İslamiyette Anne Ve Baba Sevgisi.

ahbeabi

Uzman
Anne-baba haklarının sınırları nerede başlar, nerede biter?

Yetişkin bir evladın aldığı kararlara anne-babanın müdahale etme hakkı var mıdır?

Dinimizde ana-baba hakkı, Allah’a kulluktan sona yerine getirilmesi gereken en önemli vazifedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Rabb’in sadece kendisine kulluk etmenizi ve ana-babanıza en güzel şekilde davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. Onlara merhametle kol kanat ger. ‘Rabb’im! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle yetiştirdilerse, şimdi sen de onlara merhamet göster’ diyerek dua et.” (İsra, 17/23-24) buyurulmuştur. Böylelikle hiçbir sebep, evladın anne-babasının maddi ve manevi ihtiyaçlarını ihmal etmesine veya onlara karşı gönül kırıcı davranmasına mazeret olarak kabul edilmemiştir.
Öte yandan ana-baba hakkı bir kul hakkıdır ve kulların birbirleri üzerindeki hakları sınırsız değildir. Ana-baba, evladından dinimizce yasaklanan bir işi yapmasını istiyorsa evlat o talebi yerine getirmemelidir; çünkü Allah’ın rızası anne-babanın rızasından öncedir. Ayrıca dünyaya gelen her fert, Allah huzurunda kendi hesabını kendisi verecektir. Dolayısıyla kişi doğruyu yanlıştan ayırt edecek bir yaşa, yani büluğ çağına geldikten sonra hayatını ilgilendiren kararların sorumluluğu da kendine aittir. Anne-babası da olsa bir başkası onu eş, iş veya meslek seçimi gibi konularda kendi taleplerini yerine getirmeye zorlayamaz. Bu gibi durumlarda evlat anne-babasının istediğinin aksi istikamette davransa, onlara isyan etmiş sayılmaz. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, bu gibi sıkıntılı durumlarda evlat anne-babasını incitecek söz ve hareketlerden kaçınmalı, mümkün olduğunca uzlaşmacı bir tavır benimsemelidir.

Kur’an onlara itaati emrediyor

Rabbimiz Kur’an’ında bize sürekli ana-baba hakkına riayet etmeyi emrediyor. Onları “valideyn” olarak tanımlayıp sanki “tek varlıkmış” gibi tanımlıyor ve “rızasına” ulaşmayı şart olarak koşuyor.

* “Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: “Hem Bana, hem de annene babana şükret! Unutma ki sonunda Bana döneceksiniz.” Eğer onlar seni, ortak olduğuna dair hiçbir bilgin olmadığı şeyleri Bana ortak saymaya zorlarlarsa sakın onlara itaat etme! Ama o durumda da kendileriyle dünya işlerinde iyi geçin, makul bir tarzda onlara sahip çık! Bana yönelen olgun insanların yolunu tut! Sonunda hepinizin dönüşü Bana olacak ve Ben işlediklerinizi tek tek size bildirip karşılığını vereceğim.” (Lokman Sûresi, 31/14-15)

* De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını ben okuyup açıklayayım: O’na hiçbir şeyi ortak yapmayın, anneye babaya iyi davranın, fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, çünkü sizin de onların da rızkını veren Biziz. Kötülüklerin, fuhşiyatın açığına da, gizlisine de yaklaşmayın! Allah’ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın! İşte aklınızı kullanırsınız diye Allah size bunları emrediyor.” (En’âm Sûresi, 6/151)

* “Yalnız Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak kabul etmeyin. Anneye, babaya, akrabalara, yetimlere, fakirlere, yakın komşulara, uzak komşulara, yol arkadaşına, garip ve yolculara, ellerinizin altındakilere de güzel muamele edin. Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez.” (Nisa Sûresi, 4/36)

* “Biz insana, anne ve babasına güzel muamele etmesini emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımış ve nice güçlüklerle doğurmuştur. Nihayet insan, gücünü kuvvetini bulup daha sonra kırk yaşına girince Yâ Rabbi der, ‘Gerek bana, gerek anneme babama lûtfettiğin nimetlerine şükür yoluna beni sevk et. Senin razı olacağın salih amel yapmaya beni yönelt ve bana salih, dine bağlı, makbul nesil nasip eyle! Rabbim! Sana döndüm, ben Sana teslim olanlardanım,’ İşte bunlar, cennetlikler içinde o seçkin kimselerdir ki, kendilerinden, yaptıkları amellerin en güzelini kabul edeceğiz ve günahlarını affedeceğiz. Bu, onlara söz verilen şaşmaz doğru bir vaaddir.” (Ahkaf Sûresi, 46/15-16)

