muhsin iyi
Katılımcı
Kuran-ı Kerimi Okuma ve Anlama
Kuran-ı Kerim Allahın (c.c.) ezeli ve ebedi sözüdür. Yaratılmamıştır. Yani aslı, ruhu, özü mahlûk değildir. Eğer insanlar onun mahlûk olduğuna inansalar yoldan saparlardı. Çünkü sonuçta dünyadaki her şey yaratılmıştır. Birer mahlûktur. Mahlûk olan şeylerde imtihan gereği bazı kusurlar olabilir. Yaratılmış varlıklar acizdirler. Güçleri sınırlıdır. Oysa Kuran-ı Kerim bunlardan beridir. Allahın ezeldeki ilminin kaydedildiği Levh-i Mahfuzdan indirilmiştir. Kuran-ı Kerimin sesi, kaydedildiği harfleri, kitabı ise birer mahlûktur. Bunlar sonradan yaratılmıştır. Bunda da bir rahmet vardır. Zira bunlar Kuran-ı Kerime perde olmasaydı Kuran-ı Kerime karşı bilerek veya bilmeyerek yapılan bazı edepsizlikler anında çok büyük cezalara çarptırılırdı.
Kuran-ı Kerimi elimize almadan abdestli abdestsiz ezberden okuyabiliriz. Ama kitap olarak Kuran-ı Kerimi elimize abdestsiz almamalıyız.
Çoğu Kişi Kuran-ı Kerimi orijinalinden okumanın kıymetini bilmez. Meal ve tefsir okumanın bunun üstünde olduğunu düşünür. Kuşkusuz Allah (c.c.) kelamının anlamını bilmek çok önemlidir. Ama bu önem asla orijinal Kuran-ı Kerim okumanın önüne geçemez. En iyisi orta yolu takip edip orijinal Kuran-ı Kerim okuma yanında meal ve tefsir okumaları da ihmal etmemek gerekir.
Kuran-ı Kerim okunmaya başlandığında konuşan yüce Allahtır. Onun için derler ki, Kuran-ı Kerim okuyan kişi, Allahla konuştuğuna yemin etse, bunda yalan söylememektedir. Söz ise büyük bir güçtür. Ondan daha büyük kudret sahibi bir şey yoktur. Çünkü yüce Allah (c.c.) her şeyi sözle yaratmıştır. Bir şeyi dilediği zaman ona sadece Ol! der, o da hemen oluverir (Yasin suresi, 82). Kuran-ı Kerim bu açıdan helal bir sihirdir. Yüce Allah (c.c.)Kuran-ı Kerimi okuyanlara çeşitli dünyevi ve uhrevi nimetleri yaratır. Onları kaza ve belalardan korur. Hastalıklarına şifa verir. Kuran-ı Kerimi çok okuyanlar bu mucizelere kanıksamışlardır.
Bütün varlık âleminin sırları Kuran-ı Kerimde gizlidir. Bu açıdan Kuran-ı Kerim Levh-i Mahfuzun küçük bir prototipidir. Yüce Allah, Yerin karanlıklarında da hiçbir dane, hiçbir yaş hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın (Enam suresi, 59). buyurmaktadır. Buna Kuran-ı Kerimin icazı diyebiliriz. İcaz, insanı hayrette bırakacak kadar derinlik demektir. Az sözle çok büyük manaların karşılanmasıdır. Kuran-ı Kerimin derinliğini ancak gerçek âlimler kavrayabilir. Onlar da bunda büyük bir acizlik yaşarlar.
Nasıl bir yazar, bir şair insanların kendi eserlerini okumalarından zevk alıp memnun olursa yüce Allah (c.c.) da Kuran-ı Kerimi okuyan kullarından böyle razıdır. Peygamberimiz (s.a.s) güzel bir sesle Kuran-ı Kerimi okuyan birisini yüce Allahın (c.c.) dinlemekten hoşnut olduğunu belirtmiştir.
Her şeyin bir sırrı vardır. Kuran-ı Kerimi çokça okuyanların sırları da bu dünya imtihanını çok kolay ve ihsan edilen türlü nimetlerle çok zevkli bir şekilde geçirmesidir. Onlar bunu uzun okumalardan sonra anlarlar ve Allaha (c.c.) sonsuz şükürlerde bulunurlar. Kuran-ı Kerim hem insanın üzerindeki ağır yükleri kaldırıcı hem de akla ve hesaba gelmeyen nimetleri celbedicidir. İnsan Kuran-ı Kerimi okumaya devam ettikçe onun pek çok mucizesine bizzat tanık olur.
