A. ELEŞTİREL YÖTEME GİRİŞ
Popper’in yazılarında eleştirel yöntemi öven birçok ifade bulunmaktadır. Popper’in bilim felsefesini açıklamak bağlamında yardımcı olacak bu noktalara makalenin sistematiği içinde değinilecektir.
Popper’in felsefesiyle ilgili önemli noktalar yakalayabileceğimiz “Preface to the English Edition” ile devam edecek olursak Popper’in (1965:17) ussal tartışmanın olması gerekliliğini espirili bir dille ifadelendirdiği görülür: “Şüphesiz Tanrı temelde kendisiyle konuşur; çünkü O, konuşmaya tenezzül edecek birisine sahip değildir. Fakat felsefeciler, diğer insanlardan daha fazla tanrı-benzeri (godlike) olmadıklarını bilmelidirler.” Bu noktada Popper, tartışmamanın “Tanrısal” özelliğine dikkat çekerek insanların Tanrı olmadıklarından dolayı tartışmaları gerektiğini, insanın temel özelliklerinden biri olarak ortaya koyar. Tam bu noktada “amip ile Einstein arasındaki farkın ortaya konulması” anlamlı olacaktır.
Popper, bilim-öncesi düzey ve bilimsel düzey ayrımına gider. “Bilim-öncesi düzeyde, yanılmış olabileceğimiz düşüncesi pek hoşumuza gitmez. (…) Bilimsel düzeyde ise düzenli olarak yanlışlarımızı hatalarımızı ararız” (Magee, 1996:24). Bilim-öcesi düzeyde istenmeyen yanılgılarımız sorunlara yol açarken, bilimsel düzeyde bu yanılgıları bizatihi kendimiz istemekteyiz. İşte az önce bahsedilen “amip ile Einstein” arasındaki fark da tam olarak burada açıklığa kavuşturulmaktadır. Popper’e göre (1996a:193);
“deneme-yanılma yöntemi elbette bilimsel veya eleştirel yaklaşımla -kestirim ve çürütme yöntemiyle- düpedüz özdeş değildir. Deneme-yanılma yöntemi yalnız Einstein tarafından değil, daha inakçı biçimde amip tarafından da uygulanır. Aradaki fark, denemelerden çok yanılmalar karşısında gösterilen eleştirel ve yapıcı tutumda yatar” (italikler benim).
İşte, bilimsel düzeyde düzenli olarak yanlış kuram arama ve yanlış kuramları dışarıda bırakma bir yöntem olarak gelişir ve kullanılır. Bu yönteme “eleştirel yanlışı dışarda bırakma yöntemi” denir (Magee, 1996: 24). Dışarda bırakma yöntemi, Popper’in bilim felsefesinin bir anlatımı olan “yanlışlamacılığın” temelini oluşturur ve bilim felsefesiyle eleştirinin Popper’de nasıl iç içe geçmiş olduğunun önemli bir göstergesi olarak karşımıza çıkar.
Bu bağlamda Popper’de eleştirinin önemini anlamak için açıklama gereksinimi duyduyum en önemli konulardan birisi de “Popper’in Üç Dünya Kuramı”dır. Bu kurama geçmeden önce eleştirinin ve tartışmanın Popper’deki önemini daha da perçinlemek amacıyla Eski Yunan filozoflarına uzanacağız.
B. GELENEĞİN USSAL KURAMINA DOĞRU:
“Towards A Rational Theory Of Tradition” (1963a) adlı makalesinde Popper ussal gelenekten bahseder ve bu geleneğin adresini Eski Yunan olarak gösterir. Bunun nedeninin “Yunan filozoflarının doğada ne olduğunu anlamaya çalışan ilk filozoflar olduğu” yollu düşünceyi tatminkar bulmaz. O’na göre Eski Yunan filozofları gerçekten de doğada ne olduğunu anlamaya çalıştılar; fakat onlardan önceki ilkel söylen-yapıcıları (myth-makers) da aynı şeyi yaptılar. Bilim-öncesi söylen yapıcıları, bir fırtına yaklaştığında “Oh evet, Zeus kızgın.” dediler, deniz dalgalı olduğunda da “Poseidon kızgın.” dediler. Bu, Popper’e göre ussal gelenekten önce bulunmuş olan tatminkar açıklama biçimleriydi. Bu noktada Popper gerçekte belirgin olan farklılığın ne olduğunu sorar. Popper’e göre söylenebilecek belki tek farklılık bilim-öncesi yapılan açıklamaların daha kolay oluşuydu; çünkü, Popper’e göre, deniz dalgalı olduğunda getirilen Poseidon’un kızgın olduğuna dair açıklama, bunun hava ile su arasındaki sürtünmeden kaynaklandığını söyleyen açıklamadan daha kolay anlaşılırdır (Popper, 1963a:126).
O zaman Popper’e göre asıl farklılık neydi? Popper’e göre asıl yenilik, onların tartışmaya başlamasıdır: “Dinsel geleneği eleştirmeden ve değiştirilemez olarak kabul etmek yerine, onunla mücadele ettiler ve hatta bazen eskisinin yerine yeni bir söylen icat ettiler” (1963a:126). Kısacası, Eski Yunan filozofları yeni bir gelenek icat ettiler: Bu, söylenlere karşı eleştirel bir tutum benimsemenin, onlarla tartışmanın geleneğiydi. Bu söylenlerin bizzat onu yaratanlar tarafından eleştirilebildiği bir gelenekti bu Popper’e göre.
