Kral Ve Akilli Adam
Kıralın biri halkının içinde akıllı biri var mı diye merak etmiş. Saray görevlilerinden üç adam çağırtmış. Birincisine; “Sen bana ak saçlı kara sakallı bir adam bulup getireceksin”. İkincisine: “Sen kara saçlı ak sakallı bir adam bulup getireceksin”. Üçüncüsüne: “Sen de saçı sakalı olmayan dazlak bir adap getireceksin” demiş. “Bu üç adamı bulmadan gelirseniz hayatınızla ödersiniz ha” diyerek pekiştirmiş. Üç adam halkın arasına karışmış aramış taramış sormuş soruşturmuş. Çok geçmeden kıralın istediği şekildeki adamları bulup getirmişler. Niçin getirildiklerini bilmeyen üç kişi bekleme salonunda otururken dazlak olanı diğerlerine sormuş: “Biz üç garibanı acaba buraya niçin getirdiler biliyor musunuz?” Onlar da: “Doğrusu; Kıralın bize ne diyeceğini ne yapacağını bilemiyoruz meraktan çatlayacağız. Kıral sizi istiyor dediler apar topar yakalayıp getirdiler” demişler. Dazlak adam: “Bne sizin buraya niçin çağrıldığınızı biliyorum” demiş. Öbür ikisi merakla: “Ne olur biliyorsan söyle lütfen” diye yalvarmışlar. Dazlak adam birincisine: “Kıral sana ‘Senin niye saçın beyaz sakalın siyah’ diye soracak. Sen de ‘Saçım sakalımdan önce çıktı. Onun için önce çıkan saçım önce ağardı sakalım da henüz ağarmadı siyah kaldı’ diyeceksin” demiş. İkincisine sormuş: “Peki sen sana ne sorulacağını biliyor musun?” “Ah nereden bileyim! Garibanın tekiyim ben. Ne yazık ki ne sorulacağını da ne cevap vereceğimi de bilemiyorum” demiş. Dazlak ona da: ”Eğer kıral sana da ‘niçin saçın siyah da saklın beyaz’ diye sorarsa ‘Benim de saçım sakalımdan önce çıktı ama sakalımın erken ağarmasına sebep olan evlatlarımdır. Haylaz bir oğlumla şımarık bir kızım var. Onların yakışıksız ve düşüncesizce hareketlerine dayanmak için sakalımı sıvazlıya sıvazlıya sakalım erken ağardı saçımsa siyah kaldı’ dersin” demiş. Çok geçmeden kıralın adamları gelmiş saçı beyaz sakalı siyah olan adamı içeri götürmüşler. Kıral sormuş: “Senin neden saçın beyaz da sakalın siyah?” Adam dazlak adamın dediğini hatırlamış: “Efendim saçım sakalımdan önce çıktı. Erken çıkan saçım geç çıkan sakalımdan önce ağardı” demiş. Kıral ikinci adamı çağırtmış ve sormuş: “Senin niye saçın siyah da sakalın beyaz?” Adam cevap vermiş: “Oğlumla kızım yüzünden sayın kıralım. Haylaz bir oğlumla şımarık bir kızım var. Bunların yaptıkları yakışıksız ve düşüncesiz hareketler yüzünden ‘Allahım sen bana sabır ver’ der hep sakalımı sıvazlardım. Yıpranan sakalım bu nedenle erken ağardı” demiş. Kıral bu kez saçı sakalı olmayan tüysüz adamı içeri aldırmış: “Senin ne saçın ne sakalın ne de bıyığın var. Nedendir ne oldu onlara” diye sormuş. Dazlak adam: “Anlatayım değerli kıralımız. Ben annemle babamın tek çocuğuyum. Annemle babam beni paylaşamadı. Babam oğlan olmamı istedi annemse ‘hayır kız olmazsa olmaz illa ki kız olacak’ diye tutturdu. Kavga dövüş nizah derken belden yukarısı annemin belden