Peygamberimizin (s.a.s) en büyük mucizesi Kuran-ı Kerimdi. Bu mucize elan devam etmektedir.
Kuran-ı Kerimi okudukça kişinin nuru artar, imanı derinleşir. Kuran-ı Kerimin ahrette şefaat vesilesi olduğu hadislerde geçmektedir. Bütün bu nimetlere ermek için Kuran-ı Kerimi orijinalinde okumayı bilmek gerekir.
Yılda en az iki hatim Kuran-ı Kerimin üzerimizdeki hakkıdır.
Bu zamanda bazı insanlar Kuran-ı Kerimin orijinalini okumayı küçümsemekte ve onun yerine görünüşte Kuran-ı Kerim mealini okumaya önem vermektedirler. Bunlar genellikle sünneti ve hadis-i şerifleri de inkâr yoluna sapmaktadırlar. Hak mezhepleri de tanımamaktadırlar. Hasbelkader gençliğimde bende de bu tür bir eğilim vardı. Farkına varmadan o yoldaki insanlarla karşılaştım, dostluklar kurdum. O zaman yavaş yavaş idrak ettim ki, böyle bir yola giriş nedenim biriktirdiğim markların zekâtını vermemektir. O zamanlar Alman parası iyi artıyordu. Tasarruflarımı genellikle ona yatırıyordum. Kuran-ı Kerimde yüce Allah (c.c.) yüzden fazla ayetle zekât vermeyi açıkça veya dolaylı olarak emrediyordu. Ama bunun miktarını söylemiyordu. İşte bu yeni dostlarım bana bu konuda yardımcı oluyorlardı. Zekâtın miktarı peygamber (s.a.s) hadislerinde ve mezhep hükümlerinde vardı. Bunları ortadan kaldırdıktan sonra işler kolaylaşıyordu. Gönlümüze göre bunun miktarını tayin edebiliyorduk. İtiraf ediyorum, acaba o dönemde iken hiç zekât verdim mi, diye şimdi kendi kendime soruyorum. Allah affetsin, bu konuda dilencilere zekât niyetiyle verdiğim bozuk paralar dışında bir şey hatırlayamadım. Bir de namazlarda sünnetleri kaldırıverdim. Hatta arkadaşlar Kuran-ı Kerimde üç vakit namaz emrediliyor diyorlardı bir ara. Biz de nefse kolay geldiği için bu yola girdik. Şükür hatamızı daha sonra anlayınca bu hallere tövbe edip elimizden geldiğince üzerimize düşen zekât borçlarını ödemeye ve kaza namazlarını kılmaya çalıştık.
Şimdi kendimi tarafsız bir şekilde değerlendirince o zamanlar bu yola niçin girdiğimi daha iyi anlamaktayım. Oysa o sıralarda kenar meallere azıcık bakarak da olsa orijinal Kuran-ı Kerimi okuyunca anlayacak seviyedeydim. Maalesef o zamanlarda asıl amacım Kuran-ı Kerimi anlamak değil Kuran-ı Kerimin anlamını nefsime göre yorumlamak ve yaşamaktı. Benim gençliğimde yaşadığım bu hatayı şimdilerde üzülerek söylemek gerekirse çevremdeki pek çok gençte de görüyorum. Nedense insanlar keşfedilen Amerika kıtasını yeniden keşfetmeyi marifet sanıyorlar. Daha doğrusu nefis ve şeytanlar aynı veya benzer yollarla insanları aldatıyorlar. Yaşananlardan insanlar pek az yararlanıyorlar. Tecrübeleri pek dikkate almıyorlar.
