KARGA DÜT DEDİ
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Develer tellâl iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, seyreden seyrân eden çokmuş; ama masal anlatan yokmuş. Akıllısı varmış, uslusu varmış ama bizden daha mutlusu yokmuş. Ne ise canım, hoppala hoptan, gayrı bahsetmeyelim yoktan, geçelim bu hikâyelerin hepsini toptan.
Bir varmış bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş. Varlı-vakitli bir karga ailesinin, yarlı yakışıklı bir yavru kargası varmış. Dille tarif edilmez ki edeyim. Güle benziyormuş allar içinde, selviye benziyormuş dallar içinde...
Ama bu karganın öyle kötü bir huyu varmış ki, bu özelliği yüzünden bütün se- venlerini bıktırırmış. Ne iş yaparsa yapsın tatmin olmaz, neyi yerse yesin karnı doyar, gözü doymazmış. Gel zaman-git zaman, öte beri et zaman, hem arkadaşları azalmış hem eşi dostu. Derken ıssız okyanusların ortasındaki adalar gibi yapayalnız kalıvermiş.
Yapayalnız dolaşmaya, can sıkıntısından patır patır patlamaya başlamış. Ama gelin görün ki aç gözlülüğünden gene de vazgeçmemiş.
"İşte yine böyle yapayalnız hop hoplayarak, zıp zıplayarak gezdiği günlerden bir gün, aç gözlü karganın ayağına bir diken batıvermiş. Bizim aç gözlü karga ayağının acısına dayanamaz, sel gibi akan gözyaşlarını tutamaz olmuş. Derken üzerinden geçerken gördüğü yaşlı bir teyzeden yardım istemeye karar vermiş. Ninenin yanına gelmiş gelmesine ama ağlamaktan konuşamıyormuş. Nine karganın bu denli ağlamasından durumunu anlamış. Doğrusu diken de dikenmiş hani. Çektikçe uzuyormuş. Nihayet nine dikeni çıkartabilmiş. Almış dikeni, belki lâzım olur diye kandilini koyduğu masanın kenarına bırakıvermiş. Karga teşekkürün binini bir para ederek uçmuş gitmiş.
Alaca karanlığın, ninenin bulunduğu köyün üstüne çökmeye başladığı bir akşam üstü, nine her zamanki gibi kandilini yakmak için masaya doğru yönelmiş. Bir de bakmış ki kandilin fitili iyiden iyiye küçülmüş. Ne yapmalı, ne etmeli, bu işin üstesinden nasıl gelmeli diye düşünürken, birden gözüne bizim aç gözlü karganın ayağına batan diken ilişmiş. Almış dikeni ve fitili yerinden çıkarmış. Fakat yanan fitil yine küçülmüş. Nine dikeni almış eline ve batırıvermiş fitile ama dikenin fitile girmesiyle kırılması bir olmuş.
Nine kırılan dikenine yana dursun; bizim aç gözlü karga, nineye dikenini verdiği günden beri yemeden içmeden kesilmiş. Nasıl oldu da ben o dikeni yaşlı kadına verdim diye uykuları kaçar olmuş. Sonunda bu iş böyle olmayacak, iyisi mi ben dikenimi geri alayım demiş ve ninenin kapısına dayanmış:
"Nine nine hani benim dikenim nerede?" diye sormuş. Nine de olanı biteni bir güzel anlatmış, ama bizim karga "Nuh" diyor "peygamber" demiyormuş. Başlamış: "Ya dikenimi verirsin, ya kandili; ya dikenimi verirsin, ya kandili..." diye bağırmaya.
Nine ne ettiyse kargayı yatıştıramamış. Sonunda dikenin yerine kandilini vereceğini söyleyerek aç gözlü kargayı susturmayı başarmış.
Karga kandili alıp tekrar uçmaya başlamış. Böyle uçup giderken aşağıda keçisini sağan bir teyze görmüş ve gittikçe ağırlaşan kandilini vermek üzere yanına sokulup: "Teyzeciğim, ben bu kandili ne yapayım? En iyisi sen bunu al da kullan." demiş. Teyze de: "Aman kargacık, ben şimdi o kandili nasıl alayım? Görüyorsun ki keçimi sağıyorum." demiş. Karga da kandili getirip tam keçinin arka ayağının yanına koymuş. Karga gider gitmez keçi bir tepikle kandili kırıvermiş.
Aradan çok geçmemiş, bizim aç gözlü karga geri gelmiş. "Teyze teyze, meğer ben kandilimi ne çok seviyormuşum da bilmiyormuşum. Kandilimi geri verir misin?" demiş. Teyze kandilin başına geleni bir güzel anlatmış. "Hem ben senden kandili istemedim ki, sen kendin getirip verdin." diye eklediyse de bizim kargaya söz geçirememiş. Aç gözlü karga, bu kez tutturmuş kandilimi isterim diye... Başlamış bağırmaya:
- Ya keçiyi ver ya kandili, ya keçiyi ver ya kandili.
