Mondros Mütarekenâmesi’nin 7. maddesinde yer alan “Müttefikler, güvenlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıktığında herhangi bir stratejik noktayı işgal hakkına haiz olacaklardır” hükmü, Urfa’yı işgale gerekçe yapılarak 24 Mart 1919 (bazı kaynaklara göre 7 Mart 1919) tarihinde Urfa, İngilizler tarafından işgal edildi.
Bir İngiliz yarbayı, iki subay ve bir zırhlı otomobille geldikleri Urfa’da İngiliz Kumandan, ziyaret ettiği Mutasarrıf Nusret Bey’e “Galip bir hükümetin askeri neden karşılanmıyor?” diye sorduğunda ondan “Haksız yere memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamaya çıkmak bir Türk mutasarrıfına yakışmaz. Bir misafir gibi gelseydiniz, sizi Birecik’de karşılardım” cevabını alıyordu.
200 kişilik bir piyade bölüğü, bir zırhlı, 6 yük ve 3 binek olmak üzere 10 otomobil ve 50 yük arabasıyla Urfa’yı işgal eden İngilizler, ertesi gün Urfa’da bulunan 1. Süvari Alay Komutanı Binbaşı Hüseyin Bey’den Alay’ın Urfa’yı terketmesini istediler. Durum, üst makamlara bildirilerek ve Urfa’da bir subay komutasında bir süvari takımı bırakılarak Alay, Karaköprü’ye, daha sonra da Siverek’e çekildi.
İngilizler, yörede bulundukları süre içerisinde özellikle aşiretlerle ilişki kurmaya çalıştılar. Özel bir önem verdikleri Milli Aşireti reisi İbrahim Paşa’nın oğlu Mahmud Bey’e, Kürt Lawrence’ı olarak adlandırılan Binbaşı Noel ve Yüzbaşı Woolley’i gönderip Kafkasya ile Mezopotamya arasında kurulabilecek bir tampon bölge için yoklamalar yaptılar. Bununla da yetinmeyerek Halep’deki İngiliz Generali Barrow, Mahmud Bey’i 30 Haziran’da Urfa’ya davet etti. Mahmud Bey, nasıl davranması gerektiğini sorduğu 13. Kolordu’dan aldığı talimat çerçevesinde buluşmaya gitmedi. Suruç civarında aşiretle yapılan toplantıda ise Ketkanlı aşiret reisi Basravi, kendisiyle aşiretinin Osmanlı tebaası olmayacağını, eski dostu bulunan İngilizler kabul etmediği takdirde herhangi bir ecnebi devletin tebaası olacağını ve bunlar da kabul etmediği takdirde Arap hükümetlerine katılacağını söyledi.
İngilizlerin şehir merkezindeki Ermenilere duyduğu ilgi, onlara Ermeni mahallelerinde silah talimi yaptırmaya kadar gidiyordu. İngilizlerle birlikte Urfa’ya gelen Ermeni gönüllülerinin üstlendiği bu talimlerden başka Ermeniler ikide bir dükkânlarını kapatıp evlerine çekiliyor, çanlar çalıyorlar, asayişsizlik havası yaratmaya çalışıyorlar ve İngilizlere istihbarat çalışmalarında yardımcı oluyorlardı.
Mutasarrıf Nusret Bey’in davranışı, İngilizlerin hoşlarına gitmediği için tehcir bahânesiyle görevinden azledilerek İstanbul’a gönderildi. Ancak Nusret Bey’in 6. Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa’nın tavsiyesiyle oluşturduğu milis kuvvetlerinin silahları henüz toplanmamıştı. Erzurum Kongresi için yapılan davete katılabileceğini mutasarrıfa tebliğ eden Müftü Hasan Efendi’ye hayranlık duyan Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey, Erzurum Kongresi’nin beyannamesini Milli aşiret reisi Mahmud Bey’den elde edince, dağılan milis kuvvetlerini bir cemiyet olarak örgütlemek düşüncesini, mutasarrıf olarak Nusret Bey’in yerine atanan Ali Rıza Bey’e açmış ve Meclis-i İdare azasından Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa aracılığıyla kurulan temas sonucu 4-5 Eylül 1919 gecesi Güllüzâde Hacı Osman Efendi’nin evinde toplanan eşraf ve aydınlar, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin temellerini atmışlar ve bu toplantıda bulunanlar, halk arasında Onikiler olarak adlandırılmışlardır. Kurtuluşa kadar mücâdele edileceğine Kur’ân-ı Kerim üzerine and içen ve Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey başkanlığında toplanan 12 reis şunlardı:
1. Mecli-i İdâre eski azalarından Belediye Reisi Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa Efendi.
2. Barutçuzâde Hacı İmam Efendi
3. Eşraftan Tüccâr Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa Reşid Efendi.
4. Mollazâde Mahmud Efendi.
5. Polis Komiserliğinden Mustafi Arabikâtibizâde Şakir Efendi.
6. Güllüzâde Osman Efendi.
7. Esnaftan Şellizâde Ali Ağa.
8. Tüccârdan Nebozâde Hacı İmam Efendi.
9. Eşraftan Hacı Bedirağazâde Halil Ağa.
10. Jandarma Tabur mülhakı İzmirli Adil Hulusi Efendi.
11. Takım kumandanlarından Mülazım-ı Evvel Hüseyin Pertev Efendi.
12. Jandarma Çavuşu Sofi oğlu Hacı Mustafa Çavuş.
Cemiyetin kuruluşu Sivas’ta Heyet-i Temsiliye Başkanlığı’na bildirildi ve alınan cevapta örgütlenmenin genişletilmesi, 13. Kolordu Kumandanlığı Kurmay Başkanlığı ve Mardin’deki 5. Tümen Kumandanıyla temas kurulması istendi. Bunun üzerine Arabikatibizâde Şakir Efendi ve Mollazâde Mahmud Efendiler, 13. Kolordu Kurmay Başkanı Halit Bey ile muhabere etmek amacıyla Siverek’e gittiler.
Ekim ayı içerisinde İngilizlere işgal edilen yerlerin Fransızlara devredileceği söylentileri yaygınlaştı. 15 Eylül 1919 tarihinde Paris’te yapılan ve Suriye İtilafnamesi olarak da bilinen Suriye ve Kilikya’da İşgal Kuvvetlerinin Değiştirilmesine İlişkin İngiliz-Fransız Anlaşmasına göre Urfa ve çevresi Fransızlara verilecekti. Fransız Generali E. Bremond’un “Tarihimizde Fransa’nın başına konan talih kuşunu bir defa daha ürkütüp kaçırdığı elemli bir devre” dediği Kilikya olarak adlandırılan bölgenin işgali bu şekilde kararlaştırılırken, Mustafa Kemal Fransız işgalini “haksızlık üstüne haksızlık” olarak nitelendiriyor ve bu bölgelerin Fransızlara işgal ettirilmemesini istiyor ve 13. Kolordu Kumandanlığı’na çektiği bir telgrafla İngilizlerin Urfa’yı boşaltmasından sonra, Urfa’dan çekilen 1. Süvari Alayı ile Urfa’nın derhal işgaliyle Fransız işgalinin bu şekilde önlenmesi gerektiğini bildiriyor. Ancak 13. Kolordu Kumandanı, bu hususta hükümetten onay alamıyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Urfa Müftüsü ve eşrafına çektiği telgrafta “Göç doğru değildir. Milli örgütlenişi genişletin. Her türlü haksızlığı protesto ve icabında fiilen reddedin” talimatını veriyordu.
Ancak fiili hiçbir hareket vuku bulmuyor ve İngilizler Ekim ayı sonunda Urfa’yı boşaltarak Fransızlara teslim ediyorlar, fakat Fransızlar gelmeden önce Urfalılara silah dağıtmayı da unutmuyorlardı. Nusret Bey’in İngilizlere karşı davranışıyla azlolunduğunu bilen Mutasarrıf Ali Rıza Bey, Fransız kumandanını ayakta karşılıyor ve daha önceki uysal ve durumu idare edici davranışlarıyla sinirlendirdiği Mustafa Kemal’den başka, 13. kolordu Kumandanlığı’nın da tepkisine neden oluyordu.
