• ÇTL sistemimiz sıfırlandı ve olumlu değişiklikler yapıldı. Detaylar için: TIKLA

Kıbrıs Sorunu

wien06

V.I.P
V.I.P
Kıbrıs Adası'nın Kısa Tarihi

Kıbrıs, konumu itibariyle tarih boyunca pek çok imparatorluğun kontrolü altına girmiş bir Doğu Akdeniz adasıdır. M.Ö 1400'lü yıllardan itibaren, Hititler, Mısırlılar, Asurlular ve Persler gibi pek çok toplum tarafından yönetilmiş, M.Ö 58 yılında ise Roma İmparatorluğu tarafından alınmıştır. Ada, M.S 395 yılında ikiye ayrılan Roma İmparatorluğu'nun Bizans İmparatorluğu olarak adlandırılan kısmında kalmış, 649 yılında ise İslam Devleti'nin Şam valisi olan Muaviye tarafından ele geçirilmiştir. 300 yıl süren İslam hâkimiyeti döneminde Kıbrıs'ın Ortodoks yapısı bir nebze de olsa değişmiş, İslam toplumu adaya yerleşmiş ve adada pek çok eser bırakmıştır. Ancak 964 yılında Bizans İmparatorluğu tekrar Kıbrıs'ı ele geçirerek yaklaşık 240 sene sürecek olan ikinci hakimiyet dönemini başlatmıştır. 1191 yılında 3. Haçlı Seferi esnasında Avrupalı Hristiyanlar adayı Bizans'tan almıştır. Bu tarihten sonra Kıbrıs adasında uzun yıllar Avrupalılar hüküm sürmüştür.

16. yy.'a gelindiğinde ise, Osmanlı İmparatorluğu ada üzerinde hakimiyet kurmaya başlamış, 1517 yılından itibaren Türkler adada fiili bir hakimiyet kurmuşlardır. 1571 yılında ise II. Selim Kıbrıs'a akın düzenlemiş, Limasol, Girne ve Lefkoşe'den başlayarak adayı Osmanlı sınırlarına dahil etmiştir. 307 yıl boyunca Kıbrıs, tarihinin en huzurlu yıllarını yaşamıştır. 93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 Rus Savaşı patlak verdiğinde ise adanın kaderi bir kez daha değişmiştir. Osmanlı'nın Rusya ile uğraşmasını fırsat bilen ve hem Doğu Akdeniz'deki gücünü sağlamlaştırmayı hem de Rusların sıcak denizlere inmesini engellemeyi hedefleyen İngiltere, Osmanlı'ya baskı kurarak adanın yönetimini ele geçirmiştir. Geçici bir süre için ve senelik yüz bin altın kira karşılığında adanın yönetimi İngiltere'ye devredilmiş ancak mülkiyet hakları korunmuştur. Ancak uzun yıllar sonra çıkan Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması İngiltere'nin planlarını gerçekleştirmesine yardımcı olmuş, savaş sırasında ada İngiltere tarafından ilhak edilmiştir. Bu tarihten sonra ise adanın bizim az çok bildiğimiz yakın tarihi başlar; 1960 yılında iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur, 1974'te Türkiye'nin müdahalesi ile ada ikiye bölünür ve 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti kurulur.

Kıbrıs'ın Stratejik Önemi

Akdeniz'in Sicilya ve Sardunya adalarından sonra en büyük üçüncü adası olan Kıbrıs 9,251.50 km2 büyüklüğündedir. Ada Türkiye'ye 65 km uzaklıkta yer almaktadır. Kıbrıs'ın Suriye'ye olan uzaklığı 100km, Mısır'a olan uzaklığı 420km ve yıllardır ada üzerinde hak iddia eden Yunanistan'a uzaklığı ise tam 1100km'dir. Kıbrıs, Doğu Akdeniz ticaret yollarının tamamına hakim konumuyla deniz ticareti için olmazsa olmaz bir duraktır.

Son dönemlerde yapılan araştırmalar sonucunda ada ve etrafında bol miktarda petrol yataklarının olduğu tespit edilmiş, hatta bu petrollerin aranması ve kullanımıyla ilgili Türk ve Yunan tarafları arasında birtakım gerginlikler yaşanmıştır. Rum kesimi Mısır ve ABD'yi yanına çekerek Doğu Akdeniz'deki petrol sahalarını adeta ele geçirmeye çalışmış, bu durum Türkiye ve KKTC'nin tepkisini çekmiştir. Kıbrıs Rum Yönetimi, daha önce olduğu gibi petrol arama çalışmalarına Türkiye'nin müdahale etmesini engellemek için ABD flamalı petrol arama gemilerini kullanmaya başlamış, böylece Türkiye'yi doğrudan ABD ile karşı karşı karşıya bırakmayı hedeflemiştir. Ayrıca ABD'nin açıklamaları da, bölgede petrol aramaya hakkı olan devletin tek meşru devlet olan Kıbrıs Rum Kesimi olduğuna dikkat çekmiştir. Böylece ABD – Rum işbirliği ile Kıbrıs bölgesindeki petrol yatakları paylaşılabilmiş, Türkiye ve KKTC bu sürecin dışında tutulmuştur. Sadece bu süreç bile, Kıbrıs'ın doğal kaynakları ve stratejik konumunun ne denli zengin olduğunu ortaya koymaktadır.