Elbette gençler iyi niyetle meallere yöneliyorlar. Amaçları Kuran-ı Kerimi anlamaya çalışmaktır. Ama Kuran-ı Kerimin gerçekliğini yaşamış olan peygamberimizin (s.a.s) sünnetinden ve hadis-i şeriflerinden mahrum olduklarında, özellikle hak mezheplerin binlerce, hatta milyonlarca aklın yerini tutan hükümlerinden yoksun olduklarında nefislerinin ve şeytanlarının oyuncağı olup kalmaktadırlar. Benim yaşadığım şey, tecrübem de bundan ibaretti. Elbette onların yaşadıklarını yaşamasaydım şimdi onları anlamam mümkün değildi. Belki de bu tecrübeden tek kazancım da bu oldu.
Şöyle bir güzel söz vardır. Ama kimindir bilemiyorum: Cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. Geçekten iyi niyete rağmen itikatta ufacık sapmalar insanı Allah göstermesin ebedi bir pişmanlığa götürebilmektedir. Evet, bu tür bir yol tutan birisinde genellikle nefis ve şeytanların sevimli gösterdiği ya bir yasağı meşru görme isteği ya da bir emri hafife alma, ortadan kaldırma arzusu, eğilimi, davranışı iyi araştırılırsa görülebilir. Çünkü ben başta kendim olmak üzere o zamanki arkadaşlarımda bunları yeterince müşahede ettim. O iyi niyet (yani Kuran-ı Kerimi anlamak) buna ne kadar kefaret olabilir, bilemiyorum. Elbette yüce Allahın (c.c.) rahmetinden ümit kesmemek gerekir. Ama insan da tuttuğu yola niçin girdiğini daima muhasebe etmelidir. Özeleştiri ve hidayet olmadan insan dostlarından, nefisten ve şeytanlardan gelen düşmanlıkların farkına varamaz. Tabii hidayet Allahtandır. Allah (c.c.) her birimizi gerçek yoluna, sırat-ı müstakimine hidayet eylesin. Nefsimizden ve şeytanlardan gelen kötülüklerden bizleri korusun. Âmin.
Eski kavimlerde şeytanların tek gayeleri ilahi kitapların bozulması etrafında toplanırdı. Bunun için din adamlarına çokça vesvese verirlerdi. Bunda da genellikle başarılı olurlardı. Çünkü maddi ve teknik imkânlar sınırlı olduğu için ilahi kitapların pek çok nüshası olmazdı. Sayıları çok sınırlı olurdu. Birinde yapılan tahrif sonucu verilen batıl bir hüküm nefsi okşadığı için diğer nüshalara da kısa zamanda yansırdı. Ama milyonlarca nüshası olan, baştan itibaren de hafızalarda ezbere bir şekilde bulunan Kuran-ı Kerim bu açıdan korunmuş bir ilahi kitap olmuştur. Şeytanlar Kuran-ı Kerimi eski ilahi kitaplar gibi bozmaktan ümitlerini yitirmişlerdir. Onun için başka bir yola başvurmaktadırlar. Kuran-ı Kerimi anlama, yaşama konusunda sapkın mezheplerin oluşmasına mesailerini harcamaktadırlar. İnsan nefsinin eğilimlerini sonuna kadar kullanarak yeni batıl yollar açmaktadırlar. Onun için peygamberimizin (s.a.s), sahabenin (Allah onlardan razı olsun) yolu daima ölçümüz olmalıdır. Hak mezheplere saygıya ve onların belirlediği çizgiye çok dikkat edilmelidir. Kuran-ı Kerimi nefsimizin ve şeytanların istekleri istikametinde yorumlamaktan Allaha (c.c.) her daim sığınmak gerekmektedir.
Kişi, peygamberimizin (s.a.s) sünnetine, hadis-i şeriflerine; hak mezheplerin hükümlerine gereken önemi, saygıyı gösterdikten sonra Kuran-ı Kerimin mealini okumanın yararları ise sonsuzdur. Bu teşvik de edilmelidir. Bu zaten Ehl-i sünnetin çizgisidir. Elbette her hadis-i şerif aynı sıhhatte değildir. Uydurma hadisleri göz ardı edemeyiz. Muamelatta, ibadette, itikatta uzmanlık alanı bu olan mezhep imamları zaten bu işi çok titiz bir şekilde yapmışlar, ona göre hükümlerde bulunmuşlardır.
