Kürtçenin evrensel bir dil olup olmadığı konusunda önemli bazı düşünürlerin çalışmalarına ve vardıkları sonuçlara bakmak gerekiyor.
Önce, Dr. Şükrü Mehmet Sekban.
Kendisi 1881 Ergani doğumlu ve Kürt kökenli bir kişi. İlk tahsilini Ergani Maden’de ve Hozat’ta (İkizdere), orta tahsilini Diyarbakır’da ve lise tahsilini de İstanbul Çengelköy ve Askeri Tıbbiye Okulunda yapıyor.
Daha sonraki yıllarda Kürtçü çevrelerle temas kuran Dr. Sekban,1908 yılında İkinci Meşrutiyet’ten sonra kurulan Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti kurucuları arasında bulunuyor.
Kürtçülük davasının bir numaralı savunucularından biri oluyor. Ve Kürtçenin resmi lisan olmasını savunuyor. Hoybun komitesinin Bağdat Şubesi reisliğini de yapan Şükrü M. Sekban, Kürtler hakkında Cemiyeti Akvam’a bir mektup gönderiyor…
Bu ana kadar sergilenen profil bütünüyle bir Kürt milliyetçisini anlatıyor…
Hatta, o kadar ki, Şükrü Sekban’ın Türkiye’den ayrılışı hep Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti’ni pekiştirdiği özel günlere denk düşüyor.
Örneğin 1919 yılındaki istifa ile birlikte Bağdat’a gidiş ve Türkiye’ye geldikten sonra Lozan Antlaşması’nı müteakiben tekrar Bağdat’a dönüş.
Ayrıca tam Aralık 1923’te, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihinden kısa bir süre sonra bir mektupla Kürtlere muhtariyet ve Kürtçenin resmi lisan olmasının savunulması girişimi…
Sekban’ın, Ankara Hükümeti’ne karşıt bir kişilik olduğu anlaşılıyor.
Peki, daha sonra neler oluyor?
Bütün bu dış deneyimlerden sonra ( Bunun içersine Kürtçe eğitim isteminin yakından izlendiği Bağdat yaşamı da dahildir.) Ortaya muhteşem bir Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti hayranlığı çıkıyor.
“Gazinin önünde tazimle eğiliyorum”
diyor ve bu bağlamda, Şükrü Mehmet Sekban şunları söylüyor:
“ Bu iki halkın ( Türk ve Kürtlerden bahsediyor) iktisadi tesanüd, ırk ve din birliği, müşterek kültür gibi çeşitli siyasi ve milli birlik faktörleri dışında çok kuvvetli, kudretli bir faktörü daha vardır. Bu, Gazi’nin yüksek şahsiyetidir.
Gerçekten, devlet idaresinin en yüksek kademesinde Gazi Mustafa Kemal gibi bir lidere sahip olmak, bir millet için bir saadet, bir hazinedir. O’nun Türkiye’de gerçekleştirdiği reformun nimetlerinin vüsatini hiç kimse inkar edemez. Bu O’nun hiç solmayacak ve zamanla da muhteşem vüsatinden hiç kaybetmeyecek bir değerdir. Her sadık insanın yapacağı gibi, derin bir saygı ve hayranlık hissi içinde, O’nun büyük eserleri ve gelecek nesillere vaadettiği ümitlerin genişliği önünde tazimle eğiliyorum”…
Şükrü Sekban gibi Kürt entellektüelleri tarihsel ve toplumbilimsel gerçeklerin gerisinde olabilecek aydınlığa sahip kişilerdi. Atatürk dönemi, halkın bu tür derinliğe ve hoşgörüye sahip entelektüel seçkinler tarafından yönlendirildiği bir devirdi.
O dönem aydınlarının hepsi ,toplumsal duyarlılığı ve inceliği özümsemiş , çok yönlü okumuş kimselerdi. Bu pozitif yönlerinden dolayı yanlışlarından dönebilme becerisini de gösterebiliyorlardı.
Ama, bu yanlışlardan dönebilme özelliği de spontane bir şekilde toplumun birlikteliğini sağlama adına saygın bir sağduyuya yönelikti.
