Kanlı Eller Senfonisi

Kanlı Eller Senfonisi

Emperyalist devletleri Anadolu’ya ve Afrika’ya çeken sebepleri incelediğimizde, işgallerin iki ana sebebe dayandığını görürüz. Birinci sebep; siyasi-ekonomik, ikinci sebep ise tamamen dinidir.


a-) Siyasi- Ekonomik Sebepler: Avrupa Kıtası’nın enerji kaynakları, Avrupa ülkelerinin ihtiyaçlarını karşılayacak yeterlilikte değildir. Bu sebeple; Avrupalılar, I. Ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra enerji bakımından çok zengin olan İslam coğrafyalarını hedef seçmişlerdir. Bu ülkeleri sömürgeleştirmek için sinsi planlar geliştirdiler. Şartlar olgunlaşınca sinsi planlarını birer birer uygulamaya başladılar.


Uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde kalan Afrika kıtası, Osmanlı’nın yıkılmasından sonra emperyalist Avrupalıların eline geçti: Fas, Tunus, Cezayir, İran, Irak, Suriye, Ürdün, Mısır, Filistin ve Arabistan gibi daha pek çok ülke ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalyanlar tarafından işgal edildi. İşgal edilen bu ülkeler, emperyalist devletler tarafından uzun yıllar sömürüldüler: Müslümanlar, Avrupa ülkelerine ucuz işçi olarak gönderilerek sanayi ve tarım alanlarında birer köle gibi çalıştırıldılar. Petrolleri ise uzun yıllar sömürgeciler tarafından kullanıldı.


Türk Milleti, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde dünya emperyalizmine bir başkaldırı mücadelesi başlattı. Anadolu’yu istila eden emperyalistler, Kemal Atatürk’ün azmi ve zekâsıyla ve Türk Milleti’nin bağımsızlığa olan düşkünlüğü sayesinde birer birer bozguna uğradılar ve Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldılar. Türk Milleti’nin emperyalizme karşı verdiği bu haklı varoluş davası, Arap dünyasına da ilham oldu. Araplar, başlattıkları bu haklı mücadelenin sonucunda birer birer bağımsız birer devlet haline geldiler.


Haçlı zihniyetinin bugün de tüm tazeliği ile devam ettiğini görüyoruz. Emperyalizmin öteden beri uyguladığı basit bir yöntem vardır. Böl, parçala ve yönet! Emperyalist devletler, hedef seçtiği ülkelerin dini, kültürel ve etnik yapılarını çok iyi analiz ederek bu ülkelere nifak tohumları ihraç ediyorlar. Hedef ülkelerin rejimlerini istismar ederek saldırılarına yeni kılıflar buluyorlar. Demokrasi vaadi ile gelip, halkı kendi öz yönetimlerine karşı kışkırtıyorlar ve ülkede kan ve gözyaşının dökülmesine neden oluyorlar.

Körfez savaşı henüz hafızalardan silinmedi. Emperyalistler, Saddam Hüseyin’i yıkmak için ülke genelinde etnik yapıları harekete geçirdiler ve Saddam Rejimi’ne karşı kışkırttılar. Türkiye yönetimi, İncirlik Üssü’nü ABD’ye aç-

mak suretiyle Saddam rejiminin yıkılmasına katkı sağladı. Saddam Hüseyin’in sözüm ona Irak Yönetimi tarafından asılmasından sonra, tamamen ABD ürünü olan bir yönetici Irak’ın başına getirildi. İlerleyen süreçte, Irak’ın ikiye bölündüğünü görüyoruz. Kuzey Kürdistan Bölgesi’nin başına da tamamen Amerikancı olan Mesut Barzani ve Celal Talabani getirildi. Bu Peşmerge liderler, daha düne kadar Türkiye’ye meydan okuyorlardı. Siyasi irade, böyle bir devletin kurulması Türkiye için bir savaş sebebi olacağını açıklamıştı. Ancak Amerika istediğini yapmış; ülkemizi yöneten siyasi irade ise bu durum karşısında sessizliğe gömülmüştü. Irak bölündü, parçalandı ve Amerika’nın ağzına leziz bir lokma oldu! ABD yandaşı bu kukla liderler ile ABD yönetimi, petroller üzerinde bir anlaşma imzalayarak Irak petrollerine ortak oldu. Bu ortaklığın ne zamana kadar süreceği ise kukla yönetim ile ABD’nin bileceği bir meseledir.


