Bir zamanlar minik bir köyde, rengarenk bir ev vardı. Bu evin çatısında her bahar, sevimli bir kırlangıç ailesi yuva yapardı. Anne kırlangıç, babası ve dört yavru kırlangıç, sıcak yaz günlerini bu evde geçirirlerdi.
Yavrular, ilk uçuşlarını öğrenirken evin çatısından aşağı süzülürler, bahçedeki böceklerle oyun oynarlardı. Köyün çocukları da kırlangıçları çok severdi. Onları beslemek için ekmek kırıntıları atar, onlarla sohbet eder gibi yaparlardı.
Ancak yaz mevsimi çok çabuk geçmişti. Güneşler kısalmaya, havalar soğumaya başlamıştı. Bir akşam, anne kırlangıç yavrularını yanına topladı. "Sevgili yavrularım," dedi, "Sıcak ülkelerin vakti geldi. Bizim gibi sıcak kanlı kuşlar, kışın bu soğuklarda yaşayamaz. Uzak diyarlara göç etmek zorundayız."
Yavrular, annelerinin bu sözlerine çok üzüldüler. Bütün yaz boyunca oyun oynadıkları evi ve arkadaşları olan köy çocuklarını bırakmak istemiyorlardı. Ama anneleri haklıydı. Onlar sıcak ülkelerde kış uykusuna yatacak olan kuşlar değildi. Uçmak ve yeni yerler keşfetmek zorundaydılar.
Ertesi sabah güneş doğar doğmaz, kırlangıç ailesi büyük bir heyecanla yola koyuldu. Gökyüzünde uzun bir yolculuk onları bekliyordu. Yavrular, ilk başta biraz korkmuşlardı ama anne ve babaları onları cesaretlendirdi. Uçuş sırasında birbirlerine destek oldular, şarkılar söylediler.
Günler geçtikçe kırlangıçlar, denizlerin, ormanların, dağların üzerinden uçtular. Yeni şehirler, yeni ülkeler gördüler. Bazen yoruluyorlardı, ama birbirlerine yardım ederek yola devam ediyorlardı.
Sonunda sıcak ülkelerden birine vardılar. Burada bolca yiyecek ve su buldular. Yeni arkadaşlıklar edindiler. Bütün kış boyunca huzur içinde yaşadılar.
Gelecek bahar geldiğinde, kırlangıç ailesi tekrar yola koyuldu. Bu sefer de köylerine dönmek için heyecanlıydılar. Kendi yuvalarına, arkadaşları olan köy çocuklarına kavuşacaklardı.
Ve böylece kırlangıçların büyük göçü her yıl tekrarlanır. Onlar, doğanın bize verdiği en güzel armağanlardan biridir. Uçmak, özgür olmak ve yeni yerler keşfetmek onların doğasında vardır.
Güneş, Nilüfer Gölü’nün üzerine altın bir örtü sermişti. Su, binlerce minik elmas gibi parıldıyordu. Gölün kenarında, kocaman, eski bir söğüt ağacı duruyordu. Bu söğüt ağacı, nesillerdir Nilüfer Gölü’nün sakinlerine, özellikle de yüzlerce kırlangıç ailesine ev sahipliği yapardı.
Bu yıl, diğerlerinden biraz farklıydı. Diğer kırlangıçlar telaşla yuvalarını onarırken, küçük Pip, işsiz güçsüz duruyordu. Pip, göç zamanının yaklaştığına inanmıyor, diğerlerinin telaşını anlamsız buluyordu. "Neden bu kadar telaş? Burası çok güzel. Nereye gidiyoruz ki zaten?" diye mırıldanırdı. Annesi, ona Kuzey'in soğuk rüzgarlarından, gölün donmasından ve aç kalmaktan bahsetse de, Pip kulak arkası ediyordu. Gölün güzelliğini, bol böceklerini ve güvenli söğüt ağacını hiç bırakmak istemiyordu.
Diğer kırlangıçlar, güneşin batışıyla birlikte, V şeklinde bir düzen alarak gökyüzüne yükselirken, Pip dalının üzerinde tembel tembel oturuyordu. Arkadaşları uzaklaşıp küçük siyah noktalar haline geldikçe, Pip yalnızlığının farkına varmaya başladı. Göl sessizleşti, hava serinledi. O güzel, sıcak günler birer birer kayboluyordu.