Fransız kuvvetlerinin komutanı Binbaşı Hauger ve siyasi yönetici Yüzbaşı Sajous, hükümet dairesinde bütün memurları toplayarak her memurun nerede olduğunu, harpten önce hangi yerlerde bulunduklarını ve adlarını sordular. Bütün memurların görevlerini günü gününe yapmalarını isteyerek Osmanlı Hükümeti ile Fransız Cumhuriyeti’nin pek eski dostlar olduklarını, iki milletin de harp etmek amacında değilken istemeyerek bir harp meydana geldiğini belirttiler ve jandarmaların iyi çalışmasını, Fransız subaylarıyla iyi geçinilmesini tavsiye ettiler.
Kasım ayı içerisinde Binbaşı Ali Rıza Bey, aşiretleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne katmaya çalıştı. Harran’daki İmam Bakır’da Arap aşiretlerini toplayarak hepsini İmam Bakır’ın kabri ve Kur’ân üzerine yemin ettirdi. Toplantıya Geysi aşiretinin bütün kabileleri katıldığı halde, Siyala reisi Salih el-Abdullah katılmadı. Ve istenmesine rağmen yağma ettiği Kısas Köyü’nün eşyalarını getirmedi ve toplantıyı Fransızlara ihbar etti. Yüzbaşı Sajous’un durumu Carablus’a bildirmesi üzerine de Yarbay Depoir Urfa’ya gelerek Binbaşı Ali Rıza Bey’i karargaha davet etti. Binbaşı Ali Rıza Bey’in cevaplarından tatmin olmayan Fransız kumandan, Ali Rıza Bey’e tutuklu olduğunu, Adana üzerinden İstanbul’a gönderileceğini söyledi ve azledildiğini mutasarrıflığa bildirdi. Ali Rıza Bey, Taburun devri teslimi gerekçesiyle aldığı izinden yararlanarak Siverek’e doğru firar etti. Fransızlar, bölgeye Ali Rıza Bey’in girmesini yasakladılar. Bölgeye girmesine hoşgörülü davrananlara para ve hapis cezası verileceğini ve kendilerine teslim edene 500 lira ödül vereceklerini bir bildiriyle mutasarrıflığa tebliğ ettiler.
Ali Rıza Bey’ın firarına büyük tepki duyan Fransızlar, Urfa halkına ve idareye karşı davranışlarını sertleştirdiler. İlk olarak Suruç Kaymakamı Mesut Bey ve Suruç Jandarma Kumandanlığı’na vekalet eden Onikiler’den Mülazım-ı Evvel Hüseyin Pertev Efendi’yi tutuklatarak, Adana yoluyla İstanbul’a gönderdiler. Ardından Kürt ve Arap reislerinin Fransızlarla görüşmelerini engellemeyi, “Fransızların savunduğu özgürlük ilkelerine aykırı olduğu” gerekçesiyle cezalandıracaklarını mutasarrıfa bildirdiler. Ertesi gün de Fransız işgalindeki bölgelere gidecek kişilere verilecek seyahat belgelerinin Fransızlarca vize edilmesi mecburiyetini getirdiler.
Milli Mücâdele yanlılarına göz açtırmamayı kafasına koyan Fransız işgal komutanlığı, Aralık ayında eşraftan dört kişinin ihbarı üzerine Binbaşı Ali Rıza Bey ile mektuplaştığı öne sürülen Siverekli Ali Efendi’yi tutuklayarak 200 Türk altını para cezasına çarptırdılar. Bucak aşireti mensubu Ali Efendi’nin tutuklanması, aşiretlerde rahatsızlık doğurduğundan Badıllı aşireti reisi Sait Bey, Ali Efendi’nin tahliye edilmemesi halinde aşiretlerle Urfa’ya hücum edileceğini bir mektupla Fransızlara bildirdi. Sait Bey’in ikinci mektubu Ali Efendi’nin tahliyesini sağladı. Ancak Fransızlar, mülki idare üzerindeki baskılarını sürdürdüler. Memurların yaptıkları görevlere atanmalarından Urfa Belediyesi’nin bütçesine kadar her işe karışmaya devam ettiler.
Bu sıralarda Mardin’deki 5. Tümen Komutanı Yarbay Kenan Bey tarafından özel görevle Urfa’ya gönderilen Seyit Mehmet Efendi adındaki görevli, verdiği raporda, “Urfa’da iki cemiyet, iki fikrin bulunduğunu, Mutasarrıf, Şükrü Nasih Bey (Son Osmanlı Meclis-i Mebus’an üyesi) ve arkadaşlarının bir harekât-ı ihtilaliyle yapılmayarak siyasi çatışmada bulunmak, diğerlerinin ise bir kıyım yapmak fikrinde bulunduklarını” belirtiyordu. Bu son görüştekiler Binbaşı Ali Rıza Bey’in görüşlerini paylaşanlardı. Mutasarrıf Ali Rıza Bey kendisinin, Fransızların tutuklamaları üzerine firar Binbaşı Ali Rıza Bey’in “memleketin başına bir felâket getirecek mahiyette işlere kalkıştığından, fikrini iştirak eylemediğini “Kenan Bey’e bildiriyor, şu sıra ayaklanmanın doğru olmayacağı görüşünü savunuyordu. Mutasarrıf Ali Rıza Bey’in bu yumuşak tavrı, milli mücâdele yanlılarını rahatsız ediyor, sözgelimi Milli aşireti reisi Mahmud Bey’in “Mutasarrıf Ali Rıza Bey, â’mal ve maksad-ı milliye tecviz etmiyor, â’mal-ı milliyeyi takip edenleri tenkid ediyor” biçiminde 13. Kolordu’ya yakınmasına neden oluyordu.
Binbaşı Ali Rıza Bey’in yerine Urfa Jandarma Komutanlığı’na atanan Yüzbaşı Ali Saip Bey, Aralık ayı sonunda Urfa’ya geldi. Emekli Binbaşı İhsan Bey, Harran Kaymakamı Şevket Bey, Baytar Müfettişi Adil Bey, Meclis-i Meb’usan azası Ali Efendi, Belediye Reisi Hacı Mustafa Efendi, Barutçuzâde Hacı İmam Efendi ve Bedirağazâde Halil Ağa ile görüştü ve ayaklanma düşüncesini onlara açtı. Onlardan tasvip görünce, 15 Ocak’ta bir ayaklanma planı hazırladı. Buna göre, 15 Ocak günü saat 8’de aşiret reisleri Urfa, Telebyâd ve Arappınarı’ndaki Fransız işgal kuvveti kumandanlıklarına birer ültimatom verecekler ve Fransızlara Urfa’yı boşaltmaları için 24 saat mühlet tanıyacaklardı. Fransızlar ültimatomu reddettikleri takdirde Aneze aşireti reisi Haçım Bey, şimendifer hattının Siftek ile Fırat arasını tahrip ederek telgraf hatlarını kesecek, Suruç aşiretleri Suruç ve Arappınarı’ndaki Fransız kuvvetlerini püskürtecek, Dögerli Badıllı, merkez sancağına bağlı aşiretlerinle Kuva-i Milliye ve Jandarma kuvvetleri de Urfa’daki Fransız kuvvetlerini çıkaracak ve Urfa ile diğer yerler arasındaki telgraf hatlarını keseceklerdi. Aşiret reislerinin Fransızlara verecekleri ültimatom metni şu şekilde hazırlanmıştı:
“Gerek Wilson ilkelerine ve gerekse Mondros Mütarekenamesi hükümlerine aykırı olarak memleketi sebepsiz işgalinizi şiddetle red ve protesto eder ve kısa bir müddet içinde bulunduğunuz yeri boşaltmadığınız takdirde zorla savaşılarak çıkartılmanız yoluna gidileceğinden, bu suretle akacak kanların sorumluluğu tamamen size ait olacaktır.”