Kıbrıs Adası, tüm Doğu Akdeniz'i, dolayısıyla da Türkiye, Suriye, Mısır ve İsrail'i kontrol altında tutabilecek askeri bir üs, Süveyş Kanalı ile birlikte tüm Doğu Akdeniz ticaretinin kilit noktası olan bir liman ve her türlü doğal zenginliği için tükenen dünyanın son kaynaklarından biri konumundadır. Bunca zenginliğiyle Kıbrıs Adası'nın Avrupa, İsrail, ABD ve Yunanistan gibi güçlerin tüm dikkatini üzerine çekmesi son derece doğal bir sonuçtur.

Neredeyse tüm Batı dünyası tarafından hedef olarak görülen Kıbrıs, Türkiye için de son derece önemli bir konumdadır. Her şeyden önce, ada yüzyıllardır Türk nüfusun evi olmuş, çekilen pek çok acıdan sonra Türk milleti için vatan olarak kabul edilmiştir. Bunun dışında ana vatan topraklarının güvenliğini sağlayabilecek olduğu kadar, tehdit de edebilecek bir stratejik konuma sahiptir. Kıbrıs bu bakımdan Türkiye'nin güvenlik teminatıdır. Girit, Rodos ve diğer Ege adalarının Yunanistan tarafından kontrol ediliyor olması, güvenlik açısından Kıbrıs'ı Türkiye'nin olmazsa olmazı yapmaktadır. Tüm bu şartlar altında açıkça görülmektedir ki, Kıbrıs'ın geleceği Türkiye için Batılı devletlere bırakılamayacak kadar önemlidir.

İlk ENOSİS Hareketleri

ENOSİS, Yunancada “birleşme” anlamına gelmektedir. Bağımsızlığından itibaren Yunanistan, işgal ve ilhak ettiği toprakları ENOSİS davasının bir sonucu olarak göstermiş, Yunanların ana vatanı olan Büyük Yunanistan'a ait toprakların geri alındığı yalanının arkasına saklanmıştır. Günümüzde mevcut olan Kıbrıs sorununun kaynağı da Rumların ENOSİS hayalleridir.

25 Mart 1921 tarihinde Serhatköy'de, Rumlar ilk kez Kıbrıs'ın geleceği hakkında bir plebisit gerçekleştirdiler. 500 civarında Rum'un katıldığı plebisit sonucunda Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhak edilmesi kararı alındı. Bu karar İngiliz yönetimine sunuldu ancak reddedildi. Bundan 10 sene sonra, 1931 yılında Rumların ENOSİS hareketleri fiili bir isyana dönüştü. Rum bir papazın önderliğinde başlayan ayaklanma İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından şiddetli bir şekilde bastırıldı. İsyana katılmayan, aksine tamamen karşı çıkan Kıbrıslı Türkler ise adeta Rumlardan bile daha çok cezalandırılarak, olası bir isyana karşı tehdit edildiler. 1931 ayaklanmasından sonra İngiliz yönetimi adada sıkıyönetim ilan etti. Tüm siyasi faaliyetler yasaklandı, iki tarafın da milli ögelerine sansür getirildi. İngiliz idaresinin yasakları 1942 yılında kadar devam etti. Bu yıldan sonra ise Rumların AKEL, Türklerin ise KATAK partilerini kurmaları ve Doktor Fazıl Küçük önderliğindeki Halkın Sesi gazetesinin yayına başlamasıyla ada tekrar iki tarafın siyasi çalışmalarına sahne oldu.

1921-1931 yılları arasında yaşanan ilk ENOSİS hareketleri Rumların ada üzerindeki emellerini açıkça ortaya koyarken Kıbrıslı Türklerin adadaki yeri hakkında da akıllarda soru işaretleri bıraktı. Rumlar, Türkleri tıpkı İngilizler gibi işgalci statüsüne koyuyor, Yunanistan çatısı altında tek toplumlu bir gelecek hayali kuruyorlardı. Türkler bu durum karşısında tepki ortaya koyup, Rumların Yunanistan'a ilhak isteklerini protesto etseler de, Türkiye bu dönemde etkili bir tepki ortaya koyamamış, kendi kurtuluş mücadelesi ve ardından toparlanma çalışmaları arasında Kıbrıs meselesi adeta unutulup gitmişti. Misak-ı Milli sınırları içerisinde de yer almayan Kıbrıs, açıkça Yunan Megalo İdea'sının hedefi oldu ve bu konuda karşısında sadece İngilizleri ve adadaki Türkleri buldu.