Gelelim Şükrü Sekban’ın Fransızca yazdığı “Kürt Sorunu“ adlı metindeki cümlelere:
Sayfa 22-23
“… Ben de önceki sahifelerde zikrettiğim mektubunda özetlediğim isteklerimiz arasında, bilhassa öğretimde Kürt dilinin tanınması üzerinde durmuştum. Bu, son senelere kadar hepimiz için bir idealdi…
Bazıları, Kürtlerin medeniyet seviyelerinin, eğitim ve öğretimde onların dili kullanılmadan yükseltilemeyeceğine inanıyorlardı. Bazıları ise, Kürtler dillerini kullanamazlarsa kolayca eriyip gideceklerdir düşüncesindeydiler. Bir de dilin bir milleti teşkil etmeye yeteceğini sananlar vardı….”
“Kürtçe Öğretim ve Eğitimden Elde Edilen Sonuç Bir Hiç Oldu”
Neden mi öyle oldu, işte kanıtı:
Sayfa 24
“…Mütarekeden beri Irak Süleymaniye’de, sekiz seneden beri de bu ülkedeki Kürtçe konuşan sancaklarda tedrisat dili Kürtçedir. Bu öğretim ve eğitimden elde edilen sonuç ise kati bir hiç mesabesindedir (derecesindedir).
Okul öğretmenlerinin mükemmel , okul kitaplarının kusursuz , öğretim kadrosunun takdir şevki ile desteklenen hükümet hüsnüniyetinin de tam olduğunu farz edelim. İyi ama, bu okullardan mezun olanlar ,okul tedrisi bitince ne okuyacaklar? Hiç!!! “
Kürtçe konuşan sancaklarda öğretim dili olarak Kürtçe kullanılmış . Tıpkı bugün Kürtçülerin Türkiye’de yeni Anayasa’ya koydurtmak istedikleri Kürtçe eğitim zorunluluğu gibi…
Demek ki bu Kürtçe eğitim efsanesi daha önce uygulanmış. Gelgelelim bu gerçeği kimse anımsamıyor.
Peki ne elde edilmiş?” Hiç derecesinde” bir netice…
Hem de tartışılmayacak bir “ kesinlikle” Yani Irak’taki Kürtçe eğitim denemesi tam bir fiyasko ile sonuçlanmış .
Çünkü Kürtçe ,eğitim dili olma konusunda gelecek için ümit vermiyor. Şükrü Sekban’ın söz konusu ettiği süre boyunca ( ki en kısasından alınırsa 8 yıldan bahsediliyor), okul kitaplarının dışında Kürtçe ile yazılmış ve kaynak oluşturulabilecek sadece on iki broşür ve kitap yayınlanabiliyor.
Ve Şükrü Sekban tarafından , bunların da “asla” vurgusuyla dile getirilen bir kesinlikle “ işe yarar” bir değer ifade etmediği itiraf ediliyor.
Çünkü Kürtçe üretemiyor. Kürtçe, ilkokuldan mezun olan “zavallılara” daha sonra okunacak eserler temin etme “ümidi vermiyor.” Hatta o kadar ki ,” öğretmenler mükemmel, okul kitapları kusursuz,öğretim kadrosu şevk dolu, hükümet hüsnüniyetin fevkinde” olsa dahi yine de sonuç değişmiyor.
Kürtçe vernaküler(1) bir dil olmanın ötesine geçemiyor.
Bir kültür dili olma derinliğini ve gelişmişliğini elde edemiyor. Çünkü yapısı buna elvermiyor. Bir yerde takılıp kalıyor. Bünyesi , kendisini aşmasına imkan vermiyor. Bu yüzden de, Şükrü Sekban gibi çok görmüş , araştırmış , yaşamış bir Kürt entelektüelinin de samimi bir şekilde teslim ettiği gibi, “kültürde ilerleme sağlama konusunda yetersiz kalıyor.”
Irak’taki Süleymaniye Kırmançasını bir yazı dili haline getirip, diğer üç dili de ( Goranice, Lurca ve Kalhurca ) kapsayacak şekilde mekteplerde okutulması icadını yapan kim biliyormusunuz?
İNGİLİZLER !
