Prof. Dr. Mustafa Yılman
1. Kadın olmanız toplumda size sorun yaratmakta mıdır ?
2.Evde,okulda,işyerinde karşılaştığınız en önemli sorun nedir ?
3. Demokrasiden, insan haklarından yeterince yararlanıyor musunuz ?
4. Bir birey olarak hedeflerinize ulaşmanızda en büyük engel nedir ?
S.Türk toplumunda, kadının veri konusunda ne düşünüyorsunuz ?
"Kızlarını okutmayan bir millet, çocuklarını manen öksüz bırakmış
demektir,hüsranla ağlasın /" Tevfik Fikret
Türk'ler Müslümanlığı kabul ettikten sonra büyük ölçüde Arap dünyasının etkisine girmişler ve özellikle kadınla ilgili geleneklerinde, anlayışlarında önemli değişmeler olmuştur. Nitekim nikah sırasında gelin hazır bulunmaz ve onun evlenmeye rızası, vekili bir erkek tarafından açıklanır ve imam bunun üzerine nikahı kıyardı. Evlenmenin anlamı ve anlayış şekli, kadınla erkek arasındaki eşitsizliği çok açık olarak göstermekteydi, (veiidedeoğiu, ı%8:5}
Türk Medeni Yasasının kabulünden önce erkek birden fazla kadınla evlenebilirdi ve böyle bir durum doğa yasalarına aykırı düşmekteydi.. Bu doğa yasalarına aykın düşmesi bir yana; insan hakları, ahlak ve ekonomi kurallarıyla da çelişmektedir.
Eski hukukta erkeğin karısını boşama hakkı sınırsızdı. Kadın, kocasının ağzından çıkacak bir tek kelime ile terk edilebilirdi. Ancak istenirse nikah sırasında ileride kadının kocasını boşayabileceği kabul edilebilirdi. Bunun olabilmesi için, bu hakkın daha nikah sırasında erkek tarafından kadına tanınması gerekirdi. Böyle olunca kadın da kocasını tek taraflı olarak boşayabilirdi. Yalnız bundan sadece kadınların değil, genellikle erkeklerin bile haberi yoktu.
Evlenmede yaş sınırı da yoktu. Beşikteki bir kızla aynı durumdaki bir erkek, istenirse - ileride kabul edip etmeme hakkı bulunmakla birlikte- velileri tarafından evlendirilebilirdi. Yine eski hukuka İslam 'a göre ana hiçbir zaman çocuğun velisi olamazdı ve baba Öldüğünde, çocuğa bir vasi (yönetici) atanırdı. Mirasta erkeğe oranla -duruma göre- yarım, dörtte, yedide veya sekizde bir pay alabilirdi. Mahkemede iki kadının tanıklığı bir erkeğe eş tutulurdu. Cumhuriyet öncesinde Türk kadınının kamu meclislerine seçme ve seçilme haklan olmadığı gibi, yönetim görevlerine atanmayı isteme hakları yoktu. "Kadınların düşünme uygulama konusunda yetenekleri eksik bulunduğundan onlar, vali ve başkan olamazlar" (dı) (VeKdedeoğlu, 1968: 6-8)
Oysa İslamiyet öncesi dönemde eski Türk kadınları sözü edilen görevleri ve sorumlulukları rahatlıkla yüklenebiliyorlardı. Ve çok büyük bir saygınlığa sahiptiler.. Kadın, erkeğin sahip bulunduğu bütün haklarla donatılmıştı. Devlet başkanı bile olabilirdi. Yaşadığımız zamanda henüz kadın vali ve kaymakamlarımızın olmaması (göstermelik bir uygulama dışında), sanırız hukuksal bir sorun olmaktan öteye kültürel ve yönetsel bir sorundur. Sözde demokrat geçinen ve kadın haklarının savunucusu çevreler; kadınların gerek milletvekili, gerekse yerel ve diğer kamu görevlerinde yeterli ve gerektiği ölçüde yönetici olabilmeleri konusunda ciddi bir çaba içine girmemektedirler. Bu durum karşımıza tamamen bir eğitim ve kültür sorunu olarak çıkmaktadır.