Kıbrıs Türklerinin Örgütlenmesi

Kıbrıs Türklerinin tarihinde en önemli şahsiyetlerden biri Doktor Fazıl Küçük'tür. Halkın Sesi gazetesini çıkaran Fazıl Küçük, mücadelesine Türk okullarının İngiliz idaresinden alınarak Türk halkına teslim edilmesi için çalışarak başladı. 1944 yılında, kurucularından biri olduğu KATAK partisinden ayrıldı ve Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi'ni kurdu. ENOSİS hareketlerinin karşısında durmak üzere çalışmalarına başlayan parti, 1949 yılında KATAK ile birleşerek Kıbrıs Milli Türk Birliği Partisi adını aldı. Doktor Fazıl Küçük ve partisinin Kıbrıs mücadelesindeki yeri oldukça önemlidir. Özellikle de 1948 yılında Fazıl Küçük'ün düzenlediği mitingler neticesinde Kıbrıslı Türklerin kazandığı haklar, daha sonraki yıllarda devam edecek olan mücadele bakımından oldukça önem teşkil etmiştir. Türk Aile Mahkemeleri'nin ve Müftülük'ün kurulması ile Türk okullarının ve Evkaf'ın Türk halkına devredilmesiyle, Kıbrıs Türk Milli Partisi'nin 1944 yılında kuruluş bildirgesinde ortaya koyduğu hedeflerin büyük kısmı gerçekleşmiş oldu.

1945 yılında İngiltere'de yönetime gelen İşçi Partisi, Kıbrıs konusunda yumuşak bir tavır izlemiş, bunun neticesinde Rumlar, ilhak taleplerini sunmak için iyi bir fırsat olduğunu düşünmüşlerdi. Nitekim 1947 yılında Rum AKEL partisinin temsilcileri, İngiliz Hükûmetine Ada'nın Yunanistan'a bağlanması taleplerini ilettiler. Amerikan kamuoyu da, bu tür bir ilhak yaşanması durumunda Amerika'nın karşı çıkmayacağını belirtiyordu. Bu durum karşısında Kıbrıslı Türkler derhal harekete geçtiler ve büyük mitingler düzenlediler. Ancak bütün bunlar Türkiye'nin harekete geçmesini sağlayamadı. Türk Hükümeti, tüm bu karışıklıklar karşısında sessizliğini korudu.

Daha sonraki dönemde Türkiye'de de Kıbrıs konusunda canlanmalar yaşandı. 1949 yılında Anadolu'da Kıbrıs Türk'lerinin haklarını korumak amacıyla mitingler düzenlendi. Ancak NATO'nun kurulması gündemi değiştirdi ve Kıbrıs konusundan bir süre uzaklaşıldı. Ancak 1950 yılında Demokrat Parti hükümetinin başa gelmesiyle Kıbrıs politikası değişti ve Türkiye Kıbrıs konusunda açıklamalar yapmaya başladı.

İkinci Plebisit ve EOKA

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından dünya üzerindeki kolonilerin teker teker bağımsızlık kazanmaları, 1950'ye gelindiğinde Rumları da etkiledi. İngiliz hükümetinin değişen tutumunu da değerlendiren Rumlar, ikinci plebisiti düzenlediler ve İngiliz hükümetine taleplerini ilettiler. Rumların talepleri kabul edilmese de bu ikinci plebisit ENOSİS çalışmalarının hızlanmasında öncü oldu. Tüm bunlar yaşanırken, ileride Kıbrıs tarihinin en önemli karakterlerinden biri olacak olan Makarios, Rum Başpiskoposu seçilerek görevine başladı. Makarios'un ilk çalışması, ENOSİS'in gerçekleştirilmesine yönelik bir örgüt kurulması oldu. 1952'de Atina'da başlayan çalışmalar, EOKA adlı örgütün Yorgo Grivas önderliğinde 1 Nisan 1955 yılında faaliyete geçmesiyle başarıyla sonuçlanmış oldu. Kısa süre sonra EOKA, yüzlerce Kıbrıs Türkünün katledilmesinden sorumlu olacaktı.

Rumlar Kıbrıs'ta ENOSİS faaliyetlerini hızlandırırken, Türkiye ve Yunanistan cephelerinde de farklı siyasi hareketler yaşanıyordu. 1949 yılında NATO'nun kurulmasıyla, SSCB tehlikesini bir süredir yakından hissetmekte olan Türkiye ve Yunanistan, güvenliklerini sağlamak amacıyla bu ittifaka katılmayı hedef olarak belirlediler. 1952 yılında iki ülkenin aynı anda NATO üyesi olması, bir süredir Kıbrıs yüzünden gerginlik yaşayan iki ülkeyi yakınlaştırdı. Ancak bu yakınlaşma çok uzun sürmedi. Yunanistan, Türkiye'nin istikrarsız dış politikası karşısında Kıbrıs konusundaki ENOSİS yanlısı tavrını son sürat sürdürürken, Türkiye ile ilişkilerini de göstermelik bir biçimde sürdürdü. Böylece Türk hükümeti her şart ve koşulda Kıbrıs konusunda ılımlı mesajlar verirken, Yunan hükümeti Ada'nın ilhakı için gerekli ortamı oluşturuyordu. Türk halkının tüm itirazlarına rağmen Türk hükümeti tavrını sürdürdü.

