Mehmet Akif boşuna kullanmamış "cennet vatan" ifadesini bu ülke için; sadece '"altından akan ırmakları" düşündüğümüzde bile cennet sıfatını hak ediyor bu topraklar. Evet, ülkemiz akarsu kaynaklan açısından gayet zengin bir ülke, ancak çoğu zaman enerji sıkıntısı çeken, kimi zaman kendisinden çok daha sınırlı enerji kaynaklarına sahip komşu ülkelerden elektrik enerjisi satın alan bir ülke. Hâl böyle olunca boşa akıp gittiği düşünülen akarsular üzerine barajlar inşa ederek, ucuz ve de bol elektrik üretmek her siyasî iktidarın enerji politikalarından birisi olagelmiştir. Hattâ buna bir devlet politikası da denilebilir.
Türkiye sahip olduğu hidroelektrik potansiyelinin yaklaşık olarak % 30'undan elektrik üretmektedir. Yapılacak barajlarla bu oranı artırmak mümkünse de sahip olunan topografyadan (arazi şekli) dolayı % 80'in üzerine çıkmak Türkiye için İmkânsızdır.
Türkiye'de kamuoyu, pek çok konuya olduğu gibi barajlar konusuna da ilgisiz ve duyarsızdır. Oysa dünya kamuoyunda baraj karşıtı sesler son yıllarda oldukça gür çıkmaktadır. Biz bu yazıda barajlara daha objektif yaklaşarak çevre ve insan üzerindeki olumlu-olumsuz etkilerinden bahsetmeye çalışacağız.
BARAJLARIN MAHİYETİ
Barajlar genellikle nehirlerin geçtiği derin vadiler üzerine toprak dolgu, kaya dolgu ya da beton ağırlık olarak inşa edilen, nehir ve yağmur sularını biriktirerek yapay bir göl oluşumuna imkân veren, ayrıca tabiî göllerin kenarına da yapılabilen büyük yapılardır. Yapılma gayeleri ya hidroelektrik enerji üretmek, ya yağmurlu mevsimlerde su depolayarak kurak mevsimlerde kentler ve ziraî alanların su ihtiyacını karşılamak, ya da taşkınları kontrol etmektir, Çoğu durumda da, bu üç temel maksada beraber hizmet ederler.
BARAJLARIN ÇEVRECİ YÖNÜ
Elektrik üretimi, taşkın kontrolü ve sulamanın yanı sıra, barajların bilinen en çevreci yönleri, çeşitli kuş türleri için barınak olmaları ve ayrıca ekonomik getiri de sağlayan tatlı su balıkçılığına imkân vermeleridir. Oluşan göl sunî de olsa kuşlar için tabiî bir mekân olagelmekte ve kısa sürede bölgede yeni kuş türleri görülmeye başlanmaktadır. Ayrıca baraj çevreleri, bölge insanına yaz ve kış mesire (rekreasyon) yerleri olduğu gibi. baraj gölü de çeşitli su sporları için ideal bir ortam hazırlamaktadır.
Bunların yanı sıra enerji ihtiyacını hidroelektrik santrallerden karşılamak hava kirliliğini azaltıcı rol oynar. Çünkü ihtiyaç duyduğumuz enerji, kömür, petrol veya tabiî gaz gibi fosil yakıtlar kullanan termik santrallerde üretildiğinde atmosfer milyonlarca ton kül, partikül, karbondioksit, azotoksit ve kükürt-dioksit ile kirletildiğinden (1 Kwh elektrik enerjisi, kömürle çalışan bir termik santralde üretildiğinde 1.000 g. doğal gazlı bir santralde üretildiğinde 600 g karbondioksit açığa çıkmasına sebep olmaktadır), aynı miktar enerjinin tabiatta en çok bulunan ve en yenilenebilir bir enerji kaynağı olan su kullanılarak üretilmesi, atmosfer dostu bir metot olarak karşımıza çıkmaktadır.
ÇEVREYE VERDİKLERİ ZARARLAR
Her şey yukarıda anlattığımız gibi toz pembe değil ne yazıkki; bu insan yapısı göllerden dünya üzerinde toplam 800.000 adet bulunmakta, bunlardan 39.000'i büyük ölçekli barajlardan sayılmakta ve ziraî, hidrolojik, ekolojik, oşinografik. sismik, çevresel ve sosyo-ekonomik açıdan çeşitli zararlara sebep olabilmektedirler.