İslamiyet öncesinde Türk kültüründe kadının sosyal ve siyasi konumu, yeri; her yönden çok elverişliydi. Toplumsal hayatın bütün yönlerinde uygar bir toplumda gözlenen düzeydeydi. Her şeyden önce kadın-erkek eşitsizliği ve kaç-göç yoktu.
Eski Türk toplumunda kadının yeri konusunda tam bilgilerin elde edilememesinin birçok yanlış ve amaçlı değerlendirmelere yol açmasının nedeni, Türk tarihinin ilk kaynaklarda öğrenilme olanağının çok az bulunmasıdır. Bir başka neden ise geçmişimizin yeterince araştırılmamasıdır. Çünkü bunu başarabilmek için çeşitli bilim dallan hakkında bilgi sahibi olmak ve yine çeşitli Asya dillerini bilmek ve gençlerin bu alana yönlendirilmeleri gerekmektedir.
Ancak kendilerine ilerici, aydın denilmesini isteyen bir kesim, bir yandan tam bağımsızlıktan, ulusal bir politikadan söz ederken diğer taraftan bu ilkeye karşı bir tavır almakta ve uluslararasıcılığı (evrenselliği) savunabilmektedir. Kendi tarihinden habersiz olarak tüm bir milletin sanki kadınlarını köle olarak kullanageldiğini anlatmaya çalışmaktadır. Belirli dönemlere ilişkin yapılan çeşitli nedenlere bağlı haksızlıkları ve yanlışlıklan bütün bir Türk tarihine mal etmek gibi tarihi bir yanılgı İçine düşülmektedir.
Türk kadının İslâmiyetten önceki durumu.
Çok elverişli idi. Toplum hayatında kadın-erkek ayrılığı ve kaç göç yoktu. Türk toplumlarında kadının aile İçindeki rolü,han karısının devlet içindeki yerinde de etkisini göstermişti.Eski Türkler hakanın kansına "hatun" derlerdi Kutluğ Han tahta çıktığı zaman karısı Bilge Hatun da vardı.
Hatunun devlet içindeki nüfuzu büyüktü. Türk terde kadınlan kamu haklarından yoksun kılan bir töre bulunmadığından İslamlıktan önce Türk hatunların, kocaları hakan Ölünce onun yerine yönetimin, devletin başına geçtiği çoktur...Orta Asya ve Hindistan Türk teri arasında doğrudan doğruya siyasi ve askeri rot oynayan,devleti yöneten ve askere kumanda eden Türk kadınlarına rastlanır.
Eski Türklerde evlilik kurumuna önem verilirdi. Nikah, törenle yapılan ciddi bir sözleşme idi. Birçok Türk soylarında,örneğin Göktürk'lerde tek eşlilik yöntemi vardı. Oysa eski Türklerin yaşadığı devre kıyasla çok daha yakın zamana kadar Avrupa'nın birçok kavimlerinde çok karılığın hüküm sürdüğü tarihi bir gerçektir.
Eski Türklerde kocası ölen kadın çocuklarının velisi olurdu. Kutluğ Hanın ölümünden sonra oğullarının velisi,analan Bilge Hatun olmuştu.
Eski Türklerde evli kadın kendi malları üzerinde bağımsız olarak tasarruf hakkına sahipti ve kocasından ayrıldığında bu malları alıp götürürdü. Eski Türkierde kadının hukuki durumu, Romalı kadınınkinden çok daha ileriydi.
Aynı zamandiliminde Eski Roma'da kadın evlenince kocasının tam egemenliği altına girer,haklan kullanma yetkisinden yoksun olur ve tek başına mal mülk sahibi olamazdı. Oysa Türkierde böyle bir hukuki durum yoktu.
Eski ve yeni bütün araştırmalar açıkça gösteriyor ki, eski Türk toplumlannda kadının aile içindeki rolü, han karısının devlet içindeki yerinde de etkisini göstermişti... Hatunun devlet içindeki etkisi büyüktü. Türk’lerde kadınları kamu haklarından yoksun bırakan bir töre bulunmadığından, İslam öncesi Türk kadınlarının, kocalan hakan ölünce işbaşına geçtikleri çoktur. Osmanlılarda bu rol, perde arkasına kaymış ve zararlı olmuştur.