Bir akşam, güneş batarken, gökyüzünde minik bir nokta gördü. Hızla yaklaşıyor, süzülüyordu. Yaklaştığında, kanatlarında donmuş buz parçaları olan, yorgun bir kırlangıç olduğunu anladı. Yüzünde üşüme ve açlıktan kaynaklanan belirgin bir halsizlik vardı.
Pip, ilk kez korkuya kapıldı. Arkadaşlarının söylediklerinin gerçek olabileceğini düşünmeye başladı. Yabancı kırlangıcı dalına çekip sıcak tutmaya çalıştı. Küçük kırlangıç, Titreyen sesiyle, Kuzey'in soğuk fırtınasından kaçmaya çalıştığını ve yollarını şaşırdığını anlattı. Yoğun kar yağışı yüzünden yiyecek bulamamış ve bitkin düşmüştü.
Pip, yabancı kırlangıcı besledi, korudu. Günler sonra, yabancı kırlangıç iyileşince, Pip'in tüm hikayesini öğrendi. Yabancı kırlangıç, üzgün ama anlayışlı bir şekilde şöyle dedi: "Pip, göl her ne kadar güzel olsa da, kışın burada hayatta kalmak neredeyse imkansız. Bizim yaptığımız, sadece hayatta kalma içgüdümüz. Güzelliğin kıymetini bilmek çok önemli, ancak hayatta kalmak kadar değerli değil.”
Yabancı kırlangıç göç yoluna devam etti ve Pip geride yalnız kaldı. Fakat bu sefer farklıydı. Pip, artık arkadaşlarının neden telaşlandığını anlıyordu. Güzel olanın yanında, sağlığının ve geleceğinin güvencesinin de olduğunu anlamıştı. Birkaç gün sonra, havanın gitgide soğumasıyla, Pip göç etmek zorunda olduğunu anladı ve kararını verdi.
Kışın yaklaştığı haberini taşıyan soğuk rüzgarlar, artık onu korkutmuyordu. Çünkü Pip, artık sadece güzelliği değil, hayatta kalmanın önemini de öğrenmişti. Uçtu... Kendi yolunu, hayatta kalma yolunu buldu. Güzellik, önemlidir; ancak hayatta kalmak, ondan çok daha önemlidir.
Yavrular, ilk uçuşlarını öğrenirken evin çatısından aşağı süzülürler, bahçedeki böceklerle oyun oynarlardı. Köyün çocukları da kırlangıçları çok severdi. Onları beslemek için ekmek kırıntıları atar, onlarla sohbet eder gibi yaparlardı.
Ancak yaz mevsimi çok çabuk geçmişti. Güneşler kısalmaya, havalar soğumaya başlamıştı. Bir akşam, anne kırlangıç yavrularını yanına topladı. "Sevgili yavrularım," dedi, "Sıcak ülkelerin vakti geldi. Bizim gibi sıcak kanlı kuşlar, kışın bu soğuklarda yaşayamaz. Uzak diyarlara göç etmek zorundayız."
Yavrular, annelerinin bu sözlerine çok üzüldüler. Bütün yaz boyunca oyun oynadıkları evi ve arkadaşları olan köy çocuklarını bırakmak istemiyorlardı. Ama anneleri haklıydı. Onlar sıcak ülkelerde kış uykusuna yatacak olan kuşlar değildi. Uçmak ve yeni yerler keşfetmek zorundaydılar.
Ertesi sabah güneş doğar doğmaz, kırlangıç ailesi büyük bir heyecanla yola koyuldu. Gökyüzünde uzun bir yolculuk onları bekliyordu. Yavrular, ilk başta biraz korkmuşlardı ama anne ve babaları onları cesaretlendirdi. Uçuş sırasında birbirlerine destek oldular, şarkılar söylediler.
Günler geçtikçe kırlangıçlar, denizlerin, ormanların, dağların üzerinden uçtular. Yeni şehirler, yeni ülkeler gördüler. Bazen yoruluyorlardı, ama birbirlerine yardım ederek yola devam ediyorlardı.
Sonunda sıcak ülkelerden birine vardılar. Burada bolca yiyecek ve su buldular. Yeni arkadaşlıklar edindiler. Bütün kış boyunca huzur içinde yaşadılar.
