Kaşıkçı Elması Hakkında..
Kanuni ölüp de İkinci Selim tahta geçince ünlü şair Baki ona bir kaside yazar ve şiirin bir beytinde onun işrete düşkünlüğünü ima ile şöyle der:
Demek olur ki, "Elindeki parlak kadehi herhalde elmastan yontulmuş olmalı ki bakılınca elde daima müselles gösteriyor."
Bu müselles (üçgen, üç köşeli) kelimesi elmasların ekseriya üç köşeli traşlandığını anlattığı gibi sultan Selim'in kadehi üç parmağıyla tuttuğunu da anlatır. Şair bu ya, kelimeye bir anlam daha yükler ve üç kere damıtılarak yapılan özel bir şarabı anlatır. Hepsine göre beytin anlamı farklılaşır. Doğrusu şimdilik bunların hiç biri bizi ilgilendirmiyor. Çünki biz elmasın peşindeyiz. İstiyoruz ki şu fani dünyada bizim de bir Kaşıkçı elmasımız olsun, sultanlar gibi yaşayalım. Hani Fıtnat Hanım'ın,
dediği türden bir elmas istesek çok mudur!?..
Efendim, Kaşıkçı elması bilindiği gibi Topkapı Sarayı hazine dairesinde sergilenir. Kaşık biçiminde olduğunu yahut 86 kratlık kıymetiyle dünyanın sayılı elmaslarından bulunduğunu bilmeyen yoktur. Çevresinde iki sıradan 49 pare pırlanta mevcuttur. Osmanlı döneminde Kaşıkçı elmasından daha değerli iki elmastan biri Derya-yı Nûr (Nur denizi), diğeri Kûh-ı Nûr (Nur tepesi) adlarıyla İran hazinesinde bulunmakta imiş. Şimdi biri İngiltere kraliyet ailesindedir.
Dünya elmasları içinde iriliği ve temiz işçiliğiyle dikkat çeken Kaşıkçı elması 1774 yılında önce Hindistan'ın Madras mihracesi tarafından Pigot adlı bir Fransız subaya satılır. Pigot onu Napolyon'un annesine satar. Bu kadın yıllarca elması göğsünde taşır. Napolyon sürgüne gönderildiği zaman, oğlunu kurtarmak isteyen anne elması pazara çıkarır. O yıllarda Paris'te bulunan Tepedelenli Ali Paşa'nın bir adamı, paşa adına elmasa tamı tamına 150 bin altın öder. Bilahare Ali Paşa isyan edip de Sultan II. Mahmud tarafından öldürülünce (1822) elmas Osmanlı hazinesine intikal eder.
Kaşıkçı elması hakkında tarihî gerçeklerin bu şekilde olduğu kabul edilir ve hemen her yerde böyle yazılır. Ama gelin görün ki vakanüvis Raşid'in (ö.1735) ünlü Osmanlı Tarihi'nde "Zuhûr-ı Elmas-ı zî-kıymet" başlığı altında aşağı yukarı şöyle bir hikâye yer alır:
İstanbul'da Eğri kapı çöplüğünde 1699 yılında yuvarlak bir taş bulunur. Taşı bulan talihsiz ahmak, bunu üç kaşık karşılığında bir kaşıkçıya verir. Sonra bir sarraf, taşı on akçeye kaşıkçıdan satın alır ve hemen meslektaşı olan başka bir kuyumcuya gösterir. Bunun kıymetli bir elmas olduğu sarraflarca hemen anlaşılır. Hisse konusunda iki kuyumcu arasında anlaşmazlık çıkınca durum kuyumcubaşıya intikal eder. Kuyumcubaşı, her iki kuyumcuya da birer kese akçe vererek elması onlardan alır. Durumdan haberdar olan veziriazam da bu hazineye sahip olmak ister. Sonunda olay devrin padişahı IV Mehmet (Avcı Mehmet) tarafından da duyulunca emir verilir, elmas, sadrazamdan alınıp saray kuyumcubaşısına verilir. O da elmastraş efendiyi çağırtıp bu taşı traşlamasını ister. Bir süre sonra, ortaya 86 kıratlık eşi benzeri görülmemiş paha biçilmez bir elmas çıkar. Bu arada hükümdar elmas ustasına bir kese altın bahşişi ile becerikli kuyumcubaşısını kapıcıbaşılığa terfi ettirmeyi ihmal etmez.
Şimdi bu iki hikâye arasında garip bir tenakuz vardır. 1774 yılında satın alınan bir elmas, 1699 yılında çöplükte nasıl bulunur? Tarih işte böyle bir şeydir ve yalnızca eldeki belgeye göre anlam kazanır. Ama öte yandan insan için en önemli elmas, sevgi dolu bir kalptir. O halde hepimizin birer Kaşıkçı elmasımız var sayılmaz mı? Bakın bakalım, kalbiniz Kaşıkçı elmasına, Kaşıkçı elması da kalbinize benzemiyor mu? Ben söyleyeyim; şekli bile tıpatıp aynı!..
[1] Aslı temiz olan kişi zamanında murada ermese de yine itibar görür. Elmas da isimsiz olduğu (üzerine mühür gibi isim yazılamadığı) halde değeri sair mücevherlerden üstündür.