aşağısı babamın oldu. Başımın yüzümün tüysüz olması bundandır efendim isterseniz belimden aşağısını da gösterebilirim” deyince kıral: “Gereği yok tama anlaşıldı; öteki ikisine de sen öğretmiş olmalısın. Neyse haydi gidin bakalım” diyerek herkesi dışarı çıkarmış dazlak adamı alıkoymuş ve “Değerli Thamate! Eğer götürebileceksen sana istediğin kadar altın vereceğim” demiş. “Götürmeye götürürüm de” demiş dazlak adam “götürecek kabım yok”.Kıral iki gözlü bir heybe getirtmiş “götürebileceğin kadar al” diyerek önüne sandığını koydurmuş. Dazlak adam ara sıra kaldırıp deneyerek taşıyabileceği kadar altınla doldurmuş heybeyi. “Teşekkür ederim saygıdeğer kıralımız” diyerek vedalaşmış ve ayrılmış: Kıral muhafızlara haber göndermiş “Bu adamı sağ salim dışarı çıkarın ve yolcu edin” demiş. Dazlak adam hayatında görmediği hiç ummadığı ve beklemediği bu zenginlikten pek mutlu olarak memleketine doğru yola koyulmuş. Kıralın vezirlerinden biri yolda dazlak adamla karşılaşmış: “İyi yolculuklar saygıdeğer büyüğüm! Sırtındaki yük biraz ağır gibi. Ne getiriyorsun böyle” diye sormuş. Dazlak adam hiç çekinmeden: “Altın getiriyorum” demiş. “Gerçekten bunların hepsi altın mı” şaşırmış vezir. “Evet” demiş dazlak adam “İnanmıyorsan bak” demiş ve heybenin ağzını açıp göstermiş. “Peki nereden aldınız bunu?” “Nereden olacak kıral hazretleri verdi” demiş dazlak adam. “Nasıl olur da bu kadar altın verir kıral! Neredeyse bir ülkeyi kurtarmaya yetecek kadar çok altın var burada. Bunda bir iş var” demiş vezir. “Ne çaldım ne de boğuşup dövüşüp zorla aldım. Kıralın kendisi verdi bunları bana” demiş dalsak adam. Vezir hızla kırala gelmiş: “Şurada yakında bir adamla karşılaştım; sırtındaki heybe altınla doluydu ve ‘bunları bana kıral verdi’ diyordu” demiş. “Doğru ben verdim onları” demiş kıral. “Peki niçin verdiniz sayın kıralımız” diye sormuş vezir. “Kısmeti olan mülkü de bulur vezir hazretleri” demiş kıral “adam o mülkü aklıyla hak etti”. “Peki sayın kıralımız! Geri alırsam bu mülkü bana verir misiniz” demiş vezir iştahla. “Veririm ama” demiş kıral “öldürmeyeceksin zorla almayacaksın. Aklınla hak edip alabilirsen onu sana veririm bir o kadar daha eklerim. “Peki ya alamazsam” demiş vezir. “O zaman dazlak adam ne isterse yaparım senin de kelleni kopartırım.” Vezir kabul etmiş yola koyulmaya hazırlanıyormuş. Kıral uyarmış: “Adamın nereden geldiğini bilmiyorum yaya olarak yetişemeyebilirsin atla git!” Vezir atına binip hızla yola koyulmuş. Bir süre sonra ileride ovada kara kuru ufak tefek bir adam görmüş. Atını kamçılamış tez zamanda yetişmiş. Bakmış ki gerçekten de aradığı dazlak adamın ta kendisiymiş. Yanına yaklaşmış ve: “Ğogu mafe wéjapşiy Thamate* maf/İyi yolculukların olsun ey uğurlu büyük” diyerek selamlamış. Birlikte giderken vezir dazlak adama bir şey sormak istediğini söylemiş. Adam: “Sor evlat sor! Bildiğim bir şeyse cevaplarım” demiş. Vezir