1954 yılına gelindiğinde Yunanistan, şartların olgunlaştığını düşünerek Kıbrıs'ın Self-Determinasyon hakkını kullanabilmesi için Birleşmiş Milletlere başvurdu. Türkiye'nin de karşı çıkmasıyla BM bu talebi reddetti. Daha sonra EOKA'nın eylemlerine başlaması ve Ada'daki Türk köylerine baskınlar düzenlemesiyle gerginlik üst düzeye çıktı. Gerginliği çözmek için 29 Ağustos – 7 Eylül 1955 arasında gerçekleştirilen Londra Konferansı da sonuçsuz kaldı. 1956 yılında İngiltere Kıbrıs politikasında değişikliğe gitti ve Ada'daki İngiliz üslerinin korunması şartıyla self-determinasyon hakkının kullanılmasını kabul etti. Ancak anlaşmazlıklar ve Türkiye'nin baskıları nedeniyle karar uygulanamadı. Sorun iki kez BM'de görüşüldü ve ikisinde de Yunanistan tezlerini kabul ettirmeyi başaramadı. Ancak bu sırada EOKA saldırılarına devam ediyor ve Ada'daki Türk nüfusu ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Saldırılarda pek çok Türk şehit edildi, 30'a yakın Türk Köyü yakıldı. 1957 yılında NATO Yunanistan ve Türkiye arasında Kıbrıs konusunda ara bulucu olmayı önerdi. Böylece kısa bir süre için de olsa EOKA ateşkes ilan etti ve saldırılarına ara verdi. NATO'nun ara buluculuğu da çözüm için yeterli olmadı ancak görüşmelerin ardından Türkiye büyük bir politika değişikliğine gitti. Görüşmelerden kısa süre sonra yapılan açıklamalarda, çözümün ancak “Taksim” yoluyla çözülebileceği belirtiliyordu.

Taksim Politikası, Türk Mukavemet Teşkilatı ve Denktaş

Taksim politikası, genel olarak Kıbrıs'ın Türk ve Rum olarak ikiye ayrılması ve iki bağımsız cumhuriyet olarak var olmasını öngören bir politikadır. Türkiye bu politika doğrultusunda 1958 yılından itibaren çalışmalarda bulunmuş, ancak Ada'ya geniş bir özerklik ve taraflara geniş siyasi haklar veren Macmillan Planı'nın ortaya konmasıyla, bu plana destek verebileceğini belirterek tekrar politika değiştirmişti.

EOKA'nın Türklere yönelik katliamları gerek Kıbrıs'ta gerekse Türkiye'de artık sabırları taşırmıştı. Bunun üzerine Kıbrıs tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Rauf Denktaş ve Doktor Fazıl Küçük, 1957 yılında Türkiye'ye gelerek Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile temasa geçtiler. Denktaş ve Küçük, Zorlu'dan silahlı bir teşkilat kurulabilmesi için yardım istedi. Bunun üzerine Fatin Rüştü Zorlu ve Özel Harp Dairesi Başkanı Tümgeneral Daniş Karabelen'in çabalarıyla lider kadrosunu Rauf Denktaş, Daniş Karabelen ve Fazıl Küçük'ün oluşturduğu Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu. TMT, her türlü ENOSİS hareketine karşı Kıbrıs Türk'lerini korumayı hedefliyor ve Türkiye'yi ana vatan olarak kabul ediyordu.

Türk Mukavemet Teşkilatı'nın en önemli isimlerinden biri olan Rauf Denktaş, İngiltere'de aldığı hukuk eğitiminin ardından bir süre Kıbrıs'ta avukatlık yapmıştı. Kendini davaya adamadan kısa süre önce de savcılık görevinde bulundu. Daha sonra bu görevinden istifa etti ve kendini ENOSİS'le mücadeleye adadı. Türk Mukavemet Teşkilatı'nın kurulmasına öncülük etti ve teşkilatın etkin mücadelesinde yer aldı. Rauf Denktaş, Kıbrıs Türkleri için verdiği mücadeleye daha çok uzun yıllar hizmet verecekti.



