Öyle kadınlar var ki, dünyaya bir daha gelseniz ne olarak gelmek isterdiniz? sorusuna, tabii ki kadın olmak isterdim diye cevap verecek kadar cinsiyetleriyle
barışık görünürler ama gene de bir türlü hemcinslerini sevemezler. Kadınları sevmeyen kadınlardır bunlar. Tanırız onları. Ömrü hayatımız boyunca defalarca karşılaşırız. Okulda, sokakta, işte, evde, alışverişte, her yerde.... Kimi zaman latif bir dantelli tülle saklarlar bu eğilimlerini; kimi zamansa saklamaya gerek duymaz,
aşikâr ederler. Hatta zaman zaman bir salgın hastalık gibi yaygınlaşır kadınları-sevmeyen-kadınlık hâli; gribe yakalanır gibi bizler de yakalanırız. Bir bakmışız kadınları sevmeyen kallavi laflar ediyor, kendimizi hemcinslerimizden ayrı tutuyoruz. Farkına varmazsak alır başını ilerler bu eğilim, iyileşemeyiz. Hayatımız boyunca üzerimize yapışıp kalır bu sevgisizlik; hastalık kronikleşir. Durumun ayırdına varıp
ruhumuzu tedaviye alırsak geçer. Geçer ve geride kalır.
Kadınları sevmeyen kadınlık hâllerinin ilk ipuçları aslında çocuklukta yatar. Biyolojik sebeplerden ya da genlerden ötürü değil, yetiştirilme ve sosyalleşme
biçimlerimizden ötürü. Hani hep prenses olmak üzere yetiştiriliyoruz ya, her masalın da malûm on değil, yüz değil, bir tek prensesi vardır. Kız çocukları masallardan sadece güzel ve prenses olmaları gerektiğini değil, rekabeti de öğrenir. Külkedisi ve ablaları, Pamuk Prenses ve üvey annesi... Kadınlar masallarda hep hemcinsleriyle uğraşır.
Kendi aralarında oynayan çocuklara bakın. Aniden bir kız çocuk çıkar, bir başka kız çocuğuna durup dururken kötü davranmaya başlar. Onu oyun dışı ilan eder, cezalı gibi köşede beklemesini ister. Sırf o da kız olduğu için. Sırf varlığı sinirine dokunduğundan. Çocuklukta fazla göze batmayan bu hırçın eğilim ergenlikte tavana vurur. Genç kızların kendi aralarından birini ya da birkaçını düpedüz Öteki ilan edip, dışlama hevesleri gencecik yüreklerde sızım sızım hikâyeler bırakır.
Öteki genç kızın kıyafetleri, tavırları, konuşması, bizzat varlığı alay ve eleştiri konusu olur. Dünya edebiyatının ünlü kadın yazarlarından Margaret Atwood bir
romanını sırf bu tema üzerine kurmuştur. En yakın kız arkadaşları tarafından dışlanan, onlara yaranmak için çabalayan, çabalarken hırpalanan ve yaralanan
bir genç kızın ağzından yazmıştır.
Ama bazen kadın yazarlar da hemcinslerini sevmeme hallerine tutulurlar. Ve o zaman bu eğilim yazılarına sızar, kalemlerini şekillendirir. Halide Edip Adıvar
Türk edebiyatının divasıdır. Kalemiyle, yaşamıyla, zihni ve yüreğiyle nice güzellikler bırakmıştır geride. Ama bazen düşünmeden edemem. Bu büyük
kadın edebiyatçımız, acaba kadınları pek sevmeyen biri miydi?
Halide Edip Adıvar dönemin diğer kadın yazarlarından fazla hoşlanmıyordu sanki. Bırakın onlarla beraber üretmeyi, dayanışmayı, varlıklarını dahi görmezden geldi çoğu zaman. Mor Salkımlı Ev, Halide Edip'in dünyaya ve kendine nasıl baktığına dair önemli ipuçlarıyla dolu bir eser. İlginçtir, burada dönemin erkek entellektüellerini ve onlardan kimlerin kendisini nasıl etkilediğini anlattığı halde, kadın yazarları tamamen es geçer. Başta Fatma Aliye Hanım ve Emine Semiye
Hanım gibi kıymetli edebiyatçılar olmak üzere. Oysa bu kadın yazarlarla aynı gazetede yazdığı, aynı şehirde yaşadığı ve muhtemelen aynı sorunlarla
başettiği düşünülürse, o kadar çok ortak noktaları vardır ki....
Zihnimizin bir yerinde ne yazık ki hep iyi kadın ve kötü kadın ikilemi duruyor. Bir sarkaç gibi tepemizde. Böyle öğrendik annelerimizden, çevremizden, filmlerden ve kitaplardan. Daha entelektüel olanlarımız bunu biraz daha sofistike bir dille ideal
kadın ve Öteki kadın yapıveriyor ama ikilem değişmiyor. Halide Edip'in henüz otuz yaşında yazdığı Handan romanı tam da bu ikilemi açığa çıkarır. Orada yazar iki farklı kadın tipi çıkarır okurun karşısına. Bir yanda Neriman, bir yanda Handan.