Bir insan nasıl hadis-i şerifleri küçük görebilir ki?.. Hadis-i şerifler Kuran-ı Kerimi anlamanın anahtarlarıdır. Hem Kuran-ı Kerimi anlamak gibi bir iddiamız olacak hem de hadis-i şerifleri küçük göreceğiz veya inkâr edeceğiz. Bu başlı başına bir çelişkidir. Burada nefsin ve şeytanların yoldan çıkarma adımları çok açık bir şekilde sezilmektedir.
Kuran-ı Kerimin her bir harfine on sevap verilmektedir. Önemli gün ve gecelerde bu sevap miktarı daha da artırılmaktadır. Kuran-ı Kerimi anlamını bilmeden okusak da bu sevap verilmektedir. Bunlar, hadis-i şeriflerle sabittir. Kuran-ı Kerimi anlamını bilmeden okuyan kişilere yüce Allah (c.c.) verdiği nurla onun özünü (anlamını) kalplerine vermektedir. Bu açıdan çok Kuran-ı Kerim okuyan kişilerin dilinden hikmet damlaları eksik olmaz.
Zikredilen kelime veya cümle Kuran-ı Kerimde geçtiği için etkilidir. Nur ve feyz kaynağıdır. Allahın sözü olmayan bir kelime veya söz nur ve feyz kaynağı olamaz.
Kuran-ı Kerimde Allah lafzı 2697 yerde geçmektedir. Bu sayı bile en etkili zikrin bu kelime ile yapılacağının açık bir işaretidir. Kaldı ki Allahın diğer güzel isimleri sıfatlarına tekabül ederken bu ismi zatına işaret etmektedir. Zat tecellisi ise en büyük tecellidir. İnsan bu tecelliye ermese bile bunun yolunda olduğunda da çok büyük halleri yaşayabilir, makamlara ulaşabilir.
Kuran-ı Kerimi okurken anlamak yolunda hazırlanan renkli Kuran-ı Kerim mealleri çok yararlı bir iş görmektedirler. Kişi bu sayede pek çok kelime ve cümlenin anlamını öğrenme imkânı kazanmaktadır. Bu açıdan bunlarla hatim yapılması daha faydalıdır. Her hatimde 50 yeni kelime öğrenilse bile bu büyük bir kazançtır.
Yüce Allah (c.c.) her daim Kuran-ı Kerimi okumayı, anlamayı, yaşamayı, yaşatmayı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
Kuran-ı Kerim Allahın (c.c.) ezeli ve ebedi sözüdür. Yaratılmamıştır. Yani aslı, ruhu, özü mahlûk değildir. Eğer insanlar onun mahlûk olduğuna inansalar yoldan saparlardı. Çünkü sonuçta dünyadaki her şey yaratılmıştır. Birer mahlûktur. Mahlûk olan şeylerde imtihan gereği bazı kusurlar olabilir. Yaratılmış varlıklar acizdirler. Güçleri sınırlıdır. Oysa Kuran-ı Kerim bunlardan beridir. Allahın ezeldeki ilminin kaydedildiği Levh-i Mahfuzdan indirilmiştir. Kuran-ı Kerimin sesi, kaydedildiği harfleri, kitabı ise birer mahlûktur. Bunlar sonradan yaratılmıştır. Bunda da bir rahmet vardır. Zira bunlar Kuran-ı Kerime perde olmasaydı Kuran-ı Kerime karşı bilerek veya bilmeyerek yapılan bazı edepsizlikler anında çok büyük cezalara çarptırılırdı.
Kuran-ı Kerimi elimize almadan abdestli abdestsiz ezberden okuyabiliriz. Ama kitap olarak Kuran-ı Kerimi elimize abdestsiz almamalıyız.
Çoğu Kişi Kuran-ı Kerimi orijinalinden okumanın kıymetini bilmez. Meal ve tefsir okumanın bunun üstünde olduğunu düşünür. Kuşkusuz Allah (c.c.) kelamının anlamını bilmek çok önemlidir. Ama bu önem asla orijinal Kuran-ı Kerim okumanın önüne geçemez. En iyisi orta yolu takip edip orijinal Kuran-ı Kerim okuma yanında meal ve tefsir okumaları da ihmal etmemek gerekir.