Hadislerle ‘anne’ Anne-babaya öf bile demeyelim
Hz. Ebu’d-Derdâ’nın (ra), şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ben Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu işittim: “Anne-baba, Cennet’in orta kapısıdır. Artık sen o kapıyı ister zayi et, ister muhafaza et.” (Tirmizî, Birr, 3)

Rabbimiz bizi şöyle ikaz ediyor: “Rabb’in şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, “öff!” bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle. Şefkatle, tevazu ile onlara kol kanat ger ve şöyle dua et: “Yâ Rabbi, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla yetiştirdilerse, ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!” (İsrâ Sûresi, 17/23-24)

Müslüman, annesinin kıymetini her gün bilir
Annelerin kıymeti bir günde anlaşılamaz. Tek günlük hatırlamalar gönül almaktan öte bir anlam ifade etmez. Hayatının bütününde anne ve babasına nezaket gösteren bir insan, her gününü ihya etmiş demektir. Dinimiz, her günün anneler günü olmasını ister. İslam dininde anne, çok muhterem ve yücedir. İslam’ın verdiği yüksek mevkii hiçbir sistem anneye verememiştir, “Cennet annelerin ayakları altındadır” sözüyle âbideleşen anne, başka hiçbir sistem, doktrin ve anlayışta bu kadar büyümemiştir. İslam dini, onların kıymetini bir güne sığıştırmamıştır. Anneler her gün gönüllerde açan bir çiçek gibidir.

En çok kim hak sahibidir?
Efendimiz’in hadislerine baktığımızda anne hakkının baba hakkından üç misli fazla olduğunu öğreniyoruz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! İyi davranıp hoş sohbette bulunmama en çok kim hak sahibidir?” diye sordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam): “Annen!” diye cevap verdi. Adam: “Sonra kim?” dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) “Annen!” diye cevap verdi. Adam tekrar: “Sonra kim?” dedi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) yine: “Annen!” diye cevap verdi. Adam tekrar sordu: “Sonra kim?” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) bu dördüncüyü: “Baban!” diye cevapladı.” Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1)

* Abdullah İbn Amr İbn’l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam: “Ey Allah’ın Resulü benim malım ve bir de çocuğum var. Babam malımı almak istiyor” (ne yapayım?) diye sordu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam): “Sen ve malın babana aitsiniz. Şunu bilin ki, evladlarınız kazançlarınızın en temizlerindendir. Öyle ise evladlarınızın kazanç¤larından yiyin” buyurdu. (Kaynak: Ebu Dâvud, Büyû’ 79; İbn Mâce, Ticârât 64.)

Cennet onların ayağı altındadır
Muâviye ibn Câhime’nin anlattığına göre; Câhime (radıyallahu anh) Hz Peygamber’e ve (aleyhissalâtu vesselam) gelir ve: “Ey Allah’ın Resulü, ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam): “Annen var mı?” diye sorar. “Evet” deyince, “Öyleyse ondan ayrılma zira Cennet onun ayağının altındadır” buyurur. (Nesâî, Cihad 6.)

Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Hz. Peygamber (sas) bir gün: “Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün” dedi. “Kimin burnu sürtülsün ey Allah’ın Resulü?” diye sorulunca şöyle buyurdu: “Ebeveyninden her ikisinin veya sâdece birinin yaşlılığına ulaştığı halde (rızasını alıp da) Cennet’e giremeyenin.” (Müslim, Birr 9)

Esma Bintu Ebî Bekr (r. anhâ) anlatıyor: Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. Hz. Peygamber’den (sas) sorarak: “Annem geldi, görüşüp konuşmayı arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?” dedim. “Evet” dedi, ona gereken hürmeti göster.” (Buhârî, Hibe 28, Edeb

İbn Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah’a (aleyhissalâtu vesselam) gelerek: “Ben büyük bir günah işledim, buna tevbe imkanım var mı?” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam): “Annen var mı?” diye sordu. Adam: “Hayır yok” dedi. “Peki teyzen de mi yok?” dedi. Adam: “Evet, var” deyince Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam): “Öyle ise ona iyilik yap! Teyze anne makamındadır.” diye emretti,” (Tirmizî, Birr 6.)