Emperyalizmin duayeni ve Arap Lawrence’in patronu olan sömürgeciler, Irak’ı işgal ettikleri dönemde kukla bir Kürt devleti yaratabilmek için oluşturmaya çalıştıkları bu yapay dili daha o zamanlar mekteplerde okutmaya başlamışlar.
Peki sonuç ne olmuş?
Koca bir “sıfır “
Bunları, o deneyimi yaşamış Şükrü Sekban söylüyor. Ne kadar manidardır ki, başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın, Kürtçeyi eğitim dili haline getirme safsatası sömürgeciler tarafından tekrar ısıtılıp önümüze konuluyor.
Kürtçe, Bir Halkın Gelişmesini Sağlıyabilir mi?
Şükrü Sekban; Kürtçenin ilkokuldan sonra okunacak eserler verme ümidinin olmaması, yani yetersizliğinden dolayı bir kültür ve bilim dili olma özelliği kazanamaması ve bu yüzden de bir kültürel-bilimsel saha oluşturma yeteneği elde edememesiyle ilgili olarak şunları ifade etmeye devam ediyor.
“…Medeniyet sahasında çok geri kalmış bir kavim durumundaki Kürtler, çocuklarını okutamamak suretiyle uğradıkları kaybı, zamanın en mübrem ihtiyaçlarına bile kafi gelmeyen bir dil ve kütüphane ile nasıl telafi edebilirler? Bugünden başlamak suretiyle , bir asırlık zaman süresinde , en iyi şartlarla gelişecek bir Kürt dili bile kültürlü devletlerin seviyesine ulaşmaya yeterli olmayacaktır…”
Ne kadar acı ve bir o kadar da doğru bir itiraf değil mi?
Acaba bir dil, zamanın “en vazgeçilmez” ihtiyaçlarını bile dile getirmeye elverişli değilse, var olan bilim ve kültür yapıtları, aynı yetersizliklere sahip Kürt diline çevrilerek Kürtçeye mal edilebilir mi?
Ya da başka bir ifade ile, çağın bulunduğu noktada milyonlarca sayıdaki, son derece gelişmiş bir eğitim diliyle yazılmamış kültür ve pozitif ilimlerle ilgili kitap, ilkokul seviyesinin dışında işlev görmeye yetenekli olmayan vernaküler bir dil olan Kürt diline aktarılabilir veya bu dil ile bu tür özgün kitaplar yazılarak bir kütüphane oluşuturulabilir mi?
Ardından ise şu soru yanıt bekliyor:
Böyle bir kütüphanenin var olamayacağı bir ortamda, Kürtçe bir kültür oluşabilir ve kültürde ilerleme sağlanabilir mi?
Bu konulara yıllarını vermiş ve gerçek bir Kürt aydını olan Şükrü Sekban bunların gerçekleşemeyeceğini söylüyor.
Hatta daha da ileri giderek, bir asır gibi bir süre geçse (hatta varsayımsal bir benzetme ile zaman diğer kültürler için dursa diye de düşünebiliriz) ve Kürt dili en iyi şartlarda gelişse bile, bu dilin kültürlü devletlerin seviyesine ulaşılmasını sağlayamayacağını ileri sürüyor.
Buradaki tesbitte, “en iyi şartlarda gelişecek bir Kürt dili bile…” “Kürt dili o kadar kısıtlı bir dildir ki, onun gelişerek geleceği en son nokta da dahi, bu dil, kültürlü devletlerin seviyesine ulaşmaya yeterli olamayacaktır.”
Sekban’ın bu tesbitleri ortaya bir sonucun çıkmasına neden oluyor. Eğer Kürt kökenliler kültürel zenginliklerinden pay almak istiyorlarsa, kaçınılmaz olarak kültür ve eğitim dili olarak yararlanabilecekleri farklı bir dile dayanmak zorundadırlar.
Ana dilleri Kürtçeyi yerel düzeyde kullanırlarken , diğer taraftan bütün inceliklerine vakıf oldukları ve özümsedikleri ikinci bir kültür diline sahip olmaları gerkmektedir.
Nitekim bugün kitap piyasasında, Kürt dili ile ilgili olarak, çoğu Kürdoloji enstitülerinde ısmarlama hazırlanmış bol miktarda Kürtçe sözlük ve nesir anlamında, hikaye kitaplarının dışında başka bir türe rastlanılmıyor.
