Geçmişte çocuk yetiştirirken yapılan birçok hatanın farkındayız artık. Onlardan dersler çıkartabilecek durumdayız. Yeni kitabı “Geliştiren Anne-Baba” ile farkındalığımızı bir kat daha arttıran Doğan Cüceloğlu, toplumsal kodlarımızı ve aile eğitiminden okul eğitimine dek uzanan bir düzlemde çocuk yetiştirirken nelere dikkat etmemiz gerektiğini açıklıyor. Her çocuğun bir potansiyel olduğunu söyleyen Cüceloğlu, “Bir elinize meşe palamudu bir elinize ise çakıl taşı alın. Her ikisinin de birer nesne olduğu açıktır, fakat sadece meşe palamudunda ulu bir meşe ağacı olacak potansiyel vardır. Çakıl taşında ise o potansiyel yoktur. İşte aradaki bu fark, çocuk yetiştirmedeki müthiş farktır” diyor.
Dünün çocukları bugünün yetişkinleri olarak bizler, çocukken karşı çıktığımız şeyleri çocuklarımıza yaparken buluyoruz kendimizi. Veya anne-babamızdan beklediğimiz, ama onların yapmadığı şeyleri “Bize ana-babamız bu imkânları vermedi” diye çocuğumuzun üzerine boca ediyoruz. Geçmiş ile gelecek arasında bir güvensizlik yaşıyor gibiyiz. Ne yapmamız gerektiğini yine Cüceloğlu kitabında açıklıyor. “Öncelikle şuna bakmak lazım, biz kucağımızda tuttuğumuz potansiyele güveniyor muyuz?” diye soran yazar, güvenilen çocuğun, güvenen ve güvenilen, huzurlu, güler yüzlü, umut dolu ve mutlu bir yetişkin olacağını vurguluyor. Doğan her bir çocuğun potansiyel bir filozof, sanatçı, düşünür, bilim insanı olduğunu belirten Cüceloğlu şöyle diyor: “Bazı toplumlara bakıyorsunuz birçok sanatçı, filozof, düşünür çıkmış, bazı toplumlarda ise çöl gibi, yok! ‘Allah niye vermemiş bunlara?’ diye düşünürsünüz, ama mesele ‘Allah’ın vermesi’ meselesi değildir. Mesele toplumun çiftçiliği meselesidir. Bu nedenle her anne baba, kendi çocuğunun çiftçisi olmak zorundadır.”
Hepimiz çocuklarımızın gelecekte başarılı olmasını istiyoruz, fakat acaba bu isteğimizin sınırlarını belirleyebiliyor muyuz? Anne-babalar çocuklarının bağımsız, özgür, kendi ayakları üzerinde duran kişiler olmasını istiyor. Niyet, yola çıkmak için çok önemli kuşkusuz, ancak bunun arkasında hangi bilginin olduğu, o yola devam edebilmek için çok önemli… Burada, her ne kadar köklü bir geçmişe alsa da pek çok olumsuzluğu da içeren bir kültür devreye giriyor: Korku kültürü… Tehditle, yıldırmayla bir şeyleri yapmaya çalışıyoruz. Doğan Cüceloğlu bu korku kültürünü eleştiriyor: “Asırlardır gelen bir korku kültürü yaşıyoruz. Bir anlam verme sistemi. Korku kültüründe en temel değer, güçlü olmak. Mesela bizim kültürümüzde damada ‘İlk gece gözünü korkut, kadın kısmına yüz verilmez. Çocuğu uyurken öp, ne karını şımart ne çocuğunu’ derler. Geline ise ‘Kız, güzel olmuşsun ne yazar bahtın güzel olsun. Erkekler kadir kıymet bilmez. Nikâhta ayağına sen bas ki senin dediğin olsun. Kadının fendi, erkeği yendi’ derler. Yani herkes güçlü olma peşinde. Peki, biz aile mi oluşturuyoruz yoksa savaş mı başlatıyoruz? Nedir bu güç savaşı? Bu bakış açısı var olduğu sürece, müthiş bir potansiyel olan çocuk gelişemez. Çünkü onun gelişebilmesi için beslenmesi lazım. İşte o besin sevgi, saygı, güven ve ilgidir.”
Çocuk yetiştirmenin salt bir bilgi işi olmadığını, bir varoluş işi olduğunu belirten Cüceloğlu, onlarca yıl içinde yazılan birçok kitabın içinde bilginin bulunabileceğini ama bunun yeterli olmadığını söylüyor: “İnsan, varoluşu itibarıyla dört temel prensibe ihtiyaç duyuyor: Sevgi, saygı, ilgi ve tanıklık! İşte ben bu kitapta buna dikkat çekmek istedim. İnsan biyolojik ve zihinsel bir varlık. Her birimizin hayatının bir anlamı var. Çocuğun yapısında da o anlam içinde duygusallık var. Çocuğu gönülden candan sevmek gerekir ki duygu gelişsin. Eğer bu sağlanamazsa, o çocuk da gelişemez. İmkânı yok! Bunun için sevginin nasıl bir gıda olduğunu anne-babalar bilmelidir.”