Halbuki Orta Asya ve Hindistan Türk'leri arasında doğrudan doğruya siyası ve askeri rol oynayan, devleti yöneten ve askere kumanda eden Türk kadınlarına rastlanır... Eski Türk’lerde evlilik kurumuna önem verilirdi... Nikah, törenle yapılan önemli bir sözleşmeydi...
Göktürklerde tek evlilik vardı... Buna karşılık, çok daha yakın olan zamanlarda Avrupa'nın birçok toplumlarında çokeşliliğin bulunduğu tarihi bir gerçektir. (Velidedoğlu, 1968:11)
Bugün Türkiye'de demokrasi ve onun doğal bir öğesi olarak kadın haklan gündeme getirilirken. bu tarihi gerçeğin unutulması ya da bilinmemesi, sanki batının kadın cenneti olduğu imajının yaratılması, konuya ilişkin bilinçlenmenin hangi düzeyde olduğunun bir göstergesi sayılabilir.
Eski Türk'lerde kadın kocası öldüğünde çocuklarının velisi olurdu. Kendi malları üzerinde bağımsız olarak kullanma hakkına sahipti ve kocasından ayrıldığında bunları da alıp götürürdü.
Bugünkü anlamda tam bir eşitlik -gerçekte var olup olmadığı tartışmalıdır- söz konusu olmamakla beraber eski Türk'lerde kadının durumu, İslamiyet sonrası ve zamanın başka toplamlarına kıyasla, çok ileri ve elverişliydi.
Nitekim eski Roma örnek alınırsa, burada kadın evlenince kocasının tam egemenliği altına girer, hakları kullanma yeteneğinden yoksun olur ve tek başına mal mülk sahibi olamazdı. Eski Türk'lerin bu alanda ne kadar ileri ve bugünkü çağdaş anlayışa ne kadar yakın olduktan açık bir şekilde görülür. (Velidedeoğlu, 1968:12)
Atatürk; Türk kadınına bir İnsan olarak hak ettiği değeri vermekte gecikmemiş, Türk halkı demokratikleşme süresi boyunca giderek daha etkin bir biçimde kadın İnsan gücünden yararlanma yollarını arayıp bulmaya, açmaya çalışmıştır. Çünkü Türk'ün tarihi ve kültürü buna çok uygun bir ortam yaratmaktadır.
Atatürk'ün dediği gibi; "İnsan toplumu kadın ve erkek denilen iki cins İnsandan oluşur. Mümkün müdür ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini savsakla yalım da kütlenin bütünü ilerleyebilsin. " (Başbakanlık, 1973:65)
Gerçekten toplum bir bütün olduğuna göre; onun ilerlemesi de bu doğrultuda olması gerekir. Her toplum kadın ve erkek nüfustan oluştuğundan, kadın ve erkeğin ayrı gelişmesi; bilinçlenmesi toplumun sağlıklı gelişiminin ön şartıdır.
Bir toplumun; kadın algılaması ile demokratikleşmesi, demokratik bir sosyo-kültürel dokusal yapıya sahip olması arasında yakın bir bağ bulunmaktadır. Kadın, gerçek kimliğini özgür bir ortamda bulur.
Nitekim kültürel dokunun demokratik, insancıl değerlere örüldüğü bir toplumda, kadın sadece erkeğin cinsel gereksinimlerini karşılayan bir varlık olarak değil, toplum denilen sosyal varlığın üyesi olup her şeyden önce bir ''İNSAN''dır. Toplumun bir tamamlayıcı, üretici bir değerdir.
Kadına gösterilen tepkinin niteliği, toplumun genel erkeğin ise özel eğitim ve kültürlenme düzeyine indekslidir. Erkek, kadına temelde bir İman olarak bakabilecek düzey de kültürlendiği ölçüde saygı duyar
Burada öğretimin teni eğitim, asıl belirleyici rolü oynar ve tepkinin kalitesini yükseltir.
Erkek, kadına gösterdiği davranışın kalitesi oranında uygarlaşır. Demokratlaşır.
Demokrasimiz için ciddi tehlike, davranışlarımızda ve kurumlanmadaki... otoriteye, disipline, biteviyeliğe, üste boyun eğdirten koşulların varlığıdır. Bu nedenle, savaş alanı... kendimizde ve kurumlanmadadır. (Dewey: Günyol, 1964: 52)
1. Kadın olmanız toplumda size sorun yaratmakta mıdır ?
2.Evde,okulda,işyerinde karşılaştığınız en önemli sorun nedir ?
