Tarih hep bir 'şablon' içinde anlatıldığından bazı ilginç olaylar çok göz ardı edilir. Oysa biz tarihte Kazaklardan çok 'dayak yedik'. Kuzey politikamızı onlar iflas ettirdi...
Ünlü Rus Yazar Lev Tolstoy'un ilk eserlerinden biri "Kazaklar" adını taşıyordu. Romanda kendi hayatına yeni bir sayfa açan genç bir Rus aristokratın Kazaklarla tanışması, bir Kazak kızına aşık olması anlatılır. Eser, dünyaya ve hayata karşı iki farklı yorumu kıyaslar. Yazar, ülkeden kopuk, kendi kültürlerinin içinde yaşayan Kazakların yaşamını, hangi şartların onları böyle savaşçı kıldığını, niye böyle yaşadıklarını işaret eden ilginç tespitler sunar okurlarına ve "kültürel çatışma"nın ne demek olduğunu, insan bakış açısının önemini anlatır okuyucuya.
Kazakların tarih sahnesine çıkışları 15. asra rastlar. Kazaklar bir Türk boyunun adı olduğu halde, Türklerin dışında kendilerine Kazak diyen ve benzer yaşam tarzı sürdüren Rus boyları da vardır.. Bu ikisi ekseriyetle birbirine karıştırılır ve çoğu kimse Kazakların tek bir kökenden geldiğini sanır. Köken konusunu fazla deşmeden sizi ansiklopedilere havale edelim ve geçtiğimiz hafta yaşanan dayak vakası ile adı gündeme gelen Kazakların, bizleri tarih boyu dövme geleneklerine bir göz atalım...
Gerçi biz son dayağı Türk Kazaklardan farklı nedenlerle yedik ama tarih boyunca Kazak boylarının Osmanlı'ya çektirdiği cefayı da hem bu vesile ile dile getirelim, hem de Kazak sorununun uluslararası arka planına dikkat çekelim istedik..
boylarındaydılar.
Zaporog Kazakları, Lehistan'a, diğerleri ise Rus çarı'na bağlıydılar. Bu Kazak gruplarının en güçlüsü ve Osmanlı için en büyük tehlikeyi yaratanı, bir 'hetman' (Türkçe'de, 'Ataman') idaresinde bulunan Zaporog Kazakları idi 'Za' alt, aşağı, öte anlamındadır; 'porog' ise 'çağlayanlar' sözcüğünü karşılar... Zaporog Kazakları, 'Dinyeper çağlayanlarının öte tarafındaki' Kazaklar anlamında kullanılır. Dinyeper çağlayanlarının güneyindeki düzlük bölgeyi yurt edinmiş olan Zaporog Kazakları, bugünkü Ukraynalıların ataları sayılırlar.
Yazarın 'Mirgorod Öyküleri' adlı kitabında yer alan bu uzun öykü, bir Kazak lideri olan Taraş Bulba'nın ve iki oğlunun serüvenini anlatır. Taraş Bulba, kendini yurduna adamış; yurdu, dîni uğruna Kazak türü askerliğe gönül vermiş; savaşta topladığı ganimetlerle çok zenginleştiği halde, sade halkının gelenek ve yaşantısına yabancılaşmamış, cesur bir lideridir. İki oğlunu da kendisi gibi yetiştirmek ister; onları Rusya'daki bir askeri okula gönderir. Ancak bu girişimin sonuçları, Taras Bulba'nın isteklerine taban tabana zıt bir biçimde şekillenir... Gogol'ün uzun öyküsünden sinemaya uyarlanan 'Taraş Bulba'nın filmi de 1962 yılında çevrilir, Yönetmenliğini J. Lee Thompson'ın yaptığı bu büyük bütçeli filmin oyuncuları da döneminin en tanınmış isimlerinden oluşur. Filmde Taras Bulba'yı Yul Brynner oğlu Andrei Bulba'yı Tony Curtis, Rus Vali'yi George Macready canlandırır. Filmde, dramatik öykünün dışında, kazakların yaşayışları, gelenekleri, savaşları, birbirleriyle ilişkileri, liderlik anlayışları da bir belgesel gibi işlenmiştir.
"Müslümanları, Türkleri, Tatarları döveceğiz..."
Taraş Bulba'da göze çarpan önemli unsur, Kazak toplumunun, Türk ve Kırım Tatarları'nın yaşam tarzına ve askerlik anlayışlarına paralel özellikler göstermesidir.
Ancak Kazaklar'ın Hıristiyan olmaları, Müslüman Türkleri ve Tatarları en büyük düşman saymalarına yol açar. Savaşı her şeyin üstünde tutan Taras Bulba'nın, Türklerle karşı karşıya gelme isteğini Gogol, öyküsünde şöyle anlatır: "Bulba, oğullarının dönüşünü kutlamak için alayının her rütbedeki subaylarını yemeğe çağırdı.. Konuklar hem babayı hem de oğullarını kutladılar. Taras Bulba konuklarına döndü: 'Savaşta hep kazanmanız dileğiyle içiyorum. Müslümanları, Türkleri, Tatarları döveceğiz. Dinimizi karıştırmaya çalışırlarsa Lehlileri de döveceğiz'..."