Teyzeciğim ne yapsın? Kırılan kandili veremez ya! Tutmuş biricik keçisini kargaya vermiş. Karga almış keçiyi önüne başlamış yürümeye. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş.Yolun sonunda bir çobanı kaval çalarken görüvermiş karga. Çoban kavalı o kadar güzel çalıyormuş ki karga dayanamamış ve çobanın yanına gitmiş:
"Çoban kardeş, çoban kardeş elindeki düdüğü bana verir misin?" demiş.
Bunu duyan çoban başlamış gülmeye, çünkü elindeki kavala karga düdük diyormuş. Gülmeyi kesince kargaya kavalını veremeyeceğini söylemiş; ama karga ne yapıp ne edip kavalı almaya kararlıymış. Neden sonra, elindeki keçiyle kavalı değiştirmeyi teklif etmiş. Çoban bu kârlı teklifi kabul etmiş. Bizim aç gözlü karga düdüğü alıp başlamış uçmaya. Az uçmuş, uz uçmuş, sonunda uçmaktan yorgun düşmüş. Derken bir dala konmuş. Almış eline kavalı başlamış öttürmeye. Bir taraftan da şarkı söylüyormuş:
Dikeni verdim, kandili aldım düt düt...
Kandili verdim, keçiyi aldım düt düt...
Keçiyi verdim, düdüğü aldım düt düt ...
Ben kazandım düt düt...
Ben kazandım düt düt...
Karga, hep kendinin kazandığını zannede dursun, birden elindeki kavalın başlığı boğazına kaçıvermiş. Ne yaptıysa olmamış bir türlü başlığı boğazından çıkaramamış. Karga bu ya artık gak mı demiş guk mu demiş çık şu dala bak mı demiş ne demişse demiş, ama ağzından çıkan ses hep "düüüt!" olmuş. Ve bizim aç gözlü karga bir ömür boyu "düüüt!" sesiyle beraber yaşamak zorunda kalmış. Böylece aç gözlülüğünün cezasını da bulmuş. Bizim masalımız da burada bitmiş.
Gökten üç elma düşmüş: birisi bu masalı uyduranlara, birisi bu masalı anlatanlara, diğeri de bu masalı dinleyenlere...
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Develer tellâl iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, seyreden seyrân eden çokmuş; ama masal anlatan yokmuş. Akıllısı varmış, uslusu varmış ama bizden daha mutlusu yokmuş. Ne ise canım, hoppala hoptan, gayrı bahsetmeyelim yoktan, geçelim bu hikâyelerin hepsini toptan.
Bir varmış bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş. Varlı-vakitli bir karga ailesinin, yarlı yakışıklı bir yavru kargası varmış. Dille tarif edilmez ki edeyim. Güle benziyormuş allar içinde, selviye benziyormuş dallar içinde...
Ama bu karganın öyle kötü bir huyu varmış ki, bu özelliği yüzünden bütün se- venlerini bıktırırmış. Ne iş yaparsa yapsın tatmin olmaz, neyi yerse yesin karnı doyar, gözü doymazmış. Gel zaman-git zaman, öte beri et zaman, hem arkadaşları azalmış hem eşi dostu. Derken ıssız okyanusların ortasındaki adalar gibi yapayalnız kalıvermiş.
Yapayalnız dolaşmaya, can sıkıntısından patır patır patlamaya başlamış. Ama gelin görün ki aç gözlülüğünden gene de vazgeçmemiş.
"İşte yine böyle yapayalnız hop hoplayarak, zıp zıplayarak gezdiği günlerden bir gün, aç gözlü karganın ayağına bir diken batıvermiş. Bizim aç gözlü karga ayağının acısına dayanamaz, sel gibi akan gözyaşlarını tutamaz olmuş. Derken üzerinden geçerken gördüğü yaşlı bir teyzeden yardım istemeye karar vermiş. Ninenin yanına gelmiş gelmesine ama ağlamaktan konuşamıyormuş. Nine karganın bu denli ağlamasından durumunu anlamış. Doğrusu diken de dikenmiş hani. Çektikçe uzuyormuş. Nihayet nine dikeni çıkartabilmiş. Almış dikeni, belki lâzım olur diye kandilini koyduğu masanın kenarına bırakıvermiş. Karga teşekkürün binini bir para ederek uçmuş gitmiş.
