Kanuni' nin Vasiyeti
Büyük cihangir Kânûnî Sultan Süleyman'ın saltanatı zamanında Osmanlı Devleti, Viyana kapılarından Yemen'e, Cezayir'den Kafkasya'ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Öyle kudretli ve hükmü geçerli bir padişahtı ki doğu ve batı hükümdarları, problemlerine onun kapısında çözüm bulurlardı. Sultan Süleyman Han, çıkardığı kanunlardan ve bilhassa kanun ve adalete saygıda göyterdiği hassâsiyetten dolayı Kânûnî lakabını almıştı. Avrupalılar ise kendisine Büyük Türk ve Muhteşem Süleyman ismini vermişlerdi.
Kânûnî Sultan Süleyman, 1566 yılında son seferine, Zigetvar'ın fethine çıktı ve bu sefer sırasında vefat etti.
Kânûnî'nin cenaze namazı üç defa kılınmıştır.
Padişah vefat edince vefatı ordudan gizlendi. İlk cenaze namazı Zigetvar'da, on iki kişilik bir cemaat tarafından kılınmıştır.
İkinci cenaze namazını, ordu seferden dönüşte Belgrad'a geldiği zaman yeni padişah Sultan İkinci Selim'in hocası Atâullah Efendi kıldırmıştır. Burada vefattan herkes haberdar edilmiş ve namaza bütün Osmanlı ordusu da iştirak etmiştir.
Üçüncü cenaze namazı ise hünkârın naaşı İstanbul'a getirildikten sonra ulemâ, devlet erkânı ve halkın iştiraki ile Süleymaniye Camii'nde kılınmıştır ki, bu son cenaze namazını Şeyhulislam Ebussuud Efendi veya bir rivâyete göre de Nakîbüleşraf Taşkentli Muhterem Efendi kıldırmıştır.
Kânûnî Sultan Süleyman, şahsına ait küçük bir sandığını vefat ettiğinde kendisi ile beraber gömülmesini vasiyet etmişti. O yüzden sandık, padişahın naaşı toprağa verileceği sırada yanına konulmak istenmişti. Bu mesele ulemâ arasında câizdi, değildi' diye ihtilafa sebep oldu. Bu esnada sandık açıldı. Şeyhülislam Ebussuud Efendi, içindekilerin hemen hepsi kendisi tarafından verilen fetvalar olduğunu görünce: Ey Süleyman! Hesap gününde, Sen bu işi niye böyle yaptın?' denilince, fetvasını Ebussuud verdi, diyerek yakanı kurtaracaksın. Ya benim halim nice olacak? diyerek ağladı.
Büyük cihangir Kânûnî Sultan Süleyman'ın saltanatı zamanında Osmanlı Devleti, Viyana kapılarından Yemen'e, Cezayir'den Kafkasya'ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Öyle kudretli ve hükmü geçerli bir padişahtı ki doğu ve batı hükümdarları, problemlerine onun kapısında çözüm bulurlardı. Sultan Süleyman Han, çıkardığı kanunlardan ve bilhassa kanun ve adalete saygıda göyterdiği hassâsiyetten dolayı Kânûnî lakabını almıştı. Avrupalılar ise kendisine Büyük Türk ve Muhteşem Süleyman ismini vermişlerdi.
Kânûnî Sultan Süleyman, 1566 yılında son seferine, Zigetvar'ın fethine çıktı ve bu sefer sırasında vefat etti.
Kânûnî'nin cenaze namazı üç defa kılınmıştır.
Padişah vefat edince vefatı ordudan gizlendi. İlk cenaze namazı Zigetvar'da, on iki kişilik bir cemaat tarafından kılınmıştır.
İkinci cenaze namazını, ordu seferden dönüşte Belgrad'a geldiği zaman yeni padişah Sultan İkinci Selim'in hocası Atâullah Efendi kıldırmıştır. Burada vefattan herkes haberdar edilmiş ve namaza bütün Osmanlı ordusu da iştirak etmiştir.
Üçüncü cenaze namazı ise hünkârın naaşı İstanbul'a getirildikten sonra ulemâ, devlet erkânı ve halkın iştiraki ile Süleymaniye Camii'nde kılınmıştır ki, bu son cenaze namazını Şeyhulislam Ebussuud Efendi veya bir rivâyete göre de Nakîbüleşraf Taşkentli Muhterem Efendi kıldırmıştır.
Kânûnî Sultan Süleyman, şahsına ait küçük bir sandığını vefat ettiğinde kendisi ile beraber gömülmesini vasiyet etmişti. O yüzden sandık, padişahın naaşı toprağa verileceği sırada yanına konulmak istenmişti. Bu mesele ulemâ arasında câizdi, değildi' diye ihtilafa sebep oldu. Bu esnada sandık açıldı. Şeyhülislam Ebussuud Efendi, içindekilerin hemen hepsi kendisi tarafından verilen fetvalar olduğunu görünce: Ey Süleyman! Hesap gününde, Sen bu işi niye böyle yaptın?' denilince, fetvasını Ebussuud verdi, diyerek yakanı kurtaracaksın. Ya benim halim nice olacak? diyerek ağladı.