Barajlar muazzam bir su kütlesi depoladıklarından yer kabuğu üzerinde çok büyük bir gerilme oluştururlar. Bu gerilme mevcut tektonik gerilmelere eklenip, deprem için belli bir eşik gerilme değerinin aşılmasına ve bölgenin sismik olarak aktif hâle gelmesine yol açabilmektedir. Bu yüzden baraj yerinin seçiminde jeofizik incelemelerin önemi büyüktür. Örneğin. 1970'li yıllarda yapılan Keban Barajı için seçilen yer tektonik olarak aktiftir ve bölgedeki sismik aktivite ile baraj su seviyesi arasındaki ilişkiyi incelemek üzere DSİ ve Kandilli Rasathanesi arasında ortak bir proje yürütülmektedir. Jeofizik etütler sadece barajın deprem güvenliği için yapılmamaktadır elbette; baraj inşa etmekle hedeflenen sunî bir göl oluşturmak olduğuna göre göl tabanı su kaçırmamalıdır. Bu da tamamen göl tabanı jeolojisiyle ilgilidir. Aksi takdirde yapılan bütün yatırım boşa gideceği gibi, çevreye verilen zarar da yanına kâr(!) kalacaktır. Buna ülkemizden tipik bir örnek 1950'li yıllarda yapılan Konya May Barajı'dır. Bu baraj tam bir mühendislik fiyaskosudur. Baraj her şeyiyle tamamlanmış, ancak su tutmak mümkün olamamıştır. Baraj, göl tabanında bulunan ve yer altında devam eden, fakat üstü alüvyon ile dolduğu için hemen fark edilemeyen düden şeklindeki büyük boşluklar üzerine inşa edildiği için oluşan su basıncına dayanamayarak çöken bu boşluklar gölde birikmeye başlayan bütün suyu âdeta içip bitirmiştir. Teknik fizibilite aşamasında tespit edilmesi gereken bu boşluklar, pahalı bir fatura karşılığında ancak baraj inşaatı tamamlandıktan sonra öğrenilebilmiştir.
Ayrıca barajlar yer altı sularının tuzlanmasına sebep olduklarından su kalitesini olumsuz yönde etkilemektedirler. Barajların çevreye verdikleri telâfisi zor zararlardan birisi de baraj gölünün kapladığı arazi üzerinde yaptığı etkilerdir. Ekilebilir topraklar ve kimi zaman da yaşlı dünyamızın akciğerleri ormanlarımız su altında kalarak kullanılmaz hâle gelmektedir.
Baraj gölünden temin edilen su ile ekili arazilerin sulanması ürün miktarını artırsa da beraberinde zaman içinde ortaya çıkan önemli bir sorun da getirmektedir. Özellikle kurak iklimlerde tarım alanlarının sulanması, drenaj sisteminin olmaması durumunda, toprağın giderek tuzlulaşıp çoraklaşmasına sebep olmaktadır. Ayrıca bilinçsiz ve aşırı sulama benzer problemler ortaya çıkardığı gibi. fazla su kullanımı aynı nehirden faydalanan komşu ülkeleri rahatsız ettiğinden diplomatik sıkıntılar yaşanmasına sebep olmakladır.
Baraj yapıları menba (nehir akış yönüne göre baraj yukarısı) ve mansap (aşağısı) eko-sistemini tamamen değiştirir. Balıkların tabiî yetişme alanlarını tahrip eder, nehirdeki tabiî geçişlerine engel olur ve bilhassa göçmen balık türlerinin azalmasına hattâ nesillerinin tükenmesine yol açar; meselâ, Çin'de inşa edilen ve dünyada hâlen yürütülen en büyük inşaat olan "Three Georges" barajı 300 balık türünün yarısını etkilemiştir.
Nehirlerin denize döküldüğü yerlerde oluşan deltalar pek çok yaban hayvanının, özellikle kuşların göç alanlarıdır. Nehir sularını dizginleyen barajlar mansap tarafındaki akış rejimini tamamen değiştirdiğinden ve tuzluluk oranını artırdığından bu deltalar tahrip olmakta ve kıyı ekolojisi değişmekte, hattâ bazı hayvan türlerinin yok olmasına sebep olmaktadır.