Ocak ayının 14’ünde Fransız Albay Normand’ın Urfa’ya uğraması dolayısıyla Fransız Kumandanlığı’nda verilen çay ziyafetine çağrılan Ali Saip Bey, gizlice aşiretlere gönderdiği harekat planının Fransızlarca öğrenildiğini anladı ve aynı akşam bir grup arkadaşıyla Urfa’dan firar etti. Fransızlar Urfa’da kalan Mülâzım-ı Evvel Adil Hulusi Efendi’yi karargâha çağırıp sıkıştırıp sorguladılar ve Ali Saip Bey’in ne amaçla kaçtığını öğrenmeye çalıştılar. Bu arada da kaldıkları binalarda tahkimat yapmaya başladılar.
Ocak ayının 24’ünde iki Fransız askerinin kadınların bulunduğu Vezir Hamamı’na girmeleri şehirde büyük tepki yarattı. Ertesi gün Mutasarrıf Ali Rıza Bey olayı protesto etti:
“Fransız Hakimi Siyasisine;
Kanunusaninin 24 Ocak Cumartesi günü saat alaturka 9 kararlarında Sarayönü Çarşısı’nda kain Vezir Hamamı’nda çıplak olarak yıkanmakta bulunan kadınların bulundukları sırada Fransız Kıta-yı askeriyesinden iki neferin sarhoş olarak mezkur hamama duhul ettiği polis idaresinde tanzim edilen ve bir suretle leffen irsal olunan zabıtnameyle tezahur etmiştir.
Kadınlara mahsus olan bir hamama erkeklerin girebilmesi hiçbir din ve mezhebin kabul edemeyeceği ef’alden olmak cihetle kat’iyyen gayr-ı caiz olmakla beraber beyne’l-halal bir hadise-i müessifeyi mucip olabilmesi mütehammil olduğundan eşkal ve kıyafetler mezkur zabıtnamede musarih olan mezur Fransız neferleri hakkında icap eden muamele-i enbitahiyenin tasrihi icrasiyle beraber adem tekerrürü esbabının istikmalini ehemmiyetle temenni olunur efendim.”
Mutasarrıf Ali Rıza
25 Ocak’ta Mustafa Kemal’in kolordulara genelgesi yayınlandı. Buna göre Fransızlar aleyhine Kuvayi Milliye’nin harekete geçmesinin daha fazla ertelenmesinde mahzurlar vardı. Peyderpey başlatılacak ayaklanmanın birinci dönemi Urfa’dan başlayacaktı. Üstüste gelen olaylar halkın zaten sabrını taşırmıştı. Mutasarrıf Ali Rıza Bey, 13. Kolordu’ya çektiği telgrafta “Urfa’da kıyamın hissedilmekte olduğunu” bildiriyordu. Nitekim Ali Saip Bey’in beyannamesini alan aşiretler Suruç’da işe başlamışlardı bile. Aneze aşireti reisi Haçım Bey ile Berazi aşireti reisi Mustafa Bey, tren hattının bazı bölümlerini tahirip etmişler ve Fransızlara 24 saat içinde çekilmeleri için ültimatom vermişlerdi. Milli aşireti reisi Mahmud Bey, kolordudan kendilerine sahip çıkılmasını istemiş, artık protestolarla reisleri yatıştıramadığını, Fransızların bölgedeki Ermenileri silahlandırarak ve onları kendi askerleri arasına sokarak katliam yaparcasına hareketler yapmaya devam ederlerse, kıyamın yalnız Urfa’da değil, her tarafta yapılacağını bildiriyor. Fransız kumandanı ise, Urfa Mutasarrıfına gönderdiği yazıda Ermenilere asker elbisesi giydirdikleri iddialarının doğru olmadığını bildiriyordu.
Siverek’te aşiretlerle görüşüp Siverek halkının ve Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti’nin tam desteğini alan Ali Saip Bey, 6 Şubat’ta aşiret kuvvetleriyle beraber Urfa’ya doğru hareket etti. Ertesi gün Karaköprü’de diğer aşiretlerle buluşacak olan Ali Saip Bey, “Kuvayı Milliye Kumandanı Namık” imzasıyla Fransızların 24 saat içinde Urfa’yı boşaltmaları için bir ültimatom gönderdiyse de Fransız kumandanından gelen cevapta, Urfa’nın boşaltılmasına General Gouraur’un karar verebileceği belirtildi. Toplanın kuvvetlerle 9 Şubat’ta Urfa’ya girildi. Bir tutanak yapılarak cephâne, ağalar arasında paylaşıldı. Hapishânenin boşaltılması sırasında tahliyeden habersiz nöbetçinin firar var zannıyla bir el uyarı ateşi atması, siperlerde bekleyen Fransızların şehre şiddetli bir ateş açması sonucunu doğurdu, bundan sonraki günler, artık karşılıklı ateşle geçecekti. Artık Fransızlar, müstahkem binalarda kuşatma altındaydılar.
17 Şubat tarihinde, şehirde teşkil edilen milis bölükleri komutanlarından Yedek Subay Akif (Sözeri) kumandanlığında bir kuvvet Fransızların işgalindeki Külaflı Tepesi’ni zaptederek Fransızların çekilmelerini sağladı. 20 Şubat’ta Ermenilerle Fransızların haberleşme noktası olan Bediüzzaman karakolu, İzollu aşiret reisi Bozam Bey komutasına verilen kuvvetlerle zaptedildi.
Kış bütün gücüyle bastırmış, kar fırtınası başlamıştı. Ali Saip Bey, iki günde bir Fransız kumandanına şehri boşaltmaları için haber gönderiyor, ama Fransızlardan ilk günkü cevabı alıyordu. Fransızların müstahkem binalardan nasıl çıkarılacakları tartışılırken, binalara giden suyun yolu değiştiriliyor, Fransızların erzak sıkıntılarına bir de su sıkıntısı ekleniyordu. Ancak İsviçreli Dr. Fischer, Fransızların bulundukları binalardaki gizli kuyuları göstererek Fransızları susuzluktan kurtarıyordu.
28 Şubat tarihinde düşman karargâhına ikiyüz metredeki Karalök’ün Bağı’na bir hücum planlandı. Yedek Subay Ahmet Mestçi’nin de bulunduğu kuvvetler, bağa hücum ettiklerinde Fransızlar şiddetli hücuma dayanamayıp teslim olacaklarını bildirdiklerinde, muharebe dışı kalması kararlaştırılan Ermeni Yetimhânesi’nden açılan yan ateşi mücâhitleri avladı. Kemancızâde Fuat Efendi ve Ahmet Mestçi yaralandılar. Rastgeldizâde Hacı Ahmet Efendi, Teyfur, Mamıki ve Muhacir Arif şehid oldular. Ali Saip Bey, Ermeni Yetimhânesi Müdiresi Miss Holmes’e ve Dr. Fischer’e yazarak protesto ettiyse de Yetimhane’den ateş açıldığı inkâr edildi.
Mart başlarında Mülazım Kemal kumandasında 2 top Siverek’ten Urfa’ya getirildi. Aşiret kuvvetleri ve çetelerle birlikte genel bir taarruz kararlaştırıldı. Buna göre, Fransızların işgali altındaki Kürkçüzâde Osman Efendi, Kürkçüzâde Mahmud Nedim Efendi ve Şişko’nun evine hücum edilecekti. 4 Mart günü gelen topların desteğinde mücâdelenin en etkili taarruzu başlatıldı. Birkaç kez Fransız mevzilerine girildiği halde, kuvvetlerimiz püskürtüldü. Çok kanlı ve şiddetli geçen taarruzda Urfalılar çok kayıp verdiler. Yalnız tanınanların sayısı 82 idi. Buna köylülerden ve sahibi tarafından götürülen şehidler dahil değildi. Hastane dolmuştu. Bir Fransız subayının “Türkler yarın da aynı şiddetle hücuma devam ederlerse dayanamayız. Geceyi dehşetli bir korku içerisinde geçirdik” dediği saldırıda, topların irca yayı kırıldığı için müstahkem binalar yeterince dövülememiş, muharebe disiplinsizliği yüzünden büyük kayıplar verilmişti. Mustafa Kemal de, Urfa ve civarındaki aşiret ve Müdaafa-yı Hukuk cemiyetlerinin kendilerine top, cephâne vs. için müracaatlarına karşılık, 13. Kolordu Kumandanlığı’yla 5. Tümen Kumandanlıklarına çektiği telgrafta “Urfa’da yalnız birkaç binada düşman bulunmasına nazaran telaş etmeye mahal olmadığını” belirtiyor ve “Anlaşıldığına göre, Urfa’daki işler harpten ve askerlikten anlamayan adamlar tarafından idare olunuyor. Oradakilere baş olacak münasip bir zatın kolorduca gönderilmesinin münasip olduğu fikrindeyiz” diyordu.