3. Demokrasiden, insan haklarından yeterince yararlanıyor musunuz ?
4. Bir birey olarak hedeflerinize ulaşmanızda en büyük engel nedir ?
S.Türk toplumunda, kadının veri konusunda ne düşünüyorsunuz ?
"Kızlarını okutmayan bir millet, çocuklarını manen öksüz bırakmış
demektir,hüsranla ağlasın /" Tevfik Fikret
Türk'ler Müslümanlığı kabul ettikten sonra büyük ölçüde Arap dünyasının etkisine girmişler ve özellikle kadınla ilgili geleneklerinde, anlayışlarında önemli değişmeler olmuştur. Nitekim nikah sırasında gelin hazır bulunmaz ve onun evlenmeye rızası, vekili bir erkek tarafından açıklanır ve imam bunun üzerine nikahı kıyardı. Evlenmenin anlamı ve anlayış şekli, kadınla erkek arasındaki eşitsizliği çok açık olarak göstermekteydi, (veiidedeoğiu, ı%8:5}
Türk Medeni Yasasının kabulünden önce erkek birden fazla kadınla evlenebilirdi ve böyle bir durum doğa yasalarına aykırı düşmekteydi.. Bu doğa yasalarına aykın düşmesi bir yana; insan hakları, ahlak ve ekonomi kurallarıyla da çelişmektedir.
Eski hukukta erkeğin karısını boşama hakkı sınırsızdı. Kadın, kocasının ağzından çıkacak bir tek kelime ile terk edilebilirdi. Ancak istenirse nikah sırasında ileride kadının kocasını boşayabileceği kabul edilebilirdi. Bunun olabilmesi için, bu hakkın daha nikah sırasında erkek tarafından kadına tanınması gerekirdi. Böyle olunca kadın da kocasını tek taraflı olarak boşayabilirdi. Yalnız bundan sadece kadınların değil, genellikle erkeklerin bile haberi yoktu.
Evlenmede yaş sınırı da yoktu. Beşikteki bir kızla aynı durumdaki bir erkek, istenirse - ileride kabul edip etmeme hakkı bulunmakla birlikte- velileri tarafından evlendirilebilirdi. Yine eski hukuka İslam 'a göre ana hiçbir zaman çocuğun velisi olamazdı ve baba Öldüğünde, çocuğa bir vasi (yönetici) atanırdı. Mirasta erkeğe oranla -duruma göre- yarım, dörtte, yedide veya sekizde bir pay alabilirdi. Mahkemede iki kadının tanıklığı bir erkeğe eş tutulurdu. Cumhuriyet öncesinde Türk kadınının kamu meclislerine seçme ve seçilme haklan olmadığı gibi, yönetim görevlerine atanmayı isteme hakları yoktu. "Kadınların düşünme uygulama konusunda yetenekleri eksik bulunduğundan onlar, vali ve başkan olamazlar" (dı) (VeKdedeoğlu, 1968: 6-8)
Oysa İslamiyet öncesi dönemde eski Türk kadınları sözü edilen görevleri ve sorumlulukları rahatlıkla yüklenebiliyorlardı. Ve çok büyük bir saygınlığa sahiptiler.. Kadın, erkeğin sahip bulunduğu bütün haklarla donatılmıştı. Devlet başkanı bile olabilirdi. Yaşadığımız zamanda henüz kadın vali ve kaymakamlarımızın olmaması (göstermelik bir uygulama dışında), sanırız hukuksal bir sorun olmaktan öteye kültürel ve yönetsel bir sorundur. Sözde demokrat geçinen ve kadın haklarının savunucusu çevreler; kadınların gerek milletvekili, gerekse yerel ve diğer kamu görevlerinde yeterli ve gerektiği ölçüde yönetici olabilmeleri konusunda ciddi bir çaba içine girmemektedirler. Bu durum karşımıza tamamen bir eğitim ve kültür sorunu olarak çıkmaktadır.