Ünlü bir yazarın öyküsünden çok ünlü bir sinema filmine uyarlanan bu öyküde psikoloji ve ideolojileri net hatlarla çizilen Kazakların, Osmanlı’nın en büyük askeri hezimetlerinden olan Viyana Bozgununda nasıl önemli bir rol oynadıklarını biliyor musunuz?
Buğra Tokatlı’nın Karadeniz ve İstanbul kıyılarına Kazak Yağmaları adlı makalesinde bu sorunun cevabı şu şekilde veriliyor.
16. Yüzyılda, ‘tampon' bir bölge olarak görüldüğü için, üzerine gidilmeyen ve tarafsız kalmasına çalışılan Lehistan, 17. Yüzyıl başlarından itibaren, Osmanlı ordularının hedefidir... Osmanlılar, Lehistan'ın tarafsızlığını bırakmasının en acı faturasını, Viyana önlerinde ödeyeceklerdir...
Osmanlı, neden kendi menfaatine olan Lehistan'ın rahatsızlığı politikasından vazgeçerek kuzeye inmiştir.. Bunun yanıtı tek bir sözcükle verilebilir: Kazaklar
17. Yüzyıl'da Karadeniz kıyılarının ve İstanbul'un korkulu rüyası haline gelmek ve Osmanlı'nın geleneksel kuzey siyasetini değiştirmek için, Kazaklar ne yapmışlardı?
16. Yüzyıl sonlarından itibaren Zaporog Kazakları denizden, Karadeniz'de kıyısı olan Osmanlı kentlerine cüretkar saldırılar başlattılar. 1594, 1601 ve 1606'da Akkerman, 1602 ve 1606'da Kili, 1609 ve 1613’te Tuna, 1614'te Kefe ve Sinop, yine 1614 ve 1625'te Trabzon, Kazaklar'ın saldırı ve yağmasıyla karşı karşıya kaldı. Hatta 1615, 1620 ve 1624 yıllarında, Kazaklar İstanbul'un Karadeniz kıyılarına saldırdılar.
Naima Tarihi'nde Kazaklar: 'Yeniköy'ü yağmaladılar'
"Donanma Kefe tarafında meşgul iken Don Kazağı, Karadeniz'i boş bulup yüz elli adet şayka ile 1033 yılı Şevvalinin dördüncü günü (20 Temmuz 1624) Boğaz Hisarı'na gelûp, Yeniköy'ü yağmaladılar ve birkaç dükkânı yaktılar. Hasaretleri malum olduk da, İstanbul'dan Bostancılar ve Yeniçeriler gemilere bindirilip gönderildi. Bunları gören Kazak eşkiyasi bir an durırıayup geri denize firar ettiler. Melainin bu mertebe ikdam ile Boğaz'a hücumu hiç bir tarihte işitilmiş değildi...'' ***************************************************
Kazak saldırıları sonucunda, Doğu Bulgaristan ve Anadolu kıyılarındaki halk, iç bölgelere çekilmek zorunda kalır.
Osmanlı topraklarına yaptıkları saldırılarla Avrupa'da ünlenen 'şayka' adlı teknelerden oluşmuş bu kazak filosunu, Osmanlı karşıtı cepheye kazandırmak için, 1593 'te Papa, 1594'te Kayzer II. Rudolf ve Rus çarı I. Fedor, Kazaklar'a elçiler gönderirler.
Lehistan sınırında bulunan Osmanlı topraklarıyla Karadeniz kıyıları, Kazak tehdidi altındadır. Kazaklar, Osmanlı topraklarına girip yağma yaptıktan sonra, sürekli olarak, Leh topraklarına sığınırlar.
Lehistan ise Kırım Tatarları'nın baskısı altındadır. Bu sırada görevden alman Bağdan Voyvodası Gaspar in isyan ederek Lehistan'a sığınması, ortamı iyice gerer.
Özi Beylerbeyi İskender Paşa, asi voyvodayı ele geçirmek için harekete geçtiği zaman, karşısında Gaspar'ın askerleriyle birlikte, Leh kuvvetlerini de bulur.
1620 yılının Ağustos ayında, Yaş civarındaki savaşta Osmanlı ordusu büyük bir zafer kazanır. Leh kuvvetleri bir barış antlaşması imzalamak isterler; ancak Kırım Tatarları buna yanaşmazlar. Savaş devam eder ve Leh ordusunun kılıç artıkları. Turla Nehrini geçerlerken yok edilir.
Bu zafer, H. Osman'ın ecdadı gibi 'cihangir' olup şöhret kazanma arzusunu kam çılar. Kazak sorunu nedeniyle Lehistan'a bir sefer düzenlemek isteyen Sadrazam Ali Paşa da padişahı savaşa teşvik eder.
1621 yılı Nisan'ında İstanbul'dan yok çıkan Osmanlı ordusu, Turla Nehri'ni geçerek Hotin Kalesi ulaşır; ama başarılı olamaz...
1637'de Don Kazakları, Azak'ı ele geçirirler; kalede bulunanlar, kılıçtan geçirilir. Dönem, IV. Murad'ın saltanat dönemidir; İmparatorluk, padişahın demir pençesi altında yeniden canlanmaktadır. İran dize getirilir; ama Kazaklar karşısında yine bir şey yapılamaz.