Bu arada Ali Saip Bey’e, verilen büyük kayıplardan dolayı tepkiler başlamıştı. 13. Kolordu’ya bağlı 2. Tümen kumandanı Yarbay Akif Bey, Siverek’e gelip Kolordu’ya verdiği raporda “Aşayir ve ahaliyi kumanda, muhal denecek kadar güç bir şey olduğu müsellem olduğundan Urfa Kuva’yı Milliye Kumandanı’na bir hoşnutsuzluk vardır” diyordu.
Bir taraftan kayıplar, bir taraftan Fransızlara imdat geleceği haberleri halkın moralini bozuyordu. Urfa ahalisi, 19 Mart’ta Karaköprü’den Heyet-i Temsiliye Başkanlığı’na çektiği telgrafta, 13. Kolordu Komutanlığı’na muntazam kuvvetlerin gönderilmesi için yaptıkları başvuruya cevap alamadıklarını, 2 saat içinde muntazam gönderileceğine dair cevap alınamazsa, Urfa’ya dönüp Urfalılara başlarının çaresine bakmalarına mecbur olduklarını tebliğ edeceğiz; diyorlardı. Mustafa Kemal bunun üzerine, 13. Kolordu Kumandanlığı’na bir miktar muntazam kuvvetin milli kuvvetler görünümünde Urfa’ya gönderilmesini istiyor, 13. Kolordu Kumandanlığı muntazam kuvvetlerin işe karıştırılmasının Fransa’ya harp ilanı anl¤¤¤¤¤ geleceği gerekçesiyle bundan kaçınıyordu.
Bu arada yakalanan bir Fransız casusunun üzerinde çıkan pusulada, Fransızların erzak bakımından son derece sıkıntılı oldukları öğreniliyordu. 30 Mart’a Şişko’nun Bağındaki ağılda (bugünkü Müze’nin yeri) bulunan Fransız askerlerine baskın yapmayı planlayan ve Nino Hacı Bekir’in Hanı’ndan (bugünkü Topçu Hanı) hareket eden Yedeksubaylardan Murad’ın oğlu Hacı Osman (Keskinkılıç) kumandasındaki Badıllı aşiret kuvvetleri, Fransızların uyanık bulunmaları nedeniyle şiddetli ateşle karşılaştılar ve 7 şehit, 3 yaralı verdiler. Ertesi gün, erzak elde etmek için şehre karşı hücum düzenleyen Fransızlar, çetelerin ateşiyle karşılaştı ve geri çekildi.
Nisan ayı başlarında, bekledikleri yardımdan ümitlerini kesen Fransızların erzakları bitmiş, Urfa’yı boşaltmayı düşünür olmuşlardı. Ancak öyle bir formül bulunmalıydı ki, Urfa’yı “Fransa’nın şerefine uygun” bir şekilde boşaltmalıydılar. Bulunan formül de şuydu: Urfa’daki Ermeniler, Fransızlara açlığa düştükleri gerekçesiyle başvuracaklar, Fransızlar da onların hatırı için Urfa’yı boşaltacaklardı. Urfa’daki Ermeni cemaati, Fransızların bu formülüne itiraz ettiler. Eğer böyle bir şey olursa Urfalı’lar, “Fransızlar Ermeniler için geldiler, yine onların hatırı için Urfa’yı terkediyorlar” diye düşüneceklerdi ve bu da Ermeniler için çok kötü olacaktı. Sajous, teklif yaptığı Ermeni cemaati liderlerinden Dr. Beşliyan’a “Doktor, bundan böyle bu Ermeni kalbidir” diyerek kalbini göstermesine rağmen, Ermenileri ikna edemedi. Dr. Beşliyan diyordu ki, “Velhasıl anladık ki, Fransızlar bizi kurbanlık koyun gibi Hacı Mustafa’ya bırakıp kendileri şerefle sıvışmak peşinde. Yani kasap yağ derdinde, keçi can derdinde.”
Ermenilerin bu çözümü reddetmeleri üzerine İsviçreli Dr. Fischer, bu görevi üstlenip Ermenilerin açlığını ileri sürerek Fransızların Urfa’yı tahliye için görüşebileceklerini şartlarla beraber mutasarrıflığa bildirdi. Sonradan Ali Saip Köprüsü adı verilen Millet Köprüsü üzerinde 9 Nisan günü Mutasarrıf Ali Rıza Bey, Ali Saip Bey, Belediye Reise Hacı Mustafa, Fransız Kumandanı Hauger, Yüzbaşı Sajous ve Dr. Beşliyan buluştular. Şartlar görüşüldü, anlaşmaya varıldı. Fransızların tahliye şartları şunlardı:
1. Ermenilerin hayatlarının korunması.
2. Amerikalıların hayatlarının ve mallarının korunması
3. Urfa’da ölen Fransızların mezarına saygı gösterilmesi.
4. Carablus’a kadar ağırlıkların taşınması için 60 deve ve 25 yük arabasının verilmesi.
5. 17 Şubat’ta esir edilen Fransız askerlerinin geri verilmesi.
6. Urfa eşrafından 10 kişinin Carablus’a kadar kendilerine eşlik etmesi.
7. Dr. Fischer hastanesinden bulunup taşınması mümkün olmayan yaralıların hayatlarının korunması.
8. Fransız kuvvetlerinin gidecekleri yere kadar güvendiklerinin korunması.
9. Savaşmaya derhal son verilmesi.
10. Düzenlenecek andlaşma hükümlerinin bir taraftan işgal kumandanı, diğer taraftan mutasarrıf, belediye reisi ve Kuva-yı Milliye kumandanınca imza edilip onaylanması
Diğer şartlar kabul edilmekle birlikte, 6.maddedeki “eşraftan 10 kişi” yerine Teğmen Ömer İzzet Efendi (Durakbaşı) komutasında 10 jandarma eri refakatçi olarak verildi.
10 Nisan’ı 11 Nisan’a bağlayan yarı gece Fransız kuvvetleri, Hastane ve Hızmalı Köprü yolunu izleyerek iki koldan Suruç yönüne doğru yola çıktı. Sabah saatlerinde silah sesleri gelmeye başladığında Fransız kuvvetlerini arkadan izleyen Teğmen Halil Münir Efendi’den Ali Saip Bey’e şu rapor geldi:
“Düşman öncüsü, bilhassa öncüde bulunan Ermenilerin yolda rastladıkları aşiretlere ve bilhassa yol üzerindeki köylülere ateş etmeleri üzerine Şebeke Boğazı’nda şiddetli bir çatışma başladı. Kumandan, Fransız kuvvetlerine savaş düzeni aldırdı. Bize karşı da ateş etmeye başladılar. Urfa yolunu koruma altında bulunduruyorum, durumumuz tehlikelidir, acele etmenizi bekliyorum.” Bu sırada halk ve aşiretler akın akın olay yerine gidiyordu. Olay yerine hareket eden Ali Saip Bey, yarı yolda Ömer İzzet Efendi ile karşılaştı. Ömer İzzet Efendi’den durumu öğrenen Ali Saip, olay yerine vardığında Sajous ve subaylar öldürülmüş yerde yatıyorlardı. Muharebe sonucunda kalan 100 Fransız askeri de esir edilerek Urfa’ya getirilmişti.