Kıbrıs Cumhuriyeti

1959 yılına gelindiğinde, Kıbrıs sorunu hususunda tarafların politikalarında bazı değişiklikler yaşandı. Özellikle NATO'nun çabalarıyla, Kıbrıs'ta “Taksim” ve “ENOSİS” politikalarından görünüşte de olsa vazgeçildi. 5-11 Şubat 1959 tarihleri arasında Türkiye ve Yunanistan Zürih Konferansı'nda bir araya geldiler. Konferansta iki toplumun da haklarını koruyacak bir cumhuriyet kurulması kararı alındı. Ancak bir diğer garantör devlet olan İngiltere'nin de antlaşmayı imzalaması gerektiği için 19 Şubat tarihinde tekrar bir araya gelindi ve antlaşma üç devlet tarafından kabul edilerek imzalandı. Kurulacak cumhuriyetin temel esasları antlaşmada şu şekilde yer alıyordu:

1-Kıbrıs devleti, Cumhurbaşkanlığı rejimine dayanan bir Cumhuriyet olacaktır. Cumhurbaşkanı Rum ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Türk olacak ve genel oy verme yöntemiyle, adadaki Rum ve Türk toplumları tarafından ayrı ayrı seçileceklerdir.

2-Kıbrıs Cumhuriyeti'nin resmi dilleri Rumca ve Türkçe olacaktır. Yasama ve idari belgeler ve dokümanlar iki resmi dilde yazılacak ve yayınlanarak ilan edilecektir.

3-Kıbrıs Cumhuriyetinin, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı tarafından birlikte seçilecek tarafsız bir desen ve renkte, kendine özgü bayrağı olacak, Yetkililer ve Toplumlar, bayramlarda Kıbrıs bayrağı yanında Rum ve Türk bayraklarını da aynı zamanda çekme hakkına sahiptir. Rum ve Türk Toplumları Yunan ve Türk milli bayramlarını kutlama hakkına sahip olacaktır.

5-Yürütme erki, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısında toplanacaktır. Bu maksatla, 7 Rum ve 3 Türk'ten oluşan bir Bakanlar Konseyi (Kurulu) oluşturulacaktır.

6-Yasama erki, genel seçim hakkına uygun olarak, 5 yıl için % 70 Rum ve % 30 Türk oranında Türk ve Rum Toplulukları tarafından ayrı ayrı seçilecek olan Temsilciler Meclisine verilecektir.

10-Her toplum, kendisi tarafından saptanacak sayıda temsilciden oluşan bir Cemaat Meclisine sahip olacaktır.

11-Kamu hizmetleri. % 70 Rumlardan ve % 30 Türklerden oluşacaktır.

14-Kıbrıs'ın % 60'ı Rum. % 40'ı Türk'ten oluşan iki bin kişilik bir ordusu olacaktır.

16-Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı tarafından birlikte atanacak iki Rum ve bir Türk ve bir tarafsızdan oluşan bir Yüksek Mahkeme kurulacaktır. Tarafsız Yargıç, Mahkemeye başkanlık edecek ve iki oya sahip olacaktır.

22-Kıbrıs'ın herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen birleşmesinin veya ayrılıkçı bir bağımsızlığın (Kıbrıs'ın iki ayrı devlet olarak taksiminin) önlenmesi kabul edilecektir.

27-Yukarıda belirtilen bütün noktalar Kıbrıs Anayasasının temel maddeleri sayılacaktır.



Ayrıca ek antlaşmalarda kurulacak olan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin, adada yaşayan iki halkın ve adanın bağımsızlığının tehlikeye girmesi durumunda, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantör devletler olarak müdahale hakkı olduğu belirtiliyordu.

Tüm bu çalışmaların ardından 16 Ağustos 1960 tarihinde “Kıbrıs Cumhuriyeti” ilan edildi. Kıbrıs sorununun çözüldüğü düşüncesi Türkiye'yi oldukça rahatlatmış, garantörlük antlaşmalarının da etkisiyle adadaki Türk nüfusun huzur ve güvenliğinin sağlandığı düşünülmüştü. Ancak Yunanistan'ın ve Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti'ne asla inanmadıklar, bu antlaşmaları ve sözde dostluk gösterilerini ENOSİS'in gerçekleştirilmesinde bir sıçrama tahtası olarak gördükleri daha sonra ortaya çıkacaktı. Nitekim henüz 1961 yılında gelinmeden anayasanın uygulanmaması ve adadaki adaletsizlikler sebebiyle büyük anlaşmazlıklar çıktı.

Akritas Planı ve Kanlı Noel

1962 yılında Kıbrıs'ta iki Türk camisinde patlayan bombalar, gerilimi bir anda tırmandırdı. Türkiye bu olayı derhal protesto etti ve sorumluların yakalanmasını istedi. Kıbrıs Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda EOKA terör örgütünün de kurucusu olan Makarios, Türkiye'yi ziyarete geldi ancak protestolarla karşılaştı.

Makarios, 1961 yılından itibaren anayasanın yetersiz olduğunu ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ni bu anayasa ile idare etmenin mümkün olmadığını iddia etmeye başladı. 1963 yılının Kasım ayında ise anayasada 13 maddelik bir değişikliğe gidilmesini önerdi. Makarios'un önerdiği değişiklikler tamamen Kıbrıs Türklerinin haklarını kısıtlamak amacı taşıyordu. Böylece Türk cemaati öneriye karşı çıktı ve geniş kapsamlı tartışmalar başladı.