Onlar için istiğfar edip, amel defterlerini açık tutabilirsiniz?
Ebu Üseyd Mâlik İbn Rebra es-Sâidî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam: “Ey Allah’ın Resulü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam): “Evet vardır” dedi ve açıkladı: “Onlara dua, onlar için Allah’tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) taleb etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi yerine getirmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak.” (Ebu Dâvud, Edeb 129)

Yanmasını ister miydin!

Abdullah bin Ebî Evfâ rivayet ediyor: Peygamberimizin huzurunda bulunuyorduk. Bu sırada birisi geldi: “Yâ Resulallah ölüm döşeğinde yatan bir genç var. Kendisine, ‘La ilahe illallah’ de, dendiği halde bir türlü bunu söyleyemiyor.” dedi. Efendimiz sordu: “Namaz kılar mıydı?” “Evet, kılardı.” Bunun üzerine Peygamberimiz kalktı. Biz de onunla birlikte kalktık. Peygamberimiz gencin yanına girdi ve ona, “La ilahe illallah de.” buyurdu. Genç, “Bunu söyleyemiyorum” dedi. “Niçin söyleyemiyorsun?” deyince, gelen adam: “Annesine âsi idi” dedi. Efendimiz, “Annesi sağ mı?” diye sordu. “Evet, sağdır” dediler. Kadın geldi. Efendimiz kadına; “Bu hasta senin oğlun mudur?” diye sordu. Kadın, “Evet” dedi. Efendimiz; “Bak, şurada bir ateş hazırlansa ve ‘Oğluna şefaat edersen, onu bu ateşte yakmayız, fakat şefaat etmezsen bu ateşte yakarız’ deseler ne yapardın? Şefaat eder miydin?” diye sordu. Kadın, “Onun şefaatçisi ben olurdum” dedi. Efendimiz, “O halde sana âsi olan bu oğlunu cehennemden kurtarmak için hakkını ona helâl edip ondan razı olduğuna Allahu Teâlâyı ve beni şahit göster.” buyurdu. Kadın, “Allah’ım! Seni ve Resulünü şahit tutuyorum, oğlumdan razı oldum, hakkımı ona helâl ettim.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz hasta gence, “La ilahe illallahü vahdehû la şerike leh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlühû de.” diye buyurdu. Hasta hemen şahadet getirdi. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: “Allah’a hamdolsun ki, benim vasıtamla bu genci cehennem ateşinden kurtardı.”
 
Ana-babaya iyilik nafile ibadetten üstündür
Farz ibadetler, biz kullar için Allah’ın takdir etmiş olduğu görevlerdir. Farz ibadetlerin dışında Allah’a kalben ve fiilen yakın olabilmek için yaptığımız ibadetlere de “nafile” ibadetler diyoruz. Meselâ; farz namazlarını kılan bir insanın sünnet olan namazları kılması (şükür, evvabin, hacet, kuşluk vb.) onun için nafile bir ibadettir. Nafile ibadetler, kulun dinî hayatındaki çok önemli boşlukları doldurur. Onu Allah’a yakınlaştırıp, peygamber ahlakıyla ahlâklandırır. Peki anne-babaya yapılacak bir hizmet, ya da onların emirlerine uygun hareket etmek nasıl nafile ibadetlerden üstün oluyor?

Hişam ibn Hassan, Hasan Basri Hazretleri’ne soruyor: “Kur’an öğreniyorum; fakat, eve geç gitmek zorunda kalıyorum. Yatsıya kadar annem beni evde bekliyor. Bu yaptığım davranış doğru mudur?”

Hasan Basri Hazretleri, “Yatsı vaktinde annenin yanında bulunup onu sevindirmen, bana nafile olarak yaptığın haccın sevabından daha sevimli geliyor.” demiştir.

Malik bin Enes Hazretleri de bir kimsenin anne-babası izin vermedikçe nafile olarak hacca gitmesinin doğru olmayacağını belirtmiştir.