ALINTI: Biyotarih
Bir İngiliz yarbayı, iki subay ve bir zırhlı otomobille geldikleri Urfa’da İngiliz Kumandan, ziyaret ettiği Mutasarrıf Nusret Bey’e “Galip bir hükümetin askeri neden karşılanmıyor?” diye sorduğunda ondan “Haksız yere memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamaya çıkmak bir Türk mutasarrıfına yakışmaz. Bir misafir gibi gelseydiniz, sizi Birecik’de karşılardım” cevabını alıyordu.
200 kişilik bir piyade bölüğü, bir zırhlı, 6 yük ve 3 binek olmak üzere 10 otomobil ve 50 yük arabasıyla Urfa’yı işgal eden İngilizler, ertesi gün Urfa’da bulunan 1. Süvari Alay Komutanı Binbaşı Hüseyin Bey’den Alay’ın Urfa’yı terketmesini istediler. Durum, üst makamlara bildirilerek ve Urfa’da bir subay komutasında bir süvari takımı bırakılarak Alay, Karaköprü’ye, daha sonra da Siverek’e çekildi.
İngilizler, yörede bulundukları süre içerisinde özellikle aşiretlerle ilişki kurmaya çalıştılar. Özel bir önem verdikleri Milli Aşireti reisi İbrahim Paşa’nın oğlu Mahmud Bey’e, Kürt Lawrence’ı olarak adlandırılan Binbaşı Noel ve Yüzbaşı Woolley’i gönderip Kafkasya ile Mezopotamya arasında kurulabilecek bir tampon bölge için yoklamalar yaptılar. Bununla da yetinmeyerek Halep’deki İngiliz Generali Barrow, Mahmud Bey’i 30 Haziran’da Urfa’ya davet etti. Mahmud Bey, nasıl davranması gerektiğini sorduğu 13. Kolordu’dan aldığı talimat çerçevesinde buluşmaya gitmedi. Suruç civarında aşiretle yapılan toplantıda ise Ketkanlı aşiret reisi Basravi, kendisiyle aşiretinin Osmanlı tebaası olmayacağını, eski dostu bulunan İngilizler kabul etmediği takdirde herhangi bir ecnebi devletin tebaası olacağını ve bunlar da kabul etmediği takdirde Arap hükümetlerine katılacağını söyledi.
İngilizlerin şehir merkezindeki Ermenilere duyduğu ilgi, onlara Ermeni mahallelerinde silah talimi yaptırmaya kadar gidiyordu. İngilizlerle birlikte Urfa’ya gelen Ermeni gönüllülerinin üstlendiği bu talimlerden başka Ermeniler ikide bir dükkânlarını kapatıp evlerine çekiliyor, çanlar çalıyorlar, asayişsizlik havası yaratmaya çalışıyorlar ve İngilizlere istihbarat çalışmalarında yardımcı oluyorlardı.
Mutasarrıf Nusret Bey’in davranışı, İngilizlerin hoşlarına gitmediği için tehcir bahânesiyle görevinden azledilerek İstanbul’a gönderildi. Ancak Nusret Bey’in 6. Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa’nın tavsiyesiyle oluşturduğu milis kuvvetlerinin silahları henüz toplanmamıştı. Erzurum Kongresi için yapılan davete katılabileceğini mutasarrıfa tebliğ eden Müftü Hasan Efendi’ye hayranlık duyan Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey, Erzurum Kongresi’nin beyannamesini Milli aşiret reisi Mahmud Bey’den elde edince, dağılan milis kuvvetlerini bir cemiyet olarak örgütlemek düşüncesini, mutasarrıf olarak Nusret Bey’in yerine atanan Ali Rıza Bey’e açmış ve Meclis-i İdare azasından Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa aracılığıyla kurulan temas sonucu 4-5 Eylül 1919 gecesi Güllüzâde Hacı Osman Efendi’nin evinde toplanan eşraf ve aydınlar, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin temellerini atmışlar ve bu toplantıda bulunanlar, halk arasında Onikiler olarak adlandırılmışlardır. Kurtuluşa kadar mücâdele edileceğine Kur’ân-ı Kerim üzerine and içen ve Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey başkanlığında toplanan 12 reis şunlardı:
1. Mecli-i İdâre eski azalarından Belediye Reisi Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa Efendi.
2. Barutçuzâde Hacı İmam Efendi
3. Eşraftan Tüccâr Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa Reşid Efendi.
4. Mollazâde Mahmud Efendi.
5. Polis Komiserliğinden Mustafi Arabikâtibizâde Şakir Efendi.
6. Güllüzâde Osman Efendi.
7. Esnaftan Şellizâde Ali Ağa.
8. Tüccârdan Nebozâde Hacı İmam Efendi.
9. Eşraftan Hacı Bedirağazâde Halil Ağa.
10. Jandarma Tabur mülhakı İzmirli Adil Hulusi Efendi.
11. Takım kumandanlarından Mülazım-ı Evvel Hüseyin Pertev Efendi.
12. Jandarma Çavuşu Sofi oğlu Hacı Mustafa Çavuş.
Cemiyetin kuruluşu Sivas’ta Heyet-i Temsiliye Başkanlığı’na bildirildi ve alınan cevapta örgütlenmenin genişletilmesi, 13. Kolordu Kumandanlığı Kurmay Başkanlığı ve Mardin’deki 5. Tümen Kumandanıyla temas kurulması istendi. Bunun üzerine Arabikatibizâde Şakir Efendi ve Mollazâde Mahmud Efendiler, 13. Kolordu Kurmay Başkanı Halit Bey ile muhabere etmek amacıyla Siverek’e gittiler.
Ekim ayı içerisinde İngilizlere işgal edilen yerlerin Fransızlara devredileceği söylentileri yaygınlaştı. 15 Eylül 1919 tarihinde Paris’te yapılan ve Suriye İtilafnamesi olarak da bilinen Suriye ve Kilikya’da İşgal Kuvvetlerinin Değiştirilmesine İlişkin İngiliz-Fransız Anlaşmasına göre Urfa ve çevresi Fransızlara verilecekti. Fransız Generali E. Bremond’un “Tarihimizde Fransa’nın başına konan talih kuşunu bir defa daha ürkütüp kaçırdığı elemli bir devre” dediği Kilikya olarak adlandırılan bölgenin işgali bu şekilde kararlaştırılırken, Mustafa Kemal Fransız işgalini “haksızlık üstüne haksızlık” olarak nitelendiriyor ve bu bölgelerin Fransızlara işgal ettirilmemesini istiyor ve 13. Kolordu Kumandanlığı’na çektiği bir telgrafla İngilizlerin Urfa’yı boşaltmasından sonra, Urfa’dan çekilen 1. Süvari Alayı ile Urfa’nın derhal işgaliyle Fransız işgalinin bu şekilde önlenmesi gerektiğini bildiriyor. Ancak 13. Kolordu Kumandanı, bu hususta hükümetten onay alamıyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Urfa Müftüsü ve eşrafına çektiği telgrafta “Göç doğru değildir. Milli örgütlenişi genişletin. Her türlü haksızlığı protesto ve icabında fiilen reddedin” talimatını veriyordu.
Ancak fiili hiçbir hareket vuku bulmuyor ve İngilizler Ekim ayı sonunda Urfa’yı boşaltarak Fransızlara teslim ediyorlar, fakat Fransızlar gelmeden önce Urfalılara silah dağıtmayı da unutmuyorlardı. Nusret Bey’in İngilizlere karşı davranışıyla azlolunduğunu bilen Mutasarrıf Ali Rıza Bey, Fransız kumandanını ayakta karşılıyor ve daha önceki uysal ve durumu idare edici davranışlarıyla sinirlendirdiği Mustafa Kemal’den başka, 13. kolordu Kumandanlığı’nın da tepkisine neden oluyordu.
