Bu dünya fanidir sakın aldanma,
Mağrur olup tac-u tahta dayanma,
Yedi iklim benim deyu güvenme,
Uyan ey gözlerim gafletten uyan,
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.
Sultan III. Murat
-
Bir nefesle açıyoruz gözlerimizi dünyaya, kapayışımız da tek bir nefesle olacak şüphesiz. Her bir insanoğlu bu gerçeği bilerek ama ne yazık ki idrak edemeden yaşamını sürdürür. Dünya âleminin bir gün sona ereceğini bir salah ile hatırlayıp üç, beş dakika sızlanmanın ardından kılınan cenaze namazından sonra toprağa verilen mevta gibi üzeri örtülür ebedi âlem düşüncesinin. Yenilir, içilir, gezilir, tüm ihtiyaçlar karşılanır bunları nasip edenin Hak Teâlâ olduğu düşünülmeksizin
Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi alınır ev eşyaları, daha sonraki dönemlerde rahat edilsin diye ve sanki hiç ölmeyecekmiş gibi çabalanır dünyalık için Herkes çocuklarına bırakacağı malı mülkü düşünüp onun için didinirken, unutulur bedeni ayakta tutan kalp için emek harcamak Büyük umutlar peşinde zaman harcanırken, kimse hatırlamaz küçücük kalbin gıdasını Doğru ya küçücüktür o Vücuda kan pompalamak değil mi ki yalnızca görevi, haliyle onun için sağlıklı yaşam adına ya spor yapılır, ya da onu dinç tutacak diyetler uygulanır Hiç düşünülmez mi ki bir çocuk gibi yiyeceğin yanı sıra o da sevgiye ilgiye muhtaçtır
Düşünün ki 6-7 yaşlarında küçük bir çocuk olsun gözlerimiz önünde. Her istediğini alsanız, onu oyuncağa, abur cubura boğsanız, gözlerinizde tebessüm eksik olduğunda sevinç kahkalarını duyabilir misiniz?
Bu dünya sadece madde değil, mana âlemidir. Efendiler Efendisi, Sevgililer Sevgilisi uğruna yaratılmış olan bir kâinat sevgi ve maneviyat ikliminden başka ne olabilir ki? Bu manevi güzellikler vücudun dünyaya açılan penceresi olan gözler ile değil, ancak bedenin hükümdarı, yalnızca et parçasından ibaret olmayan kalp ile görülebilir. Nasıl ki bendin gıdası yemek, su, uyku, güneş, vitamin ise kalbin gıdası da zikirdir.
Nasıl ki tozlanmış bir kitap okunamıyorsa, mühürlenmiş bir kalp de göremez. 18.000 âlemin hizmet için yaratıldığı bizler, neden kalbimizi layığıyla kullanamıyoruz ve neden kullanmayalım ki?
Şu dünyada 18.000 âlem içinde insan olmak,
Gerçekten insana çok büyük mükâfat.
Ama insana asıl dokunan,
Maalesef insan gibi insan olamamak.
Kalpler yalnız Allahı anmakla huzur bulur (Rad suresi 28. ayet)
Bu ayeti kişi sevdiği ile beraberdir sözü ile bağlamak isterim. Kişi her kimi seviyorsa, zikri, fikri her an onunladır. Zahiri olarak ayrı olsa da bu uzaklık onu sevdiği ile kalbi bağlılığını ortadan kaldıramaz. Batini olarak onunla yaşar. Mümin kişi de Rabbine böyle bağlı olmalıdır, zira o doğduğunda Allahın rahmeti ile yoğrulmuş bir kalp ile açmıştır gözlerini madde âlemine.
Peki nasıl zikretmeliyiz? Bize bu konuda yol gösterici birçok kitap var. Çeşitli zikirler, dualar, ibadet yolları var. Nasıl okulda zekâ ve karaktere göre her çocuğa uygulanacak olan eğitim öğretim metodu varsa, kalbi mutmain etmek içinde yollar vardır. Bu aşamada bizlere Tasavvufi anlamda öğretmenlik yapacak olan birçok yol da mevcut. Her yolun erkânı vardır. Kimisi taşlı, kimisi çukur, kimisi tozlu, kimisi virajlı, kimisi düz, kimi de yokuştur. Tercih yapmak kişinin tercihi ve inisiyatifine kalır.
Her tasavvuf yolunun da adâbı, tekniği farklıdır. Dersleri kalbi terbiye etme şekilleri değişiktir. Gözlemlerime dayanarak dikkatimi çeken bir hususa değinmek istiyorum. Bazı kişiler her gruptan ders alıp işlerine geleni yapmak istiyorlar. Tabiî ki her ders bizler içindir. Fakat nasıl ki okulda her öğrenci kendi öğretmeninin verdiği ödevi yapar, başka öğretmenin verdiği ödevi yapsa da kendi öğretmeninin nazarında kıymeti yoktur, tasavvuf ta da bunun gibi herkes kendi öğretmeninin verdiği ödevi yapmalıdır, her ibadet Allaha gider, Allaha ulaştırır elbet ama bir yolun dersi kalbi soldan sağa, diğeri sağdan sola çalıştırdığını düşünürsek, ikisini de yaptığımızda yerimizde saymış olmaz mıyız? İbadetin devamlı olanı makbuldür. Bir istikamet üzere kararlı gitmek lazımdır. Ancak bu şekilde kalp huzur bulup mutmain olacaktır.
Allahı zikirle huzura ermişlerden olmak dileğiyle