İslamiyet öncesinde Türk kültüründe kadının sosyal ve siyasi konumu, yeri; her yönden çok elverişliydi. Toplumsal hayatın bütün yönlerinde uygar bir toplumda gözlenen düzeydeydi. Her şeyden önce kadın-erkek eşitsizliği ve kaç-göç yoktu.
Eski Türk toplumunda kadının yeri konusunda tam bilgilerin elde edilememesinin birçok yanlış ve amaçlı değerlendirmelere yol açmasının nedeni, Türk tarihinin ilk kaynaklarda öğrenilme olanağının çok az bulunmasıdır. Bir başka neden ise geçmişimizin yeterince araştırılmamasıdır. Çünkü bunu başarabilmek için çeşitli bilim dallan hakkında bilgi sahibi olmak ve yine çeşitli Asya dillerini bilmek ve gençlerin bu alana yönlendirilmeleri gerekmektedir.
Ancak kendilerine ilerici, aydın denilmesini isteyen bir kesim, bir yandan tam bağımsızlıktan, ulusal bir politikadan söz ederken diğer taraftan bu ilkeye karşı bir tavır almakta ve uluslararasıcılığı (evrenselliği) savunabilmektedir. Kendi tarihinden habersiz olarak tüm bir milletin sanki kadınlarını köle olarak kullanageldiğini anlatmaya çalışmaktadır. Belirli dönemlere ilişkin yapılan çeşitli nedenlere bağlı haksızlıkları ve yanlışlıklan bütün bir Türk tarihine mal etmek gibi tarihi bir yanılgı İçine düşülmektedir.
Türk kadının İslâmiyetten önceki durumu.
Çok elverişli idi. Toplum hayatında kadın-erkek ayrılığı ve kaç göç yoktu. Türk toplumlarında kadının aile İçindeki rolü,han karısının devlet içindeki yerinde de etkisini göstermişti.Eski Türkler hakanın kansına "hatun" derlerdi Kutluğ Han tahta çıktığı zaman karısı Bilge Hatun da vardı.
Hatunun devlet içindeki nüfuzu büyüktü. Türk terde kadınlan kamu haklarından yoksun kılan bir töre bulunmadığından İslamlıktan önce Türk hatunların, kocaları hakan Ölünce onun yerine yönetimin, devletin başına geçtiği çoktur...Orta Asya ve Hindistan Türk teri arasında doğrudan doğruya siyasi ve askeri rot oynayan,devleti yöneten ve askere kumanda eden Türk kadınlarına rastlanır.
Eski Türklerde evlilik kurumuna önem verilirdi. Nikah, törenle yapılan ciddi bir sözleşme idi. Birçok Türk soylarında,örneğin Göktürk'lerde tek eşlilik yöntemi vardı. Oysa eski Türklerin yaşadığı devre kıyasla çok daha yakın zamana kadar Avrupa'nın birçok kavimlerinde çok karılığın hüküm sürdüğü tarihi bir gerçektir.
Eski Türklerde kocası ölen kadın çocuklarının velisi olurdu. Kutluğ Hanın ölümünden sonra oğullarının velisi,analan Bilge Hatun olmuştu.
Eski Türklerde evli kadın kendi malları üzerinde bağımsız olarak tasarruf hakkına sahipti ve kocasından ayrıldığında bu malları alıp götürürdü. Eski Türkierde kadının hukuki durumu, Romalı kadınınkinden çok daha ileriydi.
Aynı zamandiliminde Eski Roma'da kadın evlenince kocasının tam egemenliği altına girer,haklan kullanma yetkisinden yoksun olur ve tek başına mal mülk sahibi olamazdı. Oysa Türkierde böyle bir hukuki durum yoktu.
Eski ve yeni bütün araştırmalar açıkça gösteriyor ki, eski Türk toplumlannda kadının aile içindeki rolü, han karısının devlet içindeki yerinde de etkisini göstermişti... Hatunun devlet içindeki etkisi büyüktü. Türk’lerde kadınları kamu haklarından yoksun bırakan bir töre bulunmadığından, İslam öncesi Türk kadınlarının, kocalan hakan ölünce işbaşına geçtikleri çoktur. Osmanlılarda bu rol, perde arkasına kaymış ve zararlı olmuştur.