Fransız kuvvetlerinin komutanı Binbaşı Hauger ve siyasi yönetici Yüzbaşı Sajous, hükümet dairesinde bütün memurları toplayarak her memurun nerede olduğunu, harpten önce hangi yerlerde bulunduklarını ve adlarını sordular. Bütün memurların görevlerini günü gününe yapmalarını isteyerek Osmanlı Hükümeti ile Fransız Cumhuriyeti’nin pek eski dostlar olduklarını, iki milletin de harp etmek amacında değilken istemeyerek bir harp meydana geldiğini belirttiler ve jandarmaların iyi çalışmasını, Fransız subaylarıyla iyi geçinilmesini tavsiye ettiler.
Kasım ayı içerisinde Binbaşı Ali Rıza Bey, aşiretleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne katmaya çalıştı. Harran’daki İmam Bakır’da Arap aşiretlerini toplayarak hepsini İmam Bakır’ın kabri ve Kur’ân üzerine yemin ettirdi. Toplantıya Geysi aşiretinin bütün kabileleri katıldığı halde, Siyala reisi Salih el-Abdullah katılmadı. Ve istenmesine rağmen yağma ettiği Kısas Köyü’nün eşyalarını getirmedi ve toplantıyı Fransızlara ihbar etti. Yüzbaşı Sajous’un durumu Carablus’a bildirmesi üzerine de Yarbay Depoir Urfa’ya gelerek Binbaşı Ali Rıza Bey’i karargaha davet etti. Binbaşı Ali Rıza Bey’in cevaplarından tatmin olmayan Fransız kumandan, Ali Rıza Bey’e tutuklu olduğunu, Adana üzerinden İstanbul’a gönderileceğini söyledi ve azledildiğini mutasarrıflığa bildirdi. Ali Rıza Bey, Taburun devri teslimi gerekçesiyle aldığı izinden yararlanarak Siverek’e doğru firar etti. Fransızlar, bölgeye Ali Rıza Bey’in girmesini yasakladılar. Bölgeye girmesine hoşgörülü davrananlara para ve hapis cezası verileceğini ve kendilerine teslim edene 500 lira ödül vereceklerini bir bildiriyle mutasarrıflığa tebliğ ettiler.
Ali Rıza Bey’ın firarına büyük tepki duyan Fransızlar, Urfa halkına ve idareye karşı davranışlarını sertleştirdiler. İlk olarak Suruç Kaymakamı Mesut Bey ve Suruç Jandarma Kumandanlığı’na vekalet eden Onikiler’den Mülazım-ı Evvel Hüseyin Pertev Efendi’yi tutuklatarak, Adana yoluyla İstanbul’a gönderdiler. Ardından Kürt ve Arap reislerinin Fransızlarla görüşmelerini engellemeyi, “Fransızların savunduğu özgürlük ilkelerine aykırı olduğu” gerekçesiyle cezalandıracaklarını mutasarrıfa bildirdiler. Ertesi gün de Fransız işgalindeki bölgelere gidecek kişilere verilecek seyahat belgelerinin Fransızlarca vize edilmesi mecburiyetini getirdiler.
Milli Mücâdele yanlılarına göz açtırmamayı kafasına koyan Fransız işgal komutanlığı, Aralık ayında eşraftan dört kişinin ihbarı üzerine Binbaşı Ali Rıza Bey ile mektuplaştığı öne sürülen Siverekli Ali Efendi’yi tutuklayarak 200 Türk altını para cezasına çarptırdılar. Bucak aşireti mensubu Ali Efendi’nin tutuklanması, aşiretlerde rahatsızlık doğurduğundan Badıllı aşireti reisi Sait Bey, Ali Efendi’nin tahliye edilmemesi halinde aşiretlerle Urfa’ya hücum edileceğini bir mektupla Fransızlara bildirdi. Sait Bey’in ikinci mektubu Ali Efendi’nin tahliyesini sağladı. Ancak Fransızlar, mülki idare üzerindeki baskılarını sürdürdüler. Memurların yaptıkları görevlere atanmalarından Urfa Belediyesi’nin bütçesine kadar her işe karışmaya devam ettiler.
Bu sıralarda Mardin’deki 5. Tümen Komutanı Yarbay Kenan Bey tarafından özel görevle Urfa’ya gönderilen Seyit Mehmet Efendi adındaki görevli, verdiği raporda, “Urfa’da iki cemiyet, iki fikrin bulunduğunu, Mutasarrıf, Şükrü Nasih Bey (Son Osmanlı Meclis-i Mebus’an üyesi) ve arkadaşlarının bir harekât-ı ihtilaliyle yapılmayarak siyasi çatışmada bulunmak, diğerlerinin ise bir kıyım yapmak fikrinde bulunduklarını” belirtiyordu. Bu son görüştekiler Binbaşı Ali Rıza Bey’in görüşlerini paylaşanlardı. Mutasarrıf Ali Rıza Bey kendisinin, Fransızların tutuklamaları üzerine firar Binbaşı Ali Rıza Bey’in “memleketin başına bir felâket getirecek mahiyette işlere kalkıştığından, fikrini iştirak eylemediğini “Kenan Bey’e bildiriyor, şu sıra ayaklanmanın doğru olmayacağı görüşünü savunuyordu. Mutasarrıf Ali Rıza Bey’in bu yumuşak tavrı, milli mücâdele yanlılarını rahatsız ediyor, sözgelimi Milli aşireti reisi Mahmud Bey’in “Mutasarrıf Ali Rıza Bey, â’mal ve maksad-ı milliye tecviz etmiyor, â’mal-ı milliyeyi takip edenleri tenkid ediyor” biçiminde 13. Kolordu’ya yakınmasına neden oluyordu.
Binbaşı Ali Rıza Bey’in yerine Urfa Jandarma Komutanlığı’na atanan Yüzbaşı Ali Saip Bey, Aralık ayı sonunda Urfa’ya geldi. Emekli Binbaşı İhsan Bey, Harran Kaymakamı Şevket Bey, Baytar Müfettişi Adil Bey, Meclis-i Meb’usan azası Ali Efendi, Belediye Reisi Hacı Mustafa Efendi, Barutçuzâde Hacı İmam Efendi ve Bedirağazâde Halil Ağa ile görüştü ve ayaklanma düşüncesini onlara açtı. Onlardan tasvip görünce, 15 Ocak’ta bir ayaklanma planı hazırladı. Buna göre, 15 Ocak günü saat 8’de aşiret reisleri Urfa, Telebyâd ve Arappınarı’ndaki Fransız işgal kuvveti kumandanlıklarına birer ültimatom verecekler ve Fransızlara Urfa’yı boşaltmaları için 24 saat mühlet tanıyacaklardı. Fransızlar ültimatomu reddettikleri takdirde Aneze aşireti reisi Haçım Bey, şimendifer hattının Siftek ile Fırat arasını tahrip ederek telgraf hatlarını kesecek, Suruç aşiretleri Suruç ve Arappınarı’ndaki Fransız kuvvetlerini püskürtecek, Dögerli Badıllı, merkez sancağına bağlı aşiretlerinle Kuva-i Milliye ve Jandarma kuvvetleri de Urfa’daki Fransız kuvvetlerini çıkaracak ve Urfa ile diğer yerler arasındaki telgraf hatlarını keseceklerdi. Aşiret reislerinin Fransızlara verecekleri ültimatom metni şu şekilde hazırlanmıştı:
“Gerek Wilson ilkelerine ve gerekse Mondros Mütarekenamesi hükümlerine aykırı olarak memleketi sebepsiz işgalinizi şiddetle red ve protesto eder ve kısa bir müddet içinde bulunduğunuz yeri boşaltmadığınız takdirde zorla savaşılarak çıkartılmanız yoluna gidileceğinden, bu suretle akacak kanların sorumluluğu tamamen size ait olacaktır.”