Acaba, Kürdoloji enstitüleri tarafından uydurulmuş protez Kürtçe olmaması ve Kürt kökenli toplumun çoğunluğu tarafından da anlaşılabilmesi şartıyla, Kürtçe yazılmış ciddi ve kavramsal ağırlıklı birkaç eser göstermek mümkün müdür?…
Şundan emin olmak lazım, eğer dilin kendi iç yapısı gelişmeye elverişliyse ve o dil gerçek bir yazı diliyse, hiçbir baskı ve olumsuz etken o dilin ortaya ürünler koymasını engelleyemez.
Sloganlaştırılan ifadeler içinde
“…yok efendim o dilin gelişmesine izin vermiyorlarmış da, esasında Kürtçe çok zengin bir dilmiş de gerekli kültür ortamı olmadığından kendisini layıkıyla ortaya koyamıyormuş da…vb.”
Bunların hepsi laf-ı güzaftır. Özünde zenginlik olan bir dil ne yapar eder, bir yerden zincirlerini kırar. Tıpkı “Türkçenin” olduğu gibi…
Şükrü Sekban’ın görüşleri devam ediyor:
Sayfa 25
“…Latin alfebesine dayanan Türk harflerinin kabulü , maarifin en seri şekilde yapılanması ve bütün Türkiye çapında yayılmasını intaç eden amillerden biri oldu .
Gece okullarının açılmasıyla sürdürülen muhteşem kampanya da, memleketteki okuma- yazma bilmeyenlerin sayısını hatırı sayılır nisbette azalttı. Bütün bu temel reform ve ulaşılmak istenilen hedef bize, öğretimde Kürt dilinin kullanılmasını temelli olarak unutturdu. Netice ümit edilen gibi oldu. Kürt halkı da kültürden nasibini alıyordu. Zaten bütün mücadelelerimizin , didinmelerimizin tek hedefi vardı. Kürdü cehaletten ve fakirlikten kurtarmak… Namuslu insanlar olarak itiraf edelim ki, bu aşikar olaylar karşısında bizim, Kürt halkının kendi diliyle eğitim zarureti hususundaki inancımız artık iflas etmiştir. Netice olarak, bu konudaki halk akidesi iflas edince, ihyası da düşünülemez…”
Şükrü Sekban, namuslu bir aydın olarak Mustafa Kemal’in maarif devriminin ne kadar muhteşem sonuçlar doğurduğunu büyük bir hayranlıkla dile getirirken, aynı zamanda dolaylı olarak başka bir gerçeğe de değinmiş oluyor. O da, Türk dilinin bu hayranlık uyandıran dönüşümlere adaptasyon kabiliyetidir.
Bir tarafta ( Irak’taki uygulamada görüldüğü gibi) ilkokul seviyesinin ötesine geçemeyen ve gelişmeye açık olmayan vernaküler Kürtçe, diğer taraftan ise Latin harflerine geçiş gibi son derece riskli ve zor bir devrimle anında bütünleşebilen, okuma- yazma kampanyalarında da sür’atle sonuçlar alınmasına imkan sağlayabilen canlı ve üretken bir dil olan Türkçe…
Bu arada haliyle o zengin Türkçe sayesinde oluşan kültür patlamasından ulusun bir parçası olarak görülen Kürt kökenli toplum da nasibini alıyor.
Devrim süreci boyunca elde edilen sonuç o kadar olağanüstü oluyor ki , Irak deneyimini de yaşamış olan Şükrü Sekban , bütün bu gelişmeler karşısında “ Kürt diliyle eğitimin zorunluluğu konusundaki inancının da artık iflas ettiğini” ilan etmekten kendini alamıyor.
Ancak bu olanlardan bir gocunma duymuyor. Çünkü Türk ve Kürtlerin ortak coğrafyadan çıktıklarına, bir ulus oluşturabilecek homojenliğe sahip olduklarına inanıyor. Bu ulusun kültür dili yapısal elverişliliğinden dolayı Kürtçenin, Türkiye’nin yerel diyalekleri halinde kalmasında bir sakınca görmüyor.
(1)Vernaküler Dil: Basit iletişime yönelik, kelime hazinesi kısıtlı, doğal ihtiyaçları karşılama amacını taşıyan bir konuşma dilidir.