İmam-ı Gazali bu konuda şöyle demektedir:

“Haram veya helal olup olmadığı konusunda şüphe bulunan şeylerde anne-babaya itaat farz iken, Allah’ın yasaklamış olduğu haramlarda itaat farz değildir. Hatta anne-baba senin yalnız değil de onlarla birlikte yemek yemeni isteseler, onların bu isteğini yerine getirmen gerekir. Aynı şekilde mubah veya nafile ibadet amaçlı bir seyahate çıkarken onların izinlerini muhakkak almalısın. Üzerine farz olan haccı bile eğer anne ve baban istemiyorlarsa geciktirmen gerekir. İlim öğrenme maksadıyla gurbete çıkmadan önce de onların izinlerini alman gerekir.” (Gazali, İhyaü Ulumü’d-din, 2/218)
 
HZ. HANSA (r.anhâ)
Amr b. Hâris’in kızı meşhur saire Hansa (radiyallahü anhâ) “ilhama mazhar ve şiirde dev
bir kadındı, islâmiyeti kabul etmeden önce felakete tahammül edemezdi. Hansa, kardeşinin ölümü üzerine yazdığı mersiyelerle cihanı ağlatmıştı. Bu büyük kadın o gün için henüz câhiliyenin sisinden, dumanından kurtulamamış, Hz. Muhammed’e uyanamamış, O’nu tanıyamamış, Kur’ân’ın büyüleyici beyanına kulak verememiş ve ona açılamamıştı… Kur’ân’ı tanıyınca birdenbire değişti. Hem de nasıl değişti! Cahili kardeşine destan kesen Hansa daha sonra Müslüman olduğunda, dört oğlunu birden Kadisiye Muharebesine gönderirken söyle diyordu:

- Ya İslam’ın zafer bayrağını Kadisiye’de dalgalandıracaksınız, yahut da din uğruna cihad ederken şehit olduğunuzu duyacağım. Nitekim öyle olmuştu. Hasta yatağında yatarken dört oğlunun şahadet haberi getirilince:

- ‘Yani ben simdi şehit anası mı oldum?” diye soruyor, Evet, dört şehit anası… diyorlardı. Tekrar soruyordu: Zafer kimlerde?

-“Zafer Müslümanlarda, şimdi Kasidiye’de İslam’ın bayrağı dalgalanıyor.”

- İslam’ın bir zaferi için dört oğlum feda olsun” diyen Hansa Hatun ellerini açarak şöyle yalvarıyordu:

- Ya Rabbi! Bana emanet ettiğin dört kahramanı yine senin dinin uğruna feda etmiş bulunuyorum. Artık beni şehit anaları defterine kayd eyle. Benim için şehit anası olmak kâfi ikramdır. Bunu Benden esirgeme!”

İste bundan dolayı, her ne zaman Hansa Hatun’dan söz edilse Efendimiz (sas) onun için:

- ‘Örnek İslâm kadını’, buyururlardı.


HZ. HATİCE (r.anhâ)
Resulullah Efendimiz’in (sas) Hz. Hatice’den dört kızı (Fâtıma, Ümmü Gülsüm, Zeyneb ve Rûkiyye) ve iki de oğlu (Kâsım ve Abdullah) oldu.

Efendimiz (sas) peygamberlikle şereflendiği zaman, ilk iman eden hanım hatta insan o olmuştur. Efendimiz’in (sas), vahye mazhar olduğu ilk sıkıntılı günlerinden vefatına kadar da Efendimiz’i (sas) hiçbir zaman yalnız bırakmamıştır. Bu mutlu yuva yirmi üç sene devam etmiş ve peygamberliğin sekizinci senesi, kapanan bir perde gibi arkada acı bir hasret bırakarak sona ermiştir. Onun ve Ebu Talib’in vefat ettiği seneye hüzün senesi denir. Bu defa Efendimiz (sas) yirmi beş yaşına kadar olduğu gibi, yine yapayalnız kalmıştı. Allah (cc). Efendimiz’in (sas) tutunduğu her şeyi alıyor âdeta ‘yalnız bana tutunmalısın’ diyordu. Artık yetimleriyle ve dertleriyle baş başa kalmıştı. Hele Fâtıma’sını hiç yanından ayırmıyor; ona hem annelik hem de babalık yapıyordu. Nihayet evlilik çağı geldiğinde de onu Hz. Ali ile evlendirdi. Düğün günü Hz. Fâtıma’nın çeyizi serildiği zaman çok duygulandı, müteessir oldu ve ağladı. Bu durum karşısında Hz. Fâtıma da dilgir olmuş o da ağlamış, “Canım babacığım! Bu mutlu günümüzde sevinmen gerekirken niçin ağlıyorsun?” diye sormuş, Mahzun Nebi (sas) şöyle cevap vermişti: “Anneciğini, Hatice’yi hatırladım, Senin gelin olduğunu, serilen çeyizini görmeyi ne kadar arzu ederdi, bu gününü görmeyi çok istiyordu.” dedi.