Büyük barajlar dolaylı olarak çevre ve insan üzerinde bir başka potansiyel tehlikeye de yol açabilmektedirler. Kimi zaman barajlar, balıklar gibi suda yaşayan organizmalarda cıva seviyesinin yükselmesine sebep olmaktadır.
Taşkınlar sırasında toprak ve kayalarda bulunan inorganik cıva suyu karışmakta ve neticede göl tabanında birikmektedir. Burada metilasyon denilen bir süreç sonunda, inorganik cıva, (büyük oranda mikroorganizmalar ile) suda çözünebilen organik metilcıvaya dönüşür. Suda yaşayan canlılar tarafından alınan metilcıva biyolojik canlılar için gayet zehirli bir madde olup, bu maddeyi bünyelerine almış balıkları yiyen insanlar için de ciddi bir sağlık sorunu oluşturmaktadır.
Barajların sebep olduğu bir başka sağlık problemi ise özellikle tropik barajlarda, sinekler için uygun üreme yeri oluşturup sıtma gibi salgın hastalıkların yayılmasına zemin hazırlamalarıdır.
Yukarıda barajların yararlarından bahsederken karbondioksit üretimi açısından temiz enerji kaynağı olduğunu söylemiştik. Ancak özellikle tropik bölgelerdeki geniş yüzey alanlı ve sığ baraj gölleri canlı kütlenin çürümesi sonucu atmosfere önemli miktarda sera gazı (çoğunlukla metan) yayarlar. Sera gazı kirlenmesi olarak bilinen bu olay son yılların Önemli çevre sorunlarından birisi olan küresel ısınmaya yol açmaktadır.
Buraya kadar söylediklerimiz barajların kaçınılmaz ya da gerekli önlem alınmazsa ortaya çıkabilecek bazı çevresel zararlarıdır. Pekâla, bu yapılar sulama ve elektrik ihtiyacımızı kaç yıl karşılayabilirler sizce? 100 yıl? 150 yıl? Maalesef bu kadar yüksek rakamlar yok elimizde. Özellikle baraj gölü çevresi ağaçlandırılarak erozyon kontrolü yapılmadığı durumlarda (Türkiye'de bu konuya gereken önem verilmemektedir) göl tabanında biriken toprak, rezervuarın aktif hacminin azalmasına sebep olmakta ve suyla taşınan malzeme, miktarına bağlı olarak 30-35 yıl içinde baraj, çevresinde piknik yapılan küçük bir göl hâline gelmektedir.
SONUÇ
Gelecek 20 yıl içinde dünya enerji tüketiminin iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir. Bu da bize hidroelektrik enerjinin, önemini kolay kolay yitirmeyeceğini gösterir. Gelişmiş ülkeler, çevre koruma kanunları, kamu baskısı, sahip oldukları teknolojik araçlar ve ekonomik güçleri yardımıyla barajların çevreye verdikleri zararları kısmen de olsa tamir etmeye yönelik projeler uygulamaktadırlar. Ancak gelişmekte olan ve barajlara gelişmiş ülkelerden daha fazla muhtaç olan ülkelerin bu tip projeleri finanse etmesi mümkün gözükmemektedir. Barajların bölge insanı üzerindeki sosyal ve ekonomik etkileri ise, bu yazının hacmini aşan bir konudur. Ancak burada şunu söylemek mümkündür ki, gerekli önlemler alınmadığı takdirde bölgenin sosyoekonomik yapısı da olumsuz yönde etkilene-bilmektedir. Dünyanın artan enerji ihtiyacı, tarım alanlarının ve insanların su ihtiyacı düşünüldüğünde, barajların inşasına karşı çıkmak pek akılcı bir yaklaşım olmayacaktır.