Önce, Dr. Şükrü Mehmet Sekban.
Kendisi 1881 Ergani doğumlu ve Kürt kökenli bir kişi. İlk tahsilini Ergani Maden’de ve Hozat’ta (İkizdere), orta tahsilini Diyarbakır’da ve lise tahsilini de İstanbul Çengelköy ve Askeri Tıbbiye Okulunda yapıyor.
Daha sonraki yıllarda Kürtçü çevrelerle temas kuran Dr. Sekban,1908 yılında İkinci Meşrutiyet’ten sonra kurulan Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti kurucuları arasında bulunuyor.
Kürtçülük davasının bir numaralı savunucularından biri oluyor. Ve Kürtçenin resmi lisan olmasını savunuyor. Hoybun komitesinin Bağdat Şubesi reisliğini de yapan Şükrü M. Sekban, Kürtler hakkında Cemiyeti Akvam’a bir mektup gönderiyor…
Bu ana kadar sergilenen profil bütünüyle bir Kürt milliyetçisini anlatıyor…
Hatta, o kadar ki, Şükrü Sekban’ın Türkiye’den ayrılışı hep Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti’ni pekiştirdiği özel günlere denk düşüyor.
Örneğin 1919 yılındaki istifa ile birlikte Bağdat’a gidiş ve Türkiye’ye geldikten sonra Lozan Antlaşması’nı müteakiben tekrar Bağdat’a dönüş.
Ayrıca tam Aralık 1923’te, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihinden kısa bir süre sonra bir mektupla Kürtlere muhtariyet ve Kürtçenin resmi lisan olmasının savunulması girişimi…
Sekban’ın, Ankara Hükümeti’ne karşıt bir kişilik olduğu anlaşılıyor.
Peki, daha sonra neler oluyor?
Bütün bu dış deneyimlerden sonra ( Bunun içersine Kürtçe eğitim isteminin yakından izlendiği Bağdat yaşamı da dahildir.) Ortaya muhteşem bir Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti hayranlığı çıkıyor.
“Gazinin önünde tazimle eğiliyorum”
diyor ve bu bağlamda, Şükrü Mehmet Sekban şunları söylüyor:
“ Bu iki halkın ( Türk ve Kürtlerden bahsediyor) iktisadi tesanüd, ırk ve din birliği, müşterek kültür gibi çeşitli siyasi ve milli birlik faktörleri dışında çok kuvvetli, kudretli bir faktörü daha vardır. Bu, Gazi’nin yüksek şahsiyetidir.
Gerçekten, devlet idaresinin en yüksek kademesinde Gazi Mustafa Kemal gibi bir lidere sahip olmak, bir millet için bir saadet, bir hazinedir. O’nun Türkiye’de gerçekleştirdiği reformun nimetlerinin vüsatini hiç kimse inkar edemez. Bu O’nun hiç solmayacak ve zamanla da muhteşem vüsatinden hiç kaybetmeyecek bir değerdir. Her sadık insanın yapacağı gibi, derin bir saygı ve hayranlık hissi içinde, O’nun büyük eserleri ve gelecek nesillere vaadettiği ümitlerin genişliği önünde tazimle eğiliyorum”…
Şükrü Sekban gibi Kürt entellektüelleri tarihsel ve toplumbilimsel gerçeklerin gerisinde olabilecek aydınlığa sahip kişilerdi. Atatürk dönemi, halkın bu tür derinliğe ve hoşgörüye sahip entelektüel seçkinler tarafından yönlendirildiği bir devirdi.
O dönem aydınlarının hepsi ,toplumsal duyarlılığı ve inceliği özümsemiş , çok yönlü okumuş kimselerdi. Bu pozitif yönlerinden dolayı yanlışlarından dönebilme becerisini de gösterebiliyorlardı.
Ama, bu yanlışlardan dönebilme özelliği de spontane bir şekilde toplumun birlikteliğini sağlama adına saygın bir sağduyuya yönelikti.