Gönderilen kuvvetler Azak Kalesi'ni Kazaklar'dan geri alamaz. Ancak 5 yıl sonra, Kazaklar'ın destekçisi Rus çarı'nın savaşla tehdit edilmesi sonucu Azak, Kazaklar'dan tahliye ettirilebilir.
Lehistan, 16. Yüzyıl'm başlarından itibaren, sınırlarını korumak için Zaporog Kazakları'nı örgütler...
1649 yılında Khmelnisky'nin liderliğinde yarı bağımsız ir devlet kurulur. Bu Kazak lideri, 1.648-1653 yıllan arasında, Lehistan'ın egemenliğinden kurtulmak için Osmanlı himayesine girmeye çalışır. Ancak Kazaklar istedikleri desteği alamayınca, Lehistan'ın baskısından kurtulmak için, 1654'te Pereyaslav Antlaşması'nı imzalayarak, Rus çarlığına bağlanırlar.
Bu durum Osmanlı için önemli bir tehlike yaratır. Kazak sorununu çözmek için Osmanlı, 1672'de Lehistan üzerine sefere çıkarak Kamaniçe'yi ele geçirir ve iki taraf arasında, 1676'da imzalanan Zuravno Antlaşmasında, "Osmanlı'ya tâbi olan Kazaklar'a Leh Kralı eski hudutları içinde yer alır.
Rusya'nın Ukrayna’daki Kazaklar üzerindeki egemenliğini kırmak için, Osmanlı1678'de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa serdarlığında Ukrayna'ya girer ve Cehrin Kalesi'ni ele geçirir. Bu muharebe, Ruslarla yapılan ilk büyük savaştır, Ukrayna'da kısa bir süre için Rus nüfuzu kırılmış olsa da, Viyana Bozgunu'ndan sonra, Rusya bu bölgelere tekrar egemen olur.
17. Yüzyılda Kazak saldırılan yüzünden defalarca Rusya ve Lehistan ile karşı karşıya gelen Osmanlı'nın Kazaklar'ı bu iki devletten koparma yolundaki tutumu, birbirine düşman bu iki devleti yakınlaştırır. Viyana önlerinde Lehistan, Osmanlı'ya büyük bir darbe indirir. Osmanlı'nın Lehistan'a yaptığı askeri harekat da bu devleti Rusya karşısında zayıflatır ve aralarındaki güç dengesi bozulur. 16. Yüzyıl'da izlenen 'tarafsız ve tampon Lehistan' anlayışıyla, Rusya ile Lehistan dengesini gözeten 'kuzey politikasının’ Kazaklar yüzünden terk edilmesi, Osmanlı İmparatorluğu için olumsuz sonuçlar doğurur.
18. Yüzyıl başlarından itibaren tamamen Rusya'nın egemenliği altına giren Kazaklar, bazı askeri yükümlülükler karşılığında, özerkliklerini korumaya çalışırlar. Ancak 1775'te Zaporog Kazakları'nın özerklikleri kaldırılır.
19. Yüzyıla gelindiğinde, Kazak toplulukları artık 11 gruptan oluşmaktadır. Doğu'ya doğru yayılan Kazaklar, Sibirya'ya ilk yerleşen topluluklardan biri olur. Kazaklar'ın özerkliklerinin ellerinden alınması, birçok isyana yol açar. Bunların en ünlüsü, Yemelyan Pugaçev ayaklanması olur...
Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri adlı kitabının 18 ve 19 sayfalarında Nedim İpek, (Ankara 1994) bakın bir Kazak katliamını nasıl dile getiriyor: “Silâhsız Türk ve Müslüman unsuru üzerine saldırtılan Kazaklar, bazen sözde keşif için ordudan 100-150 kilometre uzaklaşmış ve Türk köylerini çevirerek masum ve müdafaasız ahaliyi kadın, erkek ve çocuk demeden süngü ve mızraktan geçirerek acımasızca katletmişlerdi.
Nitekim, Ağustos 1877’de Ferdice-Kızanlık yolu üzerinde, Rus Kazakları ve Bulgarlar tarafından katledilmiş sayısız Müslüman kadın, erkek ve çocuk cesedi bulunmuştur. Diğer taraftan General Rauhda kumandasındaki 26. Don Kazak Alayı, Hainköy çevresindeki köylerde bulunan ahaliyi Tunca istikametindeki dağlara sürmüştür. Temmuz 1877’de Tırnova’dan kaçan 600-700 kişilik bir kafile Kazaklar tarafından toplu olarak katledilmiştir. Bulgarlar ve Don Kazakları, Tuna Vilâyeti’nde bulunan Türk köylerini yakıp yıkmışlar, ahaliyi kılıçtan geçirmişlerdir.
...
Ocak 1878’de Skobelef’in emrindeki Rus ve Don Kazak askerî birlikleri, Harmanlı’da 20.000 arabada çoğu kadın ve çocuk olmak üzere, sayısı çeşitli kaynaklarda 40.000 ile 100.000 kişi arasında değişen bir muhacir kitlesine rastlar. Bunların üzerine saldıran Rus süvarileri ve Don Kazakları muhacirleri katlettiler.
Katliâmdan kurtulanların da Meriç üzerinde ve dağlar arasında soğuktan ve açlıktan tamamen kırılmalarına sebep oldular.”