Belki yapılabilecek olan fizibilite (yapılabilirlik) çalışmalarının sadece teknik ve genel ekonomi açısından değil, çevresel, sosyal ve yerel ekonomi bakımından da ele alınmasının zorunlu hâle getirilmesidir. Bir başka deyişle, bir yere baraj yapılıp yapılamayacağına sadece inşaat ve jeoloji mühendislerinin değil, aynı zamanda, biyolog, zoolog, sosyolog ile çevre ve ziraat mühendislerinin yapacağı ortak fizibilite çalışmaları sonucunda karar verilmeli, ayrıca barajların servis ömrü boyunca verecekleri çevresel zararları azaltıcı önlemler alınmalıdır.
Türkiye sahip olduğu hidroelektrik potansiyelinin yaklaşık olarak % 30'undan elektrik üretmektedir. Yapılacak barajlarla bu oranı artırmak mümkünse de sahip olunan topografyadan (arazi şekli) dolayı % 80'in üzerine çıkmak Türkiye için İmkânsızdır.
Türkiye'de kamuoyu, pek çok konuya olduğu gibi barajlar konusuna da ilgisiz ve duyarsızdır. Oysa dünya kamuoyunda baraj karşıtı sesler son yıllarda oldukça gür çıkmaktadır. Biz bu yazıda barajlara daha objektif yaklaşarak çevre ve insan üzerindeki olumlu-olumsuz etkilerinden bahsetmeye çalışacağız.
BARAJLARIN MAHİYETİ
Barajlar genellikle nehirlerin geçtiği derin vadiler üzerine toprak dolgu, kaya dolgu ya da beton ağırlık olarak inşa edilen, nehir ve yağmur sularını biriktirerek yapay bir göl oluşumuna imkân veren, ayrıca tabiî göllerin kenarına da yapılabilen büyük yapılardır. Yapılma gayeleri ya hidroelektrik enerji üretmek, ya yağmurlu mevsimlerde su depolayarak kurak mevsimlerde kentler ve ziraî alanların su ihtiyacını karşılamak, ya da taşkınları kontrol etmektir, Çoğu durumda da, bu üç temel maksada beraber hizmet ederler.
BARAJLARIN ÇEVRECİ YÖNÜ
Elektrik üretimi, taşkın kontrolü ve sulamanın yanı sıra, barajların bilinen en çevreci yönleri, çeşitli kuş türleri için barınak olmaları ve ayrıca ekonomik getiri de sağlayan tatlı su balıkçılığına imkân vermeleridir. Oluşan göl sunî de olsa kuşlar için tabiî bir mekân olagelmekte ve kısa sürede bölgede yeni kuş türleri görülmeye başlanmaktadır. Ayrıca baraj çevreleri, bölge insanına yaz ve kış mesire (rekreasyon) yerleri olduğu gibi. baraj gölü de çeşitli su sporları için ideal bir ortam hazırlamaktadır.
Bunların yanı sıra enerji ihtiyacını hidroelektrik santrallerden karşılamak hava kirliliğini azaltıcı rol oynar. Çünkü ihtiyaç duyduğumuz enerji, kömür, petrol veya tabiî gaz gibi fosil yakıtlar kullanan termik santrallerde üretildiğinde atmosfer milyonlarca ton kül, partikül, karbondioksit, azotoksit ve kükürt-dioksit ile kirletildiğinden (1 Kwh elektrik enerjisi, kömürle çalışan bir termik santralde üretildiğinde 1.000 g. doğal gazlı bir santralde üretildiğinde 600 g karbondioksit açığa çıkmasına sebep olmaktadır), aynı miktar enerjinin tabiatta en çok bulunan ve en yenilenebilir bir enerji kaynağı olan su kullanılarak üretilmesi, atmosfer dostu bir metot olarak karşımıza çıkmaktadır.
ÇEVREYE VERDİKLERİ ZARARLAR
Her şey yukarıda anlattığımız gibi toz pembe değil ne yazıkki; bu insan yapısı göllerden dünya üzerinde toplam 800.000 adet bulunmakta, bunlardan 39.000'i büyük ölçekli barajlardan sayılmakta ve ziraî, hidrolojik, ekolojik, oşinografik. sismik, çevresel ve sosyo-ekonomik açıdan çeşitli zararlara sebep olabilmektedirler.