Bir başka olaya dikkat çekelim. ABD’nin Ticaret Merkezi olan İkiz Kuleler, iki uçakla 11 Eylül’de yerle bir edilmişti. Bu hadise halen komikliğini korumaktadır. Zira İkiz Kuleler, bilindiği üzere ABD’nin Ulusal Güvenlik Şemsiyesi altında korunuyordu. Bırakın iki savaş uçağının radarlara yakalanmadan kulelere çarpmasını, bu emniyet şemsiyesinden bir çift sineğin bile uçması mümkün değildir. ABD yönetimi kendi yazdı, kendi oynadı! Adeta harakiri yaptı! İkiz Kuleler yerle bir olurken; her ne hikmet ise bu ticaret merkezinde o dakikalarda hiçbir Amerikan vatandaşı ve İsrailli bulunmuyordu! Harakiri tamamlandı, fatura EL-KAİDE ÖRGÜTÜ’ ne kesildi. Olayla ilgili olarak bilirkişiler; binanın yıkılış biçimini akıl ve mantık dışı buldular. Zira İkiz Kulelerin iki uçak ile kumdan binalar gibi olduğu yere yığılması mümkün değildi. Bilirkişiler, binaların olduğu yere yığılabilmesi için binanın temellerine etki gücü yüksek patlayıcıların konulması gerektiğini söylediler. Peki, ABD Yönetimi bu komik harakiri operasyonuna niçin gerek duymuştu? Sebep ortada! El-Kaide suçlanacak ve Afganistan operasyonu fiilen başlayacaktı. Peki, uğruna harakiri yapılan Afganistan’ın ne gibi özellikleri bulunuyordu da ABD böyle komik bir harakiriyi göze alabildi? Çünkü Afganistan petrol, bor, altın, gümüş madenleriyle zengin bir ülkeydi.


Ortadoğu coğrafyasında halen pek çok Amerikan patentli operasyonlar devam ediyor. Suriye rejimi yıkılmak üzere. ABD’nin kışkırttığı halk hareketleri her gün yeni boyut kazanıyor, ABD ve NATO ülkeleri bu ülkeye bomba yağdırıyor. Esed Yönetimi, ülkesini işgalcilere teslim etmeyeceğini haykırsa da, sonunun Saddam ve Kaddafi gibi olacağından emin. Yakın bir zamanda Suriye de tıpkı Irak gibi bölünecek, parçalanacak ve Amerika’nın ağzından midesine inecektir! Sıra İran’a gelecek!


Libya’nın başına gelenleri hatırlayalım! Muammer Kaddafi, Birleşik Haçlı Orduları tarafından uzun süre kovalandıktan ve başına bombalar yağdırıldıktan sonra bir lağım çukurunda teslim olmak zorunda kaldı. Sürüklenerek, to-katlanarak ve tekmelenerek işkence gördü ve sonunda kurşunlanarak öldürüldü. İslam Devletlerinin liderleri bu şekilde aşağılanarak, horlanarak ve yerlerde sürüklenerek katledilmeleri Avrupalılar için büyük bir keyif ve zafer kaynağıdır!


ABD Yönetimi, şu sıralar İslam Devletlerinin arasını açmanın gayreti içindedir. Dikkat edersek; Suriye, Arap Birliği’ne alınmıyor! Kendi kardeşlerinin yanında, kendi coğrafyasında yalnızlığa itiliyor. Türkiye aldığı pozisyon gereği, Arap Birliği’nin Suriye için aldığı bu kararı desteklerken; Venezüella yönetimi; Avrupalıların Ortadoğu coğrafyasına terörist ihraç ettiğini bildirdi. Rusya ise, Suriye’nin Arap Birliği’ne alınmamasını tarihi bir fırsatın kaçırılması olarak yorumladı. İran da tepki gösteren ülkeler arasındaydı. İran’a göre alınan bu karar, Arap topraklarının işgaline hizmet edecek ve işgalcilerin elini güçlendirecektir. Bu durum Suriye’nin yok olacağı anlamına geliyor. Yani Amerikancı bir kukla yönetim oraya yerleşecek ve ülkeyi ABD menfaatleri doğrultusunda yönetecek! ABD’nin çok fonksiyonlu işgal projesinin adı Bop’tur. Diğer adıyla Amerikan rüyası veya Yeni Dünya Düzenidir.