1916'da 19-43 yaş arası bütün erkek nüfusun askere çağrılması üzerine Kazaklar isyan etti. Fakat bu isyan Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
1917 devriminden sonra Alaş Orda adlı Kazak hükümeti kuruldu. Kızılordu 1920'de Kazakistan'ı işgal etti ve Oranburg'da muhtar bir Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Daha sonra Alma-Ata başşehir oldu. Göçebeler 1929'da yerleşik hayata geçmeye zorlandı. çok sayıda Rus ve Ukraynalı Kırgızistan'a yerleştirildi. Buna karşı çıkan Kazaklar hunharca katledildiler.
1936'da yapılan yeni bir düzenleme ile Kazak Özerk bölgesi, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti haline getirildi. Rusya'daki Glasnost hareketlerinden sonra ve 1991 Ağustosunda eski Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Kazakistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.
Peki bugünkü Kazakistan’ın bir Türki Cumhuriyet olması dolayısıyla bütün bu olaylardan bağımsız yeni bir tarihi sayfa açtığını mı sanıyorsunuz? Size bunun cevabını1995 yılında Aksiyon Dergisinde Enes Cansever imzasıyla yayınlanan bir haberden aldığımız pasajlarla verelim:
“Halen yeraltı zenginlikleri bakımından zengin, tahıl açısından ise çok verimli olan Kuzey Kazakistan Bölgesi(Rusya ile sınır bölge)'nde önemli çoğunluk oluşturan Rus Kazakları, Kazakistan'ın bağımsızlığını hazmedemeyerek sürekli şekilde yaptıkları mitingler ve toplantılarla Kazakistan'ı karıştırtma amacını taşıyorlar.
Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev'in reforınlarına ve siyasetine karşı sürekli teyakkuz halinde olan Rus Kazakları, nüfusun yüzde 40'ını oluşturan, yeraltı zenginlikleri ve tahıl bakımından verimli geniş topraklara sahip Kazakistan'ın yeniden Rusya'ya bağlanması için var gücüyle mücadelelerine devam ediyorlar.
31 Ağustos'ta yapılan referandumla kabul edilen anayasada Kazakistan'da yaşayan etniklerin hakları güvence altına alınmış durumda. Buna rağmen eski alışkanlıklarını bir türlü bırakmak istemeyen aşırı fanatik Rus Kazakları'nın birtakım aşırı milliyetçi basın organlarını da arkalarına alarak Kazakistan'ı ikinci Yugoslavya haline getirme düşünceleri ise Kazak yöneticileri ciddi manada endişelendiriyor. Bir taraftan basın ve yayın organları, diğer taraftan Rusya'da yönetimin başına gelebilmek için Rusya'nın dışındaki Ruslar'a sahip çıkan ]irinovski gibi aşırı milliyetçiler de söz konusu meseleyi sürekli olarak Moskova'nın gündeminde tutuyorlar...
Sonuçta bizim son yediğimiz dayağı atanlar farklı etnik kökenden gelse de, gerilimin bu cografyanın dengelerini içeren oyunlardan kaynaklandığı yadsınamaz. Türkiye bu cografya üzerinde daha duyarlı olmalı, politik ve ekonomik gelişmeleri daha yakından izlemeli ve daha aktif bir konum içine girmelidir..
Ünlü Rus Yazar Lev Tolstoy'un ilk eserlerinden biri "Kazaklar" adını taşıyordu. Romanda kendi hayatına yeni bir sayfa açan genç bir Rus aristokratın Kazaklarla tanışması, bir Kazak kızına aşık olması anlatılır. Eser, dünyaya ve hayata karşı iki farklı yorumu kıyaslar. Yazar, ülkeden kopuk, kendi kültürlerinin içinde yaşayan Kazakların yaşamını, hangi şartların onları böyle savaşçı kıldığını, niye böyle yaşadıklarını işaret eden ilginç tespitler sunar okurlarına ve "kültürel çatışma"nın ne demek olduğunu, insan bakış açısının önemini anlatır okuyucuya.
Kazakların tarih sahnesine çıkışları 15. asra rastlar. Kazaklar bir Türk boyunun adı olduğu halde, Türklerin dışında kendilerine Kazak diyen ve benzer yaşam tarzı sürdüren Rus boyları da vardır.. Bu ikisi ekseriyetle birbirine karıştırılır ve çoğu kimse Kazakların tek bir kökenden geldiğini sanır. Köken konusunu fazla deşmeden sizi ansiklopedilere havale edelim ve geçtiğimiz hafta yaşanan dayak vakası ile adı gündeme gelen Kazakların, bizleri tarih boyu dövme geleneklerine bir göz atalım...
Gerçi biz son dayağı Türk Kazaklardan farklı nedenlerle yedik ama tarih boyunca Kazak boylarının Osmanlı'ya çektirdiği cefayı da hem bu vesile ile dile getirelim, hem de Kazak sorununun uluslararası arka planına dikkat çekelim istedik..
HIRİSTİYAN KAZAKLAR
Moldavya'dan Hazar Derıizi'ne kadar uzanan geniş step bölgesinin kuzeyindeki Hıristiyan Kazaklar, üç büyük topluluktan oluşuyordu: Zaporog Kazakları, Orta Dinyeper'de; Don Kazakları, Don Irmağı boylarında; Terek Kazakları, Terek Irmağıboylarındaydılar.
