İslâm'da Yardımlaşma
İlahî hikmetin gereği, insanlar şekil, kuvvet ve zekâ yönünden eşit değildir. Bunun neticesi olarak insanlar arasında çalışma hayatında, zenginlik ve makamda da bir farklılık olması tabiîdir. Bütün insanlar her bakımdan birbirine eşit olsaydı toplu olarak yaşamaları ve birbirine yardım etmeleri söz konusu olmazdı. Nitekim bir ayette Yüce Rabbimiz bu hikmeti şu şekilde açıklamaktadır:
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf Sûresi, 43/32)
Kaderin türlü tecellilerine sahne olan dünyamızda hayat süren insanlar, hep aynı çizgi üzerinde yürümemektedir. Servetinin hesabını bilmeyenlerin yanında yoksulluk ve sıkıntılarını ne zaman ve nasıl gidereceklerini bir türlü kestiremeyenlerin sayısı da pek çoktur. Hatta tek bir insanın hayatı bile daima aynı istikamette seyretmez. Zengin iken fakir düşen, fakir iken zenginleşen nice insan vardır. Yine insanlar arasında ihtiyarlığın son haddine ulaşarak çalışamaz hâle gelmiş, dert ve eleme düşmüş, her türlü sebebe yapışmış olmasına rağmen fakr u zaruretten kurtulamamış kimselerin de bulunacağı bir gerçektir.
Şu imtihanlar dünyasında Yüce Allah birine servet vermişse, bunun yanında o servette başkalarının da payı bulunduğunu bildirmiş ve her hakkı sahibine vermeyi emretmiştir.
Aslında, göklerin ve yerin serveti ve hazinesi Allahındır. Geçici bir müddet için bunun bekçiliğine memur ettiği kimseler cimrilik edip, ondan sadece kendileri faydalanmaya kalkışırlarsa bu, onların iyiliğine değil; bilakis hem bu dünyada, hem de öbür dünyada felaketlerine sebep olacaktır. Bu hususu Yüce Mevlamız şu şekilde ifade buyurmaktadır:
Allahın lütfederek bol bol servet verdiği kimseler cimrilik gösterirlerse, bunun haklarında hayırlı olacağını sanmasınlar. Bilakis bu, onlar için pek kötü olacaktır. Kıyamet gününde cimrilik ettikleri şey boyunlarına dolanacaktır. (Âl-i İmran Sûresi, 3/180)
Ellerinde bulundurdukları servet ve imkânlardan başkalarının da faydalanmasına engel olanlar, bu hasis davranışlarıyla topluma ne büyük felaketler getirdiklerini düşünmelidirler. İçinde yaşadıkları toplum ve bu toplumdaki ekmek parasını alın teri ve göz nuruyla kazanmaya çalışan dar gelirli fertler olmasa bu servetlerini nereden edinecek ve nasıl koruyacaklardı?
Yüce dinimiz, insanlar arasında sosyal adalet ve dayanışmayı sağlamak, servetin zenginler arasında dolaşmasına engel olmak, kilitli kasalarda biriktirilmesinin önüne geçmek, toplumda huzur ve sükûnu temin etmek için servetin Allah yolunda harcanmasını emretmiştir. Zira toplumun gerçek bir birlik ve beraberlik meydana getirebilmesi, zenginlerle fakirler arasındaki uçurumun zekât, sadaka ve diğer yardımlarla kapatılmasına ve böylece insanlar arasında sevgi bağının kurulmasına bağlıdır. Zekât ve sadaka vermek, malını Allah için harcamak insanın izzet ve şerefini yükseltir. Zira asıl şeref ve izzet yemekte değil; yedirmektedir. Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) Veren el, alan elden üstündür. hadisi de bu hususu teyit etmektedir.
