İki ayı aşkın süredir Paşakapısı Kadın Tutukevi’nde bulunan manken Tuğba Özay’la ilk görüşen, usta gazeteci Uğur Dündar oldu
İki ayı aşkın süredir Paşakapısı Kadın Tutukevi’nde bulunan manken Tuğba Özay’la ilk görüşen, usta gazeteci Uğur Dündar oldu. Özay, kimi zaman hıçkırıklara, kimi zaman kahkahalara boğulduğu görüşme sırasında, yüreğini, beynini Dündar’a açtı, yaşadıklarını anlattı...
MANKEN Tuğba Özay, ’Çıkar amaçlı suç örgütüyle bağlantılı olduğu’ iddiasıyla yaklaşık iki aydır Paşakapısı Kadın Tutukevi’nde tutuklu. Tarihi tutukevinin ’Yabancılar Koğuşu’nda kalan Tuğba Özay, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü’nden alınan izinle, fırtınalarla dopdolu duygu dünyasını ARENA’ya açtı. İşte Özay’ın Uğur Dündar’ın sorularını cevaplarken kendi yaşamının eleştirisini de yaptığı "Bir Tutuklunun Günlüğü"nden çarpıcı bölümler:
İLK GÜN AĞIR ETKİLENDİM!
Uğur Dündar - Türkiye’nin en popüler, en çok para kazanan modeliydiniz. Ama günün birinde kendinizi Paşakapısı Tutukevinde buldunuz! Ne diyeceksiniz?
Tuğba Özay - Burada olmak demek mutlaka suçlu olmak demek değil. Aslında kim suçlu? Bunu da çok düşünüyorum. Her şeyi soruyorum, sorguluyorum, okuyorum, yazıyorum, insanlarla dertleşiyorum. Her şey var hayatın içinde! Çıkışlar olduğu gibi, inişler de var! Ama tekrar çıkışlar da var! İlk girdiğimde çok ağır etkilendim. Daha sonra, sağolsunlar gerek burada bulunan Türk ve yabancı tutuklular, gerekse başta ’Baba’ diye hitap ettiğim Cezaevi Müdürümüz Güngör Bey ve tüm tutukevi personeli, hepsi bana çok ama çok destek oldular. İlk gördüğüm şey... Tabii kapıda askerler duruyor, işte o an bir şaşkınlık ve büyük bir şok yaşadım. İçeri girerken; ’Anne baba sizi çok seviyorum’ diyebildim! Burada duygular çok inişli çıkışlı. Bir gün diyorsunuz ki ’Ben güçlüyüm, bu günler de geçecek!..’, hayata sımsıkı sarılıyorsunuz ama bir başka gün uyandığınız zaman da, ’Acaba hep burada mı olacağım’ diye düşünüyorsunuz!
AKLIM ALABİLDİĞİNE ÖZGÜR
U.D.- Tutukevi neler öğretti size?
T.Ö.- Fiziksel anlamda tutukluyum, ama düşünsel anlamda hiç olmadığım kadar özgürüm! Düşünmeye çok vakit kalıyor. Her şeyi sorguluyorum, her gün bütün gazeteleri okuyorum. Yüzlerce mektup alıyorum ve beni yalnız bırakmayan herkese de çok teşekkür etmek istiyorum sizin aracılığınızla. Çünkü mektuplarla duygusallaşıyorsunuz, hüngür hüngür ağlıyorsunuz. Yeri geliyor mutlu oluyorsunuz, duygular karmakarışık oluyor.
YÜREĞİME SÖZ GEÇİREMEDİM
U.D.- Peki içtenlikle bir yaşam özeleştirisi yaptınız mı? ’Acaba beni tutukevine götüren yanlışları niçin yaptım?’ diye kendinizi sorguladınız mı?
T.Ö.- Tabii sorguladım! Ben yüreğine söz geçirdiği yerde, beynine hükmedemeyen, beynine hükmettiği yerde yüreğini dizginleyemeyen bir insanım. Beni gerçekten rencide edebilecek herhangi bir yola sapmadım! Ama duygusal anlamda iniş-çıkışlarım oldu.
U.D.- Yani özel ilişkileriniz anlamında?
T.Ö.- Evet, özel hayatımla ilgili; ama burada şunu söyleyebilirim, hiçbir zaman toplumun gözü önünde adı bir onunla bir bununla anılan veya öyle bilinen bir insan olmadım. Yargı önüne çıktığım zaman, şu an yaşadığım olayın da tamamen böyle bir konudan geliştiği ortaya çıkacaktır diye umuyorum.
15 ADIMLIK HAYATIM
U.D.- Kaç metrelik, ya da kaç adımlık bir avluda yürüyebiliyorsunuz?