Kuran-ı Kerim okunmaya başlandığında konuşan yüce Allahtır. Onun için derler ki, Kuran-ı Kerim okuyan kişi, Allahla konuştuğuna yemin etse, bunda yalan söylememektedir. Söz ise büyük bir güçtür. Ondan daha büyük kudret sahibi bir şey yoktur. Çünkü yüce Allah (c.c.) her şeyi sözle yaratmıştır. Bir şeyi dilediği zaman ona sadece Ol! der, o da hemen oluverir (Yasin suresi, 82). Kuran-ı Kerim bu açıdan helal bir sihirdir. Yüce Allah (c.c.)Kuran-ı Kerimi okuyanlara çeşitli dünyevi ve uhrevi nimetleri yaratır. Onları kaza ve belalardan korur. Hastalıklarına şifa verir. Kuran-ı Kerimi çok okuyanlar bu mucizelere kanıksamışlardır.
Bütün varlık âleminin sırları Kuran-ı Kerimde gizlidir. Bu açıdan Kuran-ı Kerim Levh-i Mahfuzun küçük bir prototipidir. Yüce Allah, Yerin karanlıklarında da hiçbir dane, hiçbir yaş hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın (Enam suresi, 59). buyurmaktadır. Buna Kuran-ı Kerimin icazı diyebiliriz. İcaz, insanı hayrette bırakacak kadar derinlik demektir. Az sözle çok büyük manaların karşılanmasıdır. Kuran-ı Kerimin derinliğini ancak gerçek âlimler kavrayabilir. Onlar da bunda büyük bir acizlik yaşarlar.
Nasıl bir yazar, bir şair insanların kendi eserlerini okumalarından zevk alıp memnun olursa yüce Allah (c.c.) da Kuran-ı Kerimi okuyan kullarından böyle razıdır. Peygamberimiz (s.a.s) güzel bir sesle Kuran-ı Kerimi okuyan birisini yüce Allahın (c.c.) dinlemekten hoşnut olduğunu belirtmiştir.
Her şeyin bir sırrı vardır. Kuran-ı Kerimi çokça okuyanların sırları da bu dünya imtihanını çok kolay ve ihsan edilen türlü nimetlerle çok zevkli bir şekilde geçirmesidir. Onlar bunu uzun okumalardan sonra anlarlar ve Allaha (c.c.) sonsuz şükürlerde bulunurlar. Kuran-ı Kerim hem insanın üzerindeki ağır yükleri kaldırıcı hem de akla ve hesaba gelmeyen nimetleri celbedicidir. İnsan Kuran-ı Kerimi okumaya devam ettikçe onun pek çok mucizesine bizzat tanık olur.
Peygamberimizin (s.a.s) en büyük mucizesi Kuran-ı Kerimdi. Bu mucize elan devam etmektedir.
Kuran-ı Kerimi okudukça kişinin nuru artar, imanı derinleşir. Kuran-ı Kerimin ahrette şefaat vesilesi olduğu hadislerde geçmektedir. Bütün bu nimetlere ermek için Kuran-ı Kerimi orijinalinde okumayı bilmek gerekir.
Yılda en az iki hatim Kuran-ı Kerimin üzerimizdeki hakkıdır.
Bu zamanda bazı insanlar Kuran-ı Kerimin orijinalini okumayı küçümsemekte ve onun yerine görünüşte Kuran-ı Kerim mealini okumaya önem vermektedirler. Bunlar genellikle sünneti ve hadis-i şerifleri de inkâr yoluna sapmaktadırlar. Hak mezhepleri de tanımamaktadırlar. Hasbelkader gençliğimde bende de bu tür bir eğilim vardı. Farkına varmadan o yoldaki insanlarla karşılaştım, dostluklar kurdum. O zaman yavaş yavaş idrak ettim ki, böyle bir yola giriş nedenim biriktirdiğim markların zekâtını vermemektir. O zamanlar Alman parası iyi artıyordu. Tasarruflarımı genellikle ona yatırıyordum. Kuran-ı Kerimde yüce Allah (c.c.) yüzden fazla ayetle zekât vermeyi açıkça veya dolaylı olarak emrediyordu. Ama bunun miktarını söylemiyordu. İşte bu yeni dostlarım bana bu konuda yardımcı oluyorlardı. Zekâtın miktarı peygamber (s.a.s) hadislerinde ve mezhep hükümlerinde vardı. Bunları ortadan kaldırdıktan sonra işler kolaylaşıyordu. Gönlümüze göre bunun miktarını tayin edebiliyorduk. İtiraf ediyorum, acaba o dönemde iken hiç zekât verdim mi, diye şimdi kendi kendime soruyorum. Allah affetsin, bu konuda dilencilere zekât niyetiyle verdiğim bozuk paralar dışında bir şey hatırlayamadım. Bir de namazlarda sünnetleri kaldırıverdim. Hatta arkadaşlar Kuran-ı Kerimde üç vakit namaz emrediliyor diyorlardı bir ara. Biz de nefse kolay geldiği için bu yola girdik. Şükür hatamızı daha sonra anlayınca bu hallere tövbe edip elimizden geldiğince üzerimize düşen zekât borçlarını ödemeye ve kaza namazlarını kılmaya çalıştık.