bu söz üzerine: “İnsanlar arasında ‘üç horoz ötüm sesi’ diye bir tabir kullanılır. Bununla ne demek isterler? Bu tabirin anlamı nedir?” diye sormuş. Dazlak adam: “Şu gördüğün gökyüzü yedi kattır. Alttan yedinci kat olan en süt katta bir horoz vardır. Aynı şekilde üstten yedinci kat olan birinci katta da bir horoz vardır. Yeryüzünde yaşayan insanların da horozları vardır. Yedinci kattaki horoz ötünce birinci kattaki horoz duyar. Birinci kattaki horoz ötünce de yeryüzündeki horozlar duyar. İşte üç horoz ötüm sesi” dedikleri budur” diye cevap vermiş. Bir süre sonra vezir: “Sayın büyüğüm yine bir şey sormak isterim” demiş. “Sor biliyorsam söylerim” demiş dazlak adam. “Yalan ile gerçek arasında ne fark vardır” Dazlak adam: “O ikisinin arasında şu dört parmak vardır” demiş ve elini kaldırarak avuç kısmını şakağına koymuş. Sözlerine şu şekilde devam etmiş: “Şu iki gözün gördüğü gerçek şu iki kulağın duyduğu yalandır”. Vezir biraz umutsuzluğa kapılmış. Ama adamı illa ki akıl yoluyla bir açmaza sokmak isteğinden: “Af edin sayın thamate yine bir sualim var cevap vermek sizi sıkmıyorsa lütfen beni aydınlatır mısınız” demiş. Adam: “Ne sorarsan sor biliyorsam cevap veririm bilmiyorsam susarım” demiş. “Ancak ben yayayım sen atlısın. Atına binip biraz dinleneyim. Sorularını o zaman cevaplayayım” demiş. Vezir hemen attan inmiş dazlak adam bi
nmiş. Yola devam etmişler. Yaşlı adam biraz dinlendikten sonra: “Şimdi ne istersen sorabilirsin” demiş. Vezir hemen: “Bazen insan gece zengin olarak yatıyor sabahleyin hiçbir şeyi olmayan zavallı bir fakir olarak kalkıyor. Bazen de bunun tersi oluyor. Akşamleyin yoksul biri olarak yatıyor sabahleyin zengin kalkıyor. Bu nasıl oluyor” demiş. “Anlatayım” demiş yaşlı adam “gayet basit. Biraz önce sen atlıydın ben yaya şimdi ise ben atlıyım sen yaya. İşte o bahsettiğin de bunun gibi bir şey. Her şey değişiyor değişim hayatın yapısında var”. Vezir bu yaşlı ve tüysüz adamla başa çıkamayacağını altınlara el koyamayacağını anlamış yolcudan izin isteyerek “Yollarımız burada ayrılıyor. Sana iyi yolculuklar” demiş ve geri dönmüş. Evine gelmiş kıralın huzuruna çıkmadan önce biraz dinleneyim demiş ama bir türlü saraya gitmek istemiyormuş. Bir hafta geçtikten sonra kıral vezirin durumunu araştırmış. Dönmüş olduğunu öğrenince huzura çağırtmış. Kıral: “Anlat bakalım neler oldu” demiş Vezir olan biteni sorduğu soruları aldığı cevapları bir bir anlatmış. Bunun üzerine kıral: “Seni öldürtmekle benim elime bir şey geçmez. Ama şunu bil ki benim verdiğim bir şeyi sen geri alamazsın. Senin geri alabileceğin bir şeyi de ben vermem. Ben insanlara hak ettikleri şeyi veririm. Hak edilen şey de geri alınamaz. O verilen şey yerini bulmuştur. Aklının ermediği ve seni ilgilendirmeyen şeylere bir daha karışma! Devlet işleri tecrübe ve akılla yönetilir. Şu andan itibaren vezirliğin sona germiştir. Haydi git sen de senin