T.Ö.- Ben ’50 Adımlık Avluda’ diye bir şiir yazmıştım. Sonra ’Acaba adım sayısında yanılıyor olabilir miyim?’ diye düşündüm. ’ Kalktım saydım: Tam 15 adımlıkmış!..
U.D.- 15 adım!
T.Ö.- Evet, 15 adımlık bir avludayım... Ki bunu yaşayan sadece ben değilim! Binlerce insan varsa burada, dünyanın birçok yerinde, ben de onlardan biriyim! O kadar enteresan ki, ağlamak isteseniz bile ağlayamazsınız! Ya da ben öyle hissediyorum; öyle olmalıyım diye düşünüyorum!
TUTUKEVİ OKUL GİBİ
U.D.- Yani ağlamamaya mı koşullandırıyorsunuz kendinizi?
T.Ö.- Gözyaşlarım hep yüreğime akıyor! Çünkü gerçekten çok zor durumda olan insanlar var! Ve hayat öyle bir noktaya getirmiş ki o insanları... Bunu tarif etmek çok zor Uğur bey; yaşamak lazım! Bu anlamda burayı kendime bir okul gibi görüyorum. Buradaki insanların özgür hayatlarına kavuştukları zaman topluma kazandırılması gerektiğine inanıyorum. Bunun için ekonomi gerekiyor, bunun için insanlara iş imkanı gerekiyor...
U.D.- Siz tutuklandıktan sonra çeşitli şeyler yazıldı. En yaralayıcısı hangisiydi?
T.Ö.-Bunları duyduktan sonra neredeyse ben bile suçlu olduğuma inanacaktım, çünkü çok yargısız infaz yapıldı. Bir de zaten camia olarak maalesef birbirimizin mutsuzluklarından mutluluk çıkarmasını çok iyi beceriyoruz! Ama örneğin bir haber çıktı, şok geçirdim! Yok, efendim ben bilmem kaç trilyon almışım, zeytinyağı fabrikası açmışım falan! Hatta öylesine magazinel boyuta taşıdılar ki, sevgili Hülya Avşar buraya kadınlara özel günlerinde kullandıkları bir şey gönderiyormuş! Bu da yalandı! Sağ olsun müdürümüz Güngör Bey izin vermişti voleybol oynamama, fakat herhalde verdiğine pişman oldu. Çünkü ilk kez başka bir avluya çıkabildiğim o gün, ayağım kırıldı! Bunda bile şaibe arandı! Bir de tabi o çok başka bir psikoloji. Mesleğimde 14. yılıma giriyordum bu sene. 14 yıldır sonuçta insanların karşısında bambaşka bir Tuğba Özay olarak çıkmışım. 7’den 70’e bir çok insanın sevgisini kazanmışım... Ve hastaneye öyle kelepçeyle girmek...
YÜZÜM GÜLÜYOR AMA...
U.D.- Üzücü bir durum!
T.Ö.- Üzücü... Bakmayın yine hálá gülebiliyorum ama sadece yüzüm gülüyor! Tabii şurası (kalbini gösteriyor) başka! Çok başka! Ben yine de belki tutukevlerindeki insanların sesi olabilirim diye düşünüyorum!
Uğur Bey benim çelişkim doğarken başlamış
U.D.- Günlük tutuyor musunuz?
T.Ö.- Her gün, günde 10-15 sayfa yazıyorum. Koğuştaki arkadaşlar, ’Ne buluyorsun bu kadar yazacak!’ diyorlar. Hatta bazen kelime haznemin yetmediğini düşünüyorum. Bazı duyguları anlatabilmem çok zor; duygular içeride saklı; fırtınalar kopuyor. Uğur Bey biliyor musunuz, benim hayat çelişkim doğarken başlamış, çünkü hemşire bebekleri karıştırmış!
U.D.- Zor olmuş mu bebekleri ayırmak?
T.Ö.- Hemşire bir bebek getirmiş, o sırada babamın yanında bir arkadaşı varmış. Annem de odasındaymış. Babam hissetmiş uzaktan. Yani kan çekmemiş. ’Hayır’ demiş! ’Bu benim kızım değil!’ Babamın yanındaki arkadaşı da ’Olur mu ya, bak ne güzel, sevimli bebek!’ demiş, sevmiş okşamış. Ama babam, ’Hayır bu kızım değil!’ diye ısrar etmiş. Hemşire; ’Olur mu öyle şey, sizin kızınız’ derken, bir bakıyorlar ki künyeye, hakikaten ben değilim!. Benim adım ’Nihal Tuğba Özay’, künyede başka bir isim yazıyor! Yani bütün karışıklık orada başlamış aslında...
