbur idiler. Aksi durumda bulunanlar cezalandırılırdı. Şayet bu başarılamazsa istiklalini ilan ederek müstakil bir devlet kurmuş olurdu. Bu durumda zaten devletin bünyesinden çıkmış oldukları için bu teşekküllere de feodal ismi verilemezdi.

Büyük Hun imparatorluğu parçalandığı zaman ayrı sahalarda vazifeli olan valiler merkeze isyan etmişler ve her biri kendini imparator ilan etmişti. Bunların sayıları, B. Ögel'e göre yedi[15], M. Mori'ye göre ise sekiz idi[16]. Bu isyancı valiler, devletin iyice parçalanmasına yol açmışlardı. Öyle ki Büyük Hun imparatorluğu'ndan söz etmek artık yerinde bir görüş sayılamazdı[17]. Buna rağmen Ögel, parçalanmış bir devletin kalıntıları olan bazı boyları feodal olarak vasıflandırıyor[18]. Fakat evvela ortada mevcut bir devlet, bir sistem olmadığı için bunlara feodal ismini vermek yanlış olmalıdır. Ayrıca feodalizm'den ne anladığımızı da tekrar göz önüne getirmemiz, bu isimlendirmenin yanlışlığını ortaya koyacaktır. Burada şu noktayı da göz önünde tutmakta fayda vardır: Bilindiği gibi Türk devletleri, boyların birleşmesinden ve sıkı ilişkilerinden ortaya çıkıyordu. Bunların dağılması ve ilişkinin bozulması devletin aniden parçalanıp ortadan kalkmasını gerektiriyordu. Bozkırın şartları, boyları bir müddet sonra menfaat bağlarıyla tekrar birbirine bağladığında yeniden bir devlet ortaya çıkıyordu. Zaten sırf bu yapısı bile Avrupa’daki şekliyle feodalitenin Türk devletlerinde yaşamasını imkânsız kılmaya yetmiştir.


[1] Mesela bak.: M. Mori, "Kuzey Asya Eski Bozkır Devleti Teşkilatı", Tarih Enst. Dergisi Sayı:9, İstanbul 1978, s. 214-228; Z Gökalp, Türklerde Milli İktisat Devreleri, C.VIII, Ankara 1981, s. 89
[2] B. Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, C.I, s. 222-223; İ. Kafesoğlu, TMK, s. 223
[3] İ. Kafesoğlu, TMK, s. 223; A. Donuk, Eski Türklerde Devlet ve Teşkilatı, s. 125
[4] A. Donuk, aynı eser, s. 134
[5] İ. Kafesoğlu, TMK, s. 226; M. Eröz, İktisat Sosyolojisine Başlangıç, İstanbul 1977, s. 272
[6] M. Arslan, Step İmparatorluklarında Sosyal ve Siyasî Yapı, İstanbul 1984, s.32
[7] M. Eröz, aynı eser, s. 270
[8] Ş. Tekin, "Uygur Harfleriyle Yazılmış, Karahanlılar Devrine Ait Tarla Satış Senetleri", Selçuklu Araştırmaları Dergisi, C. IV, Ankara 1975, s.166
[9] B. Ögel, T.K.G. Çağları, s. 226
[10] B. Ögel, "İslâm’dan önceki Türk Devletlerinde Timar sistemi", IV. Türk Tarih Kongresi (1948) Ankara 1952, s.246
[11] İ. Kafesoğlu, TMK, s. 107-108
[12] İ. Kafesoğlu, TMK, s. 120
[13] B. Ögel, T.K.G. Çağları, s. 255
[14] M. Mori, aynı eser, s. 213
[15] B. Ögel, T.K.G. Çağları, s. 45
[16] M. Mori aynı eser, s. 218
[17] B. Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, C.I, s. 389
[18] B. Ögel, aynı eser, s. 396-397
 
Geri
Top