Alaca karanlığın, ninenin bulunduğu köyün üstüne çökmeye başladığı bir akşam üstü, nine her zamanki gibi kandilini yakmak için masaya doğru yönelmiş. Bir de bakmış ki kandilin fitili iyiden iyiye küçülmüş. Ne yapmalı, ne etmeli, bu işin üstesinden nasıl gelmeli diye düşünürken, birden gözüne bizim aç gözlü karganın ayağına batan diken ilişmiş. Almış dikeni ve fitili yerinden çıkarmış. Fakat yanan fitil yine küçülmüş. Nine dikeni almış eline ve batırıvermiş fitile ama dikenin fitile girmesiyle kırılması bir olmuş.
Nine kırılan dikenine yana dursun; bizim aç gözlü karga, nineye dikenini verdiği günden beri yemeden içmeden kesilmiş. Nasıl oldu da ben o dikeni yaşlı kadına verdim diye uykuları kaçar olmuş. Sonunda bu iş böyle olmayacak, iyisi mi ben dikenimi geri alayım demiş ve ninenin kapısına dayanmış:
"Nine nine hani benim dikenim nerede?" diye sormuş. Nine de olanı biteni bir güzel anlatmış, ama bizim karga "Nuh" diyor "peygamber" demiyormuş. Başlamış: "Ya dikenimi verirsin, ya kandili; ya dikenimi verirsin, ya kandili..." diye bağırmaya.
Nine ne ettiyse kargayı yatıştıramamış. Sonunda dikenin yerine kandilini vereceğini söyleyerek aç gözlü kargayı susturmayı başarmış.
Karga kandili alıp tekrar uçmaya başlamış. Böyle uçup giderken aşağıda keçisini sağan bir teyze görmüş ve gittikçe ağırlaşan kandilini vermek üzere yanına sokulup: "Teyzeciğim, ben bu kandili ne yapayım? En iyisi sen bunu al da kullan." demiş. Teyze de: "Aman kargacık, ben şimdi o kandili nasıl alayım? Görüyorsun ki keçimi sağıyorum." demiş. Karga da kandili getirip tam keçinin arka ayağının yanına koymuş. Karga gider gitmez keçi bir tepikle kandili kırıvermiş.
Aradan çok geçmemiş, bizim aç gözlü karga geri gelmiş. "Teyze teyze, meğer ben kandilimi ne çok seviyormuşum da bilmiyormuşum. Kandilimi geri verir misin?" demiş. Teyze kandilin başına geleni bir güzel anlatmış. "Hem ben senden kandili istemedim ki, sen kendin getirip verdin." diye eklediyse de bizim kargaya söz geçirememiş. Aç gözlü karga, bu kez tutturmuş kandilimi isterim diye... Başlamış bağırmaya:
- Ya keçiyi ver ya kandili, ya keçiyi ver ya kandili.
Teyzeciğim ne yapsın? Kırılan kandili veremez ya! Tutmuş biricik keçisini kargaya vermiş. Karga almış keçiyi önüne başlamış yürümeye. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş.Yolun sonunda bir çobanı kaval çalarken görüvermiş karga. Çoban kavalı o kadar güzel çalıyormuş ki karga dayanamamış ve çobanın yanına gitmiş:
"Çoban kardeş, çoban kardeş elindeki düdüğü bana verir misin?" demiş.
Bunu duyan çoban başlamış gülmeye, çünkü elindeki kavala karga düdük diyormuş. Gülmeyi kesince kargaya kavalını veremeyeceğini söylemiş; ama karga ne yapıp ne edip kavalı almaya kararlıymış. Neden sonra, elindeki keçiyle kavalı değiştirmeyi teklif etmiş. Çoban bu kârlı teklifi kabul etmiş. Bizim aç gözlü karga düdüğü alıp başlamış uçmaya. Az uçmuş, uz uçmuş, sonunda uçmaktan yorgun düşmüş. Derken bir dala konmuş. Almış eline kavalı başlamış öttürmeye. Bir taraftan da şarkı söylüyormuş:
Dikeni verdim, kandili aldım düt düt...
Kandili verdim, keçiyi aldım düt düt...
Keçiyi verdim, düdüğü aldım düt düt ...
Ben kazandım düt düt...
Ben kazandım düt düt...
Karga, hep kendinin kazandığını zannede dursun, birden elindeki kavalın başlığı boğazına kaçıvermiş. Ne yaptıysa olmamış bir türlü başlığı boğazından çıkaramamış. Karga bu ya artık gak mı demiş guk mu demiş çık şu dala bak mı demiş ne demişse demiş, ama ağzından çıkan ses hep "düüüt!" olmuş. Ve bizim aç gözlü karga bir ömür boyu "düüüt!" sesiyle beraber yaşamak zorunda kalmış. Böylece aç gözlülüğünün cezasını da bulmuş. Bizim masalımız da burada bitmiş.
Gökten üç elma düşmüş: birisi bu masalı uyduranlara, birisi bu masalı anlatanlara, diğeri de bu masalı dinleyenlere...