Şimdi kendimi tarafsız bir şekilde değerlendirince o zamanlar bu yola niçin girdiğimi daha iyi anlamaktayım. Oysa o sıralarda kenar meallere azıcık bakarak da olsa orijinal Kuran-ı Kerimi okuyunca anlayacak seviyedeydim. Maalesef o zamanlarda asıl amacım Kuran-ı Kerimi anlamak değil Kuran-ı Kerimin anlamını nefsime göre yorumlamak ve yaşamaktı. Benim gençliğimde yaşadığım bu hatayı şimdilerde üzülerek söylemek gerekirse çevremdeki pek çok gençte de görüyorum. Nedense insanlar keşfedilen Amerika kıtasını yeniden keşfetmeyi marifet sanıyorlar. Daha doğrusu nefis ve şeytanlar aynı veya benzer yollarla insanları aldatıyorlar. Yaşananlardan insanlar pek az yararlanıyorlar. Tecrübeleri pek dikkate almıyorlar.
Elbette gençler iyi niyetle meallere yöneliyorlar. Amaçları Kuran-ı Kerimi anlamaya çalışmaktır. Ama Kuran-ı Kerimin gerçekliğini yaşamış olan peygamberimizin (s.a.s) sünnetinden ve hadis-i şeriflerinden mahrum olduklarında, özellikle hak mezheplerin binlerce, hatta milyonlarca aklın yerini tutan hükümlerinden yoksun olduklarında nefislerinin ve şeytanlarının oyuncağı olup kalmaktadırlar. Benim yaşadığım şey, tecrübem de bundan ibaretti. Elbette onların yaşadıklarını yaşamasaydım şimdi onları anlamam mümkün değildi. Belki de bu tecrübeden tek kazancım da bu oldu.
Şöyle bir güzel söz vardır. Ama kimindir bilemiyorum: Cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. Geçekten iyi niyete rağmen itikatta ufacık sapmalar insanı Allah göstermesin ebedi bir pişmanlığa götürebilmektedir. Evet, bu tür bir yol tutan birisinde genellikle nefis ve şeytanların sevimli gösterdiği ya bir yasağı meşru görme isteği ya da bir emri hafife alma, ortadan kaldırma arzusu, eğilimi, davranışı iyi araştırılırsa görülebilir. Çünkü ben başta kendim olmak üzere o zamanki arkadaşlarımda bunları yeterince müşahede ettim. O iyi niyet (yani Kuran-ı Kerimi anlamak) buna ne kadar kefaret olabilir, bilemiyorum. Elbette yüce Allahın (c.c.) rahmetinden ümit kesmemek gerekir. Ama insan da tuttuğu yola niçin girdiğini daima muhasebe etmelidir. Özeleştiri ve hidayet olmadan insan dostlarından, nefisten ve şeytanlardan gelen düşmanlıkların farkına varamaz. Tabii hidayet Allahtandır. Allah (c.c.) her birimizi gerçek yoluna, sırat-ı müstakimine hidayet eylesin. Nefsimizden ve şeytanlardan gelen kötülüklerden bizleri korusun. Âmin.
