Kaybetmeyi, acı çekmeyi yaşamın gerçeği sayar, hatta gerekli görürüz. Sonra da ‘zendagi migzara’ deriz: Hayat devam ediyor." –Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı
Tam da böyle bir şey düşünüyordum...
Tam da suçluluğun, kendini suçlamanın insanı ne kadar yorduğunu ve başkalarının bize haksızlık ettiğini düşündüğümüz zamanlarda aslında kendimize ne kadar haksızlık ettiğimizi anlamadığımızı düşünüyordum.
Kendimizi suçlayarak kalbimizi ne kadar üzdüğümüzü düşünüyordum...
Tam da böyle bir şey yazacaktım...
Bir okuyucumdan şöyle bir mail aldım:
“Saat sabahın altısı. Şu an içimdekileri dökmeye kalksam öyle bir öfke ve acı çıkar ki, tarifi imkansız. Hayatımda kimseye harcamayacağım emeği bu güne kadar tek kişiye verdim (Bravo!) ve onun yaptığı çocuk yaşta bir kızı bana tercih etmek oldu. Bu bende öyle bir iz bıraktı ki son bilmem kaç haftadır ne yiyorum, neye gülüyorum, neyi istiyorum, neyi sevebilirim hiç bilmiyorum.
Hissettiğim tek duygu, pişmanlık kendi adıma. En acısı da bu kadar güzel şey yaptığın adamın senin öfkene susmak ve haklı olduğunu söylemek yerine, aynı öfkeyle bir hiçmişçesine davranması ve bütün o yıllarının, o güzel anılarının çöpe gitmesi. Dünyadaki çok büyük insanları bile en minik yapan tek şey vardır kendimce: Vicdansızlık. Ve beni de en tiksindiren şey de işte o aynı sebep. İnsan kullanmak. Fiziken. Tenine dokunmak. Ona sarılıp uyumak. Öpmek. Bu bir kadını sarsabilir pekâla. Beni sarstı. Maneviyat kısmı ise kavgada söylenmez. Senin bir bardak suyunu içmiş olması bile yeterli. Belki de en zor durumlarında desteği olmak. Ama sonucunda... Hani sen adamsın ve dürüstsün ya, “Hadi ben seni sevmiyorum, onu seviyorum" gibi mikro beyin kokan oyunlarıyla gitmesi.
O kadar tuhaf ki neyi sindirebileceğimi bilmiyorum. Kullanılmış olmayı mı? Beni sevmeyen bir adamın belki de defalarca tenime dokunmuş olmasını mı? Gururumu yok saymış olmamı mı? Neyi? Unut diyorlar, arkana bile bakma... Tabii unutacağım. Ardıma baktığımda ise belki bu nokta kalacak. Ama hayatıma aşk anlamında bir virgül olmayacak. Niye? Onun yüzünden değil, onun 3 kuruşluk kişiliğini göremeyecek kadar kör olan gözlerim, uyarıları duymayacak kadar sağır kulaklarım, sanırsın ki sevgi kelebeği olan ruhum yüzünden. Kendi yüzümden. Kendime söylediğim yalanlar yüzünden. Ve karşımdakini bulunmaz hint kumaşı seviyesine taşıyıp, aslında toz bezi olduğunu kabullenmemem yüzünden.
Sevilmediğini kabullenmek değil sorunum, sevilmeyip de bu kadar kör olup seviliyorum sanmak. Bilmiyorum. Sadece o ruhumu yitirdim sanırım artık. Bu sefer yitirdiğimi herkes görüyor ve susuyor. Ben de gülümsemeye devam ediyorum.”
Başınıza ne geldiğinin hiç önemi yok.
Biri karşınıza çıkmış, kalbinizi kırmış, sizi kullanmış, sizi aldatmış, başkasına gitmiş, durduk yere terk etmiş olabilir.
Biri sizi duygusal olarak harcamış olabilir...
Aşkınızdan gözünüz kör olmuş, karşınızdakinin size neler yaptığını, ne mal olduğunu, asıl niyetini görmeniz imkansızlaşmış olabilir.
Olabilir...
Ne demiştim ben?
“Söz konusu aşksa her kadın biraz salaktır.”
Başınıza gelen kötü şeyleri kabullenin.
Ve ne karşınızdakini suçlayın ne de kendinizi.
Herkesin kendine göre nedenleri var hayatta.
İnsan en kolay kendini en çok seveni terk ediyor.
İnsan en kolay sevgisinden emin olduklarına ihanet ediyor.
Ben bu oyunu döndürebilirdim, keşke duygularıma teslim olmasaydım triplerine girmeyin.
Her şeyin bir kaderi var.
Her insanın kaderini, başına gelen o şeylerin minik kaderleri toplanarak bütünlüyor.
Kaderi zorlamayın.
Birileri bizi kıracak, dökecek, parçalayacak elbette.
Kırılan şey sadece parçalanmaz, parçalar da elbette...
Ama bugün konumuz karşı tarafın eline eninde sonunda batacak olan kırıklarınız değil.
Bugün konumuz, kendi elinizle, sözlerinizle, suçluluk duygunuzla parçaladığınız, kırdığınız kalbiniz.
Kendinizi suçlayarak, karşınızdakinin kırdığından çok parçalıyorsunuz.
Kırdığınız kalbinizin parçaları vücudunuzda gezinip beyninize batıyor, düşüncelerinizi kuşatıp geleceğinizi mahvediyor.
Buna bir son verin.
Kendinizi affedin.
Hala kırılabilecek bir kalbinizin olması bile şans...
Kalbinizi sevin.
Onu kırıklarıyla sevin.
Bir şeyi sevdiğiniz, düşünmeden sevdiğiniz için kendinizi affedin.
Hatalarınız için kendinizi affedin.
Salak yerine koyulmanıza müsaade ettiğiniz için kendinizi affedin.
Ve şükredin.
Hissedebiliyorsanız hala insansınız demektir.
Beyninizin sesini susturabilecek, mantığınızı devre dışı bırakabilecek kadar güçlü duygularınız var demektir.
Birini çok sevmeyi becerebilecek kadar insansınız hem de!
Beş yıldızlı bir insansınız.
Karşılığını bulursunuz ya da bulamazsınız...
Siz severek doğru olanı yaptınız.
Ne yaparsanız yapın, nasıl davranırsanız davranın, başınıza gelecekleri değiştiremeyecektiniz.
Eninde sonunda yaşanacaktı o.
Siz zaman zaman sabrederek, birkaç güzel gün daha geçirdiniz.
Ve belki de birkaç üzgün gün daha...
Ama en önemlisi, dolu bir kalple geçirdiniz o günleri.
İnsanı ne hayatta tutar bilmem ama, boş bir kalp sonunu hazırlar.
Dolayısıyla kızmayın kendinize.
En azından bir şey yaptınız: Denediniz.
Mal gibi oturup hayatınızın adamını/kadınını beklemediniz.
Çaba sarf ettiniz.
Elinizden geleni yaptınız.
Pes etmediniz...
Ve kaybettiniz.
Hep de kazanacak değilsiniz ya?
Mesele çaba sarf etmek...
Kazanmak değil.
Gün gelir, kazanırsınız da...
Kaybetmeyi öğrendikten sonra, kazanmak her şeyden tatlı gelir.
Kazandığınızın kıymetini daha iyi öğretir o kayıplar size...
Kayıplarınıza şükredin.
Hayatınıza giren ve size en büyük kötülükleri etmiş, özellikle bile isteye etmiş, o rezil insanları da affedin.
İnşallah onlar ölecek, siz sonsuza dek yaşayacaksınız.
Çünkü ne var biliyor musunuz?
Nefes aldığımız sürece maç bitmez...
Ve kimin kaybettiği, hayatın son günü gelmeden öğrenilmez.
Hayata inanın biraz...
Ve devam edin...
Aramaya, inanmaya, sevmeye...
Hıyar gibi elinizde ne varsa karşınızdakine vermeyin elbette.
Ben size sevin diyorum, salak olun demiyorum.
Bir kez daha tekrar ediyorum:
ALMADIĞINIZ ŞEYİ VERMEYİN, VERDİĞİNİZ ŞEYİN KARŞILIĞINI BEKLEMEYİN!
Kural bu kadar basit.
Şimdi pofuduk kalbinizle, gidin ve dolu dolu yaşamaya devam edin.
Kendinizi suçlayarak kaderi değiştirmezsiniz.
Ve hayır, öyle yapmasaydınız da farklı olmayacaktı.
Ve evet, sevdiğiniz gün, yaşadığınız ilişki, sahte bile olsa mutluluk, yanınıza kar.
Sonu kötü de olsa yaşanmış olması, hiç yaşanmamış olmasından daha iyidir.
Aklınızda duracağına cebinizde dursun.
Birkaç saat delirip devrilmeye, kalkıp eskisinden kuvvetli devam etmeye.
Arzum Uzun
Tam da böyle bir şey düşünüyordum...
Tam da suçluluğun, kendini suçlamanın insanı ne kadar yorduğunu ve başkalarının bize haksızlık ettiğini düşündüğümüz zamanlarda aslında kendimize ne kadar haksızlık ettiğimizi anlamadığımızı düşünüyordum.
Kendimizi suçlayarak kalbimizi ne kadar üzdüğümüzü düşünüyordum...
Tam da böyle bir şey yazacaktım...
Bir okuyucumdan şöyle bir mail aldım:
“Saat sabahın altısı. Şu an içimdekileri dökmeye kalksam öyle bir öfke ve acı çıkar ki, tarifi imkansız. Hayatımda kimseye harcamayacağım emeği bu güne kadar tek kişiye verdim (Bravo!) ve onun yaptığı çocuk yaşta bir kızı bana tercih etmek oldu. Bu bende öyle bir iz bıraktı ki son bilmem kaç haftadır ne yiyorum, neye gülüyorum, neyi istiyorum, neyi sevebilirim hiç bilmiyorum.
Hissettiğim tek duygu, pişmanlık kendi adıma. En acısı da bu kadar güzel şey yaptığın adamın senin öfkene susmak ve haklı olduğunu söylemek yerine, aynı öfkeyle bir hiçmişçesine davranması ve bütün o yıllarının, o güzel anılarının çöpe gitmesi. Dünyadaki çok büyük insanları bile en minik yapan tek şey vardır kendimce: Vicdansızlık. Ve beni de en tiksindiren şey de işte o aynı sebep. İnsan kullanmak. Fiziken. Tenine dokunmak. Ona sarılıp uyumak. Öpmek. Bu bir kadını sarsabilir pekâla. Beni sarstı. Maneviyat kısmı ise kavgada söylenmez. Senin bir bardak suyunu içmiş olması bile yeterli. Belki de en zor durumlarında desteği olmak. Ama sonucunda... Hani sen adamsın ve dürüstsün ya, “Hadi ben seni sevmiyorum, onu seviyorum" gibi mikro beyin kokan oyunlarıyla gitmesi.
O kadar tuhaf ki neyi sindirebileceğimi bilmiyorum. Kullanılmış olmayı mı? Beni sevmeyen bir adamın belki de defalarca tenime dokunmuş olmasını mı? Gururumu yok saymış olmamı mı? Neyi? Unut diyorlar, arkana bile bakma... Tabii unutacağım. Ardıma baktığımda ise belki bu nokta kalacak. Ama hayatıma aşk anlamında bir virgül olmayacak. Niye? Onun yüzünden değil, onun 3 kuruşluk kişiliğini göremeyecek kadar kör olan gözlerim, uyarıları duymayacak kadar sağır kulaklarım, sanırsın ki sevgi kelebeği olan ruhum yüzünden. Kendi yüzümden. Kendime söylediğim yalanlar yüzünden. Ve karşımdakini bulunmaz hint kumaşı seviyesine taşıyıp, aslında toz bezi olduğunu kabullenmemem yüzünden.
Sevilmediğini kabullenmek değil sorunum, sevilmeyip de bu kadar kör olup seviliyorum sanmak. Bilmiyorum. Sadece o ruhumu yitirdim sanırım artık. Bu sefer yitirdiğimi herkes görüyor ve susuyor. Ben de gülümsemeye devam ediyorum.”
Başınıza ne geldiğinin hiç önemi yok.
Biri karşınıza çıkmış, kalbinizi kırmış, sizi kullanmış, sizi aldatmış, başkasına gitmiş, durduk yere terk etmiş olabilir.
Biri sizi duygusal olarak harcamış olabilir...
Aşkınızdan gözünüz kör olmuş, karşınızdakinin size neler yaptığını, ne mal olduğunu, asıl niyetini görmeniz imkansızlaşmış olabilir.
Olabilir...
Ne demiştim ben?
“Söz konusu aşksa her kadın biraz salaktır.”
Başınıza gelen kötü şeyleri kabullenin.
Ve ne karşınızdakini suçlayın ne de kendinizi.
Herkesin kendine göre nedenleri var hayatta.
İnsan en kolay kendini en çok seveni terk ediyor.
İnsan en kolay sevgisinden emin olduklarına ihanet ediyor.
Ben bu oyunu döndürebilirdim, keşke duygularıma teslim olmasaydım triplerine girmeyin.
Her şeyin bir kaderi var.
Her insanın kaderini, başına gelen o şeylerin minik kaderleri toplanarak bütünlüyor.
Kaderi zorlamayın.
Birileri bizi kıracak, dökecek, parçalayacak elbette.
Kırılan şey sadece parçalanmaz, parçalar da elbette...
Ama bugün konumuz karşı tarafın eline eninde sonunda batacak olan kırıklarınız değil.
Bugün konumuz, kendi elinizle, sözlerinizle, suçluluk duygunuzla parçaladığınız, kırdığınız kalbiniz.
Kendinizi suçlayarak, karşınızdakinin kırdığından çok parçalıyorsunuz.
Kırdığınız kalbinizin parçaları vücudunuzda gezinip beyninize batıyor, düşüncelerinizi kuşatıp geleceğinizi mahvediyor.
Buna bir son verin.
Kendinizi affedin.
Hala kırılabilecek bir kalbinizin olması bile şans...
Kalbinizi sevin.
Onu kırıklarıyla sevin.
Bir şeyi sevdiğiniz, düşünmeden sevdiğiniz için kendinizi affedin.
Hatalarınız için kendinizi affedin.
Salak yerine koyulmanıza müsaade ettiğiniz için kendinizi affedin.
Ve şükredin.
Hissedebiliyorsanız hala insansınız demektir.
Beyninizin sesini susturabilecek, mantığınızı devre dışı bırakabilecek kadar güçlü duygularınız var demektir.
Birini çok sevmeyi becerebilecek kadar insansınız hem de!
Beş yıldızlı bir insansınız.
Karşılığını bulursunuz ya da bulamazsınız...
Siz severek doğru olanı yaptınız.
Ne yaparsanız yapın, nasıl davranırsanız davranın, başınıza gelecekleri değiştiremeyecektiniz.
Eninde sonunda yaşanacaktı o.
Siz zaman zaman sabrederek, birkaç güzel gün daha geçirdiniz.
Ve belki de birkaç üzgün gün daha...
Ama en önemlisi, dolu bir kalple geçirdiniz o günleri.
İnsanı ne hayatta tutar bilmem ama, boş bir kalp sonunu hazırlar.
Dolayısıyla kızmayın kendinize.
En azından bir şey yaptınız: Denediniz.
Mal gibi oturup hayatınızın adamını/kadınını beklemediniz.
Çaba sarf ettiniz.
Elinizden geleni yaptınız.
Pes etmediniz...
Ve kaybettiniz.
Hep de kazanacak değilsiniz ya?
Mesele çaba sarf etmek...
Kazanmak değil.
Gün gelir, kazanırsınız da...
Kaybetmeyi öğrendikten sonra, kazanmak her şeyden tatlı gelir.
Kazandığınızın kıymetini daha iyi öğretir o kayıplar size...
Kayıplarınıza şükredin.
Hayatınıza giren ve size en büyük kötülükleri etmiş, özellikle bile isteye etmiş, o rezil insanları da affedin.
İnşallah onlar ölecek, siz sonsuza dek yaşayacaksınız.
Çünkü ne var biliyor musunuz?
Nefes aldığımız sürece maç bitmez...
Ve kimin kaybettiği, hayatın son günü gelmeden öğrenilmez.
Hayata inanın biraz...
Ve devam edin...
Aramaya, inanmaya, sevmeye...
Hıyar gibi elinizde ne varsa karşınızdakine vermeyin elbette.
Ben size sevin diyorum, salak olun demiyorum.
Bir kez daha tekrar ediyorum:
ALMADIĞINIZ ŞEYİ VERMEYİN, VERDİĞİNİZ ŞEYİN KARŞILIĞINI BEKLEMEYİN!
Kural bu kadar basit.
Şimdi pofuduk kalbinizle, gidin ve dolu dolu yaşamaya devam edin.
Kendinizi suçlayarak kaderi değiştirmezsiniz.
Ve hayır, öyle yapmasaydınız da farklı olmayacaktı.
Ve evet, sevdiğiniz gün, yaşadığınız ilişki, sahte bile olsa mutluluk, yanınıza kar.
Sonu kötü de olsa yaşanmış olması, hiç yaşanmamış olmasından daha iyidir.
Aklınızda duracağına cebinizde dursun.
Birkaç saat delirip devrilmeye, kalkıp eskisinden kuvvetli devam etmeye.
Arzum Uzun