Ocak ayının 14’ünde Fransız Albay Normand’ın Urfa’ya uğraması dolayısıyla Fransız Kumandanlığı’nda verilen çay ziyafetine çağrılan Ali Saip Bey, gizlice aşiretlere gönderdiği harekat planının Fransızlarca öğrenildiğini anladı ve aynı akşam bir grup arkadaşıyla Urfa’dan firar etti. Fransızlar Urfa’da kalan Mülâzım-ı Evvel Adil Hulusi Efendi’yi karargâha çağırıp sıkıştırıp sorguladılar ve Ali Saip Bey’in ne amaçla kaçtığını öğrenmeye çalıştılar. Bu arada da kaldıkları binalarda tahkimat yapmaya başladılar.
Ocak ayının 24’ünde iki Fransız askerinin kadınların bulunduğu Vezir Hamamı’na girmeleri şehirde büyük tepki yarattı. Ertesi gün Mutasarrıf Ali Rıza Bey olayı protesto etti:
“Fransız Hakimi Siyasisine;
Kanunusaninin 24 Ocak Cumartesi günü saat alaturka 9 kararlarında Sarayönü Çarşısı’nda kain Vezir Hamamı’nda çıplak olarak yıkanmakta bulunan kadınların bulundukları sırada Fransız Kıta-yı askeriyesinden iki neferin sarhoş olarak mezkur hamama duhul ettiği polis idaresinde tanzim edilen ve bir suretle leffen irsal olunan zabıtnameyle tezahur etmiştir.
Kadınlara mahsus olan bir hamama erkeklerin girebilmesi hiçbir din ve mezhebin kabul edemeyeceği ef’alden olmak cihetle kat’iyyen gayr-ı caiz olmakla beraber beyne’l-halal bir hadise-i müessifeyi mucip olabilmesi mütehammil olduğundan eşkal ve kıyafetler mezkur zabıtnamede musarih olan mezur Fransız neferleri hakkında icap eden muamele-i enbitahiyenin tasrihi icrasiyle beraber adem tekerrürü esbabının istikmalini ehemmiyetle temenni olunur efendim.”
Mutasarrıf Ali Rıza
25 Ocak’ta Mustafa Kemal’in kolordulara genelgesi yayınlandı. Buna göre Fransızlar aleyhine Kuvayi Milliye’nin harekete geçmesinin daha fazla ertelenmesinde mahzurlar vardı. Peyderpey başlatılacak ayaklanmanın birinci dönemi Urfa’dan başlayacaktı. Üstüste gelen olaylar halkın zaten sabrını taşırmıştı. Mutasarrıf Ali Rıza Bey, 13. Kolordu’ya çektiği telgrafta “Urfa’da kıyamın hissedilmekte olduğunu” bildiriyordu. Nitekim Ali Saip Bey’in beyannamesini alan aşiretler Suruç’da işe başlamışlardı bile. Aneze aşireti reisi Haçım Bey ile Berazi aşireti reisi Mustafa Bey, tren hattının bazı bölümlerini tahirip etmişler ve Fransızlara 24 saat içinde çekilmeleri için ültimatom vermişlerdi. Milli aşireti reisi Mahmud Bey, kolordudan kendilerine sahip çıkılmasını istemiş, artık protestolarla reisleri yatıştıramadığını, Fransızların bölgedeki Ermenileri silahlandırarak ve onları kendi askerleri arasına sokarak katliam yaparcasına hareketler yapmaya devam ederlerse, kıyamın yalnız Urfa’da değil, her tarafta yapılacağını bildiriyor. Fransız kumandanı ise, Urfa Mutasarrıfına gönderdiği yazıda Ermenilere asker elbisesi giydirdikleri iddialarının doğru olmadığını bildiriyordu.
Siverek’te aşiretlerle görüşüp Siverek halkının ve Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti’nin tam desteğini alan Ali Saip Bey, 6 Şubat’ta aşiret kuvvetleriyle beraber Urfa’ya doğru hareket etti. Ertesi gün Karaköprü’de diğer aşiretlerle buluşacak olan Ali Saip Bey, “Kuvayı Milliye Kumandanı Namık” imzasıyla Fransızların 24 saat içinde Urfa’yı boşaltmaları için bir ültimatom gönderdiyse de Fransız kumandanından gelen cevapta, Urfa’nın boşaltılmasına General Gouraur’un karar verebileceği belirtildi. Toplanın kuvvetlerle 9 Şubat’ta Urfa’ya girildi. Bir tutanak yapılarak cephâne, ağalar arasında paylaşıldı. Hapishânenin boşaltılması sırasında tahliyeden habersiz nöbetçinin firar var zannıyla bir el uyarı ateşi atması, siperlerde bekleyen Fransızların şehre şiddetli bir ateş açması sonucunu doğurdu, bundan sonraki günler, artık karşılıklı ateşle geçecekti. Artık Fransızlar, müstahkem binalarda kuşatma altındaydılar.
17 Şubat tarihinde, şehirde teşkil edilen milis bölükleri komutanlarından Yedek Subay Akif (Sözeri) kumandanlığında bir kuvvet Fransızların işgalindeki Külaflı Tepesi’ni zaptederek Fransızların çekilmelerini sağladı. 20 Şubat’ta Ermenilerle Fransızların haberleşme noktası olan Bediüzzaman karakolu, İzollu aşiret reisi Bozam Bey komutasına verilen kuvvetlerle zaptedildi.
Kış bütün gücüyle bastırmış, kar fırtınası başlamıştı. Ali Saip Bey, iki günde bir Fransız kumandanına şehri boşaltmaları için haber gönderiyor, ama Fransızlardan ilk günkü cevabı alıyordu. Fransızların müstahkem binalardan nasıl çıkarılacakları tartışılırken, binalara giden suyun yolu değiştiriliyor, Fransızların erzak sıkıntılarına bir de su sıkıntısı ekleniyordu. Ancak İsviçreli Dr. Fischer, Fransızların bulundukları binalardaki gizli kuyuları göstererek Fransızları susuzluktan kurtarıyordu.
28 Şubat tarihinde düşman karargâhına ikiyüz metredeki Karalök’ün Bağı’na bir hücum planlandı. Yedek Subay Ahmet Mestçi’nin de bulunduğu kuvvetler, bağa hücum ettiklerinde Fransızlar şiddetli hücuma dayanamayıp teslim olacaklarını bildirdiklerinde, muharebe dışı kalması kararlaştırılan Ermeni Yetimhânesi’nden açılan yan ateşi mücâhitleri avladı. Kemancızâde Fuat Efendi ve Ahmet Mestçi yaralandılar. Rastgeldizâde Hacı Ahmet Efendi, Teyfur, Mamıki ve Muhacir Arif şehid oldular. Ali Saip Bey, Ermeni Yetimhânesi Müdiresi Miss Holmes’e ve Dr. Fischer’e yazarak protesto ettiyse de Yetimhane’den ateş açıldığı inkâr edildi.
Mart başlarında Mülazım Kemal kumandasında 2 top Siverek’ten Urfa’ya getirildi. Aşiret kuvvetleri ve çetelerle birlikte genel bir taarruz kararlaştırıldı. Buna göre, Fransızların işgali altındaki Kürkçüzâde Osman Efendi, Kürkçüzâde Mahmud Nedim Efendi ve Şişko’nun evine hücum edilecekti. 4 Mart günü gelen topların desteğinde mücâdelenin en etkili taarruzu başlatıldı. Birkaç kez Fransız mevzilerine girildiği halde, kuvvetlerimiz püskürtüldü. Çok kanlı ve şiddetli geçen taarruzda Urfalılar çok kayıp verdiler. Yalnız tanınanların sayısı 82 idi. Buna köylülerden ve sahibi tarafından götürülen şehidler dahil değildi. Hastane dolmuştu. Bir Fransız subayının “Türkler yarın da aynı şiddetle hücuma devam ederlerse dayanamayız. Geceyi dehşetli bir korku içerisinde geçirdik” dediği saldırıda, topların irca yayı kırıldığı için müstahkem binalar yeterince dövülememiş, muharebe disiplinsizliği yüzünden büyük kayıplar verilmişti. Mustafa Kemal de, Urfa ve civarındaki aşiret ve Müdaafa-yı Hukuk cemiyetlerinin kendilerine top, cephâne vs. için müracaatlarına karşılık, 13. Kolordu Kumandanlığı’yla 5. Tümen Kumandanlıklarına çektiği telgrafta “Urfa’da yalnız birkaç binada düşman bulunmasına nazaran telaş etmeye mahal olmadığını” belirtiyor ve “Anlaşıldığına göre, Urfa’daki işler harpten ve askerlikten anlamayan adamlar tarafından idare olunuyor. Oradakilere baş olacak münasip bir zatın kolorduca gönderilmesinin münasip olduğu fikrindeyiz” diyordu.