Eski kavimlerde şeytanların tek gayeleri ilahi kitapların bozulması etrafında toplanırdı. Bunun için din adamlarına çokça vesvese verirlerdi. Bunda da genellikle başarılı olurlardı. Çünkü maddi ve teknik imkânlar sınırlı olduğu için ilahi kitapların pek çok nüshası olmazdı. Sayıları çok sınırlı olurdu. Birinde yapılan tahrif sonucu verilen batıl bir hüküm nefsi okşadığı için diğer nüshalara da kısa zamanda yansırdı. Ama milyonlarca nüshası olan, baştan itibaren de hafızalarda ezbere bir şekilde bulunan Kuran-ı Kerim bu açıdan korunmuş bir ilahi kitap olmuştur. Şeytanlar Kuran-ı Kerimi eski ilahi kitaplar gibi bozmaktan ümitlerini yitirmişlerdir. Onun için başka bir yola başvurmaktadırlar. Kuran-ı Kerimi anlama, yaşama konusunda sapkın mezheplerin oluşmasına mesailerini harcamaktadırlar. İnsan nefsinin eğilimlerini sonuna kadar kullanarak yeni batıl yollar açmaktadırlar. Onun için peygamberimizin (s.a.s), sahabenin (Allah onlardan razı olsun) yolu daima ölçümüz olmalıdır. Hak mezheplere saygıya ve onların belirlediği çizgiye çok dikkat edilmelidir. Kuran-ı Kerimi nefsimizin ve şeytanların istekleri istikametinde yorumlamaktan Allaha (c.c.) her daim sığınmak gerekmektedir.
Kişi, peygamberimizin (s.a.s) sünnetine, hadis-i şeriflerine; hak mezheplerin hükümlerine gereken önemi, saygıyı gösterdikten sonra Kuran-ı Kerimin mealini okumanın yararları ise sonsuzdur. Bu teşvik de edilmelidir. Bu zaten Ehl-i sünnetin çizgisidir. Elbette her hadis-i şerif aynı sıhhatte değildir. Uydurma hadisleri göz ardı edemeyiz. Muamelatta, ibadette, itikatta uzmanlık alanı bu olan mezhep imamları zaten bu işi çok titiz bir şekilde yapmışlar, ona göre hükümlerde bulunmuşlardır.
Bir insan nasıl hadis-i şerifleri küçük görebilir ki?.. Hadis-i şerifler Kuran-ı Kerimi anlamanın anahtarlarıdır. Hem Kuran-ı Kerimi anlamak gibi bir iddiamız olacak hem de hadis-i şerifleri küçük göreceğiz veya inkâr edeceğiz. Bu başlı başına bir çelişkidir. Burada nefsin ve şeytanların yoldan çıkarma adımları çok açık bir şekilde sezilmektedir.
Kuran-ı Kerimin her bir harfine on sevap verilmektedir. Önemli gün ve gecelerde bu sevap miktarı daha da artırılmaktadır. Kuran-ı Kerimi anlamını bilmeden okusak da bu sevap verilmektedir. Bunlar, hadis-i şeriflerle sabittir. Kuran-ı Kerimi anlamını bilmeden okuyan kişilere yüce Allah (c.c.) verdiği nurla onun özünü (anlamını) kalplerine vermektedir. Bu açıdan çok Kuran-ı Kerim okuyan kişilerin dilinden hikmet damlaları eksik olmaz.
Zikredilen kelime veya cümle Kuran-ı Kerimde geçtiği için etkilidir. Nur ve feyz kaynağıdır. Allahın sözü olmayan bir kelime veya söz nur ve feyz kaynağı olamaz.
Kuran-ı Kerimde Allah lafzı 2697 yerde geçmektedir. Bu sayı bile en etkili zikrin bu kelime ile yapılacağının açık bir işaretidir. Kaldı ki Allahın diğer güzel isimleri sıfatlarına tekabül ederken bu ismi zatına işaret etmektedir. Zat tecellisi ise en büyük tecellidir. İnsan bu tecelliye ermese bile bunun yolunda olduğunda da çok büyük halleri yaşayabilir, makamlara ulaşabilir.
Kuran-ı Kerimi okurken anlamak yolunda hazırlanan renkli Kuran-ı Kerim mealleri çok yararlı bir iş görmektedirler. Kişi bu sayede pek çok kelime ve cümlenin anlamını öğrenme imkânı kazanmaktadır. Bu açıdan bunlarla hatim yapılması daha faydalıdır. Her hatimde 50 yeni kelime öğrenilse bile bu büyük bir kazançtır.
Yüce Allah (c.c.) her daim Kuran-ı Kerimi okumayı, anlamayı, yaşamayı, yaşatmayı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi