KAYNAK: Oya Doğan'ın söyleşisi-Pazar Vatan
Kenan Evren'le gerçekleştireceğimiz röportaj için Marmaris Armutalan'daki evinin yolunu tuttuk. Saat 15:00'teki görüşmemize 14:45'te gittik. Kapının önünde iki güvenlik görevlisi tarafından karşılandık ve bekleme odasına alındık. Evren, öğle uykusundan yeni uyanmıştı. Özel Kalem Müdürü, Fenerbahçe'nin şampiyonluğu kaçırmasının Paşa'yı üzdüğünü anlatıyordu ki bir telefon geldi. Randevu, asker dakikliği ile gerçekleşiyordu. Son derece mütevazi döşenmiş villanın duvarlarında Evren'in portre resimleri ve bir Osmanlı turası asılıydı. "Hoşgeldiniz" dedi Kenan Evren, "biliyorsunuz ben yaşlı bir adamım, 1 saatten fazla sürmesin söyleşimiz.." Nitekim 90 yaşındaydı, elleri titriyordu... "Yaşlandım artık" diye ekledi... Kendine çok iyi baktığı her halinden anlaşılıyordu; hani yediklerine dikkat eden, düzenli öğle uykusuna yatan insanlar gibi... Evren'in salonunda tam koltuğunun yanında ise bir zil vardı. Tedirginliğin zili gibi... Evren'in korumalarına sesini duyurmanın başka bir yolu gibi. Evren'in bir başka ses tonu gibi...
• 1985 sonrası doğanların pek çoğu sizi ressam Kenan Evren olarak tanıyor...
Gençlerin Evren'i bir ressam bir sanatkâr olarak tanıması beni ihya eder. Daha evvel politikayla ilgilendiler, politik oldular, ne hallere düştüler. Sağcıların ve solcuların birbirlerini boğazlamaktan başka yaptıkları bir şey yoktu. Öğrenciler bıçakla, tabancayla derse girerdi. Kızım ODTÜ'de okuyordu, "Baba silahlarını masanın üzerine koyuyorlar" diyordu. Bugün gençlerin bu kadar politik olmamaları daha iyi bence.
• 12 Eylül dönemini anlatan Babam ve Oğlum bu yılın en çok izlenen filmleri arasındaydı, seyrettiniz mi?
Hayır. Zaten 1980'den beri sinemaya gitmiyorum. Ben sinemaya nasıl gidebilirim ki. Ancak televizyonlarda izliyorum.
• Film,11 Eylül'ü 12 Eylül'e bağlayan geceyarısı saat dörtte başlıyor. Hiçbir araç bulamayan bir adam eşini sırtlayarak hastaneye götürmeye çalışırken, eşi sokakta doğurmak zorunda kalıyor ve yaşamını kaybediyor...
12 Eylül'den zarar görmüş, hapse girmiş, işinden atılmış veya işkence görmüş kişilerden çıkmış şeyler bunlar. Ben ne yapayım yani. (Gülüyor) Halkı galeyana getirmek için yapmışlar bu filmi. Öyle şey olur mu? Ambulanslar çalıştı 12 Eylül gecesi. Ben böyle şeyleri hiç kafama takmıyorum. Ama o zamanı yaşamayan nesil bunun tesiri altında kalır.
"12 EYLÜLÜ YAPTIK TU KAKA OLDUK"
• Ama 12 Eylül sorgulanması gereken bir müdahale değil mi?
Sorgulanacak neyi var? Sorgulasınlar. O dönemde polisler birbirine girmişti ve kendi aralarında Pol-Bir ve Pol-Der diye ayrılmışlardı. Hapishaneler yol geçen hanı gibiydi. Her gün 20 - 30 kişi birden kaçıyordu. Meclis çalışmıyordu. Üniversiteler özerkti. Silahlar, çatışmalar vardı. Keşke öyle olaylar olmasaydı ve biz de darbe yapmasaydık. Türkiye'nin o bunalımlı durumdan çıkması için başka çare kalmamıştı. Bana milletvekilleri bile "Eğer müdahale etmezseniz Türkiye elden gidiyor" dedi. Yaptığım konuşmalarda "geliyoruz" diyordum artık. Ama hiçbir şey yapmadılar. Darbe yapmaya mecbur kaldık.
• Yani eğer siz darbe yapmasaydınız, halk devrim yapar mıydı?
Milletvekillerini, gazetecileri, yazarları öldürüyorlardı. Düşünün eski başbakan Nihat Erim'i bile öldürdüler. Cumhurbaşkanı umurlarında bile değildi. Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün önünden makinalı tüfeklerle geçiyorlardı. Sağ da sol da çok kuvvetliydi ve iç savaş çıkardı. Zaten biz devrim yapmalarından korktuğumuz için müdahale ettik. Biz 12 Eylül'ü yaptık. Ortam düzeldi. Sonra tu kaka olduk. (Gülüyor)
"NE YANİ ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ?"
- Bugün demokrasiden bahsediyorsunuz. Her şeyi konuşarak çözebiliriz diyorsunuz. Ancak hâlâ "asmayalım da besleyelim mi" de diyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?
Ben halen öyle düşünüyorum. İdamın kaldırılmasına taraftar değildim. O tarihlerde Türkiye'nin kanunlarında idam cezası var mıydı? Vardı. Sen hakime kanun yapmış vermişsin. O suçlar işlenmişse hakim idam cezasını verir. Öyle kimseler vardı ki, idam kararını verirken elim titremiyordu. Birbirlerinin gözlerini oymuşlar, kulaklarını kesmişler. Bunları yapanlar yakalandı ve idam edildi. Ne yani bu adamları asmayalım da besleyelim mi?
- Abdullah Öcalan?..
Kaç bin kişinin katili Öcalan. O 30 bin kişinin ailesi her gün kahroluyor. Çocuklarının katili asılacağına, özel bir adada, özel bir odada Türk devleti tarafından besleniyor.
Eğer o zaman Öcalan'ı asmış olsalardı bu dert başımızdan gidecekti. Sadece ölüm tarihlerinde anar, kahramanlaştı-rırlardı. Deniz Gezmiş'leri de 6 Mayıslarda anıyorlar. Ansınlar ne olacak ki? Ama Öcalan, avukatları sayesinde direktifler yolluyor ve şu anda örgütü yönetiyor.
"AKP DEMOKRAT PARTİ'NİN HATALARINI YAPIYOR"
- AKP hükümetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demokrat Parti'ye benzetiyorum. 1950'de Demokrat Parti öyle bir çoğunlukla geldi ki Cumhuriyet Halk Partisi mecliste yok oldu. Böyle olunca partilerde korkunç bir özgüven başlıyor; "Her şeyi yapabilirim, yaptıklarımın hepsi doğru, halk beni destekliyor" diye yavaş yavaş hata yapmaya başlıyorlar. Menderes de o hataya düştü. Basınla kavgalı oldu ve en büyük hatasını yaptı. Çünkü basın, tüm kamuya olayları akseden araçtır. AKP de Demokrat Parti'nin hatalarını yapıyor. Muhalefet partisi bir şey mi söyledi, hemen cevabını veriyor, aralarında kavga başlıyor. Bunun Türkiye'ye bir faydası yok.
- Bu kavgalar Türkiye'yi nereye götürür?
Şimdi mecliste iki büyük parti birbiriyle kavga ediyor. Partilerdeki kavga, halk arasında çekişmeye neden oluyor. Dinci-laik, sağcı-solcu, alevi-sünni, Türk-Kürt kavgaları başlıyor. Bunları önlemek AKP'nin görevi. Menderes de böyleydi. Sonra iş tersine döndü. Halk birbirine girdi ve sonunda asker müdahale etti. Aynı hatayı AKP de işliyor. Geçmişten ders almak lazım.
- Bu süreç o günlere mi benziyor?
Benzetmiyorum ama oraya doğru gidebilir. AKP soğukkanlı olmalı. Muhalefet tabii ki icraatları beğenmeyecek. Başbakan cevap veriyor ve bu kavga halka intikal ediyor.
- Bu ülke bundan sonra bir darbe daha görür mü?
Zannetmiyorum. Artık askerden bir şey beklemeyin. Asker bugüne kadar üç defa bu işi yaptı. Sonra asker kaka oldu. Artık sivil toplum örgütleri var. Şimdi onlar birleşip neye müdahale gerekiyorsa etsinler.
"EĞER BÖYLE BİR YETKİLERİ VARSA BENİ DE YARGILASINLAR"
- Ağustos ayında Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün görev süresi bitiyor. Özkök, pasif olmakla eleştiriliyor. Yerine gelecek olan Genelkurmay Başkanı daha sert mi olmalı?
Askeri düzende her şeyin bir kuralı vardır ve Özkök Paşa'nın yerine gelecek kişi Yaşar Büyükanıt Paşa'dır. Hilmi Özkök, dört yıldır fevkalade bir Genelkurmay Başkanı'ydı. Halkımız alışmış, bir terslik olduğu zaman
"Asker müdahale etsin" diyor. Ama demokrasilerde bu yok. Avrupa Birliği'ne gireceğiz ama Avrupa Birliği Türkiye'yi ikaz ediyor ve "Asker size çok müdahale ediyor" diyor. Yani asker bir şeye müdahale etse ortam daha çok gerilir.
- Şili'de Pinochet'ye yargı yolu açıldı. Sizin yargılanmanız söz konusu olabilir mi?
Eğer böyle bir yetkileri varsa yapsınlar. Adana'da da bir savcı beni mahkemeye vermek istedi. Anayasa'da yasak. 12 Eylül'den dolayı haklarında bir dava açılamaz deniliyor. Ondan sonra gelen bütün hükümetler de bunu değiştirmedi. Demek ki uygun bulmadılar. 27 Mayıs müdahalesini yapanları neden yargılamak istemiyorlar. Çünkü o darbe bazılarının işlerine geliyordu. 1961 Anayasası o müdahale sonrası kabul edildi ve o Anayasa Türkiye'yi bu hale soktu.
"CUMHURBAŞKANI OLUNCA PARTİ İÇİNDE DİĞERLERİ KISKANIYOR"
- Cumhurbaşkanlığı görevi için Recep Tayyip Erdoğan doğru bir aday mı?
Doğru veya eğri diye değerlendirmeye gerek yok. Çünkü Cumhurbaşkanını seçecek olan meclistir. Mecliste çoğunluğu olan parti AKP olduğuna göre bu durumda onların istediği biri olacak. İki kere iki dört. Bunun çaresi de bugün için yok. Ne yapmak lazım? Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesi lazım.
- Anayasayı hazırlarken neden bunu gerçekleştirmediniz o halde? Elinizde böyle bir fırsat vardı...
Pişman olduğum hususlardan biri budur. Çok istedim fakat danışma meclisi halkın seçmesini uygun bulmadı. Halkın okuma yazma oranı çok düşüktü ve halka oy konusunda güvenemezdik. "Ya hiç ümit etmediğimiz ve arzulanmayan biri seçilirse ne olacak?" diye düşündük. Mecliste en azından tahsilli milletvekilleri var. Onların arasından birisi çıkarsa daha uygun olur kararına vardık. Onun için, yeni Cumhurbaşkanını da bu meclis de seçeceğine göre, AKP'den biri seçilecek. Ama Başbakan mı olur yoksa meclis başkanı Bülent Arınç mı olur yoksa Ahmet Necdet Sezer örneği gibi dışarıdan, yani partili olmayan biri mi olur bunu bilemiyoruz.
- Bir siyasi parti liderinin Cumhurbaşkanı olmasını doğru buluyor musunuz?
Aslında doğru değil ama bu bir gelenek haline geldi. Mecliste hangi parti çoğunluktaysa onun başkanı Cumhurbaşkanı oluyor. Özal ve Demirel de böyle oldu ve göreceksiniz AKP'de de böyle olacak. Partiyi kuran, emek sarfeden kişi cumhurbaşkanlığına göz dikmiş kişi oluyor. Özal da cumhurbaşkanı olduktan iki sene sonra pişman oldu. Benim söylediğime geldi. Eğer yaşasaydı cumhurbaşkanlığından istifa edip tekrar partinin başına geçecekti. Ne oldu? ANAP dağıldı. Erdoğan da cumhurbaşkanı olursa AKP biter. Çünkü parti başkanı cumhurbaşkanı olunca parti içinde diğerleri kıskanıyor. Cumhurbaşkanının bir fonksiyonu yok. Ben yedi sene çektim ve pişman oldum.