Dünya siyasetine ve güney sınırlarımızda zuhur eden bu işgal olaylarına baktığımızda, Türkiye olarak kendimizden ne kadar emin olabiliyoruz? Türkiye olarak biz, bu küresel oyunlara karşı ne kadar tedbirliyiz ve ne kadar güçlüyüz? Bu soruları her vatandaşın kendine sorması ve ciddi biçimde düşünmesi gerekiyor!


Türkiye bir NATO ülkesidir. NATO’nun en basit anlamıyla kuruluş felsefesi; üye ülkelerden herhangi birine NATO dışı bir saldırı olduğunda üye ülkeler bu saldırıyı bertaraf eder. Orduların silahlanması ve modernizasyonu dışında NATO’nun keyfi olarak işgalcilik yapması kuruluş felsefesine tamamen aykırı bir durumdur. Fakat yayılmacılık, bu felsefeye rağmen en acımasız haliyle devam etmektedir. NATO ülkeleri Türkiye’nin dostu konumundadır. Ülkemizi yöneten siyasi iradeler, bu ülkeleri Türkiye’nin dostu olarak görmüşlerdir. Ancak ne acıdır ki; bu dostluğun esasında bir ihanet şebekesine dönüştüğünü her fırsatta gördük ve görmeye devam ediyoruz. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında başta ABD olmak üzere pek çok Avrupa devletinin Türkiye’ye ambargo uyguladığını ve Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde, ABD uçaklarının PKK’ya havadan lojistik destek sağladığını hatırlayalım. Ülkemize istihbarat sağladıklarını söylüyorlar, bu doğru olsaydı, istihbaratlar zamanında ulaştırılır ve asker zayiatı olmazdı. Güney komşularımızdan olan başta Suriye ve bazı Arap devletleri de PKK Terör Örgütü’ne eğitim üsleri açarak gerekli tüm desteği sağlamışlardır. Ortaya çıkan bu fotoğraflar oldukça düşündürücüdür.


ABD, senaryosunun bir gereği olarak; ülkemiz ile dostları arasında bir husumet çemberi oluşturuluyor. Ülkemizi yöneten siyasi irade, daha düne kadar Suriye ile dost idi. Ailece gidiliyor ve ziyaretlerde bulunuluyordu. Hediyeleş-meler ve kucaklaşmalar samimiydi. Kısa bir süre içinde bu dostluk düşmanlığa dönüştü. Esed yönetimi, ülkemizi hedef görmeye başladı. Türkiye’nin, Suriye’ye yönelik bir operasyonunda, tüm Ortadoğu coğrafyasında büyük bir savaşın fitilini ateşleyebileceklerini ve ayrıca PKK Terör Örgütü’ne her türlü imkânı sağlayarak Türkiye’ye saldırtabileceğini belirtti. Ortaya çıkan bu manzaralardan şu sonuç çıkıyor: Dünkü dostlarımız düşman, düşmanlarımız da dostumuz olmuş!


Türkiye’nin İran ile olan ilişkileri uzun yıllar sorunsuz bir şekilde devam ediyordu. Ancak ABD’nin füze projesi (fitnesi) sonucunda Türkiye, İran’ın hedefine oturtuldu. Malatya’ya konuşlanacak olan füzeler, Türkiye’nin güvenliği için olduğu söylense de; İran bunu böyle algılamıyor. İran, olası bir savaşta İsrail’e atacağı nükleer füzelerin Türkiye’ye konuşlandırılan füzeler tarafından imha edileceğini düşünüyor. İran, hiç vakit kaybetmeden Rusya ve Çin ile büyük bir projeyi başlatmış durumda. Türkiye’nin yapacağı en ufak bir hata, İran füzelerinin ülkemizi hedef alması akıl dışı bir varsayım olmasa gerek. ABD’nin yayılmacı niyetlerini hatırladığımızda; Türkiye’ye konuşlandırılacak olan füzeler acaba kimlere hizmet edecektir? Türkiye bu füzeleri, Rusya’dan, Ermenistan’dan, Arap ülkelerinden, İsrail’den, Güney Rum Devleti’nden veya Yunanistan’dan korunmak için mi konuşlandırmak istiyor? Doğrusu bu ihtimaller göz ardı edilmemelidir; ancak Türk siyasetinin; ABD patentli projeler sayesinde, kendi dininden olan ve köklü bir kültürel bağı olan Arap devletleriyle de “ABD böyle istiyor” mantığı ile hareket ederek düşman olmaması gerekir. Türk Dış Politikası, 2002 yılından itibaren yeni bir ivme kazanmış; sıfır sorun parolasıyla iş başı yapmıştı. Ancak geçen süre içinde düşman olmadığımız bir tek komşumuz kalmadı!