Uğur DÜNDAR - Mine ÖZBEK - HÜRRİYET
İki ayı aşkın süredir Paşakapısı Kadın Tutukevi’nde bulunan manken Tuğba Özay’la ilk görüşen, usta gazeteci Uğur Dündar oldu. Özay, kimi zaman hıçkırıklara, kimi zaman kahkahalara boğulduğu görüşme sırasında, yüreğini, beynini Dündar’a açtı, yaşadıklarını anlattı...
MANKEN Tuğba Özay, ’Çıkar amaçlı suç örgütüyle bağlantılı olduğu’ iddiasıyla yaklaşık iki aydır Paşakapısı Kadın Tutukevi’nde tutuklu. Tarihi tutukevinin ’Yabancılar Koğuşu’nda kalan Tuğba Özay, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü’nden alınan izinle, fırtınalarla dopdolu duygu dünyasını ARENA’ya açtı. İşte Özay’ın Uğur Dündar’ın sorularını cevaplarken kendi yaşamının eleştirisini de yaptığı "Bir Tutuklunun Günlüğü"nden çarpıcı bölümler:
İLK GÜN AĞIR ETKİLENDİM!
Uğur Dündar - Türkiye’nin en popüler, en çok para kazanan modeliydiniz. Ama günün birinde kendinizi Paşakapısı Tutukevinde buldunuz! Ne diyeceksiniz?
Tuğba Özay - Burada olmak demek mutlaka suçlu olmak demek değil. Aslında kim suçlu? Bunu da çok düşünüyorum. Her şeyi soruyorum, sorguluyorum, okuyorum, yazıyorum, insanlarla dertleşiyorum. Her şey var hayatın içinde! Çıkışlar olduğu gibi, inişler de var! Ama tekrar çıkışlar da var! İlk girdiğimde çok ağır etkilendim. Daha sonra, sağolsunlar gerek burada bulunan Türk ve yabancı tutuklular, gerekse başta ’Baba’ diye hitap ettiğim Cezaevi Müdürümüz Güngör Bey ve tüm tutukevi personeli, hepsi bana çok ama çok destek oldular. İlk gördüğüm şey... Tabii kapıda askerler duruyor, işte o an bir şaşkınlık ve büyük bir şok yaşadım. İçeri girerken; ’Anne baba sizi çok seviyorum’ diyebildim! Burada duygular çok inişli çıkışlı. Bir gün diyorsunuz ki ’Ben güçlüyüm, bu günler de geçecek!..’, hayata sımsıkı sarılıyorsunuz ama bir başka gün uyandığınız zaman da, ’Acaba hep burada mı olacağım’ diye düşünüyorsunuz!
AKLIM ALABİLDİĞİNE ÖZGÜR
U.D.- Tutukevi neler öğretti size?
T.Ö.- Fiziksel anlamda tutukluyum, ama düşünsel anlamda hiç olmadığım kadar özgürüm! Düşünmeye çok vakit kalıyor. Her şeyi sorguluyorum, her gün bütün gazeteleri okuyorum. Yüzlerce mektup alıyorum ve beni yalnız bırakmayan herkese de çok teşekkür etmek istiyorum sizin aracılığınızla. Çünkü mektuplarla duygusallaşıyorsunuz, hüngür hüngür ağlıyorsunuz. Yeri geliyor mutlu oluyorsunuz, duygular karmakarışık oluyor.
YÜREĞİME SÖZ GEÇİREMEDİM
U.D.- Peki içtenlikle bir yaşam özeleştirisi yaptınız mı? ’Acaba beni tutukevine götüren yanlışları niçin yaptım?’ diye kendinizi sorguladınız mı?
T.Ö.- Tabii sorguladım! Ben yüreğine söz geçirdiği yerde, beynine hükmedemeyen, beynine hükmettiği yerde yüreğini dizginleyemeyen bir insanım. Beni gerçekten rencide edebilecek herhangi bir yola sapmadım! Ama duygusal anlamda iniş-çıkışlarım oldu.
U.D.- Yani özel ilişkileriniz anlamında?
T.Ö.- Evet, özel hayatımla ilgili; ama burada şunu söyleyebilirim, hiçbir zaman toplumun gözü önünde adı bir onunla bir bununla anılan veya öyle bilinen bir insan olmadım. Yargı önüne çıktığım zaman, şu an yaşadığım olayın da tamamen böyle bir konudan geliştiği ortaya çıkacaktır diye umuyorum.
15 ADIMLIK HAYATIM
U.D.- Kaç metrelik, ya da kaç adımlık bir avluda yürüyebiliyorsunuz?