İskender Pala
Kanuni ölüp de İkinci Selim tahta geçince ünlü şair Baki ona bir kaside yazar ve şiirin bir beytinde onun işrete düşkünlüğünü ima ile şöyle der:
Müselles gösterir dâim temâşâ eylesen elde
Meğer kim pâre-i elmâsdır câm-ı dırahşânı
Meğer kim pâre-i elmâsdır câm-ı dırahşânı
Demek olur ki, "Elindeki parlak kadehi herhalde elmastan yontulmuş olmalı ki bakılınca elde daima müselles gösteriyor."
Bu müselles (üçgen, üç köşeli) kelimesi elmasların ekseriya üç köşeli traşlandığını anlattığı gibi sultan Selim'in kadehi üç parmağıyla tuttuğunu da anlatır. Şair bu ya, kelimeye bir anlam daha yükler ve üç kere damıtılarak yapılan özel bir şarabı anlatır. Hepsine göre beytin anlamı farklılaşır. Doğrusu şimdilik bunların hiç biri bizi ilgilendirmiyor. Çünki biz elmasın peşindeyiz. İstiyoruz ki şu fani dünyada bizim de bir Kaşıkçı elmasımız olsun, sultanlar gibi yaşayalım. Hani Fıtnat Hanım'ın,
Muteberdir sâf gevher dehrde nâkâm iken
Her güherden kadri elmasın füzûn bî-nâm iken [1]
Her güherden kadri elmasın füzûn bî-nâm iken [1]
dediği türden bir elmas istesek çok mudur!?..
Efendim, Kaşıkçı elması bilindiği gibi Topkapı Sarayı hazine dairesinde sergilenir. Kaşık biçiminde olduğunu yahut 86 kratlık kıymetiyle dünyanın sayılı elmaslarından bulunduğunu bilmeyen yoktur. Çevresinde iki sıradan 49 pare pırlanta mevcuttur. Osmanlı döneminde Kaşıkçı elmasından daha değerli iki elmastan biri Derya-yı Nûr (Nur denizi), diğeri Kûh-ı Nûr (Nur tepesi) adlarıyla İran hazinesinde bulunmakta imiş. Şimdi biri İngiltere kraliyet ailesindedir.
Dünya elmasları içinde iriliği ve temiz işçiliğiyle dikkat çeken Kaşıkçı elması 1774 yılında önce Hindistan'ın Madras mihracesi tarafından Pigot adlı bir Fransız subaya satılır. Pigot onu Napolyon'un annesine satar. Bu kadın yıllarca elması göğsünde taşır. Napolyon sürgüne gönderildiği zaman, oğlunu kurtarmak isteyen anne elması pazara çıkarır. O yıllarda Paris'te bulunan Tepedelenli Ali Paşa'nın bir adamı, paşa adına elmasa tamı tamına 150 bin altın öder. Bilahare Ali Paşa isyan edip de Sultan II. Mahmud tarafından öldürülünce (1822) elmas Osmanlı hazinesine intikal eder.
Kaşıkçı elması hakkında tarihî gerçeklerin bu şekilde olduğu kabul edilir ve hemen her yerde böyle yazılır. Ama gelin görün ki vakanüvis Raşid'in (ö.1735) ünlü Osmanlı Tarihi'nde "Zuhûr-ı Elmas-ı zî-kıymet" başlığı altında aşağı yukarı şöyle bir hikâye yer alır:
İstanbul'da Eğri kapı çöplüğünde 1699 yılında yuvarlak bir taş bulunur. Taşı bulan talihsiz ahmak, bunu üç kaşık karşılığında bir kaşıkçıya verir. Sonra bir sarraf, taşı on akçeye kaşıkçıdan satın alır ve hemen meslektaşı olan başka bir kuyumcuya gösterir. Bunun kıymetli bir elmas olduğu sarraflarca hemen anlaşılır. Hisse konusunda iki kuyumcu arasında anlaşmazlık çıkınca durum kuyumcubaşıya intikal eder. Kuyumcubaşı, her iki kuyumcuya da birer kese akçe vererek elması onlardan alır. Durumdan haberdar olan veziriazam da bu hazineye sahip olmak ister. Sonunda olay devrin padişahı IV Mehmet (Avcı Mehmet) tarafından da duyulunca emir verilir, elmas, sadrazamdan alınıp saray kuyumcubaşısına verilir. O da elmastraş efendiyi çağırtıp bu taşı traşlamasını ister. Bir süre sonra, ortaya 86 kıratlık eşi benzeri görülmemiş paha biçilmez bir elmas çıkar. Bu arada hükümdar elmas ustasına bir kese altın bahşişi ile becerikli kuyumcubaşısını kapıcıbaşılığa terfi ettirmeyi ihmal etmez.
Şimdi bu iki hikâye arasında garip bir tenakuz vardır. 1774 yılında satın alınan bir elmas, 1699 yılında çöplükte nasıl bulunur? Tarih işte böyle bir şeydir ve yalnızca eldeki belgeye göre anlam kazanır. Ama öte yandan insan için en önemli elmas, sevgi dolu bir kalptir. O halde hepimizin birer Kaşıkçı elmasımız var sayılmaz mı? Bakın bakalım, kalbiniz Kaşıkçı elmasına, Kaşıkçı elması da kalbinize benzemiyor mu? Ben söyleyeyim; şekli bile tıpatıp aynı!..
[1] Aslı temiz olan kişi zamanında murada ermese de yine itibar görür. Elmas da isimsiz olduğu (üzerine mühür gibi isim yazılamadığı) halde değeri sair mücevherlerden üstündür.
İskender Pala