Müminlerin Annesi büyük validemiz Medine devrini, gül devrini görmedi, Fâtıma’sının düğününü de göremedi, o Müslümanlığın hep çileli devrini yaşadı, çilesini çekti. O Hatice’nin gülleri Fâtımalar ve onların çocukları için yaşadı ve “bir gariplik içinde uçup ötelere gitti.
 
Dünyaya geldikten sonra öğrendiğimiz ilk kelimelerden biri anne ise diğeri babadır. Çünkü bizi onlar dünyaya getirdi. Canlarından can, kanlarından kan, sevgilerinden sevgi kattılar. Hayâtı onlarla tanıdık, onlardan öğrendik, onların sayesinde bugünlere geldik. Bizi onlar kadar içten, karşılıksız ve ücretsiz seven bir başka insan yoktur. Onların varlığı, insana varlık kattığı gibi, yoklukları da hiçbir zaman doldurulamaz ve yerleri hep boş kalır.

Peygamber Efendimiz henüz dünyaya gelmeden önce babasını, dört yaşında bir çocukken de annesini kaybetmişti. Hem yetim, hem de öksüz büyümüştü. Yüce Allah onu annesiz babasız bırakmıştı, ama kendi özel himayesine ve terbiyesi altına almıştı. "Beni Rabbim yetiştirdi ve eğitti" diyordu.

Onun kadar annebabanın hakkını ve değerini öğreten bir başkası yoktur. Kur'ân'ın ifadesiyle insan üzerinde Allah ve Resulünden sonra en çok hakkı olan annebaba olduğu gibi, en çok sayılması ve sevilmesi gerekenler de onlardır. Rabbimiz, Peygamberimize hitaben annebaba hakkının önemini şöyle bildiriyor:

"Rabbin şunu da emretti: Ondan başkasına ibadet etmeyin. Anne ve babaya da iyilikte bulunun. Onlardan

biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olurlarsa onlara sakın 'Öf!' bile deme. Onları azarlama, onlara güzel söz söyle.

"Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: 'Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, sen de onlara öylece merhamet buyur." (İsrâ Sûresi, 22-23.)

Anne-babanın insan üzerindeki hakkı bu şekilde açıkça belli olmakla beraber daha geniş ve kapsamlı olarak Peygamberimizin ifadelerinde buluyoruz. Bu konudaki hadisleri birarada okuyunca meseleyi daha iyi kavramış olacağız.

Adamın biri Peygamber Efendimize geldi, şöyle dedi: "Allah'tan sevap ve manevî karşılık beklemek niyetiyle cihat etmek ve hicret etmek üzerine sizinle biat etmeye geldim."

Peygamber Efendimiz: "Anne-babandan birisi sağ mı?" "Her ikisi de sağdır." "Allah'tan sevap ister misin?" "Evet, yâ Resulallah."

"Öyle ise anne-babanın yanına dön, onlara hizmet et."

Enes bin Mâlik anlatıyor:

"Adamın biri Peygamber Efendimize geldi ve şöyle dedi:

"Ben cihada çıkmak istiyorum, fakat gücüm yetmiyor."

"Anne babandan hayatta kalan var mı?" "Evet, annem vardır."

"Git annene hizmet et ve gönlünü al. Böyle yaparsan hem hac, hem umre, hem de cihat sevabını kazanırsın.​
• • •​
Abdullah bin Amr rivayet ediyor: Peygamber Efendimize bir adam geldi ve sordu: "Yâ Resulallah yurdumu terk ederek sizin emrinize girmeye geldim. Annemi-babamı da ağlayarak bıraktım."

Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Öyle ise onlara dön, ağlattığın gibi onları güldür."​
• • •​
Abdullah bin Mes'ud anlatıyor: Peygamber Efendimize sordum: "Allah katında en iyi amel nedir?" "Vaktinde kılınan namazdır." "Sonra hangisidir?" "Anne-babaya iyilik ve itaat etmektir." "Sonra hangisi?" "Allah yolunda cihattır."

Hiçbir şekilde anne-baba ayırt edilmez, biri öbürüne tercih edilmez, birinin sevgisi diğerinin önüne geçmez. Çünkü iki gözümüzden hangisini ötekinden üstün tutarız? Ancak Efendimizin hadislerine baktığımızda anne hakkının baba hakkından üç misli fazla olduğunu öğreniyoruz. Şöyle ki:

Ebû Hüreyre rivayet ediyor:

Peygamber Efendimize bir kişi geldi ve sordu:

"Yâ Resulallah, en çok kime iyilik ve ihsan etmeliyim?"

"Annene." "Sonra kime?" "Annene." "Sonra kime?" "Annene." "Sonra kime?" "Sonra babana."

Bu hadisten hiçbir şekilde babayı üçüncü plâna atma anlamı çıkmamalı, ancak her zaman annenin öncelik taşıdığı gerçeğini de gözardı edemeyiz. Çünkü bazen insan farkında olmadan annenin şefkatini ve karşılıksız sevgisini anlayamıyor, istismar edebiliyor. Ayrıca babaya nazaran anne kalbinin daha nazik ve ince olduğunu da unutmamalıdır.

Yine çoğunlukla babanın ağırlığı insanı mecburi saygıya yöneltiyor ve insan, ister istemez ondan çekiniyor, fakat anne öyle mi? Onu hep kendimize daha yakın, daha sıcak ve daha samimi buluruz. Bazen olur, onun bu samimiyeti bizi saygısızlığa sürükleyebilir, ona sert davranma gibi bir yanlışlığa düşebiliriz. Bunun için Peygamberimiz bizi uyarıyor, anne konusunda çok dikkat etmemizi tavsiye ediyor.

İnsan uzun süre annesiyle beraber kaldığı için zaman zaman aradaki insanî ilişkilerde dikkatsizlik gösterme ihtimali de vardır. Oysa insanın, saygı gösterdiği insanların haklarına da riayet etmesi gerekiyor. Bu konudaki ölçüyü Peygamberimiz şöyle hatırlatıyor:

Ata bin Yesar rivayet ediyor:

Peygamber Efendimize bir kişi şöyle sordu:

"Yâ Resulallah, annemin yanına girmek için kendisinden müsaade isteyeyim mi?"

"Evet, izin al, öyle gir."

"Fakat aynı evde oturuyoruz."

"Olsun yine izin iste."

"Ama yâ Resulallah hizmetini ben görüyorum."

"Olsun yine izin almadan yanına girme. Onu çıplak olarak görmek ister misin?"

"Asla yâ Resulallah."

"O halde izin alarak gir."

Dünyada hakkı ödenemeyen bir insan varsa o da annedir. Çünkü annenin çocuğu üzerinde o kadar değişik hakları var ki, bunların birisini ödemek bile mümkün değildir. Bu konuda güzel bir örneği Hz. Büreyde'den öğreniyoruz.

Adamın biri Peygamber Efendimize geldi, şöyle dedi:

"Yâ Resulallah, ben annemi sıcak bir günde omuzuma alıp iki fersah yol yürüdüm. Hava o kadar sıcaktı ki, eğer bir et parçası yere atılsa hemen pişerdi. Acaba onun hakkını ödemiş oldum mu?"

Peygamber Efendimiz şu cevabı verdi:

"Senin bu hizmetin, onun bir doğum sancısını belki karşılar."

Hemen hemen çoğumuzun bildiği bir hadis vardır. Cennetin, anaların ayağı altında oluşudur. Bu husustaki hadisin metni şöyledir:

Bir adam Peygamberimize geldi ve;

"Yâ Resulallah, savaşa gitmek istiyorum, size danışmaya geldim" dedi.

Peygamber Efendimiz sordu: "Annen hayâtta mı?" "Evet."

"Ondan ayrılma, çünkü Cennet onun ayağının altındadır."