T.Ö.- Ben ’50 Adımlık Avluda’ diye bir şiir yazmıştım. Sonra ’Acaba adım sayısında yanılıyor olabilir miyim?’ diye düşündüm. ’ Kalktım saydım: Tam 15 adımlıkmış!..
U.D.- 15 adım!
T.Ö.- Evet, 15 adımlık bir avludayım... Ki bunu yaşayan sadece ben değilim! Binlerce insan varsa burada, dünyanın birçok yerinde, ben de onlardan biriyim! O kadar enteresan ki, ağlamak isteseniz bile ağlayamazsınız! Ya da ben öyle hissediyorum; öyle olmalıyım diye düşünüyorum!
TUTUKEVİ OKUL GİBİ
U.D.- Yani ağlamamaya mı koşullandırıyorsunuz kendinizi?
T.Ö.- Gözyaşlarım hep yüreğime akıyor! Çünkü gerçekten çok zor durumda olan insanlar var! Ve hayat öyle bir noktaya getirmiş ki o insanları... Bunu tarif etmek çok zor Uğur bey; yaşamak lazım! Bu anlamda burayı kendime bir okul gibi görüyorum. Buradaki insanların özgür hayatlarına kavuştukları zaman topluma kazandırılması gerektiğine inanıyorum. Bunun için ekonomi gerekiyor, bunun için insanlara iş imkanı gerekiyor...
U.D.- Siz tutuklandıktan sonra çeşitli şeyler yazıldı. En yaralayıcısı hangisiydi?
T.Ö.-Bunları duyduktan sonra neredeyse ben bile suçlu olduğuma inanacaktım, çünkü çok yargısız infaz yapıldı. Bir de zaten camia olarak maalesef birbirimizin mutsuzluklarından mutluluk çıkarmasını çok iyi beceriyoruz! Ama örneğin bir haber çıktı, şok geçirdim! Yok, efendim ben bilmem kaç trilyon almışım, zeytinyağı fabrikası açmışım falan! Hatta öylesine magazinel boyuta taşıdılar ki, sevgili Hülya Avşar buraya kadınlara özel günlerinde kullandıkları bir şey gönderiyormuş! Bu da yalandı! Sağ olsun müdürümüz Güngör Bey izin vermişti voleybol oynamama, fakat herhalde verdiğine pişman oldu. Çünkü ilk kez başka bir avluya çıkabildiğim o gün, ayağım kırıldı! Bunda bile şaibe arandı! Bir de tabi o çok başka bir psikoloji. Mesleğimde 14. yılıma giriyordum bu sene. 14 yıldır sonuçta insanların karşısında bambaşka bir Tuğba Özay olarak çıkmışım. 7’den 70’e bir çok insanın sevgisini kazanmışım... Ve hastaneye öyle kelepçeyle girmek...
YÜZÜM GÜLÜYOR AMA...
U.D.- Üzücü bir durum!
T.Ö.- Üzücü... Bakmayın yine hálá gülebiliyorum ama sadece yüzüm gülüyor! Tabii şurası (kalbini gösteriyor) başka! Çok başka! Ben yine de belki tutukevlerindeki insanların sesi olabilirim diye düşünüyorum!
Uğur Bey benim çelişkim doğarken başlamış
U.D.- Günlük tutuyor musunuz?
T.Ö.- Her gün, günde 10-15 sayfa yazıyorum. Koğuştaki arkadaşlar, ’Ne buluyorsun bu kadar yazacak!’ diyorlar. Hatta bazen kelime haznemin yetmediğini düşünüyorum. Bazı duyguları anlatabilmem çok zor; duygular içeride saklı; fırtınalar kopuyor. Uğur Bey biliyor musunuz, benim hayat çelişkim doğarken başlamış, çünkü hemşire bebekleri karıştırmış!
U.D.- Zor olmuş mu bebekleri ayırmak?
T.Ö.- Hemşire bir bebek getirmiş, o sırada babamın yanında bir arkadaşı varmış. Annem de odasındaymış. Babam hissetmiş uzaktan. Yani kan çekmemiş. ’Hayır’ demiş! ’Bu benim kızım değil!’ Babamın yanındaki arkadaşı da ’Olur mu ya, bak ne güzel, sevimli bebek!’ demiş, sevmiş okşamış. Ama babam, ’Hayır bu kızım değil!’ diye ısrar etmiş. Hemşire; ’Olur mu öyle şey, sizin kızınız’ derken, bir bakıyorlar ki künyeye, hakikaten ben değilim!. Benim adım ’Nihal Tuğba Özay’, künyede başka bir isim yazıyor! Yani bütün karışıklık orada başlamış aslında...
Uğur DÜNDAR - Mine ÖZBEK - HÜRRİYET