- Cumhurbaşkanı olduğunuza pişman mı oldunuz?
Tabii ki çok pişman oldum. Olmaz mıyım... Çünkü istediğim birçok şeyi yaptıramadım. Meclisten bir şey geliyor ve ben reddediyorum. Gerçi benim kararlarıma çoğunlukla uydular. Ama birkaç tanesine de uymadılar.
- Neydi uymadıkları kararlarınız?
Üniversite öğrencilerinin türbansız olması hususu. Onu getirdiler ben reddettim. Gene aynen geri gönderdiler. Bu sefer Anayasa Mahkemesi'ne gittiler. Anayasa Mahkemesi bunu kabul etti. O zamandan beri öğrenciler türbanla üniversiteye giremez.
- Türban konusuna girmişken, Çankaya Köşkü'nde türbanlı bir eş olabilir mi?
Cumhurbaşkanlığı göreviyle eşinin bir ilgisi yok. Eşi olmadan da olabilirdi. Benim eşim yoktu. Ama görevimi yapabildim. Fonksiyonu yok ki... Sadece davetlere girip çıkacak. Hükümet işlerine karışması mümkün değil. Anayasa, türbanı sadece üniversitelere yasakladı.
"İZZETİ NEFSİME DOKUNUYOR",
Ben AB'ye bizi alacaklarına inanmıyorum. Ama Türkiye'nin AB içinde olması lazım. Bizi oyalıyorlar. Benim izzeti nefsime dokunuyor. (Gözleri doluyor) Şamar oğlanı gibi "bunu da yapın, şunu da yapın" diyorlar. Türk milleti buna layık değil. Biz öyle diğer milletler gibi değiliz. Siz kimsiniz? 6-7 milyonluk ülkeler bize akıl veriyorlar ve ben tahammül edemiyorum. Avrupa'da yaşayan Türkler bizi kötü tanıttı. O demokratik hareketleri biz yapmalıyız. Ama onlar bizi ikaz etmeden yapmalıyız.
Kenan Evren'le gerçekleştireceğimiz röportaj için Marmaris Armutalan'daki evinin yolunu tuttuk. Saat 15:00'teki görüşmemize 14:45'te gittik. Kapının önünde iki güvenlik görevlisi tarafından karşılandık ve bekleme odasına alındık. Evren, öğle uykusundan yeni uyanmıştı. Özel Kalem Müdürü, Fenerbahçe'nin şampiyonluğu kaçırmasının Paşa'yı üzdüğünü anlatıyordu ki bir telefon geldi. Randevu, asker dakikliği ile gerçekleşiyordu. Son derece mütevazi döşenmiş villanın duvarlarında Evren'in portre resimleri ve bir Osmanlı turası asılıydı. "Hoşgeldiniz" dedi Kenan Evren, "biliyorsunuz ben yaşlı bir adamım, 1 saatten fazla sürmesin söyleşimiz.." Nitekim 90 yaşındaydı, elleri titriyordu... "Yaşlandım artık" diye ekledi... Kendine çok iyi baktığı her halinden anlaşılıyordu; hani yediklerine dikkat eden, düzenli öğle uykusuna yatan insanlar gibi... Evren'in salonunda tam koltuğunun yanında ise bir zil vardı. Tedirginliğin zili gibi... Evren'in korumalarına sesini duyurmanın başka bir yolu gibi. Evren'in bir başka ses tonu gibi...
• 1985 sonrası doğanların pek çoğu sizi ressam Kenan Evren olarak tanıyor...
Gençlerin Evren'i bir ressam bir sanatkâr olarak tanıması beni ihya eder. Daha evvel politikayla ilgilendiler, politik oldular, ne hallere düştüler. Sağcıların ve solcuların birbirlerini boğazlamaktan başka yaptıkları bir şey yoktu. Öğrenciler bıçakla, tabancayla derse girerdi. Kızım ODTÜ'de okuyordu, "Baba silahlarını masanın üzerine koyuyorlar" diyordu. Bugün gençlerin bu kadar politik olmamaları daha iyi bence.