Yüce kitabımız Kurân-ı Kerim'de birçok ayet-i kerime, kazanılan servetin Allah yolunda harcanmasını teşvik etmiştir. Bunlardan bir kısmının meali şu şekildedir:
O takva sahibi olanlar, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yenerler ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. (Âl-i İmran Sûresi, 3/134)
Allah adaleti, ihsanı (insanlara iyilik yapmayı) ve akrabaya vermeyi sever. (Nahl Sûresi, 16/90)
Herhangi birinize ölüm gelip de; Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızktan harcayın. (Münâfikûn Sûresi, 63/10)
Sevgili Peygamberimiz de bu konuyu şu veciz ifadeleriyle açıklamaktadır:
Sadakanın efdali, vücudun tam olarak sıhhatte bulunup, mal canlısı olarak zenginlikten hoşlanıp fakirlikten korktuğun bir zamanda verdiğin sadakadır. Sen sadakanı, artık dünyadan umudunu kesip, şu malım filanın, bu malım da falanındır. diye vasiyet etmeye başladığın son döneme bırakma. Zira o vakit mal artık falan varisindir. (Müslim, Zekat 93; Nesai, Zekat 60; İbn Mace, Vesaya 4)
Ey Âdemoğlu, ihtiyacından fazlasını Allah yolunda harcaman, senin için hayırlıdır. Onu hayra harcamayıp tutman da senin için kötüdür. (Riyazüs-Salihin, I, 574)
Burada şunu da belirtelim ki, yardımlaşmada ölçü, Allah rızası olmalıdır. Yüce Yaratıcı, bu hususa şu ayet-i kerimede dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır:
Allahın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarf edenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer de yine ürün verir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. (Bakara Sûresi, 2/265)
Bunun tam aksine gösteriş için yapılan yardımlaşmanın kabule şayan olmayacağı, başkalarını minnet altında bırakarak eziyet etmek ve başa kakmak için verilen sadakaların boşa gideceği de şu ayette açıkça ifade edilmektedir:
Ey iman edenler! Allaha ve ahiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak, pürüzsüz kaya hâline getirivermiştir. Bunlar, kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Zira Allah inkârcıları emellerine kavuşturmaz. (Bakara Sûresi, 2/264)
Bu konuda dikkat edeceğimiz diğer bir husus da Allah yolunda harcamayı, şahsen beğenmediğimiz âdi ve basit şeylerden değil de mallarımızın iyi ve helallerinden yapmamızdır. Nitekim şu ayette bu hususa dikkat çekilmiştir.
Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızk olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah, zengindir, övgüye layıktır. (Bakara Sûresi, 2/267)
Şu hâlde, mal ve serveti helal olan şeylerden, meşru olan yollarla elde etmek; kazanılan bu malı yine helal olan yerlerde, meşru bir tarzda hayırda harcamak lazımdır. Servetin gaye olmadığını, asıl gayenin Allaha kulluk olduğunu bilmek ve serveti bu kulluk vasfı ve anlayışı içinde elde edip sarf etmeye gayret etmek, mal sevgisini kalbe yerleştirmemek gerekir.
İlahî hikmetin gereği, insanlar şekil, kuvvet ve zekâ yönünden eşit değildir. Bunun neticesi olarak insanlar arasında çalışma hayatında, zenginlik ve makamda da bir farklılık olması tabiîdir. Bütün insanlar her bakımdan birbirine eşit olsaydı toplu olarak yaşamaları ve birbirine yardım etmeleri söz konusu olmazdı. Nitekim bir ayette Yüce Rabbimiz bu hikmeti şu şekilde açıklamaktadır:
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf Sûresi, 43/32)
Kaderin türlü tecellilerine sahne olan dünyamızda hayat süren insanlar, hep aynı çizgi üzerinde yürümemektedir. Servetinin hesabını bilmeyenlerin yanında yoksulluk ve sıkıntılarını ne zaman ve nasıl gidereceklerini bir türlü kestiremeyenlerin sayısı da pek çoktur. Hatta tek bir insanın hayatı bile daima aynı istikamette seyretmez. Zengin iken fakir düşen, fakir iken zenginleşen nice insan vardır. Yine insanlar arasında ihtiyarlığın son haddine ulaşarak çalışamaz hâle gelmiş, dert ve eleme düşmüş, her türlü sebebe yapışmış olmasına rağmen fakr u zaruretten kurtulamamış kimselerin de bulunacağı bir gerçektir.
Şu imtihanlar dünyasında Yüce Allah birine servet vermişse, bunun yanında o servette başkalarının da payı bulunduğunu bildirmiş ve her hakkı sahibine vermeyi emretmiştir.
Aslında, göklerin ve yerin serveti ve hazinesi Allahındır. Geçici bir müddet için bunun bekçiliğine memur ettiği kimseler cimrilik edip, ondan sadece kendileri faydalanmaya kalkışırlarsa bu, onların iyiliğine değil; bilakis hem bu dünyada, hem de öbür dünyada felaketlerine sebep olacaktır. Bu hususu Yüce Mevlamız şu şekilde ifade buyurmaktadır:
Allahın lütfederek bol bol servet verdiği kimseler cimrilik gösterirlerse, bunun haklarında hayırlı olacağını sanmasınlar. Bilakis bu, onlar için pek kötü olacaktır. Kıyamet gününde cimrilik ettikleri şey boyunlarına dolanacaktır. (Âl-i İmran Sûresi, 3/180)
Ellerinde bulundurdukları servet ve imkânlardan başkalarının da faydalanmasına engel olanlar, bu hasis davranışlarıyla topluma ne büyük felaketler getirdiklerini düşünmelidirler. İçinde yaşadıkları toplum ve bu toplumdaki ekmek parasını alın teri ve göz nuruyla kazanmaya çalışan dar gelirli fertler olmasa bu servetlerini nereden edinecek ve nasıl koruyacaklardı?