Barajlar muazzam bir su kütlesi depoladıklarından yer kabuğu üzerinde çok büyük bir gerilme oluştururlar. Bu gerilme mevcut tektonik gerilmelere eklenip, deprem için belli bir eşik gerilme değerinin aşılmasına ve bölgenin sismik olarak aktif hâle gelmesine yol açabilmektedir. Bu yüzden baraj yerinin seçiminde jeofizik incelemelerin önemi büyüktür. Örneğin. 1970'li yıllarda yapılan Keban Barajı için seçilen yer tektonik olarak aktiftir ve bölgedeki sismik aktivite ile baraj su seviyesi arasındaki ilişkiyi incelemek üzere DSİ ve Kandilli Rasathanesi arasında ortak bir proje yürütülmektedir. Jeofizik etütler sadece barajın deprem güvenliği için yapılmamaktadır elbette; baraj inşa etmekle hedeflenen sunî bir göl oluşturmak olduğuna göre göl tabanı su kaçırmamalıdır. Bu da tamamen göl tabanı jeolojisiyle ilgilidir. Aksi takdirde yapılan bütün yatırım boşa gideceği gibi, çevreye verilen zarar da yanına kâr(!) kalacaktır. Buna ülkemizden tipik bir örnek 1950'li yıllarda yapılan Konya May Barajı'dır. Bu baraj tam bir mühendislik fiyaskosudur. Baraj her şeyiyle tamamlanmış, ancak su tutmak mümkün olamamıştır. Baraj, göl tabanında bulunan ve yer altında devam eden, fakat üstü alüvyon ile dolduğu için hemen fark edilemeyen düden şeklindeki büyük boşluklar üzerine inşa edildiği için oluşan su basıncına dayanamayarak çöken bu boşluklar gölde birikmeye başlayan bütün suyu âdeta içip bitirmiştir. Teknik fizibilite aşamasında tespit edilmesi gereken bu boşluklar, pahalı bir fatura karşılığında ancak baraj inşaatı tamamlandıktan sonra öğrenilebilmiştir.
Ayrıca barajlar yer altı sularının tuzlanmasına sebep olduklarından su kalitesini olumsuz yönde etkilemektedirler. Barajların çevreye verdikleri telâfisi zor zararlardan birisi de baraj gölünün kapladığı arazi üzerinde yaptığı etkilerdir. Ekilebilir topraklar ve kimi zaman da yaşlı dünyamızın akciğerleri ormanlarımız su altında kalarak kullanılmaz hâle gelmektedir.
Baraj gölünden temin edilen su ile ekili arazilerin sulanması ürün miktarını artırsa da beraberinde zaman içinde ortaya çıkan önemli bir sorun da getirmektedir. Özellikle kurak iklimlerde tarım alanlarının sulanması, drenaj sisteminin olmaması durumunda, toprağın giderek tuzlulaşıp çoraklaşmasına sebep olmaktadır. Ayrıca bilinçsiz ve aşırı sulama benzer problemler ortaya çıkardığı gibi. fazla su kullanımı aynı nehirden faydalanan komşu ülkeleri rahatsız ettiğinden diplomatik sıkıntılar yaşanmasına sebep olmakladır.
Baraj yapıları menba (nehir akış yönüne göre baraj yukarısı) ve mansap (aşağısı) eko-sistemini tamamen değiştirir. Balıkların tabiî yetişme alanlarını tahrip eder, nehirdeki tabiî geçişlerine engel olur ve bilhassa göçmen balık türlerinin azalmasına hattâ nesillerinin tükenmesine yol açar; meselâ, Çin'de inşa edilen ve dünyada hâlen yürütülen en büyük inşaat olan "Three Georges" barajı 300 balık türünün yarısını etkilemiştir.
Nehirlerin denize döküldüğü yerlerde oluşan deltalar pek çok yaban hayvanının, özellikle kuşların göç alanlarıdır. Nehir sularını dizginleyen barajlar mansap tarafındaki akış rejimini tamamen değiştirdiğinden ve tuzluluk oranını artırdığından bu deltalar tahrip olmakta ve kıyı ekolojisi değişmekte, hattâ bazı hayvan türlerinin yok olmasına sebep olmaktadır.
Büyük barajlar dolaylı olarak çevre ve insan üzerinde bir başka potansiyel tehlikeye de yol açabilmektedirler. Kimi zaman barajlar, balıklar gibi suda yaşayan organizmalarda cıva seviyesinin yükselmesine sebep olmaktadır.