Halbuki Orta Asya ve Hindistan Türk'leri arasında doğrudan doğruya siyası ve askeri rol oynayan, devleti yöneten ve askere kumanda eden Türk kadınlarına rastlanır... Eski Türk’lerde evlilik kurumuna önem verilirdi... Nikah, törenle yapılan önemli bir sözleşmeydi...
Göktürklerde tek evlilik vardı... Buna karşılık, çok daha yakın olan zamanlarda Avrupa'nın birçok toplumlarında çokeşliliğin bulunduğu tarihi bir gerçektir. (Velidedoğlu, 1968:11)
Bugün Türkiye'de demokrasi ve onun doğal bir öğesi olarak kadın haklan gündeme getirilirken. bu tarihi gerçeğin unutulması ya da bilinmemesi, sanki batının kadın cenneti olduğu imajının yaratılması, konuya ilişkin bilinçlenmenin hangi düzeyde olduğunun bir göstergesi sayılabilir.
Eski Türk'lerde kadın kocası öldüğünde çocuklarının velisi olurdu. Kendi malları üzerinde bağımsız olarak kullanma hakkına sahipti ve kocasından ayrıldığında bunları da alıp götürürdü.
Bugünkü anlamda tam bir eşitlik -gerçekte var olup olmadığı tartışmalıdır- söz konusu olmamakla beraber eski Türk'lerde kadının durumu, İslamiyet sonrası ve zamanın başka toplamlarına kıyasla, çok ileri ve elverişliydi.
Nitekim eski Roma örnek alınırsa, burada kadın evlenince kocasının tam egemenliği altına girer, hakları kullanma yeteneğinden yoksun olur ve tek başına mal mülk sahibi olamazdı. Eski Türk'lerin bu alanda ne kadar ileri ve bugünkü çağdaş anlayışa ne kadar yakın olduktan açık bir şekilde görülür. (Velidedeoğlu, 1968:12)
Atatürk; Türk kadınına bir İnsan olarak hak ettiği değeri vermekte gecikmemiş, Türk halkı demokratikleşme süresi boyunca giderek daha etkin bir biçimde kadın İnsan gücünden yararlanma yollarını arayıp bulmaya, açmaya çalışmıştır. Çünkü Türk'ün tarihi ve kültürü buna çok uygun bir ortam yaratmaktadır.
Atatürk'ün dediği gibi; "İnsan toplumu kadın ve erkek denilen iki cins İnsandan oluşur. Mümkün müdür ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini savsakla yalım da kütlenin bütünü ilerleyebilsin. " (Başbakanlık, 1973:65)
Gerçekten toplum bir bütün olduğuna göre; onun ilerlemesi de bu doğrultuda olması gerekir. Her toplum kadın ve erkek nüfustan oluştuğundan, kadın ve erkeğin ayrı gelişmesi; bilinçlenmesi toplumun sağlıklı gelişiminin ön şartıdır.
Bir toplumun; kadın algılaması ile demokratikleşmesi, demokratik bir sosyo-kültürel dokusal yapıya sahip olması arasında yakın bir bağ bulunmaktadır. Kadın, gerçek kimliğini özgür bir ortamda bulur.
Nitekim kültürel dokunun demokratik, insancıl değerlere örüldüğü bir toplumda, kadın sadece erkeğin cinsel gereksinimlerini karşılayan bir varlık olarak değil, toplum denilen sosyal varlığın üyesi olup her şeyden önce bir ''İNSAN''dır. Toplumun bir tamamlayıcı, üretici bir değerdir.
Kadına gösterilen tepkinin niteliği, toplumun genel erkeğin ise özel eğitim ve kültürlenme düzeyine indekslidir. Erkek, kadına temelde bir İman olarak bakabilecek düzey de kültürlendiği ölçüde saygı duyar
Burada öğretimin teni eğitim, asıl belirleyici rolü oynar ve tepkinin kalitesini yükseltir.
Erkek, kadına gösterdiği davranışın kalitesi oranında uygarlaşır. Demokratlaşır.
Demokrasimiz için ciddi tehlike, davranışlarımızda ve kurumlanmadaki... otoriteye, disipline, biteviyeliğe, üste boyun eğdirten koşulların varlığıdır. Bu nedenle, savaş alanı... kendimizde ve kurumlanmadadır. (Dewey: Günyol, 1964: 52)