Bu ifade bir mecazdır. Yoksa hiçbir annenin ayağının altında Cennet olmaz ve bulunmaz. Burada anlaşılması gereken mana şudur: İnsan annesine karşı çok mütevazı ve engingönüllü olmalı, onun kalbini kazanmalı, hatırını yıkmamak, ayağının altındaki toprak gibi olmalıdır. Çünkü toprak tevazuun bir sembolüdür. Mevlânâ Hazretleri, "Tevazuda toprak gibi ol" derken bu manayı bize hatırlatıyor.

Annenin ardından iyilik, sevgi, saygı, itaat ve ilgilenme açısından sırayı baba alır. Baba, hayâtı boyunca hiçbir karşılık beklemeden çocuğunu yetiştirir, masrafa girer ve imkânlarını sarf eder. Bu arada baba da çocuktan tek bir şey bekler: Saygı.

Bu meseleyi yine Peygamberimizden öğreniyoruz: Hazret-i Âişe rivayet ediyor:

"Bir gün Peygamber Efendimizin yanına bir adam geldi. Beraberinde yaşlı birisi vardı. Peygamber Efendimiz adama,

"Bu ihtiyar kim?" diye sordu. Adam, "Babamdır" dedi. Peygamber Efendimiz:

"Öyle ise önüne geçme, o oturmadan sen oturma. Onu adıyla çağırma ve ona kimseyi küfrettirme."

Anne-baba insanın hem dünyasını, hem de âhiretini mutlu edecek veya alt üst edecek birer sebeptir. Bu önemli yönü hadisten şu şekilde öğreniyoruz:

Ebû Ümame anlatıyor: "Bir adam Peygamber Efendimize sordu: "Anne-babanın çocukları üzerindeki hakkı nedir?" "Onlar senin ya Cennetin ya da Cehennemindir." Yani anne-babaya gereken iyilik ve itaati gösteren insan, onları seven, sayan ve başı üzerinde tutan çocuk mesut, mutlu ve huzurlu olacağı gibi; onları üzen, kıran ve mağdur eden çocuk da kendi eliyle hayâtını zehir ettiği gibi, âhiretini de yıkmakta ve tehlikeye atmaktadır.

Zaten anne-babaya karşı gelmek ve isyan etmek büyük bir günahtır. Hatta en büyük günahlar arasında bulunmaktadır.

Abdurrahman bin Ebî Bekir'in rivayetine göre, Peygamber Efendimiz bu günahı şöyle bildiriyor:

"Size en büyük günahları bildireyim mi?"

"Evet yâ Resulallah bildir."

"Allah'a ortak koşmak, anne-babaya âsi olmaktır."

Anne-babaya yapılan iyilik ve saygının karşılığını insan dünyada iken peşin alabiliyor. Bu konuda Peygamberimizin müjdesi çok açıktır:

"Rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını isteyen, anne-babasına iyilik ve ikramda bulunsun ve akrabalarını ziyaret etsin."

Diğer taraftan çocuk, günü gelince kendisi de anne baba olacak, çocuklarından bir karşılık bekleyecek, yaptığının karşılığını görecek, anne-babasına ne yapmışsa aynısını kendi çocuklarından görecektir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular: "Anne-babanıza iyilik edin ve ihsanda bulunun ki, çocuklarınız da size itaat etsin ve saygı göstersin."

Bu konuda okuyucağımız iki hadis ve hâdise anne-babaya isyanın ve itaatin dünyada iken peşin cezasını ve mükâfatını göstermesi bakımından hiç gözümüzün önünden gitmeyecek derecede hayatî önem taşımaktadır:

Abdullah bin Ebî Evfâ anlatıyor:

Peygamberimizin huzurunda bulunuyorduk. Bu sırada birisi geldi:

"Yâ Resulallah ölüm döşeğinde yatan bir genç var. Kendisine, 'La ilahe illallah' de, dendiği halde bir türlü bunu söyleyemiyor" dedi.

Peygamber Efendimiz sordu: "Namaz kılar mıydı?" "Evet, kılardı."

Bunun üzerine Peygamberimiz kalktı. Biz de onunla birlikte kalktık. Peygamberimiz gencin yanma girdi ve ona:

"La ilahe illallah de" buyurdu.

Genç, "Bunu söyleyemiyorum" dedi.