Gelelim Şükrü Sekban’ın Fransızca yazdığı “Kürt Sorunu“ adlı metindeki cümlelere:
Sayfa 22-23
“… Ben de önceki sahifelerde zikrettiğim mektubunda özetlediğim isteklerimiz arasında, bilhassa öğretimde Kürt dilinin tanınması üzerinde durmuştum. Bu, son senelere kadar hepimiz için bir idealdi…
Bazıları, Kürtlerin medeniyet seviyelerinin, eğitim ve öğretimde onların dili kullanılmadan yükseltilemeyeceğine inanıyorlardı. Bazıları ise, Kürtler dillerini kullanamazlarsa kolayca eriyip gideceklerdir düşüncesindeydiler. Bir de dilin bir milleti teşkil etmeye yeteceğini sananlar vardı….”
“Kürtçe Öğretim ve Eğitimden Elde Edilen Sonuç Bir Hiç Oldu”
Neden mi öyle oldu, işte kanıtı:
Sayfa 24
“…Mütarekeden beri Irak Süleymaniye’de, sekiz seneden beri de bu ülkedeki Kürtçe konuşan sancaklarda tedrisat dili Kürtçedir. Bu öğretim ve eğitimden elde edilen sonuç ise kati bir hiç mesabesindedir (derecesindedir).
Okul öğretmenlerinin mükemmel , okul kitaplarının kusursuz , öğretim kadrosunun takdir şevki ile desteklenen hükümet hüsnüniyetinin de tam olduğunu farz edelim. İyi ama, bu okullardan mezun olanlar ,okul tedrisi bitince ne okuyacaklar? Hiç!!! “
Kürtçe konuşan sancaklarda öğretim dili olarak Kürtçe kullanılmış . Tıpkı bugün Kürtçülerin Türkiye’de yeni Anayasa’ya koydurtmak istedikleri Kürtçe eğitim zorunluluğu gibi…
Demek ki bu Kürtçe eğitim efsanesi daha önce uygulanmış. Gelgelelim bu gerçeği kimse anımsamıyor.
Peki ne elde edilmiş?” Hiç derecesinde” bir netice…
Hem de tartışılmayacak bir “ kesinlikle” Yani Irak’taki Kürtçe eğitim denemesi tam bir fiyasko ile sonuçlanmış .
Çünkü Kürtçe ,eğitim dili olma konusunda gelecek için ümit vermiyor. Şükrü Sekban’ın söz konusu ettiği süre boyunca ( ki en kısasından alınırsa 8 yıldan bahsediliyor), okul kitaplarının dışında Kürtçe ile yazılmış ve kaynak oluşturulabilecek sadece on iki broşür ve kitap yayınlanabiliyor.
Ve Şükrü Sekban tarafından , bunların da “asla” vurgusuyla dile getirilen bir kesinlikle “ işe yarar” bir değer ifade etmediği itiraf ediliyor.
Çünkü Kürtçe üretemiyor. Kürtçe, ilkokuldan mezun olan “zavallılara” daha sonra okunacak eserler temin etme “ümidi vermiyor.” Hatta o kadar ki ,” öğretmenler mükemmel, okul kitapları kusursuz,öğretim kadrosu şevk dolu, hükümet hüsnüniyetin fevkinde” olsa dahi yine de sonuç değişmiyor.
Kürtçe vernaküler(1) bir dil olmanın ötesine geçemiyor.
Bir kültür dili olma derinliğini ve gelişmişliğini elde edemiyor. Çünkü yapısı buna elvermiyor. Bir yerde takılıp kalıyor. Bünyesi , kendisini aşmasına imkan vermiyor. Bu yüzden de, Şükrü Sekban gibi çok görmüş , araştırmış , yaşamış bir Kürt entelektüelinin de samimi bir şekilde teslim ettiği gibi, “kültürde ilerleme sağlama konusunda yetersiz kalıyor.”
Irak’taki Süleymaniye Kırmançasını bir yazı dili haline getirip, diğer üç dili de ( Goranice, Lurca ve Kalhurca ) kapsayacak şekilde mekteplerde okutulması icadını yapan kim biliyormusunuz?
İNGİLİZLER !
Emperyalizmin duayeni ve Arap Lawrence’in patronu olan sömürgeciler, Irak’ı işgal ettikleri dönemde kukla bir Kürt devleti yaratabilmek için oluşturmaya çalıştıkları bu yapay dili daha o zamanlar mekteplerde okutmaya başlamışlar.