Popper’e göre bilim dediğimiz şey, önceki söylenlerden kesin olduğu için değil, ikinci-düzen bir geleneğin beraberinde geldiği için farklıdır: “Bu ikinci düzen gelenek (second-order tradition) eleştirel ve tartışmacı tutumdur” (Popper, 1963a:127).
C. POPPER’İN ÜÇ DÜNYA KURAMI
Eleştirel tutum ile ilgili son durak noktası kanımca Popper’i anlatabilmek ve anlayabilmek için gerekli olan araçlardan birisi olan Popper’in Üç Dünya Kuramı’dır.
Sayın Irzık’ın (1990:84) da belirttiği gibi Popper bilimsel bilginin niteliğini ortaya koymak amacıyla “üç dünya kuramı” diyebileceğimiz bir görüş geliştirir.
“Üç dünya kuramı, nesnel anlamda bilgi ya da düşünce ile öznel anlamda bilgi ya da düşünce arasındaki ayrıma dayanır. Öznel anlamda bilgi ya da düşünce bir zihin hali ya da davranış eğilimidir; nesnel anlamda bilgi ya da düşünce ise problemlerden, kuramlardan ve argümanlardan oluşur “(Irzık, 1990:84).
Popper fizik nesnelerin birinci dünyaya, düşüncelerimizin ikinci dünyaya ait olduğunu söyler. Üçüncü dünya ise, kamusal alana çıkan düşüncelerimizin somut yansımalarından (örneğin kitaplar, makaleler, kütüphaneler vs.) oluşur ki bunlar artık eleştiriye açıktır ve bu nedenle de nesneldir. Zaten Popper nesnel bir kuram derken açıkça eleştiriye açık olan bir kuramı kastettiğini belirtir: “Nesnel bir kuram derken, tartışılabilen, rasyonel eleştiriye tabi tutulabilen, tercihan sınanabilen bir kuramı kastediyorum.” (aktaran Irzık, 1990:89) der Popper.
“Bir başka deyişle, kuram ve hipotezlerimizi ortaya atarız. Böylece onları herkesin anlayıp eleştirme imkanı doğar. Gerekli donanıma sahip herkez ileri sürülen görüşlerin mantıksal açıdan tutarlı olup olmadığını, ampirik açıdan ise gözlem ve deney sonuçlarıyla uygun olup olmadığını sorgulayabilir, onları eleştirebilir. Bilimsel bilginin nesnelliği, ilke olarak herkesin böyle bir uğraşı yürütebilecek olmasından, eleştirilebilir olmasından kaynaklanır. Bilginin yürütülebilecek olmasından kaynaklanır. Bilginin nesnel olması bireylerin tümünden birden bağımsız olması değil, tek tek bireylerden bağımsız olması demektir. Bilginin kamusal niteliğini anlamı budur” (Irzık, 1990:89).
Popper (1996e) bu bağlamda üçüncü dünyanın özerkliği tezini ortaya atar ve bunu şu uslamlama işle açıklar: 1. Deney: Bu noktada Popper, bizden bütün makinalarımızın, aletlerimizin, öznel bilgilerimizin vs. yokolduğunu ama kütüphaneler ile bunlardan öğrenme yeteneğimizin ayakta kaldığını düşünmemizi ister. “Bu durumda, belli ki, hayli zahmet çektikten sonra dünya yine rayın oturacaktır.” (Popper, 1996e:117) der. 2. Deneyde; bu sefer bütün kütüphaneler de yokolmuştur, böylelikle de kitaplardan birşeyler öğrenme yeteneğimiz işe yaramaz bir hale gelmiştir. Buradan şu sonuca varır: “Bu iki deney üzerine düşünürseniz, üçüncü dünyanın gerçekliği, anlamı, özerklik dercesi (hem ikinci hem de birinci dünya üzerine etkileri kadar) zihnimizde daha açık olarak belirecektir. Çünkü ikinci durumda uygarlığımız binlerce yıl yeniden ortaya çıkamayacaktır” (Popper, 1996e:117).
Burada Popper, üçüncü dünyanın bireyden, bilen özeneden ayrı olarak (yarı) özerk olduğunu ortaya koymaya çalışır. Popper şöyle der: “Özerklik düşüncesi benim üçüncü dünya kuramımın merkezidir: üçüncü dünya bir insan ürünü, bir insan yaratısı olmakla birlikte (…) kendi özerk alanını yaratır” (Popper, 1996e:128).
Popper özerkliğin bir başka anlatımı olarak matematikten verdiği bir örnek ile “istenmedik yeni olgulara, beklenmedik yeni sorunlara, ayrıca çoğu kez yeni çürütmelere” (1996e:128) neden olma durumunu betimler:
“Doğal sayılar dizisinin insan yapısı olduğu konusunda Brouwer’le aynı düşüncedeyim. Ama bu diziyi biz yaratsak da dizi kendi özerk sorunlarını yaratır. Tekle çift sayılar arasındaki ayrımı biz yaratmadık: Bizim yaratımızın hem istenmedik hem de zorunlu bir sonucudur” [2] (Popper, 1996e:128).
Bu istenmedik ve zorunlu sonuçların ortaya çıkması düşüncesi Popper’i bilginin gelişimi fikrine götürür: üçüncü dünya birinci dünyayı etkileyerek geri-besleyecek ve bilgi zorunlu olarak artacaktır.