"Niçin söyleyemiyorsun?" deyince, gelen adam:

"Annesine âsi idi" dedi.

Peygamber Efendimiz, "Annesi sağ mı?" diye sordu.

"Evet, sağdır" dediler.

Peygamber Efendimiz, "Çağırın, buraya kadar gelsin" buyurdu.

Onlar da kadım çağırdılar. Kadın geldi. Peygamber Efendimiz kadına;

"Bu hasta senin oğlun mudur?" diye sordu.

Kadın, "Evet, oğlumdur" dedi.

Peygamber Efendimiz: "Bak, şurada bir ateş hazır lansa ve, 'Oğluna şefaat edersen, onu bu ateşte yakmayız, fakat şefaat etmezsen bu ateşte yakarız' deseler ne yapardın? Şefaat eder miydin?" diye sordu.

Kadın, "Onun şefaatçisi ben olurdum" dedi.

Peygamber Efendimiz, "O halde sana âsi olan bu oğlunu Cehennemden kurtarmak için hakkım ona helâl edip ondan razı olduğuna Allahu Teâlâyı ve beni şahit göster" buyurdu.

Kadın, "Allah'ım! Seni ve Resulünü şahit tutuyorum, oğlumdan razı oldum, hakkımı ona helâl ettim" dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz hasta gence, "La ilahe illallahü vahdehû la şerike leh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlühû de" diye buyurdu.

Hasta hemen şehadet getirdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Allah'a hamdolsun ki, benim vasıtamla bu genci Cehennem ateşinden kurtardı."​
• • •​
Ebû Hüreyre rivayet ediyor:

"Sizden önce geçenlerden üç kişi çocuklarının geçimini sağlamak için yola koyuldular. O sırada yağmura tutuldular. Bunun üzerine bir mağaraya sığındılar.

Daha sonra bir kaya parçası düşerek mağaranın ağzını kapattı. Aralarında şöyle konuştular:

"Mahvolduk, taş düştü. Bunun sebebini yalnız Allah bilir. Yaptığımız en güzel davranışları dile getirerek Allah'a dua etmekten başka çaremiz yoktur. İçlerinden biri anlatmaya başladı:

"Allah'ım, hoşuma giden bir kadın vardı. Ona sahip olmak istedim. Fakat o kabul etmedi. Bunun üzerine bir miktar para verdim. Kabul etti. Tam ona yaklaşacağım sırada vazgeçtim. Bilirsin ki, bundan sırf senin rahmetini kazanmak, azabına uğramamak için uzaklaştım. Şu kayayı bizden uzaklaştır" deyince kaya parçasının üçte biri açıldı.

Diğeri şöyle anlattı:

"Yâ Rabbi, bilirsin, benim çok yaşlı anne-babam vardı. Onlara akşam sütünü içirmeden ne çocuklarıma, ne de başkalarına bir şey içirmezdim. Bir gün odun toplamak için uzağa gittim. Döndüğümde onlar uyumuştu. Akşam sütlerini hazırladım, fakat onlar uykudaydı. Onlar içmeden önce çocuklarımla birlikte akşam süt içmeyi uygun bulmadım. Onlar uyanıncaya kadar süt kabı elimde olduğu halde bekledim. Sonunda sabah oldu, uyandılar ve sütlerini içtiler. Allah'ım, eğer bunu sırf Senin rızanı kazanmak için yapmışsam su kayayı buradan uzaklaştır" dedi.

Bunun üzerine kaya parçası biraz daha açıldı. Fakat çıkılacak gibi değildi.

Sonra bir diğeri şöyle anlattı:

"Allah'ım, bilirsin bir gün bir işçi tutmuştum. Yarım gün çalıştı. Ücretini verdim. Kızarak ücretini almadı.

Çekip gitti. Ben de her çeşit maldan onun hesabına çoğalttım. Bir zaman sonra ücretini almaya geldi. Ben de; "Şu gördüklerinin hepsini al, tamamı senindir, dedim. İstesem yalnız önceki ücretini verir, diğerlerini vermezdim. Allah'ım bilirsin ki, bunu sırf senin rahmetini umduğum, azabından korktuğum için yaptım. Şu kayayı buradan uzaklaştır' dedi. Kaya parçası bütünüyle kalktı. Onlar da çıkıp yola koyuldular."​
 
Geri
Top