Günümüz siyasi iradenin denizlerde gösterdiği performans alkışlanacak türdendi. Güney Rum Devleti, aldığı ani bir karar ile Akdeniz’de petrol ve doğalgaz aramaya başladı. Türkiye yönetimi, Rumların bu çalışmalarına misilleme olarak Koca Piri Reis Gemisi’ni Akdeniz’e yollayarak petrol ve doğalgaz aramaya başladı. Konuyu enine boyuna düşündüğümüzde; bir sismik gemi, bir petrol veya doğalgaz damarı bulduğunda oraya sondaj vuramaz. Sondaj yapabilecek kapasitede büyük bir platformun olması şarttır. Hatırlayalım, Azerbaycan yönetimi Türkiye’nin doğalgaz ve petrol aramalarına katkı sağlamak için sismik gemiler ve platformlar verebileceğini bildirmişti; ne düşündürücüdür ki; siyasi irade Azerbaycan’ın bu kardeşçe isteğini reddetti. Geçen süreç içerisinde Güney Rum Devleti, Amerikalı ve İsrailli şirketlerle bir anlaşma yaparak Akdeniz’de doğalgaz ve petrol çıkarmaya başladı! Şu sıralar, Piri Reis sismik gemisi Gazimagosa Limanı’na demirlemiş durumdadır. Umarız ki bu durum geçicidir ve kısa süre içinde petrol arama çalışmaları devam eder ve ülkemiz artık petrol üreten bir ülke konumuna gelir. Bilindiği üzere Rauf Denktaş, uzun yıllar Kıbrıs Türklerinin bağımsızlığı için mücadele etmişti. Dış güçlerin dayatmalarına boyun eğmemiş, Kıbrıs davasından da ödün vermemişti. Sorunların çözülememiş olmasına gerekçe olarak Rauf Denktaş gösterilmişti. O’nun için şöyle denilmişti: “Rauf Denktaş sorunları çözemiyor… “ Dış güçlerin isteği ile ülkemizin siyasi iradesi, Rauf Denktaş’ı görevinden uzaklaştırmıştı. Annan Planı ile Kıbrıs sorunun çözülebileceği ileri sürüldü. Annan Planı’na bir göz attığımızda şöyle bir tablo görürüz: Kıbrıs Adası’nda iki kesimli federe bir devlet kurulacak. Meclisin 4’te 3’ü Rumlardan, 4’te 1’i Türklerden oluşacak. Kıbrıs Federe Devleti’nde siyasetin başında Rumlar olacak, ticaret ve sanayileşme gibi programları Rumlar yönetecek. Türkiye’nin garantörlüğü askıya alınacak, gibi tamamen Türklerin aleyhine olan bir yapılanmanın temelleri atılmış durumdadır. Demek ki; Türkiye’nin Kıbrıs’ta ve Ortadoğu coğrafyasında takip ettiği politikalar ancak bu kadar olabiliyormuş! Rumlar, Yunanistan, İsrail, Ermenistan ve Irak Cumhurbaşkanı Talabani dişlerini Türkiye’ye gösterdiğinde, Türkiye’yi yöneten siyasi iradenin de onlara kerpeten göstermesi gerekirdi.


b-) Dini Sebepler:


Avrupa yayılmacılığının diğer ayağını din unsuru oluşturmaktadır. Dikkat edersek; Hıristiyanların Yahudilerle birlikte hareket ettiğini görürüz. Zira Masonluk ve Siyonizm her ülkeye rahatlıkla sızabildiği gibi; Amerikan yönetimine de sızmış, Amerikalı yöneticilerin seçilmesinde Yahudilerin etkisi büyük olmuştur. Hatırlayalım; Barak Hüseyin Obama, Yahudi kulislerinin desteğini alarak başkan seçilmişti. Hıristiyan-Yahudi işbirliğinin hedefi, dünyayı Müslümanlardan temizlemektir. Bunu Papazlar ve hahamlar defalarca açıklamışlardır. Siyasi ve ekonomik yayılmacılık tamamlandığında; işgal edilen İslam coğrafyaları birer birer Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin etkisinde kalacaktır.(Arz-ı Mavud=BOP) ABD yönetimi, BOP içinde dini pozisyon alabilecek liderleri de seçmiş durudadır. Projelerinin devam etmesi için Müslümanların önüne “Ilımlı İslam” ve “Dinlerarası Diyalog” projelerini koydular. “Ilımlı İslam” cümlesi özellikle seçilmiş bir cümle olmakla birlikte, içinde bin bir fitneyi de barındırmaktadır. Aklıselim düşündüğümüzde bu cümlenin “Sulandırılmış İslam” anlamına geldiğini rahatlıkla anlayabiliriz. İslam’ı hiç kimsenin sulandırmaya gücü yetmez. Zira Kuran’da Yüce Allah; Maide Suresi’nin 51’nci ayetinde şöyle sesleniyor; “Ey iman edenler. Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz ALLAH zalim kavmi doğru yola iletmez.”

BOP’ un İslam konusundaki zehirli niyetleri gayet ortadadır: İslam Dini’ni sulandırarak; defalarca değişime uğramış olan İncil’in ve Tevrat’ın merkezine çekmeye çalışmaktadırlar. Günümüzde sakalları diz boyu olmuş, cübbeli ve sarıklı din adamları arz-ı endam halindeler. Hepsi de televizyonlara çıkarak, kimi zaman gözyaşı dökerek “Ilımlı İslam” için destek arıyorlar ve bu safsataya Müslümanları inandırmaya çalışıyorlar. Bu kişilerden biri var ki; Işık Evleri açarak, dünyanın pek çok ülkesinde Türk Okulları açarak Türkçe ve matematik olimpiyatları düzenleyerek zehirli fikirlerini gizlemeye çalışıyor. Bu Akımı’nın etkisinde kalan Müslümanlar, neden bu projeyi sorgulamıyorlar. Bu cemaat lideri Pansilvanya’dan dikilip; “İslam’ı kimse ılımlandıramaz. Kimse İslam’ı İncil’in ve Tevrat’ın eksenine oturtamaz. İslam 1400 küsur yıldır orijinal haliyle devam etmiştir ve devam edecektir. Ey Hıristiyanlar ve Yahudiler, hepinizi İslam olmaya davet ediyorum” diyemiyor! Bu lider; İslam’a gönül vermiş ise; İslam’ı tebliğ etmenin bir cihat olduğuna inanıyorsa; bu cihat papazların ve hahamların fikirleri doğrultusunda mı yapılmalıdır? Oysa onlar, İslam’ı sulandırmaya çalışıyorlar. Bu dini lider, papazların ve hahamların geliştirdiği projeler karşısında İslam’ın altına odun atmak suretiyle İslam’ı bir an evvel ılıtmanın gayreti içindedir.


Bu akıma kendilerini kaptıran samimi Müslümanlara sorulsa; “Kuran’ın bir ayetini değiştirelim, ya da yok sayalım” desek; Müslüman kardeşimiz bize şunu sormaz mı; “Sen Allah’ın kelamına savaş mı açıyorsun? Allah’ın ayetiyle mi oynuyorsun?” Evet, aynen böyle tepki gösterir. Geçtiğimiz dönemde, çok iyi hatırlanacağı üzere çıkartılan bir yasa ile zina suç olmaktan çıkarılmıştı. Bu cemaatin önderi ve talebeleri neden bu rezalet karşısında seslerini çıkarmadılar? Neden siyasi iradeye uyarıda bulunmadılar? Neden “Allah’ın emirlerini çiğniyorsunuz. Allah’ın haram saydığını siz nasıl helal görebilirsiniz” deme cesaretinde bulunamadılar!” Kuran’a gönül verdiğini söyleyen bu zata ve cemaatine şu ayeti hatırlatmak isterim; “Zinaya yaklaşmayın! O hayâsızlık, çirkin, aşağı bir iş, kötü bir yoldur” (İsra Suresi: 32. ayet)


Son cümle olarak şunu belirteyim ki; ülkemize çok ciddi tuzaklar kuruluyor; ülkemiz, bölgesinde yalnızlığa itiliyor. Ülkemiz Namlunun ucuna konuluyor. Ve BOP denilen bu tehlikeli projenin nihai hedefi Türkiye ve İran olarak görünüyor. Umarım bu düşüncelerim yanlış çıkar ve ben yanılmış olurum.
 
Geri
Top