Bu tanımlama bize, bir insanın her şeyinin olabileceğini ama bu her şey içinde sevgi yoksa bir “varlık felci” durumu yaşayabileceğimizi gösteriyor. Anne babaların, çocuklarının felç olmaması için, onlara sevgiyi oldukça iyi bir şekilde vermesi gerektiğini gösteriyor. Bu durum, sadece sevgi dolu bir insan yetiştirmez, sevgi dolu bir de yurttaş yetiştirir aynı zamanda. Çünkü bizler, içinde yaşadığımız topluma aynı zamanda yurttaş da yetiştiriyoruz. Bu duruma kitabında özel yer ayıran Doğan Cüceloğlu, “Mesela bir ormana bakın…” diyor, “İçinde ağaçlar var, hayvanlar var. Hepsi farklı farklı, ama müthiş bir ahenk içinde yaşıyorlar. Üstelik ormandaki her birey, o ormana uyumlu bir şekilde yetiştiriyor yavrularını. Yani yine varoluş hikâyesi. Ancak insanlar aynı durumda değil. Her insan varoluşunun gücünü keşfetmeli ve içinde yaşadığı topluma özgür yurttaşlar yetiştirmeli. Çocuğunu dayakla terbiye eden bir toplumda demokratik hayatın oluşması olanaksızdır. Dayak, azar ve utandırma, korku-kaygı kültürünün terbiye arayışıdır. İşte bu, çocuğu kısıtlar, ona duvarlar örer”.
Bu duvarları örmemek veya kırmak için de en önemli reçeteyi açıklıyor: “Bir defa her çocuğu, potansiyel sahibi küçük bir insan olarak görmek gerekir. Anne-babanın, bu küçük insanın gelecekte kendisi ile ilgili kararları kendisinin verebileceğini peşinen kabul etmesi gerekir. Ona destek olmakla, onun, anne-babanın istediği kişi olması dayatmasının arasında çok büyük bir fark bulunuyor. Çocuğa saygı göstermek gerekir. Geliştiren insan modeli, bunu gerektirir. Kalıplayan insan modeli ise, çocuğu her anlamda kalıba sokar, anne-baba kendi kafasındakileri çocuğa dayatır. Akıllı anne-baba, çocuğun davranışına yönelmez, çocuğa yönelir. Çocuğun davranışını çocuk yönetir, anne baba yönetmeye kalkışmasın. Bence, bir anne babanın hedefi şu olmalıdır: Çocuğum öyle biri olsun ki, her koşulda kendi ayakları üzerinde durabilsin, iyi olanı doğru davranışla hayata uygulayabilsin. Bu nedenle çocuğa sevgi verilmeli, saygı gösterilmeli, önemsenmeli çocuk.”
“Geliştiren Anne-Baba”, Doğan Cüceloğlu, 192 s., Remzi Kitabevi, 2016
Dünün çocukları bugünün yetişkinleri olarak bizler, çocukken karşı çıktığımız şeyleri çocuklarımıza yaparken buluyoruz kendimizi. Veya anne-babamızdan beklediğimiz, ama onların yapmadığı şeyleri “Bize ana-babamız bu imkânları vermedi” diye çocuğumuzun üzerine boca ediyoruz. Geçmiş ile gelecek arasında bir güvensizlik yaşıyor gibiyiz. Ne yapmamız gerektiğini yine Cüceloğlu kitabında açıklıyor. “Öncelikle şuna bakmak lazım, biz kucağımızda tuttuğumuz potansiyele güveniyor muyuz?” diye soran yazar, güvenilen çocuğun, güvenen ve güvenilen, huzurlu, güler yüzlü, umut dolu ve mutlu bir yetişkin olacağını vurguluyor. Doğan her bir çocuğun potansiyel bir filozof, sanatçı, düşünür, bilim insanı olduğunu belirten Cüceloğlu şöyle diyor: “Bazı toplumlara bakıyorsunuz birçok sanatçı, filozof, düşünür çıkmış, bazı toplumlarda ise çöl gibi, yok! ‘Allah niye vermemiş bunlara?’ diye düşünürsünüz, ama mesele ‘Allah’ın vermesi’ meselesi değildir. Mesele toplumun çiftçiliği meselesidir. Bu nedenle her anne baba, kendi çocuğunun çiftçisi olmak zorundadır.”