Tatlı huylu, isyan nedir bilmeyen, evcimen, son derece sıradan ve sıradanlığıyla
yüceltilen kadın tiplemesidir Neriman. Alabildiğine edilgendir. Her türlü hırstan, arzudan, kavgadan arındırılmıştır. Kocası onu şöyle anlatır: Hayatı bir işkence, bir
burgu, bir ateş yapan kadınlardan sonsuz olarak kendisini uzaklaştıran sade ve samimi bir kız...
Romandaki zıt kadın karakter ise Handandır. İlk bakışta dişi canavar gibi gelir okura. Ne var ki Handan'ı çekici kılan bir özellik vardır: Beyni. Hatun akıllıdır, kültürlüdür. Bilim, felsefe, sanat, edebiyat gibi konularda, üstelik erkek meclislerinde rahatlıkla konuşabilecek kadar birikimlidir. Erkeklerin tekelinde olan bilgi ambarını delebilmiş nadir kadınlardandır. Halide Edip Adıvar'ın pekçok romanında olduğu gibi burada da bir ideal kadın tiplemesi öne çıkar, bir de cariyelik geleneğini sürdüren kadın. İdeal kadınlar ne kadar dirayetli, vatanperver, akıllı, azimli, cinsiyetsiz ve kadınlıktan-uzak ise, cariyeliği sürdüren kadınlar da o
kadar edilgen, kadınsı ve sınırlıdırlar. Mesele şu ki erkeğin hayatında her iki kadın tipine de yer vardır. Birine karısı, çocuklarının annesi, evinin hanımı olarak. Berikine arkadaş, fikirdaş, yoldaş olarak. Birinin Bedenine ihtiyacı vardır. Ötekinin Beynine.
Margaret Atwood'un, Halide Edip Adıvar'ın zihinlerini ve kalemlerini meşgul eden Kadınları Sevmeyen Kadınlık Hikayeleri bugün bizlerin karşılaştığı ikilemlerden o kadar farklı değil. Ama bir nokta açık. Biz kadınlar birbirimizi kategorilere böldüğümüz, hemcinslerimize hırçınca eleştirel bir nazarla baktığımız ve kızkardeşlik kavramı yerine suni bir Prenses Rekabeti'yle hareket ettiğimiz
müddetçe değişmeyecek bu köhne kalıplar, değişemeyecek....
barışık görünürler ama gene de bir türlü hemcinslerini sevemezler. Kadınları sevmeyen kadınlardır bunlar. Tanırız onları. Ömrü hayatımız boyunca defalarca karşılaşırız. Okulda, sokakta, işte, evde, alışverişte, her yerde.... Kimi zaman latif bir dantelli tülle saklarlar bu eğilimlerini; kimi zamansa saklamaya gerek duymaz,
aşikâr ederler. Hatta zaman zaman bir salgın hastalık gibi yaygınlaşır kadınları-sevmeyen-kadınlık hâli; gribe yakalanır gibi bizler de yakalanırız. Bir bakmışız kadınları sevmeyen kallavi laflar ediyor, kendimizi hemcinslerimizden ayrı tutuyoruz. Farkına varmazsak alır başını ilerler bu eğilim, iyileşemeyiz. Hayatımız boyunca üzerimize yapışıp kalır bu sevgisizlik; hastalık kronikleşir. Durumun ayırdına varıp
ruhumuzu tedaviye alırsak geçer. Geçer ve geride kalır.
Kadınları sevmeyen kadınlık hâllerinin ilk ipuçları aslında çocuklukta yatar. Biyolojik sebeplerden ya da genlerden ötürü değil, yetiştirilme ve sosyalleşme
biçimlerimizden ötürü. Hani hep prenses olmak üzere yetiştiriliyoruz ya, her masalın da malûm on değil, yüz değil, bir tek prensesi vardır. Kız çocukları masallardan sadece güzel ve prenses olmaları gerektiğini değil, rekabeti de öğrenir. Külkedisi ve ablaları, Pamuk Prenses ve üvey annesi... Kadınlar masallarda hep hemcinsleriyle uğraşır.
Kendi aralarında oynayan çocuklara bakın. Aniden bir kız çocuk çıkar, bir başka kız çocuğuna durup dururken kötü davranmaya başlar. Onu oyun dışı ilan eder, cezalı gibi köşede beklemesini ister. Sırf o da kız olduğu için. Sırf varlığı sinirine dokunduğundan. Çocuklukta fazla göze batmayan bu hırçın eğilim ergenlikte tavana vurur. Genç kızların kendi aralarından birini ya da birkaçını düpedüz Öteki ilan edip, dışlama hevesleri gencecik yüreklerde sızım sızım hikâyeler bırakır.