Zaporog Kazakları, Lehistan'a, diğerleri ise Rus çarı'na bağlıydılar. Bu Kazak gruplarının en güçlüsü ve Osmanlı için en büyük tehlikeyi yaratanı, bir 'hetman' (Türkçe'de, 'Ataman') idaresinde bulunan Zaporog Kazakları idi 'Za' alt, aşağı, öte anlamındadır; 'porog' ise 'çağlayanlar' sözcüğünü karşılar... Zaporog Kazakları, 'Dinyeper çağlayanlarının öte tarafındaki' Kazaklar anlamında kullanılır. Dinyeper çağlayanlarının güneyindeki düzlük bölgeyi yurt edinmiş olan Zaporog Kazakları, bugünkü Ukraynalıların ataları sayılırlar.
GOGOL'ÜN ÖYKÜSÜNDEN YUL BRYNER'İN TARAS BULBA FİLMİNE
Zaporog Kazakları'na ilişkin en popüler yapıt, ünlü Rus yazarı Nikolay Gogol'ün 'Taras Bulba' adlı uzun öyküsüdür.Yazarın 'Mirgorod Öyküleri' adlı kitabında yer alan bu uzun öykü, bir Kazak lideri olan Taraş Bulba'nın ve iki oğlunun serüvenini anlatır. Taraş Bulba, kendini yurduna adamış; yurdu, dîni uğruna Kazak türü askerliğe gönül vermiş; savaşta topladığı ganimetlerle çok zenginleştiği halde, sade halkının gelenek ve yaşantısına yabancılaşmamış, cesur bir lideridir. İki oğlunu da kendisi gibi yetiştirmek ister; onları Rusya'daki bir askeri okula gönderir. Ancak bu girişimin sonuçları, Taras Bulba'nın isteklerine taban tabana zıt bir biçimde şekillenir... Gogol'ün uzun öyküsünden sinemaya uyarlanan 'Taraş Bulba'nın filmi de 1962 yılında çevrilir, Yönetmenliğini J. Lee Thompson'ın yaptığı bu büyük bütçeli filmin oyuncuları da döneminin en tanınmış isimlerinden oluşur. Filmde Taras Bulba'yı Yul Brynner oğlu Andrei Bulba'yı Tony Curtis, Rus Vali'yi George Macready canlandırır. Filmde, dramatik öykünün dışında, kazakların yaşayışları, gelenekleri, savaşları, birbirleriyle ilişkileri, liderlik anlayışları da bir belgesel gibi işlenmiştir.
"Müslümanları, Türkleri, Tatarları döveceğiz..."
Taraş Bulba'da göze çarpan önemli unsur, Kazak toplumunun, Türk ve Kırım Tatarları'nın yaşam tarzına ve askerlik anlayışlarına paralel özellikler göstermesidir.
Ancak Kazaklar'ın Hıristiyan olmaları, Müslüman Türkleri ve Tatarları en büyük düşman saymalarına yol açar. Savaşı her şeyin üstünde tutan Taras Bulba'nın, Türklerle karşı karşıya gelme isteğini Gogol, öyküsünde şöyle anlatır: "Bulba, oğullarının dönüşünü kutlamak için alayının her rütbedeki subaylarını yemeğe çağırdı.. Konuklar hem babayı hem de oğullarını kutladılar. Taras Bulba konuklarına döndü: 'Savaşta hep kazanmanız dileğiyle içiyorum. Müslümanları, Türkleri, Tatarları döveceğiz. Dinimizi karıştırmaya çalışırlarsa Lehlileri de döveceğiz'..."
Ünlü bir yazarın öyküsünden çok ünlü bir sinema filmine uyarlanan bu öyküde psikoloji ve ideolojileri net hatlarla çizilen Kazakların, Osmanlı’nın en büyük askeri hezimetlerinden olan Viyana Bozgununda nasıl önemli bir rol oynadıklarını biliyor musunuz?
Buğra Tokatlı’nın Karadeniz ve İstanbul kıyılarına Kazak Yağmaları adlı makalesinde bu sorunun cevabı şu şekilde veriliyor.
KARADENİZ VE İSTANBUL KIYILARINDA KAZAK YAĞMALARI
Osmanlı tarihi yıllardan beri belirli bir 'şablon' çerçevesinde anlatıldığı için, bazı tarihi olaylar hep göz ardı edilir. Bunlardan biri de 'Kazaklar' konusudur... 17. Yüzyıl'da Osmanlı İmparatorluğu'nun geleneksel doğu ve batı siyasetinden saparak daha çok kuzeye yöneldiği görülür.16. Yüzyılda, ‘tampon' bir bölge olarak görüldüğü için, üzerine gidilmeyen ve tarafsız kalmasına çalışılan Lehistan, 17. Yüzyıl başlarından itibaren, Osmanlı ordularının hedefidir... Osmanlılar, Lehistan'ın tarafsızlığını bırakmasının en acı faturasını, Viyana önlerinde ödeyeceklerdir...
Osmanlı, neden kendi menfaatine olan Lehistan'ın rahatsızlığı politikasından vazgeçerek kuzeye inmiştir.. Bunun yanıtı tek bir sözcükle verilebilir: Kazaklar
STEPLER: KAÇAKLARIN VATANI
Moldavya'dan Hazar Denizi'ne kadar uzanan geniş step bölgesi, tarih boyunca asilerin sığınma alanı olmuştur. Kırım hanlarının otoritesini tanımayıp steplere sığınanlara, 'Kazak' (Kaçak) denilirdi. Bunlar Müslüman'dı. Step bölgesinin batı tarafında ise Lehistan ve Rusya’dan kaçmış Hıristiyanlar bulunurdu. Stepler, devlet disiplini altında yaşamak istemeyen kaçakların vatanı durumundaydı. Buradaki insan topluluklarının yaşam tarzı, saldırdıkları bölgelerden elde ettikleri ganimetlerle geçinme üzerine kuruluydu.17. Yüzyıl'da Karadeniz kıyılarının ve İstanbul'un korkulu rüyası haline gelmek ve Osmanlı'nın geleneksel kuzey siyasetini değiştirmek için, Kazaklar ne yapmışlardı?
16. Yüzyıl sonlarından itibaren Zaporog Kazakları denizden, Karadeniz'de kıyısı olan Osmanlı kentlerine cüretkar saldırılar başlattılar. 1594, 1601 ve 1606'da Akkerman, 1602 ve 1606'da Kili, 1609 ve 1613’te Tuna, 1614'te Kefe ve Sinop, yine 1614 ve 1625'te Trabzon, Kazaklar'ın saldırı ve yağmasıyla karşı karşıya kaldı. Hatta 1615, 1620 ve 1624 yıllarında, Kazaklar İstanbul'un Karadeniz kıyılarına saldırdılar.
Naima Tarihi'nde Kazaklar: 'Yeniköy'ü yağmaladılar'
"Donanma Kefe tarafında meşgul iken Don Kazağı, Karadeniz'i boş bulup yüz elli adet şayka ile 1033 yılı Şevvalinin dördüncü günü (20 Temmuz 1624) Boğaz Hisarı'na gelûp, Yeniköy'ü yağmaladılar ve birkaç dükkânı yaktılar. Hasaretleri malum olduk da, İstanbul'dan Bostancılar ve Yeniçeriler gemilere bindirilip gönderildi. Bunları gören Kazak eşkiyasi bir an durırıayup geri denize firar ettiler. Melainin bu mertebe ikdam ile Boğaz'a hücumu hiç bir tarihte işitilmiş değildi...'' ***************************************************
VENEDİK İSTİHBARATI
Sonraki yıllarda da devam eden Kazak saldırılan, İstanbul'da hem yaygın bir korku yaratır hem de bu saldırılar nedeniyle kıtlık tehlikesi baş gösterir. 1660 yılma ait bir Venedik istihbarat raporu, Kazaklar'ın ticaret gemilerine yaptıkları saldırılar nedeniyle, kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan İstanbul halkının öfkesini dindirmek için, IV, Mehmed'in Edirne'den İstanbul'a gelmek zorunda kaldığından söz eder.Kazak saldırıları sonucunda, Doğu Bulgaristan ve Anadolu kıyılarındaki halk, iç bölgelere çekilmek zorunda kalır.
Osmanlı topraklarına yaptıkları saldırılarla Avrupa'da ünlenen 'şayka' adlı teknelerden oluşmuş bu kazak filosunu, Osmanlı karşıtı cepheye kazandırmak için, 1593 'te Papa, 1594'te Kayzer II. Rudolf ve Rus çarı I. Fedor, Kazaklar'a elçiler gönderirler.
II. OSMAN'IN BAŞARISIZLIĞI
II. Osman tahta çıktığında, Kazak tehdidinin iyice artması Osmanlı İmparatorluğu'nun yönünü kuzeye çevirmesine yol açar.Lehistan sınırında bulunan Osmanlı topraklarıyla Karadeniz kıyıları, Kazak tehdidi altındadır. Kazaklar, Osmanlı topraklarına girip yağma yaptıktan sonra, sürekli olarak, Leh topraklarına sığınırlar.
Lehistan ise Kırım Tatarları'nın baskısı altındadır. Bu sırada görevden alman Bağdan Voyvodası Gaspar in isyan ederek Lehistan'a sığınması, ortamı iyice gerer.
Özi Beylerbeyi İskender Paşa, asi voyvodayı ele geçirmek için harekete geçtiği zaman, karşısında Gaspar'ın askerleriyle birlikte, Leh kuvvetlerini de bulur.
1620 yılının Ağustos ayında, Yaş civarındaki savaşta Osmanlı ordusu büyük bir zafer kazanır. Leh kuvvetleri bir barış antlaşması imzalamak isterler; ancak Kırım Tatarları buna yanaşmazlar. Savaş devam eder ve Leh ordusunun kılıç artıkları. Turla Nehrini geçerlerken yok edilir.
Bu zafer, H. Osman'ın ecdadı gibi 'cihangir' olup şöhret kazanma arzusunu kam çılar. Kazak sorunu nedeniyle Lehistan'a bir sefer düzenlemek isteyen Sadrazam Ali Paşa da padişahı savaşa teşvik eder.
1621 yılı Nisan'ında İstanbul'dan yok çıkan Osmanlı ordusu, Turla Nehri'ni geçerek Hotin Kalesi ulaşır; ama başarılı olamaz...