Hepimiz çocuklarımızın gelecekte başarılı olmasını istiyoruz, fakat acaba bu isteğimizin sınırlarını belirleyebiliyor muyuz? Anne-babalar çocuklarının bağımsız, özgür, kendi ayakları üzerinde duran kişiler olmasını istiyor. Niyet, yola çıkmak için çok önemli kuşkusuz, ancak bunun arkasında hangi bilginin olduğu, o yola devam edebilmek için çok önemli… Burada, her ne kadar köklü bir geçmişe alsa da pek çok olumsuzluğu da içeren bir kültür devreye giriyor: Korku kültürü… Tehditle, yıldırmayla bir şeyleri yapmaya çalışıyoruz. Doğan Cüceloğlu bu korku kültürünü eleştiriyor: “Asırlardır gelen bir korku kültürü yaşıyoruz. Bir anlam verme sistemi. Korku kültüründe en temel değer, güçlü olmak. Mesela bizim kültürümüzde damada ‘İlk gece gözünü korkut, kadın kısmına yüz verilmez. Çocuğu uyurken öp, ne karını şımart ne çocuğunu’ derler. Geline ise ‘Kız, güzel olmuşsun ne yazar bahtın güzel olsun. Erkekler kadir kıymet bilmez. Nikâhta ayağına sen bas ki senin dediğin olsun. Kadının fendi, erkeği yendi’ derler. Yani herkes güçlü olma peşinde. Peki, biz aile mi oluşturuyoruz yoksa savaş mı başlatıyoruz? Nedir bu güç savaşı? Bu bakış açısı var olduğu sürece, müthiş bir potansiyel olan çocuk gelişemez. Çünkü onun gelişebilmesi için beslenmesi lazım. İşte o besin sevgi, saygı, güven ve ilgidir.”
Çocuk yetiştirmenin salt bir bilgi işi olmadığını, bir varoluş işi olduğunu belirten Cüceloğlu, onlarca yıl içinde yazılan birçok kitabın içinde bilginin bulunabileceğini ama bunun yeterli olmadığını söylüyor: “İnsan, varoluşu itibarıyla dört temel prensibe ihtiyaç duyuyor: Sevgi, saygı, ilgi ve tanıklık! İşte ben bu kitapta buna dikkat çekmek istedim. İnsan biyolojik ve zihinsel bir varlık. Her birimizin hayatının bir anlamı var. Çocuğun yapısında da o anlam içinde duygusallık var. Çocuğu gönülden candan sevmek gerekir ki duygu gelişsin. Eğer bu sağlanamazsa, o çocuk da gelişemez. İmkânı yok! Bunun için sevginin nasıl bir gıda olduğunu anne-babalar bilmelidir.”
Bu tanımlama bize, bir insanın her şeyinin olabileceğini ama bu her şey içinde sevgi yoksa bir “varlık felci” durumu yaşayabileceğimizi gösteriyor. Anne babaların, çocuklarının felç olmaması için, onlara sevgiyi oldukça iyi bir şekilde vermesi gerektiğini gösteriyor. Bu durum, sadece sevgi dolu bir insan yetiştirmez, sevgi dolu bir de yurttaş yetiştirir aynı zamanda. Çünkü bizler, içinde yaşadığımız topluma aynı zamanda yurttaş da yetiştiriyoruz. Bu duruma kitabında özel yer ayıran Doğan Cüceloğlu, “Mesela bir ormana bakın…” diyor, “İçinde ağaçlar var, hayvanlar var. Hepsi farklı farklı, ama müthiş bir ahenk içinde yaşıyorlar. Üstelik ormandaki her birey, o ormana uyumlu bir şekilde yetiştiriyor yavrularını. Yani yine varoluş hikâyesi. Ancak insanlar aynı durumda değil. Her insan varoluşunun gücünü keşfetmeli ve içinde yaşadığı topluma özgür yurttaşlar yetiştirmeli. Çocuğunu dayakla terbiye eden bir toplumda demokratik hayatın oluşması olanaksızdır. Dayak, azar ve utandırma, korku-kaygı kültürünün terbiye arayışıdır. İşte bu, çocuğu kısıtlar, ona duvarlar örer”.
Bu duvarları örmemek veya kırmak için de en önemli reçeteyi açıklıyor: “Bir defa her çocuğu, potansiyel sahibi küçük bir insan olarak görmek gerekir. Anne-babanın, bu küçük insanın gelecekte kendisi ile ilgili kararları kendisinin verebileceğini peşinen kabul etmesi gerekir. Ona destek olmakla, onun, anne-babanın istediği kişi olması dayatmasının arasında çok büyük bir fark bulunuyor. Çocuğa saygı göstermek gerekir. Geliştiren insan modeli, bunu gerektirir. Kalıplayan insan modeli ise, çocuğu her anlamda kalıba sokar, anne-baba kendi kafasındakileri çocuğa dayatır. Akıllı anne-baba, çocuğun davranışına yönelmez, çocuğa yönelir. Çocuğun davranışını çocuk yönetir, anne baba yönetmeye kalkışmasın. Bence, bir anne babanın hedefi şu olmalıdır: Çocuğum öyle biri olsun ki, her koşulda kendi ayakları üzerinde durabilsin, iyi olanı doğru davranışla hayata uygulayabilsin. Bu nedenle çocuğa sevgi verilmeli, saygı gösterilmeli, önemsenmeli çocuk.”
“Geliştiren Anne-Baba”, Doğan Cüceloğlu, 192 s., Remzi Kitabevi, 2016