Peki sonuç ne olmuş?
Koca bir “sıfır “
Bunları, o deneyimi yaşamış Şükrü Sekban söylüyor. Ne kadar manidardır ki, başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın, Kürtçeyi eğitim dili haline getirme safsatası sömürgeciler tarafından tekrar ısıtılıp önümüze konuluyor.
Kürtçe, Bir Halkın Gelişmesini Sağlıyabilir mi?
Şükrü Sekban; Kürtçenin ilkokuldan sonra okunacak eserler verme ümidinin olmaması, yani yetersizliğinden dolayı bir kültür ve bilim dili olma özelliği kazanamaması ve bu yüzden de bir kültürel-bilimsel saha oluşturma yeteneği elde edememesiyle ilgili olarak şunları ifade etmeye devam ediyor.
“…Medeniyet sahasında çok geri kalmış bir kavim durumundaki Kürtler, çocuklarını okutamamak suretiyle uğradıkları kaybı, zamanın en mübrem ihtiyaçlarına bile kafi gelmeyen bir dil ve kütüphane ile nasıl telafi edebilirler? Bugünden başlamak suretiyle , bir asırlık zaman süresinde , en iyi şartlarla gelişecek bir Kürt dili bile kültürlü devletlerin seviyesine ulaşmaya yeterli olmayacaktır…”
Ne kadar acı ve bir o kadar da doğru bir itiraf değil mi?
Acaba bir dil, zamanın “en vazgeçilmez” ihtiyaçlarını bile dile getirmeye elverişli değilse, var olan bilim ve kültür yapıtları, aynı yetersizliklere sahip Kürt diline çevrilerek Kürtçeye mal edilebilir mi?
Ya da başka bir ifade ile, çağın bulunduğu noktada milyonlarca sayıdaki, son derece gelişmiş bir eğitim diliyle yazılmamış kültür ve pozitif ilimlerle ilgili kitap, ilkokul seviyesinin dışında işlev görmeye yetenekli olmayan vernaküler bir dil olan Kürt diline aktarılabilir veya bu dil ile bu tür özgün kitaplar yazılarak bir kütüphane oluşuturulabilir mi?
Ardından ise şu soru yanıt bekliyor:
Böyle bir kütüphanenin var olamayacağı bir ortamda, Kürtçe bir kültür oluşabilir ve kültürde ilerleme sağlanabilir mi?
Bu konulara yıllarını vermiş ve gerçek bir Kürt aydını olan Şükrü Sekban bunların gerçekleşemeyeceğini söylüyor.
Hatta daha da ileri giderek, bir asır gibi bir süre geçse (hatta varsayımsal bir benzetme ile zaman diğer kültürler için dursa diye de düşünebiliriz) ve Kürt dili en iyi şartlarda gelişse bile, bu dilin kültürlü devletlerin seviyesine ulaşılmasını sağlayamayacağını ileri sürüyor.
Buradaki tesbitte, “en iyi şartlarda gelişecek bir Kürt dili bile…” “Kürt dili o kadar kısıtlı bir dildir ki, onun gelişerek geleceği en son nokta da dahi, bu dil, kültürlü devletlerin seviyesine ulaşmaya yeterli olamayacaktır.”
Sekban’ın bu tesbitleri ortaya bir sonucun çıkmasına neden oluyor. Eğer Kürt kökenliler kültürel zenginliklerinden pay almak istiyorlarsa, kaçınılmaz olarak kültür ve eğitim dili olarak yararlanabilecekleri farklı bir dile dayanmak zorundadırlar.
Ana dilleri Kürtçeyi yerel düzeyde kullanırlarken , diğer taraftan bütün inceliklerine vakıf oldukları ve özümsedikleri ikinci bir kültür diline sahip olmaları gerkmektedir.
Nitekim bugün kitap piyasasında, Kürt dili ile ilgili olarak, çoğu Kürdoloji enstitülerinde ısmarlama hazırlanmış bol miktarda Kürtçe sözlük ve nesir anlamında, hikaye kitaplarının dışında başka bir türe rastlanılmıyor.