BÜYÜK SORUN
Bu dönende, Osmanlı donanması Kazak saldırıları karşısında, Karadeniz kıyılarında sürekli devriye gezer.. Ancak büyük gemiler, Kazaklar'ın küçük ve hızlı tekneleri 'şayka'lar karşısında, fazla bir varlık gösteremezler. Şaykalar özellikle rüzgarsız havalarda, Osmanlı gemilerini çevirerek büyük zararlar verirler. Kazak saldırılarını önlemek için Dinyeper (Özü) Irmağı'nın ağzına kaleler yaptırılır. Akkerman ve Özü yörelerinde yetiştirilen hayvanlar İstanbul'un iaşesi için kullanıldığından, Osmanlı bu bölgeleri Kazak saldırılarından korumak için büyük çaba gösterir.1637'de Don Kazakları, Azak'ı ele geçirirler; kalede bulunanlar, kılıçtan geçirilir. Dönem, IV. Murad'ın saltanat dönemidir; İmparatorluk, padişahın demir pençesi altında yeniden canlanmaktadır. İran dize getirilir; ama Kazaklar karşısında yine bir şey yapılamaz.
Gönderilen kuvvetler Azak Kalesi'ni Kazaklar'dan geri alamaz. Ancak 5 yıl sonra, Kazaklar'ın destekçisi Rus çarı'nın savaşla tehdit edilmesi sonucu Azak, Kazaklar'dan tahliye ettirilebilir.
Lehistan, 16. Yüzyıl'm başlarından itibaren, sınırlarını korumak için Zaporog Kazakları'nı örgütler...
KAZAKLARIN KONTROLÜ
Kazaklar, ateşli silah kullanmaları sayesinde, çevrelerinde üstünlük sağlamışlardır. Onlara silah ve barut sağlayan Lehistan ile Rusya da bu ilişkiler çerçevesinde, Kazaklar'ı kontrol altında tutmayı başarır. Ancak Kazaklar, yine de bağımsız, hareket etmeyi başarırlar.1649 yılında Khmelnisky'nin liderliğinde yarı bağımsız ir devlet kurulur. Bu Kazak lideri, 1.648-1653 yıllan arasında, Lehistan'ın egemenliğinden kurtulmak için Osmanlı himayesine girmeye çalışır. Ancak Kazaklar istedikleri desteği alamayınca, Lehistan'ın baskısından kurtulmak için, 1654'te Pereyaslav Antlaşması'nı imzalayarak, Rus çarlığına bağlanırlar.
Bu durum Osmanlı için önemli bir tehlike yaratır. Kazak sorununu çözmek için Osmanlı, 1672'de Lehistan üzerine sefere çıkarak Kamaniçe'yi ele geçirir ve iki taraf arasında, 1676'da imzalanan Zuravno Antlaşmasında, "Osmanlı'ya tâbi olan Kazaklar'a Leh Kralı eski hudutları içinde yer alır.
Rusya'nın Ukrayna’daki Kazaklar üzerindeki egemenliğini kırmak için, Osmanlı1678'de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa serdarlığında Ukrayna'ya girer ve Cehrin Kalesi'ni ele geçirir. Bu muharebe, Ruslarla yapılan ilk büyük savaştır, Ukrayna'da kısa bir süre için Rus nüfuzu kırılmış olsa da, Viyana Bozgunu'ndan sonra, Rusya bu bölgelere tekrar egemen olur.
17. Yüzyılda Kazak saldırılan yüzünden defalarca Rusya ve Lehistan ile karşı karşıya gelen Osmanlı'nın Kazaklar'ı bu iki devletten koparma yolundaki tutumu, birbirine düşman bu iki devleti yakınlaştırır. Viyana önlerinde Lehistan, Osmanlı'ya büyük bir darbe indirir. Osmanlı'nın Lehistan'a yaptığı askeri harekat da bu devleti Rusya karşısında zayıflatır ve aralarındaki güç dengesi bozulur. 16. Yüzyıl'da izlenen 'tarafsız ve tampon Lehistan' anlayışıyla, Rusya ile Lehistan dengesini gözeten 'kuzey politikasının’ Kazaklar yüzünden terk edilmesi, Osmanlı İmparatorluğu için olumsuz sonuçlar doğurur.
18. Yüzyıl başlarından itibaren tamamen Rusya'nın egemenliği altına giren Kazaklar, bazı askeri yükümlülükler karşılığında, özerkliklerini korumaya çalışırlar. Ancak 1775'te Zaporog Kazakları'nın özerklikleri kaldırılır.
19. Yüzyıla gelindiğinde, Kazak toplulukları artık 11 gruptan oluşmaktadır. Doğu'ya doğru yayılan Kazaklar, Sibirya'ya ilk yerleşen topluluklardan biri olur. Kazaklar'ın özerkliklerinin ellerinden alınması, birçok isyana yol açar. Bunların en ünlüsü, Yemelyan Pugaçev ayaklanması olur...