Taşkınlar sırasında toprak ve kayalarda bulunan inorganik cıva suyu karışmakta ve neticede göl tabanında birikmektedir. Burada metilasyon denilen bir süreç sonunda, inorganik cıva, (büyük oranda mikroorganizmalar ile) suda çözünebilen organik metilcıvaya dönüşür. Suda yaşayan canlılar tarafından alınan metilcıva biyolojik canlılar için gayet zehirli bir madde olup, bu maddeyi bünyelerine almış balıkları yiyen insanlar için de ciddi bir sağlık sorunu oluşturmaktadır.
Barajların sebep olduğu bir başka sağlık problemi ise özellikle tropik barajlarda, sinekler için uygun üreme yeri oluşturup sıtma gibi salgın hastalıkların yayılmasına zemin hazırlamalarıdır.
Yukarıda barajların yararlarından bahsederken karbondioksit üretimi açısından temiz enerji kaynağı olduğunu söylemiştik. Ancak özellikle tropik bölgelerdeki geniş yüzey alanlı ve sığ baraj gölleri canlı kütlenin çürümesi sonucu atmosfere önemli miktarda sera gazı (çoğunlukla metan) yayarlar. Sera gazı kirlenmesi olarak bilinen bu olay son yılların Önemli çevre sorunlarından birisi olan küresel ısınmaya yol açmaktadır.
Buraya kadar söylediklerimiz barajların kaçınılmaz ya da gerekli önlem alınmazsa ortaya çıkabilecek bazı çevresel zararlarıdır. Pekâla, bu yapılar sulama ve elektrik ihtiyacımızı kaç yıl karşılayabilirler sizce? 100 yıl? 150 yıl? Maalesef bu kadar yüksek rakamlar yok elimizde. Özellikle baraj gölü çevresi ağaçlandırılarak erozyon kontrolü yapılmadığı durumlarda (Türkiye'de bu konuya gereken önem verilmemektedir) göl tabanında biriken toprak, rezervuarın aktif hacminin azalmasına sebep olmakta ve suyla taşınan malzeme, miktarına bağlı olarak 30-35 yıl içinde baraj, çevresinde piknik yapılan küçük bir göl hâline gelmektedir.
SONUÇ
Gelecek 20 yıl içinde dünya enerji tüketiminin iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir. Bu da bize hidroelektrik enerjinin, önemini kolay kolay yitirmeyeceğini gösterir. Gelişmiş ülkeler, çevre koruma kanunları, kamu baskısı, sahip oldukları teknolojik araçlar ve ekonomik güçleri yardımıyla barajların çevreye verdikleri zararları kısmen de olsa tamir etmeye yönelik projeler uygulamaktadırlar. Ancak gelişmekte olan ve barajlara gelişmiş ülkelerden daha fazla muhtaç olan ülkelerin bu tip projeleri finanse etmesi mümkün gözükmemektedir. Barajların bölge insanı üzerindeki sosyal ve ekonomik etkileri ise, bu yazının hacmini aşan bir konudur. Ancak burada şunu söylemek mümkündür ki, gerekli önlemler alınmadığı takdirde bölgenin sosyoekonomik yapısı da olumsuz yönde etkilene-bilmektedir. Dünyanın artan enerji ihtiyacı, tarım alanlarının ve insanların su ihtiyacı düşünüldüğünde, barajların inşasına karşı çıkmak pek akılcı bir yaklaşım olmayacaktır.
Belki yapılabilecek olan fizibilite (yapılabilirlik) çalışmalarının sadece teknik ve genel ekonomi açısından değil, çevresel, sosyal ve yerel ekonomi bakımından da ele alınmasının zorunlu hâle getirilmesidir. Bir başka deyişle, bir yere baraj yapılıp yapılamayacağına sadece inşaat ve jeoloji mühendislerinin değil, aynı zamanda, biyolog, zoolog, sosyolog ile çevre ve ziraat mühendislerinin yapacağı ortak fizibilite çalışmaları sonucunda karar verilmeli, ayrıca barajların servis ömrü boyunca verecekleri çevresel zararları azaltıcı önlemler alınmalıdır.