• 12 Eylül dönemini anlatan Babam ve Oğlum bu yılın en çok izlenen filmleri arasındaydı, seyrettiniz mi?
Hayır. Zaten 1980'den beri sinemaya gitmiyorum. Ben sinemaya nasıl gidebilirim ki. Ancak televizyonlarda izliyorum.
• Film,11 Eylül'ü 12 Eylül'e bağlayan geceyarısı saat dörtte başlıyor. Hiçbir araç bulamayan bir adam eşini sırtlayarak hastaneye götürmeye çalışırken, eşi sokakta doğurmak zorunda kalıyor ve yaşamını kaybediyor...
12 Eylül'den zarar görmüş, hapse girmiş, işinden atılmış veya işkence görmüş kişilerden çıkmış şeyler bunlar. Ben ne yapayım yani. (Gülüyor) Halkı galeyana getirmek için yapmışlar bu filmi. Öyle şey olur mu? Ambulanslar çalıştı 12 Eylül gecesi. Ben böyle şeyleri hiç kafama takmıyorum. Ama o zamanı yaşamayan nesil bunun tesiri altında kalır.
"12 EYLÜLÜ YAPTIK TU KAKA OLDUK"
• Ama 12 Eylül sorgulanması gereken bir müdahale değil mi?
Sorgulanacak neyi var? Sorgulasınlar. O dönemde polisler birbirine girmişti ve kendi aralarında Pol-Bir ve Pol-Der diye ayrılmışlardı. Hapishaneler yol geçen hanı gibiydi. Her gün 20 - 30 kişi birden kaçıyordu. Meclis çalışmıyordu. Üniversiteler özerkti. Silahlar, çatışmalar vardı. Keşke öyle olaylar olmasaydı ve biz de darbe yapmasaydık. Türkiye'nin o bunalımlı durumdan çıkması için başka çare kalmamıştı. Bana milletvekilleri bile "Eğer müdahale etmezseniz Türkiye elden gidiyor" dedi. Yaptığım konuşmalarda "geliyoruz" diyordum artık. Ama hiçbir şey yapmadılar. Darbe yapmaya mecbur kaldık.
• Yani eğer siz darbe yapmasaydınız, halk devrim yapar mıydı?
Milletvekillerini, gazetecileri, yazarları öldürüyorlardı. Düşünün eski başbakan Nihat Erim'i bile öldürdüler. Cumhurbaşkanı umurlarında bile değildi. Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün önünden makinalı tüfeklerle geçiyorlardı. Sağ da sol da çok kuvvetliydi ve iç savaş çıkardı. Zaten biz devrim yapmalarından korktuğumuz için müdahale ettik. Biz 12 Eylül'ü yaptık. Ortam düzeldi. Sonra tu kaka olduk. (Gülüyor)
"NE YANİ ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ?"
- Bugün demokrasiden bahsediyorsunuz. Her şeyi konuşarak çözebiliriz diyorsunuz. Ancak hâlâ "asmayalım da besleyelim mi" de diyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?
Ben halen öyle düşünüyorum. İdamın kaldırılmasına taraftar değildim. O tarihlerde Türkiye'nin kanunlarında idam cezası var mıydı? Vardı. Sen hakime kanun yapmış vermişsin. O suçlar işlenmişse hakim idam cezasını verir. Öyle kimseler vardı ki, idam kararını verirken elim titremiyordu. Birbirlerinin gözlerini oymuşlar, kulaklarını kesmişler. Bunları yapanlar yakalandı ve idam edildi. Ne yani bu adamları asmayalım da besleyelim mi?
- Abdullah Öcalan?..
Kaç bin kişinin katili Öcalan. O 30 bin kişinin ailesi her gün kahroluyor. Çocuklarının katili asılacağına, özel bir adada, özel bir odada Türk devleti tarafından besleniyor.
Eğer o zaman Öcalan'ı asmış olsalardı bu dert başımızdan gidecekti. Sadece ölüm tarihlerinde anar, kahramanlaştı-rırlardı. Deniz Gezmiş'leri de 6 Mayıslarda anıyorlar. Ansınlar ne olacak ki? Ama Öcalan, avukatları sayesinde direktifler yolluyor ve şu anda örgütü yönetiyor.
"AKP DEMOKRAT PARTİ'NİN HATALARINI YAPIYOR"
- AKP hükümetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demokrat Parti'ye benzetiyorum. 1950'de Demokrat Parti öyle bir çoğunlukla geldi ki Cumhuriyet Halk Partisi mecliste yok oldu. Böyle olunca partilerde korkunç bir özgüven başlıyor; "Her şeyi yapabilirim, yaptıklarımın hepsi doğru, halk beni destekliyor" diye yavaş yavaş hata yapmaya başlıyorlar. Menderes de o hataya düştü. Basınla kavgalı oldu ve en büyük hatasını yaptı. Çünkü basın, tüm kamuya olayları akseden araçtır. AKP de Demokrat Parti'nin hatalarını yapıyor. Muhalefet partisi bir şey mi söyledi, hemen cevabını veriyor, aralarında kavga başlıyor. Bunun Türkiye'ye bir faydası yok.
- Bu kavgalar Türkiye'yi nereye götürür?
Şimdi mecliste iki büyük parti birbiriyle kavga ediyor. Partilerdeki kavga, halk arasında çekişmeye neden oluyor. Dinci-laik, sağcı-solcu, alevi-sünni, Türk-Kürt kavgaları başlıyor. Bunları önlemek AKP'nin görevi. Menderes de böyleydi. Sonra iş tersine döndü. Halk birbirine girdi ve sonunda asker müdahale etti. Aynı hatayı AKP de işliyor. Geçmişten ders almak lazım.
- Bu süreç o günlere mi benziyor?
Benzetmiyorum ama oraya doğru gidebilir. AKP soğukkanlı olmalı. Muhalefet tabii ki icraatları beğenmeyecek. Başbakan cevap veriyor ve bu kavga halka intikal ediyor.
- Bu ülke bundan sonra bir darbe daha görür mü?
Zannetmiyorum. Artık askerden bir şey beklemeyin. Asker bugüne kadar üç defa bu işi yaptı. Sonra asker kaka oldu. Artık sivil toplum örgütleri var. Şimdi onlar birleşip neye müdahale gerekiyorsa etsinler.
"EĞER BÖYLE BİR YETKİLERİ VARSA BENİ DE YARGILASINLAR"
- Ağustos ayında Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün görev süresi bitiyor. Özkök, pasif olmakla eleştiriliyor. Yerine gelecek olan Genelkurmay Başkanı daha sert mi olmalı?
Askeri düzende her şeyin bir kuralı vardır ve Özkök Paşa'nın yerine gelecek kişi Yaşar Büyükanıt Paşa'dır. Hilmi Özkök, dört yıldır fevkalade bir Genelkurmay Başkanı'ydı. Halkımız alışmış, bir terslik olduğu zaman
"Asker müdahale etsin" diyor. Ama demokrasilerde bu yok. Avrupa Birliği'ne gireceğiz ama Avrupa Birliği Türkiye'yi ikaz ediyor ve "Asker size çok müdahale ediyor" diyor. Yani asker bir şeye müdahale etse ortam daha çok gerilir.
- Şili'de Pinochet'ye yargı yolu açıldı. Sizin yargılanmanız söz konusu olabilir mi?
Eğer böyle bir yetkileri varsa yapsınlar. Adana'da da bir savcı beni mahkemeye vermek istedi. Anayasa'da yasak. 12 Eylül'den dolayı haklarında bir dava açılamaz deniliyor. Ondan sonra gelen bütün hükümetler de bunu değiştirmedi. Demek ki uygun bulmadılar. 27 Mayıs müdahalesini yapanları neden yargılamak istemiyorlar. Çünkü o darbe bazılarının işlerine geliyordu. 1961 Anayasası o müdahale sonrası kabul edildi ve o Anayasa Türkiye'yi bu hale soktu.
"CUMHURBAŞKANI OLUNCA PARTİ İÇİNDE DİĞERLERİ KISKANIYOR"
- Cumhurbaşkanlığı görevi için Recep Tayyip Erdoğan doğru bir aday mı?
Doğru veya eğri diye değerlendirmeye gerek yok. Çünkü Cumhurbaşkanını seçecek olan meclistir. Mecliste çoğunluğu olan parti AKP olduğuna göre bu durumda onların istediği biri olacak. İki kere iki dört. Bunun çaresi de bugün için yok. Ne yapmak lazım? Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesi lazım.
- Anayasayı hazırlarken neden bunu gerçekleştirmediniz o halde? Elinizde böyle bir fırsat vardı...
Pişman olduğum hususlardan biri budur. Çok istedim fakat danışma meclisi halkın seçmesini uygun bulmadı. Halkın okuma yazma oranı çok düşüktü ve halka oy konusunda güvenemezdik. "Ya hiç ümit etmediğimiz ve arzulanmayan biri seçilirse ne olacak?" diye düşündük. Mecliste en azından tahsilli milletvekilleri var. Onların arasından birisi çıkarsa daha uygun olur kararına vardık. Onun için, yeni Cumhurbaşkanını da bu meclis de seçeceğine göre, AKP'den biri seçilecek. Ama Başbakan mı olur yoksa meclis başkanı Bülent Arınç mı olur yoksa Ahmet Necdet Sezer örneği gibi dışarıdan, yani partili olmayan biri mi olur bunu bilemiyoruz.
- Bir siyasi parti liderinin Cumhurbaşkanı olmasını doğru buluyor musunuz?
Aslında doğru değil ama bu bir gelenek haline geldi. Mecliste hangi parti çoğunluktaysa onun başkanı Cumhurbaşkanı oluyor. Özal ve Demirel de böyle oldu ve göreceksiniz AKP'de de böyle olacak. Partiyi kuran, emek sarfeden kişi cumhurbaşkanlığına göz dikmiş kişi oluyor. Özal da cumhurbaşkanı olduktan iki sene sonra pişman oldu. Benim söylediğime geldi. Eğer yaşasaydı cumhurbaşkanlığından istifa edip tekrar partinin başına geçecekti. Ne oldu? ANAP dağıldı. Erdoğan da cumhurbaşkanı olursa AKP biter. Çünkü parti başkanı cumhurbaşkanı olunca parti içinde diğerleri kıskanıyor. Cumhurbaşkanının bir fonksiyonu yok. Ben yedi sene çektim ve pişman oldum.
- Cumhurbaşkanı olduğunuza pişman mı oldunuz?
Tabii ki çok pişman oldum. Olmaz mıyım... Çünkü istediğim birçok şeyi yaptıramadım. Meclisten bir şey geliyor ve ben reddediyorum. Gerçi benim kararlarıma çoğunlukla uydular. Ama birkaç tanesine de uymadılar.
- Neydi uymadıkları kararlarınız?
Üniversite öğrencilerinin türbansız olması hususu. Onu getirdiler ben reddettim. Gene aynen geri gönderdiler. Bu sefer Anayasa Mahkemesi'ne gittiler. Anayasa Mahkemesi bunu kabul etti. O zamandan beri öğrenciler türbanla üniversiteye giremez.
- Türban konusuna girmişken, Çankaya Köşkü'nde türbanlı bir eş olabilir mi?
Cumhurbaşkanlığı göreviyle eşinin bir ilgisi yok. Eşi olmadan da olabilirdi. Benim eşim yoktu. Ama görevimi yapabildim. Fonksiyonu yok ki... Sadece davetlere girip çıkacak. Hükümet işlerine karışması mümkün değil. Anayasa, türbanı sadece üniversitelere yasakladı.
"İZZETİ NEFSİME DOKUNUYOR",
Ben AB'ye bizi alacaklarına inanmıyorum. Ama Türkiye'nin AB içinde olması lazım. Bizi oyalıyorlar. Benim izzeti nefsime dokunuyor. (Gözleri doluyor) Şamar oğlanı gibi "bunu da yapın, şunu da yapın" diyorlar. Türk milleti buna layık değil. Biz öyle diğer milletler gibi değiliz. Siz kimsiniz? 6-7 milyonluk ülkeler bize akıl veriyorlar ve ben tahammül edemiyorum. Avrupa'da yaşayan Türkler bizi kötü tanıttı. O demokratik hareketleri biz yapmalıyız. Ama onlar bizi ikaz etmeden yapmalıyız.