gibilerin arasına katıl” demiş ve huzurundan kovmuş. *Thamate/Thamade: Etimooljik olarak; Thame yate biçi-miyle “Tanrılara sunu yapan sunak sunan (Thame yade biçimiyle “Tanrıların huzura kabul ettiği) anlamlarına gelmekte olup Adıgelerde yöneticilere önderlere verilen bir sandır. Bu anlamda köy muhtarlarına da Thamete denir. Aile reisinden mahalle ve köy muhtarına il ve bölge başkanlarına hatta devlet başkanına kadar her yönetici ve öndere Thamate denildiği gibi belirli bir işin yapılması süre ve süreciyle sınırlı olmak üzere “Kup Thamat/Gup Thamade: Grup başkanı Grup yöneticisi önderi” kategorisi de vardır. Bu çerçevede genç kızların gençlerin de Thamateleri olur. Adıge töresinde iki kişi dahi olsa bir ortak iş için yola çıktıklarında bunlardan biri mutlaka Thamate diğeri de yardımcısı olur töresel toplumsal görev ve sorumluluklar böylece yerine getirilir. Thamate genellikle akıllı bilgili becerikli çevrede sayılan kişidir. Yegane bilgi kaynağının deneyim olduğu dönemlerde yalnızca yaşlılar daha yaşlı olanlar Thamate olabilirdi. Sonradan bilgi kaynaklarının çoğalmasına koşut olarak özellikle de demokratik Adıge boylarında “barışta dili savaşta kılıcıyla önde olan Thamatemizdir” anlayışı benimsenmiştir. Ancak yine de grubun en yaşlısı her zaman “nahıjj thamate/yaşlı önder” san ve sıfatıyla anılmış daima danışman olarak değerlendirilmiş toplumda saygın bir yer tutmuştur.
Burada Thamate “saygıdeğer büyük yaşlı” anlamındadır.
Kıralın biri halkının içinde akıllı biri var mı diye merak etmiş. Saray görevlilerinden üç adam çağırtmış. Birincisine; “Sen bana ak saçlı kara sakallı bir adam bulup getireceksin”. İkincisine: “Sen kara saçlı ak sakallı bir adam bulup getireceksin”. Üçüncüsüne: “Sen de saçı sakalı olmayan dazlak bir adap getireceksin” demiş. “Bu üç adamı bulmadan gelirseniz hayatınızla ödersiniz ha” diyerek pekiştirmiş. Üç adam halkın arasına karışmış aramış taramış sormuş soruşturmuş. Çok geçmeden kıralın istediği şekildeki adamları bulup getirmişler. Niçin getirildiklerini bilmeyen üç kişi bekleme salonunda otururken dazlak olanı diğerlerine sormuş: “Biz üç garibanı acaba buraya niçin getirdiler biliyor musunuz?” Onlar da: “Doğrusu; Kıralın bize ne diyeceğini ne yapacağını bilemiyoruz meraktan çatlayacağız. Kıral sizi istiyor dediler apar topar yakalayıp getirdiler” demişler. Dazlak adam: “Bne sizin buraya niçin çağrıldığınızı biliyorum” demiş. Öbür ikisi merakla: “Ne olur biliyorsan söyle lütfen” diye yalvarmışlar. Dazlak adam birincisine: “Kıral sana ‘Senin niye saçın beyaz sakalın siyah’ diye soracak. Sen de ‘Saçım sakalımdan önce çıktı. Onun için önce çıkan saçım önce ağardı sakalım da henüz ağarmadı siyah kaldı’ diyeceksin” demiş. İkincisine sormuş: “Peki sen sana ne sorulacağını biliyor musun?” “Ah nereden bileyim! Garibanın tekiyim ben. Ne yazık ki ne sorulacağını da ne cevap vereceğimi de bilemiyorum” demiş. Dazlak ona da: ”Eğer kıral sana da ‘niçin saçın siyah da saklın beyaz’ diye sorarsa ‘Benim de saçım sakalımdan önce çıktı ama sakalımın erken ağarmasına sebep olan evlatlarımdır. Haylaz bir oğlumla şımarık bir kızım var. Onların yakışıksız ve düşüncesizce hareketlerine dayanmak için sakalımı sıvazlıya sıvazlıya sakalım erken ağardı saçımsa siyah kaldı’ dersin” demiş. Çok geçmeden kıralın adamları gelmiş saçı beyaz sakalı siyah olan adamı içeri götürmüşler. Kıral sormuş: “Senin neden saçın beyaz da sakalın siyah?” Adam dazlak adamın dediğini hatırlamış: “Efendim saçım sakalımdan önce çıktı. Erken çıkan saçım geç çıkan sakalımdan önce ağardı” demiş. Kıral ikinci adamı çağırtmış ve sormuş: “Senin niye saçın siyah da sakalın beyaz?” Adam cevap vermiş: “Oğlumla kızım yüzünden sayın kıralım. Haylaz bir oğlumla şımarık bir kızım var. Bunların yaptıkları yakışıksız ve düşüncesiz hareketler yüzünden ‘Allahım sen bana sabır ver’ der hep sakalımı sıvazlardım. Yıpranan sakalım bu nedenle erken ağardı” demiş. Kıral bu kez saçı sakalı olmayan tüysüz adamı içeri aldırmış: “Senin ne saçın ne sakalın ne de bıyığın var. Nedendir ne oldu onlara” diye sormuş. Dazlak adam: “Anlatayım değerli kıralımız. Ben annemle babamın tek çocuğuyum. Annemle babam beni paylaşamadı. Babam oğlan olmamı istedi annemse ‘hayır kız olmazsa olmaz illa ki kız olacak’ diye tutturdu. Kavga dövüş nizah derken belden yukarısı annemin belden aşağısı babamın oldu. Başımın yüzümün tüysüz olması bundandır efendim isterseniz belimden aşağısını da gösterebilirim” deyince kıral: “Gereği yok tama anlaşıldı; öteki ikisine de sen öğretmiş olmalısın. Neyse haydi gidin bakalım” diyerek herkesi dışarı çıkarmış dazlak adamı alıkoymuş ve “Değerli Thamate! Eğer götürebileceksen sana istediğin kadar altın vereceğim” demiş. “Götürmeye götürürüm de” demiş dazlak adam “götürecek kabım yok”.Kıral iki gözlü bir heybe getirtmiş “götürebileceğin kadar al” diyerek önüne sandığını koydurmuş. Dazlak adam ara sıra kaldırıp deneyerek taşıyabileceği kadar altınla doldurmuş heybeyi. “Teşekkür ederim saygıdeğer kıralımız” diyerek vedalaşmış ve ayrılmış: Kıral muhafızlara haber göndermiş “Bu adamı sağ salim dışarı çıkarın ve yolcu edin” demiş. Dazlak adam hayatında görmediği hiç ummadığı ve beklemediği bu zenginlikten pek mutlu olarak memleketine doğru yola koyulmuş. Kıralın vezirlerinden biri yolda dazlak adamla karşılaşmış: “İyi yolculuklar saygıdeğer büyüğüm! Sırtındaki yük biraz ağır gibi. Ne getiriyorsun böyle” diye sormuş. Dazlak adam hiç çekinmeden: “Altın getiriyorum” demiş. “Gerçekten bunların hepsi altın mı” şaşırmış vezir. “Evet” demiş dazlak adam “İnanmıyorsan bak” demiş ve heybenin ağzını açıp göstermiş. “Peki nereden aldınız bunu?” “Nereden olacak kıral hazretleri verdi” demiş dazlak adam. “Nasıl olur da bu kadar altın verir kıral! Neredeyse bir ülkeyi kurtarmaya yetecek kadar çok altın var burada. Bunda bir iş var” demiş vezir. “Ne çaldım ne de boğuşup dövüşüp zorla aldım. Kıralın kendisi verdi bunları bana” demiş dalsak adam. Vezir hızla kırala gelmiş: “Şurada yakında bir adamla karşılaştım; sırtındaki heybe altınla doluydu ve ‘bunları bana kıral verdi’ diyordu” demiş. “Doğru ben verdim onları” demiş kıral. “Peki niçin verdiniz sayın kıralımız” diye sormuş vezir. “Kısmeti olan mülkü de bulur vezir hazretleri” demiş kıral “adam o mülkü aklıyla hak etti”. “Peki sayın kıralımız! Geri alırsam bu mülkü bana verir misiniz” demiş vezir iştahla. “Veririm ama” demiş kıral “öldürmeyeceksin zorla almayacaksın. Aklınla hak edip alabilirsen onu sana veririm bir o kadar daha eklerim. “Peki ya alamazsam” demiş vezir. “O zaman dazlak adam ne isterse yaparım senin de kelleni kopartırım.” Vezir kabul etmiş yola koyulmaya hazırlanıyormuş. Kıral uyarmış: “Adamın nereden geldiğini bilmiyorum yaya olarak yetişemeyebilirsin atla git!” Vezir atına binip hızla yola koyulmuş. Bir süre sonra ileride ovada kara kuru ufak tefek bir adam görmüş. Atını kamçılamış tez zamanda yetişmiş. Bakmış ki gerçekten de aradığı dazlak adamın ta kendisiymiş. Yanına yaklaşmış ve: “Ğogu mafe wéjapşiy Thamate* maf/İyi yolculukların olsun ey uğurlu büyük” diyerek selamlamış. Birlikte giderken vezir dazlak adama bir şey sormak istediğini söylemiş. Adam: “Sor evlat sor! Bildiğim bir şeyse cevaplarım” demiş. Vezir bu söz üzerine: “İnsanlar arasında ‘üç horoz ötüm sesi’ diye bir tabir kullanılır. Bununla ne demek isterler? Bu tabirin anlamı nedir?” diye sormuş. Dazlak adam: “Şu gördüğün gökyüzü yedi kattır. Alttan yedinci kat olan en süt katta bir horoz vardır. Aynı şekilde üstten yedinci kat olan birinci katta da bir horoz vardır. Yeryüzünde yaşayan insanların da horozları vardır. Yedinci kattaki horoz ötünce birinci kattaki horoz duyar. Birinci kattaki horoz ötünce de yeryüzündeki horozlar duyar. İşte üç horoz ötüm sesi” dedikleri budur” diye cevap vermiş. Bir süre sonra vezir: “Sayın büyüğüm yine bir şey sormak isterim” demiş. “Sor biliyorsam söylerim” demiş dazlak adam. “Yalan ile gerçek arasında ne fark vardır” Dazlak adam: “O ikisinin arasında şu dört parmak vardır” demiş ve elini kaldırarak avuç kısmını şakağına koymuş. Sözlerine şu şekilde devam etmiş: “Şu iki gözün gördüğü gerçek şu iki kulağın duyduğu yalandır”. Vezir biraz umutsuzluğa kapılmış. Ama adamı illa ki akıl yoluyla bir açmaza sokmak isteğinden: “Af edin sayın thamate yine bir sualim var cevap vermek sizi sıkmıyorsa lütfen beni aydınlatır mısınız” demiş. Adam: “Ne sorarsan sor biliyorsam cevap veririm bilmiyorsam susarım” demiş. “Ancak ben yayayım sen atlısın. Atına binip biraz dinleneyim. Sorularını o zaman cevaplayayım” demiş. Vezir hemen attan inmiş dazlak adam bi
nmiş. Yola devam etmişler. Yaşlı adam biraz dinlendikten sonra: “Şimdi ne istersen sorabilirsin” demiş. Vezir hemen: “Bazen insan gece zengin olarak yatıyor sabahleyin hiçbir şeyi olmayan zavallı bir fakir olarak kalkıyor. Bazen de bunun tersi oluyor. Akşamleyin yoksul biri olarak yatıyor sabahleyin zengin kalkıyor. Bu nasıl oluyor” demiş. “Anlatayım” demiş yaşlı adam “gayet basit. Biraz önce sen atlıydın ben yaya şimdi ise ben atlıyım sen yaya. İşte o bahsettiğin de bunun gibi bir şey. Her şey değişiyor değişim hayatın yapısında var”. Vezir bu yaşlı ve tüysüz adamla başa çıkamayacağını altınlara el koyamayacağını anlamış yolcudan izin isteyerek “Yollarımız burada ayrılıyor. Sana iyi yolculuklar” demiş ve geri dönmüş. Evine gelmiş kıralın huzuruna çıkmadan önce biraz dinleneyim demiş ama bir türlü saraya gitmek istemiyormuş. Bir hafta geçtikten sonra kıral vezirin durumunu araştırmış. Dönmüş olduğunu öğrenince huzura çağırtmış. Kıral: “Anlat bakalım neler oldu” demiş Vezir olan biteni sorduğu soruları aldığı cevapları bir bir anlatmış. Bunun üzerine kıral: “Seni öldürtmekle benim elime bir şey geçmez. Ama şunu bil ki benim verdiğim bir şeyi sen geri alamazsın. Senin geri alabileceğin bir şeyi de ben vermem. Ben insanlara hak ettikleri şeyi veririm. Hak edilen şey de geri alınamaz. O verilen şey yerini bulmuştur. Aklının ermediği ve seni ilgilendirmeyen şeylere bir daha karışma! Devlet işleri tecrübe ve akılla yönetilir. Şu andan itibaren vezirliğin sona germiştir. Haydi git sen de senin gibilerin arasına katıl” demiş ve huzurundan kovmuş. *Thamate/Thamade: Etimooljik olarak; Thame yate biçi-miyle “Tanrılara sunu yapan sunak sunan (Thame yade biçimiyle “Tanrıların huzura kabul ettiği) anlamlarına gelmekte olup Adıgelerde yöneticilere önderlere verilen bir sandır. Bu anlamda köy muhtarlarına da Thamete denir. Aile reisinden mahalle ve köy muhtarına il ve bölge başkanlarına hatta devlet başkanına kadar her yönetici ve öndere Thamate denildiği gibi belirli bir işin yapılması süre ve süreciyle sınırlı olmak üzere “Kup Thamat/Gup Thamade: Grup başkanı Grup yöneticisi önderi” kategorisi de vardır. Bu çerçevede genç kızların gençlerin de Thamateleri olur. Adıge töresinde iki kişi dahi olsa bir ortak iş için yola çıktıklarında bunlardan biri mutlaka Thamate diğeri de yardımcısı olur töresel toplumsal görev ve sorumluluklar böylece yerine getirilir. Thamate genellikle akıllı bilgili becerikli çevrede sayılan kişidir. Yegane bilgi kaynağının deneyim olduğu dönemlerde yalnızca yaşlılar daha yaşlı olanlar Thamate olabilirdi. Sonradan bilgi kaynaklarının çoğalmasına koşut olarak özellikle de demokratik Adıge boylarında “barışta dili savaşta kılıcıyla önde olan Thamatemizdir” anlayışı benimsenmiştir. Ancak yine de grubun en yaşlısı her zaman “nahıjj thamate/yaşlı önder” san ve sıfatıyla anılmış daima danışman olarak değerlendirilmiş toplumda saygın bir yer tutmuştur.
Burada Thamate “saygıdeğer büyük yaşlı” anlamındadır.