DON KAZAKLARI'NIN KATLİAMLARI
Buğra Tokatlı’nın Popüler Tarih Dersi için 2003 yılında kaleme aldığı makale burada bitiyor. Ama tabi ki tarihi süreç bitmiyor.Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri adlı kitabının 18 ve 19 sayfalarında Nedim İpek, (Ankara 1994) bakın bir Kazak katliamını nasıl dile getiriyor: “Silâhsız Türk ve Müslüman unsuru üzerine saldırtılan Kazaklar, bazen sözde keşif için ordudan 100-150 kilometre uzaklaşmış ve Türk köylerini çevirerek masum ve müdafaasız ahaliyi kadın, erkek ve çocuk demeden süngü ve mızraktan geçirerek acımasızca katletmişlerdi.
Nitekim, Ağustos 1877’de Ferdice-Kızanlık yolu üzerinde, Rus Kazakları ve Bulgarlar tarafından katledilmiş sayısız Müslüman kadın, erkek ve çocuk cesedi bulunmuştur. Diğer taraftan General Rauhda kumandasındaki 26. Don Kazak Alayı, Hainköy çevresindeki köylerde bulunan ahaliyi Tunca istikametindeki dağlara sürmüştür. Temmuz 1877’de Tırnova’dan kaçan 600-700 kişilik bir kafile Kazaklar tarafından toplu olarak katledilmiştir. Bulgarlar ve Don Kazakları, Tuna Vilâyeti’nde bulunan Türk köylerini yakıp yıkmışlar, ahaliyi kılıçtan geçirmişlerdir.
...
Ocak 1878’de Skobelef’in emrindeki Rus ve Don Kazak askerî birlikleri, Harmanlı’da 20.000 arabada çoğu kadın ve çocuk olmak üzere, sayısı çeşitli kaynaklarda 40.000 ile 100.000 kişi arasında değişen bir muhacir kitlesine rastlar. Bunların üzerine saldıran Rus süvarileri ve Don Kazakları muhacirleri katlettiler.
Katliâmdan kurtulanların da Meriç üzerinde ve dağlar arasında soğuktan ve açlıktan tamamen kırılmalarına sebep oldular.”
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA KAZAKLAR
Birinci Dünya Savaşı’nda Kazakları cephelerde görüyoruz. SSCB dağılana kadar Kazak dünyasında kargaşa kan ve isyan bitmedi.1916'da 19-43 yaş arası bütün erkek nüfusun askere çağrılması üzerine Kazaklar isyan etti. Fakat bu isyan Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
1917 devriminden sonra Alaş Orda adlı Kazak hükümeti kuruldu. Kızılordu 1920'de Kazakistan'ı işgal etti ve Oranburg'da muhtar bir Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Daha sonra Alma-Ata başşehir oldu. Göçebeler 1929'da yerleşik hayata geçmeye zorlandı. çok sayıda Rus ve Ukraynalı Kırgızistan'a yerleştirildi. Buna karşı çıkan Kazaklar hunharca katledildiler.
1936'da yapılan yeni bir düzenleme ile Kazak Özerk bölgesi, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti haline getirildi. Rusya'daki Glasnost hareketlerinden sonra ve 1991 Ağustosunda eski Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Kazakistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.
Peki bugünkü Kazakistan’ın bir Türki Cumhuriyet olması dolayısıyla bütün bu olaylardan bağımsız yeni bir tarihi sayfa açtığını mı sanıyorsunuz? Size bunun cevabını1995 yılında Aksiyon Dergisinde Enes Cansever imzasıyla yayınlanan bir haberden aldığımız pasajlarla verelim:
“Halen yeraltı zenginlikleri bakımından zengin, tahıl açısından ise çok verimli olan Kuzey Kazakistan Bölgesi(Rusya ile sınır bölge)'nde önemli çoğunluk oluşturan Rus Kazakları, Kazakistan'ın bağımsızlığını hazmedemeyerek sürekli şekilde yaptıkları mitingler ve toplantılarla Kazakistan'ı karıştırtma amacını taşıyorlar.
Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev'in reforınlarına ve siyasetine karşı sürekli teyakkuz halinde olan Rus Kazakları, nüfusun yüzde 40'ını oluşturan, yeraltı zenginlikleri ve tahıl bakımından verimli geniş topraklara sahip Kazakistan'ın yeniden Rusya'ya bağlanması için var gücüyle mücadelelerine devam ediyorlar.
31 Ağustos'ta yapılan referandumla kabul edilen anayasada Kazakistan'da yaşayan etniklerin hakları güvence altına alınmış durumda. Buna rağmen eski alışkanlıklarını bir türlü bırakmak istemeyen aşırı fanatik Rus Kazakları'nın birtakım aşırı milliyetçi basın organlarını da arkalarına alarak Kazakistan'ı ikinci Yugoslavya haline getirme düşünceleri ise Kazak yöneticileri ciddi manada endişelendiriyor. Bir taraftan basın ve yayın organları, diğer taraftan Rusya'da yönetimin başına gelebilmek için Rusya'nın dışındaki Ruslar'a sahip çıkan ]irinovski gibi aşırı milliyetçiler de söz konusu meseleyi sürekli olarak Moskova'nın gündeminde tutuyorlar...
Sonuçta bizim son yediğimiz dayağı atanlar farklı etnik kökenden gelse de, gerilimin bu cografyanın dengelerini içeren oyunlardan kaynaklandığı yadsınamaz. Türkiye bu cografya üzerinde daha duyarlı olmalı, politik ve ekonomik gelişmeleri daha yakından izlemeli ve daha aktif bir konum içine girmelidir..