Gelecek bahar geldiğinde, kırlangıç ailesi tekrar yola koyuldu. Bu sefer de köylerine dönmek için heyecanlıydılar. Kendi yuvalarına, arkadaşları olan köy çocuklarına kavuşacaklardı.
Ve böylece kırlangıçların büyük göçü her yıl tekrarlanır. Onlar, doğanın bize verdiği en güzel armağanlardan biridir. Uçmak, özgür olmak ve yeni yerler keşfetmek onların doğasında vardır.
Güneş, Nilüfer Gölü’nün üzerine altın bir örtü sermişti. Su, binlerce minik elmas gibi parıldıyordu. Gölün kenarında, kocaman, eski bir söğüt ağacı duruyordu. Bu söğüt ağacı, nesillerdir Nilüfer Gölü’nün sakinlerine, özellikle de yüzlerce kırlangıç ailesine ev sahipliği yapardı.
Bu yıl, diğerlerinden biraz farklıydı. Diğer kırlangıçlar telaşla yuvalarını onarırken, küçük Pip, işsiz güçsüz duruyordu. Pip, göç zamanının yaklaştığına inanmıyor, diğerlerinin telaşını anlamsız buluyordu. "Neden bu kadar telaş? Burası çok güzel. Nereye gidiyoruz ki zaten?" diye mırıldanırdı. Annesi, ona Kuzey'in soğuk rüzgarlarından, gölün donmasından ve aç kalmaktan bahsetse de, Pip kulak arkası ediyordu. Gölün güzelliğini, bol böceklerini ve güvenli söğüt ağacını hiç bırakmak istemiyordu.
Diğer kırlangıçlar, güneşin batışıyla birlikte, V şeklinde bir düzen alarak gökyüzüne yükselirken, Pip dalının üzerinde tembel tembel oturuyordu. Arkadaşları uzaklaşıp küçük siyah noktalar haline geldikçe, Pip yalnızlığının farkına varmaya başladı. Göl sessizleşti, hava serinledi. O güzel, sıcak günler birer birer kayboluyordu.
Bir akşam, güneş batarken, gökyüzünde minik bir nokta gördü. Hızla yaklaşıyor, süzülüyordu. Yaklaştığında, kanatlarında donmuş buz parçaları olan, yorgun bir kırlangıç olduğunu anladı. Yüzünde üşüme ve açlıktan kaynaklanan belirgin bir halsizlik vardı.
Pip, ilk kez korkuya kapıldı. Arkadaşlarının söylediklerinin gerçek olabileceğini düşünmeye başladı. Yabancı kırlangıcı dalına çekip sıcak tutmaya çalıştı. Küçük kırlangıç, Titreyen sesiyle, Kuzey'in soğuk fırtınasından kaçmaya çalıştığını ve yollarını şaşırdığını anlattı. Yoğun kar yağışı yüzünden yiyecek bulamamış ve bitkin düşmüştü.
Pip, yabancı kırlangıcı besledi, korudu. Günler sonra, yabancı kırlangıç iyileşince, Pip'in tüm hikayesini öğrendi. Yabancı kırlangıç, üzgün ama anlayışlı bir şekilde şöyle dedi: "Pip, göl her ne kadar güzel olsa da, kışın burada hayatta kalmak neredeyse imkansız. Bizim yaptığımız, sadece hayatta kalma içgüdümüz. Güzelliğin kıymetini bilmek çok önemli, ancak hayatta kalmak kadar değerli değil.”
Yabancı kırlangıç göç yoluna devam etti ve Pip geride yalnız kaldı. Fakat bu sefer farklıydı. Pip, artık arkadaşlarının neden telaşlandığını anlıyordu. Güzel olanın yanında, sağlığının ve geleceğinin güvencesinin de olduğunu anlamıştı. Birkaç gün sonra, havanın gitgide soğumasıyla, Pip göç etmek zorunda olduğunu anladı ve kararını verdi.
Kışın yaklaştığı haberini taşıyan soğuk rüzgarlar, artık onu korkutmuyordu. Çünkü Pip, artık sadece güzelliği değil, hayatta kalmanın önemini de öğrenmişti. Uçtu... Kendi yolunu, hayatta kalma yolunu buldu. Güzellik, önemlidir; ancak hayatta kalmak, ondan çok daha önemlidir.