Bu arada Ali Saip Bey’e, verilen büyük kayıplardan dolayı tepkiler başlamıştı. 13. Kolordu’ya bağlı 2. Tümen kumandanı Yarbay Akif Bey, Siverek’e gelip Kolordu’ya verdiği raporda “Aşayir ve ahaliyi kumanda, muhal denecek kadar güç bir şey olduğu müsellem olduğundan Urfa Kuva’yı Milliye Kumandanı’na bir hoşnutsuzluk vardır” diyordu.
Bir taraftan kayıplar, bir taraftan Fransızlara imdat geleceği haberleri halkın moralini bozuyordu. Urfa ahalisi, 19 Mart’ta Karaköprü’den Heyet-i Temsiliye Başkanlığı’na çektiği telgrafta, 13. Kolordu Komutanlığı’na muntazam kuvvetlerin gönderilmesi için yaptıkları başvuruya cevap alamadıklarını, 2 saat içinde muntazam gönderileceğine dair cevap alınamazsa, Urfa’ya dönüp Urfalılara başlarının çaresine bakmalarına mecbur olduklarını tebliğ edeceğiz; diyorlardı. Mustafa Kemal bunun üzerine, 13. Kolordu Kumandanlığı’na bir miktar muntazam kuvvetin milli kuvvetler görünümünde Urfa’ya gönderilmesini istiyor, 13. Kolordu Kumandanlığı muntazam kuvvetlerin işe karıştırılmasının Fransa’ya harp ilanı anl¤¤¤¤¤ geleceği gerekçesiyle bundan kaçınıyordu.
Bu arada yakalanan bir Fransız casusunun üzerinde çıkan pusulada, Fransızların erzak bakımından son derece sıkıntılı oldukları öğreniliyordu. 30 Mart’a Şişko’nun Bağındaki ağılda (bugünkü Müze’nin yeri) bulunan Fransız askerlerine baskın yapmayı planlayan ve Nino Hacı Bekir’in Hanı’ndan (bugünkü Topçu Hanı) hareket eden Yedeksubaylardan Murad’ın oğlu Hacı Osman (Keskinkılıç) kumandasındaki Badıllı aşiret kuvvetleri, Fransızların uyanık bulunmaları nedeniyle şiddetli ateşle karşılaştılar ve 7 şehit, 3 yaralı verdiler. Ertesi gün, erzak elde etmek için şehre karşı hücum düzenleyen Fransızlar, çetelerin ateşiyle karşılaştı ve geri çekildi.
Nisan ayı başlarında, bekledikleri yardımdan ümitlerini kesen Fransızların erzakları bitmiş, Urfa’yı boşaltmayı düşünür olmuşlardı. Ancak öyle bir formül bulunmalıydı ki, Urfa’yı “Fransa’nın şerefine uygun” bir şekilde boşaltmalıydılar. Bulunan formül de şuydu: Urfa’daki Ermeniler, Fransızlara açlığa düştükleri gerekçesiyle başvuracaklar, Fransızlar da onların hatırı için Urfa’yı boşaltacaklardı. Urfa’daki Ermeni cemaati, Fransızların bu formülüne itiraz ettiler. Eğer böyle bir şey olursa Urfalı’lar, “Fransızlar Ermeniler için geldiler, yine onların hatırı için Urfa’yı terkediyorlar” diye düşüneceklerdi ve bu da Ermeniler için çok kötü olacaktı. Sajous, teklif yaptığı Ermeni cemaati liderlerinden Dr. Beşliyan’a “Doktor, bundan böyle bu Ermeni kalbidir” diyerek kalbini göstermesine rağmen, Ermenileri ikna edemedi. Dr. Beşliyan diyordu ki, “Velhasıl anladık ki, Fransızlar bizi kurbanlık koyun gibi Hacı Mustafa’ya bırakıp kendileri şerefle sıvışmak peşinde. Yani kasap yağ derdinde, keçi can derdinde.”
Ermenilerin bu çözümü reddetmeleri üzerine İsviçreli Dr. Fischer, bu görevi üstlenip Ermenilerin açlığını ileri sürerek Fransızların Urfa’yı tahliye için görüşebileceklerini şartlarla beraber mutasarrıflığa bildirdi. Sonradan Ali Saip Köprüsü adı verilen Millet Köprüsü üzerinde 9 Nisan günü Mutasarrıf Ali Rıza Bey, Ali Saip Bey, Belediye Reise Hacı Mustafa, Fransız Kumandanı Hauger, Yüzbaşı Sajous ve Dr. Beşliyan buluştular. Şartlar görüşüldü, anlaşmaya varıldı. Fransızların tahliye şartları şunlardı:
1. Ermenilerin hayatlarının korunması.
2. Amerikalıların hayatlarının ve mallarının korunması
3. Urfa’da ölen Fransızların mezarına saygı gösterilmesi.
4. Carablus’a kadar ağırlıkların taşınması için 60 deve ve 25 yük arabasının verilmesi.
5. 17 Şubat’ta esir edilen Fransız askerlerinin geri verilmesi.
6. Urfa eşrafından 10 kişinin Carablus’a kadar kendilerine eşlik etmesi.
7. Dr. Fischer hastanesinden bulunup taşınması mümkün olmayan yaralıların hayatlarının korunması.
8. Fransız kuvvetlerinin gidecekleri yere kadar güvendiklerinin korunması.
9. Savaşmaya derhal son verilmesi.
10. Düzenlenecek andlaşma hükümlerinin bir taraftan işgal kumandanı, diğer taraftan mutasarrıf, belediye reisi ve Kuva-yı Milliye kumandanınca imza edilip onaylanması
Diğer şartlar kabul edilmekle birlikte, 6.maddedeki “eşraftan 10 kişi” yerine Teğmen Ömer İzzet Efendi (Durakbaşı) komutasında 10 jandarma eri refakatçi olarak verildi.
10 Nisan’ı 11 Nisan’a bağlayan yarı gece Fransız kuvvetleri, Hastane ve Hızmalı Köprü yolunu izleyerek iki koldan Suruç yönüne doğru yola çıktı. Sabah saatlerinde silah sesleri gelmeye başladığında Fransız kuvvetlerini arkadan izleyen Teğmen Halil Münir Efendi’den Ali Saip Bey’e şu rapor geldi:
“Düşman öncüsü, bilhassa öncüde bulunan Ermenilerin yolda rastladıkları aşiretlere ve bilhassa yol üzerindeki köylülere ateş etmeleri üzerine Şebeke Boğazı’nda şiddetli bir çatışma başladı. Kumandan, Fransız kuvvetlerine savaş düzeni aldırdı. Bize karşı da ateş etmeye başladılar. Urfa yolunu koruma altında bulunduruyorum, durumumuz tehlikelidir, acele etmenizi bekliyorum.” Bu sırada halk ve aşiretler akın akın olay yerine gidiyordu. Olay yerine hareket eden Ali Saip Bey, yarı yolda Ömer İzzet Efendi ile karşılaştı. Ömer İzzet Efendi’den durumu öğrenen Ali Saip, olay yerine vardığında Sajous ve subaylar öldürülmüş yerde yatıyorlardı. Muharebe sonucunda kalan 100 Fransız askeri de esir edilerek Urfa’ya getirilmişti.
ALINTI: Biyotarih