Acaba, Kürdoloji enstitüleri tarafından uydurulmuş protez Kürtçe olmaması ve Kürt kökenli toplumun çoğunluğu tarafından da anlaşılabilmesi şartıyla, Kürtçe yazılmış ciddi ve kavramsal ağırlıklı birkaç eser göstermek mümkün müdür?…
Şundan emin olmak lazım, eğer dilin kendi iç yapısı gelişmeye elverişliyse ve o dil gerçek bir yazı diliyse, hiçbir baskı ve olumsuz etken o dilin ortaya ürünler koymasını engelleyemez.
Sloganlaştırılan ifadeler içinde
“…yok efendim o dilin gelişmesine izin vermiyorlarmış da, esasında Kürtçe çok zengin bir dilmiş de gerekli kültür ortamı olmadığından kendisini layıkıyla ortaya koyamıyormuş da…vb.”
Bunların hepsi laf-ı güzaftır. Özünde zenginlik olan bir dil ne yapar eder, bir yerden zincirlerini kırar. Tıpkı “Türkçenin” olduğu gibi…
Şükrü Sekban’ın görüşleri devam ediyor:
Sayfa 25
“…Latin alfebesine dayanan Türk harflerinin kabulü , maarifin en seri şekilde yapılanması ve bütün Türkiye çapında yayılmasını intaç eden amillerden biri oldu .
Gece okullarının açılmasıyla sürdürülen muhteşem kampanya da, memleketteki okuma- yazma bilmeyenlerin sayısını hatırı sayılır nisbette azalttı. Bütün bu temel reform ve ulaşılmak istenilen hedef bize, öğretimde Kürt dilinin kullanılmasını temelli olarak unutturdu. Netice ümit edilen gibi oldu. Kürt halkı da kültürden nasibini alıyordu. Zaten bütün mücadelelerimizin , didinmelerimizin tek hedefi vardı. Kürdü cehaletten ve fakirlikten kurtarmak… Namuslu insanlar olarak itiraf edelim ki, bu aşikar olaylar karşısında bizim, Kürt halkının kendi diliyle eğitim zarureti hususundaki inancımız artık iflas etmiştir. Netice olarak, bu konudaki halk akidesi iflas edince, ihyası da düşünülemez…”
Şükrü Sekban, namuslu bir aydın olarak Mustafa Kemal’in maarif devriminin ne kadar muhteşem sonuçlar doğurduğunu büyük bir hayranlıkla dile getirirken, aynı zamanda dolaylı olarak başka bir gerçeğe de değinmiş oluyor. O da, Türk dilinin bu hayranlık uyandıran dönüşümlere adaptasyon kabiliyetidir.
Bir tarafta ( Irak’taki uygulamada görüldüğü gibi) ilkokul seviyesinin ötesine geçemeyen ve gelişmeye açık olmayan vernaküler Kürtçe, diğer taraftan ise Latin harflerine geçiş gibi son derece riskli ve zor bir devrimle anında bütünleşebilen, okuma- yazma kampanyalarında da sür’atle sonuçlar alınmasına imkan sağlayabilen canlı ve üretken bir dil olan Türkçe…
Bu arada haliyle o zengin Türkçe sayesinde oluşan kültür patlamasından ulusun bir parçası olarak görülen Kürt kökenli toplum da nasibini alıyor.
Devrim süreci boyunca elde edilen sonuç o kadar olağanüstü oluyor ki , Irak deneyimini de yaşamış olan Şükrü Sekban , bütün bu gelişmeler karşısında “ Kürt diliyle eğitimin zorunluluğu konusundaki inancının da artık iflas ettiğini” ilan etmekten kendini alamıyor.
Ancak bu olanlardan bir gocunma duymuyor. Çünkü Türk ve Kürtlerin ortak coğrafyadan çıktıklarına, bir ulus oluşturabilecek homojenliğe sahip olduklarına inanıyor. Bu ulusun kültür dili yapısal elverişliliğinden dolayı Kürtçenin, Türkiye’nin yerel diyalekleri halinde kalmasında bir sakınca görmüyor.
(1)Vernaküler Dil: Basit iletişime yönelik, kelime hazinesi kısıtlı, doğal ihtiyaçları karşılama amacını taşıyan bir konuşma dilidir.