Ancak tüm bu çatışmalar kendiliğinden çıkmış değildi. Makarios'un anayasa değişikliği önerisi, daha önce Rum toplumunun ileri gelenleri ve EOKA liderlerinin birlikte hazırladıkları AKRİTAS Planı'nın bir parçasıydı. AKRİTAS Planı, ENOSİS'in silah yoluyla gerçekleştirilmesini, Türk nüfusun ortadan kaldırılmasını öngörüyordu. Böylece Rumlar, 20 Aralık 1963 gecesi, daha sonra tarihe “Kanlı Noel” olarak geçecek olan katliamlarına başladılar. İlk olarak Lefkoşa'da bir araca ateş açılması sonucu iki Türk şehit edilirken bir grup da yaralandı. 22 Aralık günü Türk Büyükelçiliği'ne ve Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı İkametgahı'na saldırılar düzenlendi. Aynı gün Lefkoşa'ya bağlı bir Türk kasabası olan Küçük Kaymaklı, Nikos Sampson adındaki EOKA lideri önderliğinde Rumlar tarafından kuşatıldı. Bu sırada adada bulunan Yunan alayı da Rum saldırılarına destek veriyordu. Türk Mukavemet Teşkilatı'nın organize ettiği Türk direnişçiler Küçük Kaymaklı'da büyük bir katliamın yaşanmasına engel olmak için 5 bin kişiyi kasabadan tahliye etti. Ancak geride kalan 550 kişi Rumlar tarafından esir edildi ve 2 Türk acımasızca katledildi. Daha sonra Nikos Sampson bu vahşi saldırıyı bir Rum gazetesinde; "Yunanlıların Balkan Savaşları dışında Türklere karşı elde ettikleri tek zafer" olarak nitelendirecekti. 24 Aralık günü ise Rumlar Lefkoşa'nın Kumsal semtinde bir başka katliama giriştiler. Olaylar sonucunda 11 Türk şehit edildi. Bunlardan 4'ü, Binbaşı Nihat İlhan, eşi ve 3 çocuğu idi. Rum katliamcılar Binbaşı İlhan ve ailesini evlerinde katlederek kanlı amaçlarına bir adım daha yaklaşıyorlardı.

Olaylar ilk aşamada 25 Aralık gününe kadar devam etti. 25 Aralık'ta Türk Hava Kuvvetleri adaya bir uyarı operasyonu düzenledi. Türk jetleri ada üzerinde uçup bazı noktaları bombaladılar. Bunun üzerinde Rumlar Lefkoşa'daki saldırılarını kestiler ancak kırsal kesimde katliamlar devam ediyordu. Rumların ilk saldırılarında Lefkoşa ve çevresinde 92 Türk şehit edilmiş, 146'sı yaralanmıştı. 27 Aralık'ta İngiliz komutasındaki üç ülkenin askerleri adada barışı korumak üzere harekete geçti. 3 gün sonra Lefkoşa'nın Rum ve Türk kesimlerini birbirinden ayıran Yeşil Hat çizildi. 1964 Ocak ayında sorunu çözmek için Londra'da bir konferans düzenlendi ancak ne bu konferans ne de daha sonraki BM arabuluculuğu Rumların katliamlarına engel olamadı 1963-64 arasında Kıbrıs'ta 364 Türk şehit olmuştu.

Nisan ayında Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran Zürih ve Londra Anlaşmaları'nı tek taraflı feshettiklerini açıkladı. Bu durum garantör ülke olan Türkiye'ye müdahale hakkı tanıyordu. Ancak Türkiye bu hakkını kullanmadı. İlerleyen aylarda Makarios adaya kaçak olarak silah soktu ve 5000 kişilik bir ordu kurdu. Bunun üzerine Türkiye müdahale hakkını kullanmak üzere hazırlıklara başladı. Ancak ABD başkanı Johnson, Türkiye'nin ABD'den satın aldığı silahlarlar böyle bir operasyon düzenleyemeyeceğini belirten ağır ifadelerle dolu bir mektubu başbakan İnönü'ye gönderdi. İsmet İnönü, Başkan Johnson'ın bu mektubuna gerekli cevabı vermesine rağmen, daha sonra operasyondan vazgeçti. Ancak Rumlar boş durmuyordu. 6 Ağustos'ta Grivas önderliğindeki Rumlar Erenköy'e saldırdı. Bir avuç Mücahitin savunduğu Erenköy'e yapılan saldırılar, 9 Ağustos'ta Türk jetlerinin müdahalesi ile durduruldu.

1964-1967 yılları arasında Rum katliamları devam etse de, 67 yılında Askeri cuntanın Rum yönetimini devirip daha kanlı bir hükümet kurmasına kadar çok büyük saldırılar yaşanmadı. Darbeden sonra Rumlar Geçitkale'ye saldırarak 24 Türk'ü şehit etti. Bunun üzerine Türk ordusu müdahale etmek üzere adaya doğru harekete geçti ancak Yunanistan ve Rum kesiminin geri adım atmasıyla birlikler yarı yoldan geri döndü.

EOKA-B ve Barış Harekâtı

1967 yılından itibaren, Makarios'un ENOSİS politikası silahlı saldırılardan ziyade asimilasyon üzerine gelişmişti. Bunun üzerine 1971 yılında Grivas, EOKA-B örgütünü kurdu ve adada örgütlendi. Grivas'a göre ada derhal Türklerden temizlenmeli ve ENOSİS gerçekleştirilmeliydi. 15 Temmuz 1974 yılında EOKA-B darbe yapmayı başardı ve cumhurbaşkanlığına eski EOKA lideri Nikos Sampson'u getirdi. Yeni Hükümet, Türkleri ada üzerinden silmekte oldukça kararlıydı. Bunun üzerine Türk hükümeti harekete geçti. 19 Temmuz sabahı, Türk birlikleri Mersin limanından harekete geçerek Kıbrıs'a intikal etti. İlk operasyonda Lefkoşa ve Girne bölgeleri kontrol altına alındı. Ancak BM kararıyla 22 Temmuz'da ateşkes ilan edildi ve sorunun çözülmesi için toplanacak olan Cenevre konferansının sonucu beklenmeye başlandı. Ancak bu sırada Rum birlikleri saldırılarına devam ediyordu. Yunan ve Rum siyasetçileri ise masada her türlü anlaşmadan kaçıyor, barışın tesisini imkânsız hale getiriyorlardı. 8 Ağustos'ta Cenevre Konferansı devam ederken EOKA-B saldırılarının devam etmesi Türkiye için son nokta olmuştu. Konferansa katılan Türk Dışişleri bakanı, sorunun çözülemeyeceğini anladı ve Başbakan Ecevit'e meşhur “Ayşe Tatile Çıksın” parolasını iletti. Bunun üzerine Türk ordusu 13 Ağustos'ta harekete geçti ve 16 Ağustos'a kadar Kuzey Kıbrıs'ı kontrol altına aldı. Ancak tüm bu operasyonlar sırasında da pek çok Kıbrıs Türk'ü geri çekilmekte olan Rumlar tarafından katlediliyordu. 17 Ağustos'ta Türk ordusu son kez sıkıntılı bölgelere müdahale ettikten sonra adada sükut sağlandı.

Kıbrıs Türk Federe Devleti ve KKTC

1974 yılında özgürlüğüne kavuşan Kıbrıs Türk Halkı, 13 Şubat 1975 tarihinde KTFD’yi kurdu. Denktaş bu tarihten sonra Kıbrıs Türklerinin lideri konumuna geldi. Ancak adada hâlâ özgürlüğüne kavuşamamış Türkler vardı. Bunlar adanın güney kesiminde kalan Türklerdi. 1975 yılında Cenevre'de Rum ve Türk Temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde nüfus değişimi anlaşması yapıldı ve Eylül ayında güneyde kalan 65. 000 Türk'ün kuzeye geçmesi, aynı şekilde kuzeyde kalan Rumlardan da isteyenlerin güneye geçmesi sağlandı. 1975 yılında 6 tur süren görüşmelerde başka bir neticeye varılamadı. Daha sonra 12 Şubat 1977 tarihinde Denktaş ile Makarios arasında 4 maddelik bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşmanın maddeleri şöyle idi:

1- Bağımsız, bağlantısız iki toplumlu bir Kıbrıs Cumhuriyeti istiyoruz.

2- Her toplumun yönetimi altındaki topraklar, ekonomik ve toprak verimliliği ile toprak mülkiyeti ışığında görüşülmelidir.

3- Dolaşma, yerleşme serbestisi, mülkiyet hakkı gibi prensip meseleleri müzakereye açıktır. Bunların görüşülmesinde iki toplumlu federal sistem ve Türk Toplumu yönünden doğabilecek güçlükler de dikkate alınacaktır.

4-Federal Hükümetin görev ve yetkileri devletin birliği ve devletin iki toplumlu mahiyetini koruyacak şekilde olacaktır.


Çözüme oldukça yaklaşılmıştı ancak kısa süre sonra Makarios öldü ve yerine Kiprianu geldi.

Kiprianu, Türk tarafını tanımadığını ilan etti ancak baskılar sebebiyle görüşmeler devam etti ve 1980 yılında ilk doruk anlaşması imzalandı. Ancak Kiprianu bu anlaşmayı daha imzaladığı gün tanımadığını açıklıyordu. Daha sonraki yıllarda da Kiprianu ve Rum kesimi ENOSİS odaklı açıklamalar yaptılar ve iki toplumlu çözümü çıkmaza soktular. Bunun üzerine Kıbrıs Türkleri self-determinasyon haklarını kullandılar. Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi 15 Kasım 1983 tarihinde yaptığı toplantıda KKTC'nin kurulmasını oy birliği ile karara bağladı. KKTC'nin Bağımsızlık Bildirisi aynı gün Rauf Denktaş tarafından Saray otelinin balkonundan okunarak bütün dünyaya duyuruldu. KKTC'nin ilanından sonra Yunanistan ve Rum tarafı BM Güvenlik Konseyi'ne başvurdular. Cumhurbaşkanı R. Denktaş'ın ayrıntılı açıklamalarına rağmen Güvenlik konseyi 541 Sayılı kararı ile KKTC'nin ilanını hukuken geçersiz saydı. Türkiye ve KKTC bu kararı tanımadığını açıkladı.

BM kararı neticesinde kurulan KKTC devleti, dünya üzerinde tanınmayan bir devlet statüsünde kalmış, Türkiye haricinde hiçbir ülke tarafından meşruiyeti onaylanmamıştır. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için adadaki sorun KKTC'nin kurulmasıyla çözülmüştü. Çünkü Kıbrıs Türkleri için sorun, can güvenliğiydi. Ancak Rum tarafının ENOSİS hedefi ve tüm dünyanın Rum yanlısı tutumu KKTC'nin tanınmasını engelledi ve ada tekrar çözümsüzlüğe boğuldu. Buradan açıkça görülüyor ki, Rumların ve KKTC'nin tanınmasına taş koyan tüm devletlerin amacı adada barışın tesis edilmesi değil, Türklerin olmadığı ve Rumlar tarafından idare edilen bir Kıbrıs adasıdır. Bu durum, ileriki yıllarda devam eden tek devletli çözüm arayışları ile tescillenmiş, adadaki Türk nüfusu hiçe sayacak olan Annan planı ile ENOSİS'in yaşatılmaya çalışıldığı görülmüştür.

ANNAN PLANI

KKTC'nin kurulması ve ardından meşruiyetinin reddedilmesiyle ada yeni bir sürece girdi. Çözüm gerçekleşmiş, adada Türk halkının can güvenliği sağlanmış ve olası çatışmalar engellenmişti ancak tüm bunlar Rum kesimi ve ENOSİS hedefleri için zararlıydı. BM'nin de Rum amaçlarına hizmet etmesi sonucunda adada yıllar sürecek müzakereler başladı. Tek devletli bir federasyon için masaya oturulmuştu, ancak müzakereler sık sık kesildi çünkü Rumlar her fırsatta Türk askerinin adayı terk etmesini talep ediyordu. Ayrıca tamamen Rum idaresinde bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması isteniyordu. Ancak Rauf Denktaş'ın müzakerelerdeki onurlu duruşu neticesinde Rumlar emellerine hiçbir zaman ulaşamadılar.

2002 yılında BM genel sekreteri Kofi Annan, 1959 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti benzeri bir yapı oluşturulmasını sağlayacak olan Annan Planı'nı hazırladı. Plan hiçbir şekilde Türk halkının can güvenliğini sağlamıyor, üstelik adadaki Türk toplumunu savunmasız hale getiriyor ve ENOSİS'in gerçekleştirilmesine olanak sağlayacak bir ortam yaratıyordu. Denktaş, planı şiddetle reddetti ancak BM kararıyla 2004 yılında karar iki tarafta da halk oylamasına sunuldu. 30.000 sayfalık plan, Kıbrıs Türk toplumu tarafından hiçbir şekilde okunmadı ve detayları bilinmedi. Ancak Güney Kıbrıs'ın AB üyeliğinden faydalanmak isteyen Kıbrıs Türkleri, medyanın ve Rum yanlısı tarafların propagandalarıyla referandumda 65% oy oranıyla planı kabul etti. Ancak Rum kesimi 76% oranında planı reddetmişti. Böylece plan hayata geçirilmedi ancak yapılan seçimlerde Denktaş'ı çözümsüzlüğü çözüm olarak görmekle suçlayan Mehmet Ali Talat KKTC cumhurbaşkanlığına geldi.

Bu tarihten sonra Güney Kıbrıs ile ilişkilerin düzeltilmesi ve tek devletli bir yapının kurulması için çabalar artarak devam etti. Ancak yapılan tüm katliamları unutarak Türk toplumunu tekrar Rumların insafına bırakmayı kabullenen KKTC hükümeti bile Rumların çözümsüzlük ısrarını geçemedi.

Bugün, Kıbrıs'ta barışın korunabileceği tek çözüm, iki toplumlu, iki devletli bir Kıbrıs'tır. Geçmişte yaşanan acılar ve defalarca denenen tek devletli çözüm arayışları farklı bir çözümün mümkün olmadığını göstermektedir. Bunun için acilen KKTC'nin BM tarafından tanınmasıdır. İki toplumun adada herhangi bir şekilde tekrar bir araya gelmesinin savaşla sonuçlanacağı son derece belliyken başka bir çözümün aranması yanlıştır.
 
Geri
Top