Öteki genç kızın kıyafetleri, tavırları, konuşması, bizzat varlığı alay ve eleştiri konusu olur. Dünya edebiyatının ünlü kadın yazarlarından Margaret Atwood bir
romanını sırf bu tema üzerine kurmuştur. En yakın kız arkadaşları tarafından dışlanan, onlara yaranmak için çabalayan, çabalarken hırpalanan ve yaralanan
bir genç kızın ağzından yazmıştır.
Ama bazen kadın yazarlar da hemcinslerini sevmeme hallerine tutulurlar. Ve o zaman bu eğilim yazılarına sızar, kalemlerini şekillendirir. Halide Edip Adıvar
Türk edebiyatının divasıdır. Kalemiyle, yaşamıyla, zihni ve yüreğiyle nice güzellikler bırakmıştır geride. Ama bazen düşünmeden edemem. Bu büyük
kadın edebiyatçımız, acaba kadınları pek sevmeyen biri miydi?
Halide Edip Adıvar dönemin diğer kadın yazarlarından fazla hoşlanmıyordu sanki. Bırakın onlarla beraber üretmeyi, dayanışmayı, varlıklarını dahi görmezden geldi çoğu zaman. Mor Salkımlı Ev, Halide Edip'in dünyaya ve kendine nasıl baktığına dair önemli ipuçlarıyla dolu bir eser. İlginçtir, burada dönemin erkek entellektüellerini ve onlardan kimlerin kendisini nasıl etkilediğini anlattığı halde, kadın yazarları tamamen es geçer. Başta Fatma Aliye Hanım ve Emine Semiye
Hanım gibi kıymetli edebiyatçılar olmak üzere. Oysa bu kadın yazarlarla aynı gazetede yazdığı, aynı şehirde yaşadığı ve muhtemelen aynı sorunlarla
başettiği düşünülürse, o kadar çok ortak noktaları vardır ki....
Zihnimizin bir yerinde ne yazık ki hep iyi kadın ve kötü kadın ikilemi duruyor. Bir sarkaç gibi tepemizde. Böyle öğrendik annelerimizden, çevremizden, filmlerden ve kitaplardan. Daha entelektüel olanlarımız bunu biraz daha sofistike bir dille ideal
kadın ve Öteki kadın yapıveriyor ama ikilem değişmiyor. Halide Edip'in henüz otuz yaşında yazdığı Handan romanı tam da bu ikilemi açığa çıkarır. Orada yazar iki farklı kadın tipi çıkarır okurun karşısına. Bir yanda Neriman, bir yanda Handan.
Tatlı huylu, isyan nedir bilmeyen, evcimen, son derece sıradan ve sıradanlığıyla
yüceltilen kadın tiplemesidir Neriman. Alabildiğine edilgendir. Her türlü hırstan, arzudan, kavgadan arındırılmıştır. Kocası onu şöyle anlatır: Hayatı bir işkence, bir
burgu, bir ateş yapan kadınlardan sonsuz olarak kendisini uzaklaştıran sade ve samimi bir kız...
Romandaki zıt kadın karakter ise Handandır. İlk bakışta dişi canavar gibi gelir okura. Ne var ki Handan'ı çekici kılan bir özellik vardır: Beyni. Hatun akıllıdır, kültürlüdür. Bilim, felsefe, sanat, edebiyat gibi konularda, üstelik erkek meclislerinde rahatlıkla konuşabilecek kadar birikimlidir. Erkeklerin tekelinde olan bilgi ambarını delebilmiş nadir kadınlardandır. Halide Edip Adıvar'ın pekçok romanında olduğu gibi burada da bir ideal kadın tiplemesi öne çıkar, bir de cariyelik geleneğini sürdüren kadın. İdeal kadınlar ne kadar dirayetli, vatanperver, akıllı, azimli, cinsiyetsiz ve kadınlıktan-uzak ise, cariyeliği sürdüren kadınlar da o
kadar edilgen, kadınsı ve sınırlıdırlar. Mesele şu ki erkeğin hayatında her iki kadın tipine de yer vardır. Birine karısı, çocuklarının annesi, evinin hanımı olarak. Berikine arkadaş, fikirdaş, yoldaş olarak. Birinin Bedenine ihtiyacı vardır. Ötekinin Beynine.
Margaret Atwood'un, Halide Edip Adıvar'ın zihinlerini ve kalemlerini meşgul eden Kadınları Sevmeyen Kadınlık Hikayeleri bugün bizlerin karşılaştığı ikilemlerden o kadar farklı değil. Ama bir nokta açık. Biz kadınlar birbirimizi kategorilere böldüğümüz, hemcinslerimize hırçınca eleştirel bir nazarla baktığımız ve kızkardeşlik kavramı yerine suni bir Prenses Rekabeti'yle hareket ettiğimiz
müddetçe değişmeyecek bu köhne kalıplar, değişemeyecek....