Yüce dinimiz, insanlar arasında sosyal adalet ve dayanışmayı sağlamak, servetin zenginler arasında dolaşmasına engel olmak, kilitli kasalarda biriktirilmesinin önüne geçmek, toplumda huzur ve sükûnu temin etmek için servetin Allah yolunda harcanmasını emretmiştir. Zira toplumun gerçek bir birlik ve beraberlik meydana getirebilmesi, zenginlerle fakirler arasındaki uçurumun zekât, sadaka ve diğer yardımlarla kapatılmasına ve böylece insanlar arasında sevgi bağının kurulmasına bağlıdır. Zekât ve sadaka vermek, malını Allah için harcamak insanın izzet ve şerefini yükseltir. Zira asıl şeref ve izzet yemekte değil; yedirmektedir. Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) Veren el, alan elden üstündür. hadisi de bu hususu teyit etmektedir.
Yüce kitabımız Kurân-ı Kerim'de birçok ayet-i kerime, kazanılan servetin Allah yolunda harcanmasını teşvik etmiştir. Bunlardan bir kısmının meali şu şekildedir:
O takva sahibi olanlar, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yenerler ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. (Âl-i İmran Sûresi, 3/134)
Allah adaleti, ihsanı (insanlara iyilik yapmayı) ve akrabaya vermeyi sever. (Nahl Sûresi, 16/90)
Herhangi birinize ölüm gelip de; Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızktan harcayın. (Münâfikûn Sûresi, 63/10)
Sevgili Peygamberimiz de bu konuyu şu veciz ifadeleriyle açıklamaktadır:
Sadakanın efdali, vücudun tam olarak sıhhatte bulunup, mal canlısı olarak zenginlikten hoşlanıp fakirlikten korktuğun bir zamanda verdiğin sadakadır. Sen sadakanı, artık dünyadan umudunu kesip, şu malım filanın, bu malım da falanındır. diye vasiyet etmeye başladığın son döneme bırakma. Zira o vakit mal artık falan varisindir. (Müslim, Zekat 93; Nesai, Zekat 60; İbn Mace, Vesaya 4)
Ey Âdemoğlu, ihtiyacından fazlasını Allah yolunda harcaman, senin için hayırlıdır. Onu hayra harcamayıp tutman da senin için kötüdür. (Riyazüs-Salihin, I, 574)
Burada şunu da belirtelim ki, yardımlaşmada ölçü, Allah rızası olmalıdır. Yüce Yaratıcı, bu hususa şu ayet-i kerimede dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır:
Allahın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarf edenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer de yine ürün verir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. (Bakara Sûresi, 2/265)
Bunun tam aksine gösteriş için yapılan yardımlaşmanın kabule şayan olmayacağı, başkalarını minnet altında bırakarak eziyet etmek ve başa kakmak için verilen sadakaların boşa gideceği de şu ayette açıkça ifade edilmektedir:
Ey iman edenler! Allaha ve ahiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak, pürüzsüz kaya hâline getirivermiştir. Bunlar, kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Zira Allah inkârcıları emellerine kavuşturmaz. (Bakara Sûresi, 2/264)
Bu konuda dikkat edeceğimiz diğer bir husus da Allah yolunda harcamayı, şahsen beğenmediğimiz âdi ve basit şeylerden değil de mallarımızın iyi ve helallerinden yapmamızdır. Nitekim şu ayette bu hususa dikkat çekilmiştir.
Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızk olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah, zengindir, övgüye layıktır. (Bakara Sûresi, 2/267)
Şu hâlde, mal ve serveti helal olan şeylerden, meşru olan yollarla elde etmek; kazanılan bu malı yine helal olan yerlerde, meşru bir tarzda hayırda harcamak lazımdır. Servetin gaye olmadığını, asıl gayenin Allaha kulluk olduğunu bilmek ve serveti bu kulluk vasfı ve anlayışı içinde elde edip sarf etmeye gayret etmek, mal sevgisini kalbe yerleştirmemek gerekir.